![]() |
#1 |
![]() Hıncal Uluç yazmış...
Neden bu konulara girme gereği duydu, bilmiyorum ama, “İnsanların yaşama hakkının olmadığı, tesadüfen yaşadıkları ülkede, demokrasi, eşitlik, özgürlük olsa ne olur, olmasa ne olur?” diye soruyor. Sonra da ekliyor, “Adalet yoksa, insanların hakka ve adalete inancı yoksa, öteki bütün laflar havada kalmaz mı?” İyi demiş... Keşke bu soruları, “sorumluluk” atfettiklerine değil de, adaleti tesis etmekle görevli savcı ve yargıç çoğunluğuna sorsaydı. Benim bu ülkede adalete güvenim sarsıldı maalesef... Elan Yargıtay’da önemli bir görevde bulunan bir hâkime “şaibeli” dediğim gerekçesiyle, hakkımda dava açıldı, milyarlarca lira tazminat ödedim. Mehmet Yakup Yılmaz’a ödediklerim ha keza. Zeki ve esprili yazar Mehmet Yakup Yılmaz bir “ilk”e daha imza attı. Normal yollardan tahsilat yapacağına, maaşıma haciz koydurdu. Kendisine buradan bir kez daha “aferin” diyorum. Söylemesi ayıptır, çok dava kaybettim... Bugüne kadar ödediklerimle orta karar bir apartman dairesi satın alınabilir... Helal hoş olsun da, “şaibeli” ve “mahcur” sözcüklerinde hakaret vehmeden yüce Türk adaleti, bu satırların yazarı sözkonusu olduğunda, bu kadar bonkör davranmıyor, elini bu kadar “bol” tutmuyor. Neden acaba? Bir bulvar gazetesi (değerli basın patronu Aydın Doğan’ın müesseselerinden biridir), bir vakitler, internetten taranmış bir fotoğrafımı sürmanşete çekip, dokuz sütuna “Utanmaz Adam” başlığını atmıştı. Suçum, bu gazeteyi “özgürlükler” konusunda biraz gevşek bulmuş olmamdı... Kimseyi mahkemeye vermemiştim, kimsenin canını yakmamıştım. Elimde kalemim vardı. Kendi işimi pekâlâ kendim görürdüm. Fakat, bu gazete için kuralımı bozdum. Dava açtım. Hem hakaret ediyorlardı (“İktidarın yalaka köpeği kemik bulmuş gibi havlıyor”); hem de suç örgütlerine hedef gösteriyorlardı. Ne oldu, biliyor musunuz? Mahkeme “yalaka”, “köpek” ve “havlıyor” sözcüklerini “eleştiri sınırları” içinde değerlendirdi... Kaybettim. Kaybedeceğim kesin işlere girmiyorum artık. Kimseyi mahkemeye vermiyorum. Hürriyet’in ağzı bozuk yazarları bundan sonra da tıynetlerine uygun davranabilirler, istedikleri küfrü edebilirler. Mütemadiyen yazıp duruyorum ya, idare edeceksiniz artık: Hukuku çok seviyoruz, “hukuk devleti” sözünü yazılarımızdan, konuşmalarımızdan, günlük sözlüğümüzden eksik etmiyoruz... “Hukukun üstünlüğünden, üstünlüğün hukukuna” türünden yinelene yinelene kağşamış ve cılkı çıkmış cümleleri çok sık kullanıyoruz, ama “hukuk”tan da emin olamıyoruz. Neden? Belki de, Türkiye Cumhuriyeti tarihi, yargıç ve savcılara ilişkin güvenimizi boşa çıkaran kötü “muhakeme” örnekleriyle dolu, ondan... Ben emin olamıyorum en azından. Birileri kulağımıza “hukuk” diye fısıldadığında, aklımıza kötü kötü şeyler geliyor. Mesela Ali Çetinkaya geliyor... Kılıç Ali geliyor. Necip Ali geliyor. Refik Şevket İnce geliyor... Sonra, “Sizi buraya tıkan güç böyle istiyor Adnan Bey...” diyen Yassıada Mahkemesi yargıcı Salim Başol geliyor... Türk adaletini “Köpek davası”, “Bebek davası”, “Cımbız davası” maskaralıklarıyla aylarca meşgul eden Ömer Altay Egesel geliyor... Sıkıyönetim Mahkemesi geliyor... Parti kapatma davaları geliyor... “367” geliyor Farklı bir frekansta ünlese de, Hıncal Uluç haklı. Bu ülkeye her şeyden önce bir “hukuk açılımı” gerek. star
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|