12-16-2009, 21:23 | #1 |
Mustafa KARAALİOĞLU "Şiddet siyasetinin son perdesi "
Türkiye için PKK teröründen daha beter olanı tam da bu terörün yıllardır ana hedefi olan Türkler’le Kürtler’in düşmanlığı ve bu düşmanlığın irili ufaklı da çatışmalara dönüşmesidir. PKK 30 yıldır bunu başaramadı ama bu örgütün tasfiyesini de içeren açılıma direnen CHP-MHP koalisyonu sayesinde ne yazık ki bu çatışma da sahne alıyor. Hemen her gün sorumsuzca kullanılan “ihanet”, “vatan hainliği”, “bölücülük”, “sözde demokrasi” gibi şirazesi şaşmış açılım düşmanlığı söylemi sokağı kışkırtıyor. İki lider sözlerinin ne kadar farkında bilemiyoruz ama adeta sokağa “görev sizde” mesajı vermekteler. Ya da sokaktakiler, Ankara’dan duydukları yüksek gerilimli ihanet senaryolarına tabi olarak durumdan vazife çıkarmaktadırlar. Her ne ise, bu hal iyi bir hal değildir. Ve acilen hemen şimdi hem Baykal’ın hem de Bahçeli’nin bir karar vermeleri gerekiyor. Estirdikleri rüzgarların esaretinden kurtulup, yarın havanın tam tersine döneceğini unutmadan bir karar vermeliler. Elbette kimse onlardan açılım karşısındaki tavırlarını değiştirmesini beklemiyor. O konu kapanmış ve tarihteki yerini almıştır. Ancak, sokağa yansıyan ve daha ilk günden Ergenekonvari tonlar içerdiği anlaşılan şiddete karşı bir tavır koymak borçları vardır. Çok kullandıkları ifadeyle anlatalım... Kürt sorunu çözülemezse “milli birliğimiz” bir gün tehlikeye girecektir. O yüzden çözüm kaçınılmazdır. Ancak, Kürt sorununda çözüme direnirken şiddeti dağdan sokağa taşımak milli birliğimizi çok daha yakın bir vadede tehlikeye atacak; kalıcı hasarlar yaratacaktır. Bu iki partinin AK Parti’nin açılım yüzünden oy kaybedeceğini varsayarak şiddetli bir muhalefet yaptığını anlıyoruz. Tamam, şimdiye kadar sergiledikleri “milli duruş” sayesinde oylarına oy kattılar! Tebrikler! Ama şimdi biraz sorumlu davranmaları gerekiyor. Yoksa kabarttıkları öfke, masa başında aldıkları oylarla birlikte siyasetide süpürür, farkına bile varamazlar. Kürt meselesi, oy hesabı yapılacak bir konu değildir. Böyle hesap yapanı da fena halde yanıltır. Çünkü, en başta açılıma direnen siyasetin bilmesi gerekir ki Türkiye bir daha eski Türkiye olmayacak. Yani, eskisi gibi perde arkası birkaç hamle ülkenin kaderini, hükümetlerin “iktidarı”nı ve toplumun yönelimini değiştiremeyecek. Kürt sorunu ve Kürt sorunuyla birlikte terör sorunu bu “eski Türkiye”nin yolu ve yöntemiydi. O devir kapanıyor. Sancılı kapanıyor, acılı kapanıyor, sıkıntılı kapanıyor ama kapanıyor. Kimse bir daha genç askerlerin şehadeti üzerinden iktidar kuramayacak. Kimse, daha çok ölüm, daha karanlık oyunlar ve şovenizm üzerinden Türkiye tarifi yapamayacak. Zaten şimdilerde, bunu bilenlerin, yaklaşmakta olan çözümü fark edenlerin son çırpınış kabilinden hamlelerine tanık oluyoruz. İzleri sürüldüğünde, yıllardır bu ülkenin Kürt meselesini nasıl büyüttüğünü ve neden çözemediğini de görürsünüz. Kürt sorununu halleden bir ülke aynı zamanda Türk sorununu da; yani, Türklerin daha özgür, daha müreffeh ve daha çok demokrasi içinde yaşamasını da sağlamış olacaktır. Böyle bir gelecek karşısında eski dönemden, kandan, ölümden, kargaşadan çıkar sağlayanların eli kolu bağlı oturacağını da düşünmemek lazım. Zaten durmuyorlar. Ama zannetmeyin ki sadece sokağı kışkırtıyorlar; Ankara’dan Dolapdere’ye, Diyarbakır’dan Muş Bulanık’a kadar her yerde, güçlerinin ulaştığı her alanda ellerinden geleni yapacaklar. Demokratik açılımı sulandırmak, gözden düşürmek, bir kaos yaratarak çözümü zorlaştırmak vs... Siyasetçisiyle, medyasıyla, sokak adamlarıyla bir ittifak çözüme direniyor. Direnirken de bildikleri malum, eski ve bir bakışta deşifre olan yöntemleri kullanıyorlar. Yıllardır, düşman oldukları her konuya, her kuruma, her şahsa karşı uyguladıkları yöntem de bu değil miydi?
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 2 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 2 Misafir) | |
|
|