10-24-2009, 15:08 | #1 |
4. Din Şûrası’nın önemli gündemi
Geçtiğimiz hafta Diyanet İşleri Başkanlığı’nın düzenlediği 4. Din Şûrası’nın konusu “Sosyal Problemler Karşısında Din ve Diyanet” idi. Sadece bu başlık altında bir şûra gerçekleştirilmesinin bile Türkiye için çok önemli olduğunu belirtmek isterim. Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından düzenlenen 4. Din Şûrası çok yoğun iç ve dış güncel gelişmeler içinde ve Başbakan’ın yaptığı konuşmadan yapılan kısa alıntılar dışında kamuoyuna yeterince yansımadı. Oysa şûra, ‘Din ve Toplum’ ana başlığı altında ‘Sosyal Problemler Karşısında Din ve Diyanet’ konusunu gündeme almıştı ve şûra süresince konuyu enine boyuna tartışan bildiriler sunulmuştu. Ayrıca konu, Türkiye açısından son derece hayati ve günceldi. Konunun, dünyadaki sosyo-kültürel gelişmeler çerçevesinde de güncel ve hayati nitelik arz ettiğinde şüphe yoktu. Türkiye açısından güncellik ve hayatilik denince, Osmanlı’nın gerileme süreci dahil, Cumhuriyet döneminin tamamında, dinin toplumla ilişki çerçevesinin tartışıldığı, din-toplum-devlet ilişkisinin ve laiklik tartışmalarının da ana gerilim alanlarından biri olduğu gerçeğini kastediyorum. Dünya ölçeğinde de, neredeyse iki asırlık bir süreçte, ‘Dinin sosyal hayata ilişkin rolü’ irdelenip duruyor. Pozitivizmin, ‘Dinin miadını doldurduğu’ iddiasından iki asır sonra, ve dine karşı radikal kazıma operasyonları yapan totaliter uygulamaların ardından ‘Dinin yeniden canlandığı’ tespitine gelen bir dünya söz konusu... Türkiye’de de, halktan yüzde 47 oy almış bir siyasi kadronun, Anayasa Mahkemesi huzurunda kapatılma tehdidiyle karşı karşıya kaldığı, ancak yakasına ‘laiklik karşıtı eylemlerin odağı’ suçlaması yapıştırılıp, hazine yardımının kesilmesi cezasıyla te’dip edildiği bir süreçten geçilmiş... ‘Laiklik karşıtı eylemler...’ çerçevesine sokulan olayların, Türkiye’de herhangi bir insanın, inançları gereği yaptığı şeylerden ibaret olması dikkate alındığında ‘Sosyal hayat ve din’ meselesinin hem din açısından hem ‘laik devlet’ açısından ne kadar kritik bir değerlendirme alanı olduğu tartışılmaz İşte, Diyanet’in 4. Din Şûrası böyle bir dönemde böyle bir konu ile devreye giriyor. Şûra’nın yapıldığı günlerin ‘Açılım’ tartışmalarına sahne olması, konunun güncelliğinin bir başka göstergesi. Çünkü ‘Açılım’la birlikte, Türkiye’nin toplumsal dokusunun inşasında Din’in rolü gündeme geliyor. 80 küsur yıllık uygulamada, Dinin rolünün gözetilip gözetilmediği, ihmal edilip edilmediği, bugün derin bir sancı süreci yaşadıktan sonra veya yaşarken, toplum dokusunu yeniden inşada Din’in bize yardımcı olup olamayacağı soruları söz konusu... Bu açıdan da konu hayatiyet arzediyor. Şûra’nın açılışında Başbakan bir konuşma yaptı. Başbakanın konuşmasının bence en dikkat çekici cümlesi şuydu: “Dinin istismarı ne kadar yanlışsa, dinin toplumsal problemleri çözmede oynayabileceği sosyal rolü görmezden gelmek de o denli yanlıştır.” Evet, Türkiye’nin, belki de tüm Cumhuriyet döneminde üzerinde tartıştığı kritik mesele, Başbakan’ın şu cümlesinde ifadesini buluyordu: “...Dinin toplumsal problemleri çözmede oynayabileceği sosyal rolü görmezden gelmek...” Şûra da, işte bu konuyu enine boyuna değerlendirdi. Şûra’nın açılışında Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’nun konuşması da, kimi zaman pozitivizmle, aydınlanma ile, kimi zaman modernizmle, kimi zaman popüler kültürle, kimi zaman laiklikle alakalı olarak gündeme gelen ‘Din ve toplum - Dinin sosyal misyonu’ tartışması ile alakalı idi. Prof. Dr. Bardakoğlu, ‘dini arkaik bir dünyanın terk edilmesi gereken bir bakıyesi olarak gören’ ilerlemeci- modernist sürecin, geçmişte ‘dinle kurulabilecek ilişkilerin kimyasını bozduğunu’ belirtti ve şöyle dedi: “Modernleşme paradigması bu etkiler içinde şekillenmiş, dinin er ya da geç bu dünyadan çekileceğine dair beklentiler, dinî olan her şeye karşı tam bir hassasiyet ortamı yaratılmasına neden olmuştur. Kimi ülkelerde toplumsal hayat, din ve dinî sembollere karşı tam bir teyakkuzla inşa edilmiş, örneğin bir dönem Sovyet deneyiminde olduğu gibi din, devletin açıktan savaşmayı göze aldığı bir düşman unsur olarak dahi görülebilmiştir. Diğer yandan, modernleşme süreçlerinde din, bazen belli amaçların gerçekleşmesine imkan sunan bir araç kılınarak, bazen de bir meşruiyet sorunuyla karşı karşıya getirilerek sıkıştırılmış, yapılan müdahalelerle, kültürel ve siyasal repliklerle zayıflatılmaya çalışılmış, itibar kaybına uğratılmıştır. Böylece, her zaman verili dünyayı açıklama iddiasında olan din, bu sefer açıklanmaya ve savunulmaya muhtaç bir görüş, kendisine açıkça mesafe konulması gereken bir karşı tez veya eski düzenin tamamlayıcı bir unsuru olarak değerlendirilmeye başlanmıştır. ...Dine mesafeli bir nesil yetiştirmek isteyenler kadar onu kendi iktidarını tahkim eden bir dile dönüştürenler de aslında aynı referans dünyasından beslenmiştir.” Prof. Dr. Bardakoğlu sonra, din-insan ilişkisinin çerçevesini ortaya koydu: “Din, insan tabiatında karşılığını bulan, mütemadiyen onu ahlaki ve insani yönden olgunlaştırmayı hedefleyen, insana kendisini, varlığı ve var edeni tanıtarak anlamlı bir hayat sunan ve insan-ı kamil olma yolunda ona rehberlik yapan bir rahmet, kurtuluş ve diriliş çağrısıdır.” Sonra dinle yanlış ilişkiye dair bir not sundu: “Dinleri deruni ve külli muhtevasından koparıp kuru ideolojik birer söylem stoku olarak değerlendirmenin ya da dine kültürel bir obje olarak bakmanın maliyeti oldukça ağır olmuştur.” Sonra İslam’ın coğrafyamıza takdim ettiği imkanı bildirdi: “İslam’ın bu coğrafyadaki anlamı, bize takdim ettiği değerler, hayatımızı anlamlandıran katkıları, başka hiçbir dinin çerçevesine dahil edilemeyecek ikram ve bereketi, ne yazık ki bugün pek çoklarımızca yeterince fark edilmemektedir.” Bardakoğlu konuşmasının son bölümünde, gerilim alanı olarak laiklik tartışmalarına temas etti. Laikliği ‘tüm dinleri hesaba katan bir denge arayışının nitelikli bir ürünü’ olarak niteledi, şöyle bir çerçeve çizdi: “Laiklik, devletin herhangi bir dinle kendi gereklilikleri karşılayacak bir talepkârlık içinde ilişkiye geçmemesini, toplumun dinle kuracağı bağlara müdahale etmemesini öngören hatta bu sınırları garantiye alan, dinin de kamusal hayatı bütünüyle kuşatan bir siyasi proje kılınmasını önleyen bir kontrat olarak okunmalıdır.” Sonra da, yapılan