AK Gençliğin Buluşma Noktası


Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 12-07-2009, 22:51   #1
Kullanıcı Adı
Kur'ânTalebesi
Standart Osmanlı’da Örnek Uygulamalarıyla Evlilik Hayatında Kadının Ekonomik Hak ve Hürriyet..
Osmanlı’da Örnek Uygulamalarıyla Evlilik Hayatında Kadının Ekonomik Hak ve Hürriyetleri


Evlilikte kadınların malî durumları, eski devirlerden beri insanlığı meşgul eden önemli bir mesele olagelmiştir. Toplumların tâbi oldukları dinî inanç, iktisadî sistem, mahallî örf ve gelenekler gibi faktörler, bu konuda yapılan hukukî düzenlemelerle, bunların uygulanmasında tesirli olmuşlar ve ortaya farklı örnekler çıkmıştır. Doğu ve Batı toplumları arasında var olan coğrafî, kültürel ve hukukî farklılıklar, kadınların ekonomik hakları konusunda da kendisini açıkça göstermiştir. Yine kapitalizm, sosyalizm gibi iktisadî sistemler arasında da bu konuda oldukça farklı düzenlemeler ve uygulamalar bulunmaktadır. Hattâ günümüz toplumlarında bile halâ evli kadınların malî hakları konusu tartışılmaya devam etmekte ve bununla ilgili olarak zaman zaman hukukî düzenlemeler yapılmaktadır. Bütün bunların yanında İslâm Hukuku da konu ile ilgili olarak kendine has bir sistem ortaya koymuş ve fıkıh kitaplarında bu bilgiler geniş yer almıştır.
İslâm Hukukunu kendine hukuk sistemi olarak seçen Osmanlı Devleti de, pek çok husus gibi kadınların evlilik hayatlarındaki malî hak ve hürriyetleriyle ilgili hükümleri de tatbik etmiş ve bu uygulama örnekleri de “Şer’iye Sicilleri”* aracılığıyla bize kadar ulaşabilmiştir. Nişanlılık, nikâh, koca evinde birliktelik, annelik, boşanma, eşin vefatı sebebiyle dulluk gibi muhtelif durumları ihtiva eden bu konuya ait Osmanlı hukuku uygulamaları, teorik bilgilerin nasıl hayata geçirildiklerini gösteren müşahhas örnekler olmuşlardır.

Malî Haklar

Mehir
Evliliğin hukuken nikâh akdi ile başlıyor olmasına rağmen, İslâm Hukukunca dinin ruhuna muhalif düşmemeleri şartıyla örf ve âdetlerin de şer’i bir delil olarak değerlendirilmesi sebebiyle, toplumlarda bir gelenek olarak yerini almış olan nişanlılık da hukuka konu olmuş ve “nikahın mukaddimesi” sayılmıştır. Osmanlı toplumunda birbiriyle nişanlanan damat ve gelin adayına “namzet” denilir ve nişanlılık veya namzetlik dönemi, ileride gerçekleşecek olan evlilik öncesi bir takım hazırlıkların yapılmasını, ailelerin birbirlerini tanımasını sağlayan dönemdir. Bu dönemde aileler arasında karşılıklı olarak bir takım hediyeler alınıp verilir. Ayrıca, gelin adayına alınan bilezik, küpe, yüzük, gerdanlık gibi takılardan başka erkek tarafından kız tarafına “ağırlık” adı altında bir miktar para da ödendiği olurdu. Genellikle gelin adayının giyebileceği türden giyim-kuşam eşyaları, süslenmek için ziynet takıları ve çeyizi düzmek için ödenen “ağırlık”, kadının evlilik sebebiyle edindiği ilk mal ve paradır.

Nişanlılık sırasında erkek tarafının verdiği bu eşya, takı ve ödediği para, İslâm Hukukunca peşin mehir (mehr-i muaccel) sayılmaktadır. Fakat bunların kızın mülkiyetine geçmesi için nikahın kıyılması gerekir. Eğer nikah akdinden önce nişan bozulursa bu eşya ve para erkek tarafına geri ödenmek zorundadır. (Düzdağ 1983, 37) Evliliğin nişan safhasında bozulması üzerine bu mesele zaman zaman dava konusu olmuş ve Sicil kayıtlarına girmiştir:

