11-09-2009, 13:54 | #1 |
BAHÇELİ'NİN KONUŞMALARINA (13+) LOGOLU UYARI ŞART
Ekrandan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 9. Olağan Kurultayı’nda yaptığı konuşmayı izlerken, bir yandan da etrafta çoluk çocuk var mı diye bakınıyordum garip bir ürpertinin yarattığı refleksle. Hatta RTÜK’ün o bildik (13+ Korku ve Gerilim) logosunu zorunlu kılmamasını da yadırgadım. Konuşmasının neredeyse tamamında, hakaret, tehdit ve şantajdan ibaret gerilim temalarını işleyen Devlet Bahçeli, bu söylemini de ürpertici mimiklerle pekiştiriyordu. Oysa herkes gibi ben de MHP’yi son dönemde kullandığı söylemlerle gerginlik ve gerilimin adresine dönüştüren Bahçeli’nin, yapacağı konuşmada, “sonsuza kadar Var Ol Türkiye” sloganını havada bırakmayacak samimiyette birlik ve beraberlik mesajları vereceğini ummuştum. Dünyada değişen dengelerin özellikle bulunduğumuz coğrafyada lider ülke arayışına dair ipuçları vererek, mevcut iktidarın uygulamalarına eleştirel bakışla işaret edip, çözüm önerileri sunacağını sanıyordum. Küresel ekonomik kriz sarmalından türeyen işsizlik, yoksulluk ve bunlardan kaynaklanan toplumsal patlama tehlikesine karşı reçete sunacağı beklentisindeydim. Türkiye’nin bir enerji koridoruna dönüşme sürecinin hız kazanması için iç barışı nasıl sağlayacağını, bölgesel tehditleri nasıl bir politik hamleyle bertaraf edeceğini merak ediyordum. Türkiye ekonomisine son 30 yılda 400 milyar dolara yakın yük getiren, binlerce ocağa ateş düşüren PKK terörünü sonlandıracak realist metodlar ortaya koyacağını sanıyordum. Ülkedeki oy potansiyelinin yüzde 80’ine sahip muhafazakar milliyetçi kesime AK Parti karşısında ikinci bir güvenli adres göstereceğini düşünüyordum. Açıkçası bunlar sadece benim değil siyaseti okuyan hemen herkesin düşünce ve beklentileriydi. Oysa Devlet Bahçeli, Türkiye’nin iç barışına, bölgesel güvenliğine ve küresel aktörlüğüne tahammül edemeyen odaklardan başka kimseyi memnun etmeyecek bir felsefe ortaya koyarak; ülkede kendisi gibi düşünmeyen milyonları, bölgede Türkiye’yi küresel lider yapacak ülkeleri ve Türkler’i kurtarıcı gibi bekleyen toplumları düşman ilan ediyordu. Bu politik tercih, iç politikada kutuplaşma dış politikadaysa yalnızlaşma riskinden başka bir anlam taşımıyordu. Açıkçası ülkede merkeze yerleşme, dış dünyada da süper güç olma iddiasıyla örtüşmeyecek bir marjinalliğin ve riyakarlığın yansımasıydı konuşmasının her satırı. Devlet Bahçeli’yi izledikçe, kullandığı hamaset dolu, korku ve gerilim odaklı söylemleri dinledikçe, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın liderlik karizmasının neden tartışılamadığını daha iyi