yanlışlara işaret etti. “Ne yazık ki, zaman olmuş, modernleşme sürecinde, dini eskinin ve geleneğin alamet-i farikası olarak görme yanlışlığını, dinin ve dindarlığın tabii bir sonucu olarak davranışlara akseden ve toplumsal hayatta görülür olan yansımalarını siyasal okumaya tabi tutma ve yeni duruma tehdit olarak algılama şeklinde ikinci bir yanlışlık izlemiştir. Dinin varlığı ve tezahürleri konusunda ölçüsüz bir radikalizme ihtiyaç duyan yeni bir karşıtlık teması da bu ortamdan hayli beslenmiştir”. Prof. Bardakoğlu dileğini de şöyle belirtti: “İşte bu noktada, devletin laik yapısı ile toplumun dinî hassasiyetleri arasında tansiyona ve gerilime yol açacak, insanları birinden birini tercihe zorlayacak söz, tavır ve davranışlardan kaçınmanın sorumlu mevkide olan herkes için özel bir önem taşıdığını belirtmemiz gerekir. Artık yeni bir çağın ilk çeyreğini tamamlamak üzereyiz. Bu çağın önümüze çıkardığı sorunlar karşısında, dinin, aidiyetimizi besleyen bir referans alanı olarak bugün bize ne gibi alanlar açtığı, sorunlarımızın çözümü noktasında ne gibi önerilere sahip olduğu konusunda çok derin okumalara, çok derin analizlere ihtiyacımız var. Artık bu çağda, laikliğin, dinle toplum, dinle devlet arasında sık sık tekrarlanan tartışmaların parçası ya da dine karşı tutumların referansı olmaması gerekir.” Bu dileğin gerçekleşmesi. Sorun burada... -Laiklik, dinle toplum, dinle devlet arasında sık sık tekrarlanan tartışmaların parçası ya da dine karşı tutumların referansı olmasın! -İslam’ın bu coğrafyadaki anlamı idrak edilsin. -Bize takdim ettiği değerler, -Hayatımızı anlamlandıran katkıları, -Başka hiçbir dinin çerçevesine dahil edilemeyecek ikram ve bereketi fark edilsin. -Devletin laik yapısı ile toplumun dinî hassasiyetleri arasında tansiyona ve gerilime yol açacak, insanları birinden birini tercihe zorlayacak söz, tavır ve davranışlardan kaçınılsın. Ne denir? Son söz olarak ben, Diyanet’in sadece bu başlık altında bir şûra gerçekleştirmesinin bile Türkiye için çok önemli olduğunu belirtmek isterim. A. TAŞGETİREN (Aksiyon Dergisi)
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
10-24-2009, 15:38 | #2 |
çok fazla dışarı lanse edilmesede bu tarz güzel hareketler oluyor Diyanette...
bigün bende o yüksek Şûra da olucam :D |
|
10-24-2009, 15:45 | #3 |
İstemezükçüler yine yaygarayı kopartacaklardır...
Demedi demeyin... |
|
10-24-2009, 16:37 | #4 |
ben dicem demedi :D
|
|
10-24-2009, 19:54 | #5 |
Bu tür şûralar genelde gündemi meşgul etmiyor bile.. Çoğu zaman ilgi alanının dışında kalıyor. Keşke gündemde olsa ve insanlar bu konuları tartışsa..
Diyanet eskisine nazaran artık daha fazla sosyal konularla ilgileniyor ve dertlere derman olacak çalışmaların içine giriyor. Dert ediniyor.. Yapılanlar kafi değil elbet ama eksiklerini gören "biz"ler inşaallah daha güzel işler başaracağız.. Dinin değerler ortaya koyan yapısı, sosyal problemlerin çözümünde ilaç olacak nitelikleri aşikar edildiğinde dinin "durağan" değil hala canlılığını koruyan bir nitelikte olduğu tekrar gözler önüne serilecektir.. "İslam hukuku" da biraz da bunun için vardır.. Öyle ya.. |
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|