İstanbul Keçeciler mahallesinden Muharrem, mahkemeye gelip; kendisiyle evlenmeyi kabul eden Belkıs Hatuna mehr-i muaccel olarak 360 akçe değerinde bir kaftan, yine aynı değerde bir atlas bornoz ve 120 akçe değerinde bir edik ve başmak verdiğini, ancak Belkıs’ın nikahtan önce kaçtığını bildirip verdiklerini geri talep ettiğini söylemiştir. Belkıs’ın ise inkâr etmesi üzerine şahitlerle iddiasını ispat eden Muharrem davayı kazanmıştır. (Heyet 1988, 1:260)

Nişan sonrasında yapılan nikah ile kadın, kocasından mehir almaya hak kazanır. Bugün unutulmaya yüz tutmuş olan mehir, kadınların evlilik yoluyla edindikleri ve ailelerine değil bizzat kendilerine ödenen önemli bir malî haktır. Mehir, ödenme şekli itibariyle ikiye ayrılır: Peşin ödenen mehir (mehr-i muaccel) ve geciktirilmiş mehir (mehr-i müeccel).

Mehr-i muaccel, genellikle düğün öncesi kız tarafına verilen giyim-kuşam, ev eşyası, takı-ziynet eşyaları ile bazen de paradan oluşmaktadır. Mehrin miktarı, tarafların malî durumlarıyla orantılı olup, genellikle kız tarafının ailesinin sosyal ve ekonomik durumuna eş olan diğer ailelerin mehirleri emsal alınarak (mehr-i misl) taraflarca tespit edilir. Peşin ödenmeyip de vaad edildiği halde ödenmeyen mehiri, kadının dava yoluyla da olsa almaya her zaman hakkı vardır:

Mirmiran Mehmed Zeman Paşa, Ayşe Hatuna bir kuşak, bir altın bilezik ve 60.000 akçe ağırlık vermeyi vaad ederek nikahlandıktan sonra hemen vefat etmesi üzerine, Ayşe Hatun paşanın mirasından mehir alacağını talep etmiştir. (Şikayet Defterleri, no.6, s: 103)

Nikahta miktarı belirlenen müeccel mehir ise, kocanın ölümü veya boşaması halinde koca tarafından veya onun mirasçıları tarafından dul eşe ödenir. Bu mehir, ölüm veya boşanma sebebiyle kocasız kalan kadının bir nevi dulluk sigortasıdır. Dul kalan kadın, en azından yeni bir evlilik yapıncaya kadar geçimini bu para ile temin eder. İstanbul ve diğer bazı şehirlerde tayin edilen müeccel mehirlerin rakamlarına bakıldığında, bunun - o günün değeriyle - ortalama bir ev alabilecek miktarda olduğu görülmektedir. (Öztürk 1995, 221) Dul kalan bir kadın için oldukça önemli bir para olan müeccel mehir ile ilgili olarak kadınlar, kendilerine ödeme yapmayan eski kocaları veya mirasçılarla ve hattâ kendi akrabalarıyla dahi sıkça davalı olmuşlardır:

Kadem adlı kadın mahkemeye gelip, kardeşi Şeyhi’nin kendi mehir parasından bir katır alıp daha sonra sattığını, fakat karşılık olarak ona vermesi gereken bir gömlek ve sorgucu vermediğinden şikâyetçi olmuştur. Kardeşi de durumu itiraf edince araya uzlaştırıcı kişiler de girerek, Şeyhi’nin Kadem Hatuna bir keçi vermesi şartıyla iki kardeşin davaları sulhla sonuçlanmıştır. (Heyet 1988, 1:272)

Bazı kadınlar mehirlerini evlendiklerinde kocalarına bazen tamamen, bazen de bir hediye karşılığında hibe etmişlerdir.

Nafaka
Kadınların evlilik sebebiyle sahip oldukları çok önemli bir diğer malî hak da nafakadır ve üç çeşittir: Zevciyyet nafakası, iddet nafakası ve hızanet nafakası. Zevciyyet nafakası, evlilik devam ettiği sürece kocanın karşılamak zorunda olduğu eşinin ve çocuklarının yiyecek, giyecek, barınma, (Bilmen 1986, 2:444) hizmetçi (Cin 1988, 196) ve ilâç-tedavi (Aydın 1985, 32) masraflarının genel adıdır. Kadın zengin dahi olsa bu nafaka onun hakkıdır. Koca, herhangi bir sebeple başka bir yere uzun süreli olarak gittiğinde de ailesinin nafakasını temin etmek üzere bir vekil tayin etmek zorundadır. Zaten zevciyyet nafakası ile ilgili Osmanlı belgelerinde en çok, nafaka veya vekil bırakmadan başka şehre giden kocalarla eşleri arasında meydana gelen davalara rastlanmaktadır ve hemen hepsinde de kadınlar kazanmışlardır. Bu durumda kadı, kocanın maddî durumunu ve bir insanın zaruri ihtiyaçlarına yetecek malzemeleri nazara alarak günlük nafaka takdir ediyordu:

Manisa Dilşikâr mahallesinden kocası tarafından nafakasız bırakılan Ayşe Hatuna günlük olarak ekmek, pirinç, sade yağı, et, odun, soğan, tuz ve susam yağı alabilecek kadar akçe Kadı tarafından takdir edilmiştir. (Manisa, No. 102, s. 109, hüküm: 3)

Bazen bunlara sabun, mum, mercimek, un ve hamama gitmek için verilen para da ilâve edilirdi. Giyecek parası olarak ise, pabuç, mest ve giyim eşyası da eklenirdi. Kadın, başka yere gidip de kendisini nafakasız bırakan kocasının, varsa mallarını dahi sattırabilir veya onu borçlandırabilirdi.

Kocası tarafından boşanan kadının nafaka hakkı hemen bitmez. Hamile olup-olmadığının anlaşılması için geçmesi gereken süre olan üç ay daha (iddet nafakası) devam ederdi. Böylece kadının, bir başkasıyla evlenemediği bu süre içerisindeki geçimi de kocasına ait oluyordu.

Yine boşanmış kadın, eğer boşayan kocasından olan çocuğuna bakıyorsa, çocukların nafakaları da babalarına ait olduğu için, bu defa çocuktan dolayı nafaka (nafaka-i hızane) alıyordu. Bu belli bir yaşa kadar çocuğa ödenen bir para idi ama, çocuğun vasîsi çoğu zaman annesi olduğu için harcama yetkisi de ona aitti.

Ekonomik Hürriyetler
Evlilik hayatında kadınların sahip oldukları ekonomik hürriyetlerin en önemlisi, kendi adına para, mal veya mülk sahibi olabilmesidir. İslâm Hukukuna göre ailede karı-koca arasında mülkiyet birliği değil, mülkiyet ayrılığı prensibi esastır. Kadın, kocasından bağımsız olarak mülk edinebilir, dilediği gibi satabilir, işletip kiraya verebilir veya hibe edebilir. Bu gelirlerinden eve harcamak zorunda değildir, onu da dilediği gibi tasarruf edebilir. Kocanın bunlar üzerinde hiçbir tasarruf hakkı ve yetkisi yoktur. Nitekim eşinin izni olmadan koca tarafından yapılan bu tür bazı işlemler dava konusu olmuşlardır:

Cemile adlı kadın, kendisine ait olan ev ve değirmeni tasarruf ettirmeyen kocasına karşı açtığı davayı şahitler de göstererek kazanmıştır. (Balıkesir, No, 698, s: 70a, Hüküm, 2.)

Abdurrahman Çelebi mahkemeye gelerek, “Eşim Hacı Mahmud kızı Ayşe Hatundan, babasından miras kalan 36.000 akçeyi borç olarak teslim aldım. Bu, benim eşime olan borcumdur.” diyerek borç senedi olarak mahkemeye kaydettirmiştir. (Heyet 1988, 277)

Kadın, sahip olduğu bir işletmeyi de çalıştırabilir. Osmanlı toplumunda bu durumdaki kadınların, genellikle sahibi bulundukları köleleri veya eşleri ile akrabaları aracılığıyla dükkân ve işyerlerini çalıştırdıkları bilinmektedir. Ancak her halükarda gelir yine kadına aittir ve kocanın bunda izinsiz tasarruf hakkı yoktur.

İslâm Hukukunda evli bir kadının çalışmasına mani bir hüküm de yoktur. Kadın, kocasından bağımsız olarak bir işte çalışıp para kazanabilir ve bu kazancını da dilediği gibi harcayabilir. Nitekim, Hz. Zeyneb’in Hane-i Saadet’te deri işlemeye mahsus bir iş atölyesi olduğu bilinmektedir. O, ailevî iş atölyesinde çalışıp kazandığı parayı fakirlere dağıtırdı. Yine bazı hadis-i şeriflerde, kadınların evde dokumacılıkla uğraşmalarının tavsiye edildiği bilinmektedir.