anladım. Onun siyaseti kararında bırakma erdemliliğini göstermediği sürece tartışmasız iktidar vaadettiğini daha net gördüm. Devlet Bahçeli’nin, merkez sağ ve siyasal konjönktür için kritik bir dönemeç sayılan kurultayda, ülkenin yarım yüzyılı aşan demokrasi mücadelesi içinde önemli bir yere sahip Ergenekon süreci konusunda net bir tavır sergileyememesini yadırgamadım sadece. Babası bu örgütle ilişkilendirildiği için bağımsız yargı tarafından tutuklanan oğul Erkan Haberal’ı yönetime alan zihniyetten böyle bir çıkış ya da bu yönde bir tespit bekleyemezdim de. Hele kullandığı söylemlerle, bir tek demokrasi karşıtı süreçlerin tetikleyicisi ve baş aktörü sayılan kuvvacılarla ulusalcıları kendi marjinal çatısına davet duruşu sergilemiş birinin, Ergenekon ve türevlerini eleştirmesini hiç bekleyemezdim. Rakiplerine demokratik tercihlerini yaşama geçirmesi için kurultay salonuna girme şansı bile tanımayan, emri altındaki gençlik kitlesini baskı ve sindirme amaçlı gerilla unsuru olarak kullanmaktan imtina etmeyen, kendisi gibi düşünmeyen herkese, hain ve alçak yaftası vuran bir siyasetçinin, ülke demokrasisine, barış ve kardeşliğe, milli birlik ve beraberliğe ne gibi bir katkısı olur onu da merak ettim doğrusu. Ülkücülerin, kendi iradelerine ipotek konulmasına sessiz kalıp, uğruna 40 yıl mücadele verdikleri hilali, şimdi dizilerle tekrar hatırlatılan işkenceler ve zulümlere göğüs gererek savundukları davalarını, kucaklamak yerine dışlayan bir zihniyete teslim edişiniyse, endişe ve esefle izledim. MHP’nin bu kurultayından çıkarabilinecek tek sonuç, Hitler faşizminin, Saddam despotizminin ve Jirinovski marjinalliğinin bir arada görüldüğü siyasi lider yansımaları hala mevcut. Ülkücüler bu siyasal anlayışlara bu lider yapılarına cevaz verdiği sürece de bırakın 40 yılı 140 yıl daha bekleseler ülkeyi kucaklayan ve iktidara yürüyen bir siyasal örgüte asla sahip olamazlar. Bu nedenle, yüzde 80’lik bir tabanı temsil eden muhafazakar milliyetçi kesimi kucaklayacak, Erdoğan sonrası AK Parti’ye alternatif olacak yeni bir çatıya mutlak surette ihtiyaç var. Zihni ÇAKIR / Cafesiyaset [email protected]
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
11-09-2009, 13:57 | #2 |
başlık Güzel bi anektot.. =)
|
|
11-09-2009, 13:59 | #3 |
ya acaba merak ediyorum bölücü terör örgütü lideri apodan sonra bölücülük liderligini bumu yapıyor...
|
|
11-09-2009, 14:13 | #4 |
Bu fikir asla mizaş konusu yapılmamalıdır.Bana göre oldukça ciddi ve gerekli bir düşünce.Bahçeli'nin figüran davranışları oldukça korkutucu ve tiksindirici!Çocukların Bahçeli'yi izlemesi kesinlikle şiddette yönlendirir!
|
|
11-09-2009, 14:40 | #5 |
Bunu da ben yaptım
|
|
11-10-2009, 12:19 | #6 |
Konu İle İlgili Ahmet Kekeç'ten müthiş bir yazı;
BAĞIRMA, DUYUYORUZ! Bağırma, duyuyoruz... Mikrofon diye bir şey icat edildi. Hoparlör diye bir şey var... En cılız ses bile, bu aparatlarla en yüksek desibelle alıcısına ulaşabiliyor... Neden bağırarak konuşuyorsunuz? Fakat Bahçeli için bunların bir önemi yok. Bağırıyor... Belki de bağırarak “etkili” olacağını düşünüyor. Bağırarak “korkutucu” ve “caydırıcı” olabileceğini sanıyor... Tamam, bağırsın, arada sırada kendini kaybedip sesini çatlatsın da, nihai olarak bize ne söylüyor? Her taşın altında “vatan haini” aramaktan, yapılan her şeyi “ihanet” terimleriyle yargılamaktan başka, vatandaşın hayatını kolaylaştıracak ne gibi önermelerde bulunuyor? Hiç... Tamam, bağıralım, sesimizin en yüksek perdesinden ünleyelim, düşmana gözdağı verelim, onları kahredelim, insan içine çıkamaz hale getirelim de, azıcık da şu “demokrasi”, “özgürlükler” ve “insan hakları” meselesini dert edinelim. Tamam, bağıralım, her cümlenin içine özenle bir “bölücü başı” tamlaması yerleştirelim, açılımcıların “İmralı’dan talimatlı” olduklarını söyleyelim de, elimizde güç ve fırsat varken “bölücü başı” meselesini niçin halletmediğimizin de hesabını verelim... Bağıralım, çağıralım, bu hükümeti “varlıklarımızı yabancılara peşkeş çekmekle” suçlayalım da, zahmet olmazsa “IMF belasını” başımıza kimin tebelleş ettiğini de hatırlayıverelim... Bağıralım, çağıralım, güzelleşelim de, biraz da “yapıcı” olalım. Bağırmak, bir muhalefet tarzı ve yordamı olabilir mi oysa? Şimdi bağırmadan, sesimizi yükseltmeden, etrafa adrenalin saçmadan konuşalım... Sayın Bahçeli... Muhterem büyüğüm... Bu konuyu sizinle daha önce de konuşmuştuk... Tahsisli, onaylı, icazetli hükümetlerden istenen, sorun çözmesi ve “devlet-vatandaş” ilişkilerindeki olası ihtilafları gidermesi değil, bilakis siyasi merkezin tasarruflarına sahip çıkması, vatandaşa karşı “dokunulmaz devlet”in konumunu güçlendirmesidir. İlk kez bu teamülü değiştirecek bir durumla karşı karşıyayız. Muhalifiniz, muarızınız, siyasi düşmanınız da olsa, ilk kez bir Türkiye Cumhuriyeti hükümeti, “tahsis siyaseti”nin dışına çıktı; Kürt sorunu, Türk sorunu, terör sorunu, Güneydoğu Anadolu sorunu, adına ne derseniz deyin, bir sorunun çözümü konusunda elini taşın altına koydu. Risk aldı... Hadi daha açık konuşalım: Bu Türkiye Cumhuriyeti hükümeti, kendisini devletin ve siyasi merkezin değil, “çevre”nin taleplerine göre konuşlandırdığı için bu riski aldı. Milliyetçi, halkçı, muhafazakâr umdeleri içselleştirmiş partinize de, bir dönem “çevre hareketi” nazarıyla bakılıyordu ve sizden korkuluyordu. Bu nedenle, MHP ıslah edilip devşirilmeli, siyasi merkezin taleplerine cevap verir bir hüviyete büründürülmeliydi. Bugün, ne yazık ki, “ıslah pozisyonu”ndasınız ve hiçbir meşruiyeti kalmamış siyasi merkezin umdelerine göre hareket ediyorsunuz. Bu ülke farklılıklarıyla vardır. Farklılık dünyanın sonu değildir. Bilakis zenginliktir ve birliğimizin çimentosudur. Kimse ülkeyi bölmüyor. Kimse hainlere prim vermiyor. Kimse vatanı küffara peşkeş çekmiyor. Herkes, en az sizin kadar “vatanperver” ve bu topraklara bağlı. Bağırıp çağırıp adrenalin yükselteceğinize, “çözüm siyasetine” katkıda bulunun. Madem bunu yapmayacaksınız, bir süre susmayı deneyin. Bu da bir “katkı”dır. |
|
11-10-2009, 13:25 | #7 |
Alparslan türkeş konuştumu yerinde konuşur bu ne konuştuğunu bilmiyor ezbere konuşuyor mhp içinde ipler kopuyor parti içinde kırılmalar var secimde bu yanısyacak görün koltuk sevdası yüzünden parti baraj komedisi olcak
|
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|