![]() |
#1 |
![]() Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün, Tunceli seyahati ve ayakkabılarını çıkarıp eşikten içeri girdiği Cem evi ziyareti, geçtiğimiz haftaya damgasını vurdu. Bendeniz öteden beri, Sünni Kürtler ile aşılamayacak bir sorun olmadığını, çünkü kız alıp kız verme yoluyla Kürtleşen Türkler, Türkleşen Kürtler gerçeğinin toplumsal yarılmayı, çatışmayı engelleyecek en önemli yapı taşı olduğunu savunuyorum. Fakat Demokratik açılım sürecinde, kullanılan dilin küçük hikâyeyi yabancılaştırmaması gerektiğinin de ısrarla altını çiziyorum.
“Türban sorunu” nu çözeceğiz diye çıkılan yolun, birkaç düğüm daha atılarak nihayetlendirildiğini hatırlatmak isterim. Aynı süreci “Kürt sorunu” üzerinden yaşamamızın an meselesi olduğunu düşünüyorum. Nitekim futbol üzerinden yaşadığımız gerilim gelmekte olan sıkıntının ayak sesleri olarak dikkate alınmak zorunda. “Kürt sorunu” ile “türban sorunu”nu hangi açıdan birbirine benzetiyorum? Başörtüsü yasakları; daha çok devlet ile başörtülü bireyler arasındaki gerginlik üzerinden yaşanıyordu. Hükümetin, “türban sorununu” çözmek üzere yola çıkıp iktidar olmak ile muktedir olmak arasındaki farkın frekansında güç kaybetmesi; bu süreci medyanın, ekran üzerinden raiting uğruna karşılıklı anlayış yerine şiddet diline tercüme etmesi sonucu, devlet ile birey arasındaki çatışma, bireyler arasına indirildi. “Demokratik açılım” söyleminde de, büyük hikâyenin konjonktüre fazlasıyla ayarlı yapısı, küçük hikâyenin dayanışma dili kurmasını engelliyor. Mahmur Kampının kapatılması için yapılan çalışmalarda “imaj yönetimi ve hasar denetim”inin gerçekleştirilemediğini görüyoruz. Bu konuda bölgedeki dindar Kürtlerin hükümetin yanlış açılım politikalarının esasında gücü tükenmiş PKK'ya güç aşıladığı eleştirisini bütün Türkiye'nin paylaştığını hükümetin idrak etmesi gerekiyor. Alevilik meselesinde de Alevi Türkler ile Türklük paydasının kamusal kimlikte Alevilik durumunu parantez içine alabildiğini düşünüyorum. Lakin Alevi Kürtler ya da Kürt aleviler (çünkü artık bu önceliklerin bile aşırı hassasiyet kazandığı bir sürece girmiş bulunuyoruz) söz konusu olunca, ortak paydanın tamamen ortadan kalktığı, acıların ıstırapların asla solmasına izin verilmediği/verilmeyeceği “bölgesel gerçeklik” hükümran oluyor. Bölgesel gerçeklik ifadesini tırnak içine aldım çünkü bu gerçekliği sadece bölge halkı hafızasında kayıtlı tutuyor ve kaydın solmaması için öfke ve hıncı bekçi ediyor. Oysa bölgenin dışındakilerin de bir tarih olarak Dersim İsyanlarını olabildiğince tarafsız bir şekilde öğrenmesi gerekiyor. Hafta sonu Doç Dr.Necdet Subaşı'nın Yeni Şafak'tan Murat Aksoy'a vermiş olduğu söyleşide dile getirdiği gibi, Alevilik siyasi bir rant halinde. Bu rantın nimetlerinden Alevi bireyler yararlanıyor mu? Hayır. Alevi bireylerin bir takım haklara sahip olması birleşik kaplar misali algılanmamalı. Alevi bireylerin haklarının artması Sünni bireylerin haklarının azalması anlamına gelmiyor. Fakat Türkiye'de “başkasının hakkı” birleşik kaplar anlayışı içinde algılanıyor. Başörtülülere haklar verilince sanki başı açıkların hakkı gasp edilecek, Kürtlere haklar tanınınca Türklerin hakkı gasp edilecek, Alevilere haklar tanınınca Sünnilerin hakkı gasp edilecekmiş gibi. Büyük hikayeyi iyi kurduğumuz zaman başkasının hakkı bizim kendi haklarımızı ağız tadıyla yaşamamızın en önemi teminatıdır. İşte bu anlayışın yerleşmesi açısından Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün cem evi ziyareti önemli. “Ayakkabı çıkarma” sembolüyle ifade edilen saygı dili üzerinde önemle durmak gerekiyor. Cumhurbaşkanın çorapları, yanındaki Alevi bireylerin ayakkabı ve galoşlarıyla verdiği cem evi fotoğrafı hepimizin hafızasında kayıtlı kalmalı. Ama en çok da Alevi bireylerin hafızasında kayıtlı kalmalı. F. BARBAROSOĞLU
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|