Osmanlı devrinde pek fazla çalışma alanına sahip olmayan kadınların şehirli olanları daha ziyade bağ-bahçe işlerinin yanında, evde dokuma işleriyle uğraşırlardı. Köylü kadınlar ise tarla ve ziraat işlerinde kocasına yardımcı olurdu. Bunun dışında kadınların ebe (kabile) olarak çalıştıkları bilinmektedir. Devlet makamlarında yönetici veya görevli olarak bulunmazlardı, fakat önemli sosyal hizmetler gören vakıflarda hem yönetici olarak hem de diğer bazı vakıf görevlerinde çalışmışlardır. Osmanlının son dönemlerinde ise kadınlar kendilerine uygun - muallimelik gibi - muhtelif işlerde çalışmaya başlamışlardır.

İslâm Hukukunca kadınların çalışma ve gelir edinmeleri, şu hususlara dikkat etme ve yerine getirme şartına bağlıdır: Tesettüre riayet etmesi, yabancı erkeklerle lüzumsuz görüşme ve ihtilâttan kaçınması, meşru ve fıtrî bir işte çalışması, kocasının da rızasını alması, evini ve çocuğunun terbiyesini ihmal etmemesi. (Baktır 1996, 109-120)

Netice

İslâm Hukukunun kendine has özelliğiyle ortaya koymuş olduğu bu hak ve hürriyetler ile kadınlar, geçmiş dönemlerde aleyhlerine olan pek çok uygulamadan kurtulmanın yanında; gelecek dönemlerde de mağdur olmalarını önleyecek esaslar, prensipler, kazanımlar elde etmişlerdir. Muaccel mehirle evlilik masrafını çıkarmış, müeccel mehirle de dullukta maddi sıkıntılara düşmekten kurtulmuşlardır. Nikâhta hak kazandığı nafaka ile evliliği boyunca geçim derdine düşmemiş, hatta çocuklarının bile belli bir yaşa kadar geçimleri garanti altına alınmıştır. Mülk sahibi olmaları, para kazanmaları, çalışmaları engellenmemiştir.

Şu gerçeği de teslim etmek gerekir ki, bu toplumda kadınlar genelde maddiyatçı olmamış, hukukun kendisine tanıdığı pek çok hakları aile hayatı içerisinde eşi, çocukları, anne-baba ve kardeşleriyle paylaşmasını da bilmişlerdir. Zaten bu toplumda evliliğin “hayatların birleştirilmesi” olarak da tarif ediliyor olması bunun en büyük delili olsa gerek. Bu da bu milletin, paylaşmasını bilen bir aile yapısına sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Bu sağlam yapı ve kolektif şuur, geçmişte çekilmiş olan sıkıntıların herhangi bir sosyal menfiliğe yol açmadan salimen atlatılmasını sağlamanın yanında geleceğe yönelik de güven ve ümit vermektedir.

*Şer’iye Sicilleri; Osmanlı devletinde bir idari birim olan kazalarda görev yapan ve oranın mahkeme, belediye ve inzibatla ilgili işleri yöneten kadıların, bu görevleriyle ilgili olarak tutmuş oldukları defterlerdir. Bugün bunlar, İstanbul sicilleri haricinde hepsi Ankara’daki Millî Kütüphane’de muhafaza edilmektedir. (Daha geniş bilgi için bkz. Şer’iye Sicilleri, Heyet, c.1, İstanbul,1988.)

Kaynaklar

AYDIN, M. Akif, İslâm-Osmanlı Aile Hukuku. İstanbul, 1985.
BAKTIR, Mustafa “İslâm’da Kadının Çalışma Şartları”, Sosyal Hayatta Kadın, İstanbul, 1996.
Balıkesir Şer’iye Sicilleri.
Başbakanlık Osmanlı Arşivleri, Şikâyet Defterleri, No:6, s. 103.
BİLMEN, Ömer Nasuhi, Hukuk-ı İslâmiye ve Istılahat-ı Fıkhiye Kamusu, c. 2, İstanbul, 1986.
CİN, Halil, İslâm ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, Konya, 1988.
DÜZDAĞ, M. Ertuğrul Şeyhülislam Ebussuûd Efendi Fetvaları Işığında 16. Asır Türk Hayatı, İstanbul, 1983, s. 37.
Manisa Şer’iye Sicilleri.
ÖZTÜRK, Said, Askeri Kassama Ait Onyedinci Asır İstanbul Tereke Defterleri (Sosyo-Ekonomik Tahlil), İstanbul, 1995, s.221.
Şer’iye Sicilleri, Heyet, İstanbul,1988.

Mümtaz Aydın
Yeni Ümit dergisi

 

  Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi