AK Gençliğin Buluşma Noktası
Önden Giden Atlılar Önlerinde okyanus, Kızgın bir çöl arkada, Asıl içlerindedir, Zaptedilmez bir deniz, Önden giden atlılar...


Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 03-23-2010, 12:35   #1
Kullanıcı Adı
Ahmet Yasin
Standart Üstad vefat etmiş kardeşlerim!














Ve 23 Mart 1960 Çarşamba, Ramazan’ın 25. günü Üstad vefat etti




BEDİÜZZAMAN’IN SON 60 GÜNÜ
23 Mart 1960 Çarşamba-Ramazan’ın 25. günü
Bayram Yüksel anlatıyor:
"Ben, Üstadın yanında idim, kapı arkadan kilitliydi. Gündüzden Üstad çok hararetli olduğu için, buz istemişti. Biz aramış bulamamıştık. Gece arkadaşlar bir yerden buz bulup getirmişlerdi. 'Buz bulduk Üstadım' dedim, istemedi. 'Üstadım çay yapayım' dedim. Üstad 'İstemez' diye işaret etti. Üstadın mübarek dudakları kuruyordu. Ben ıslak mendille siliyordum, bu hiç görülmemiş bir hararetti. Saat iki buçuk sıralarında idi. Ben Üstadın üzerini örtüyordum. Üstad atıyordu. Bir müddet böyle devam etti. Üstad ışıktan rahatsız olmasın diye lâmbaya mendil sararak ışığı azaltmıştım. Bir ara birden Üstad boynumu tuttu, ben Üstadın kollarını ovuyordum. O anda Üstad ellerini göğsüne koydu uyudu. Ben de Üstad uyudu diye sobayı yaktım. Üstadın ayakucuna geçip uyanacak diye bekliyordum. Ağabeyler de gelecek de sahur yemeği yiyeceğiz diyordum.

"Ah bilmiyordum ki, Üstadım ebedî âleme göçmüş. Bu fani dünyaya gözünü yummuş. Başımdan hiç geçmemişti ki, nasıl bileyim? Üstadımın vefatını anlamayarak uyudu zannediyordum. Sahur da geçti. Abdullah ve Zübeyir Ağabeyle Hüsnü kardeş geldiler. 'Bayram, uyuyakalmışız' dediler. Ben de 'Siz gelin, Üstad uyudu, üşütmeyin, ben sabah namazını kılayım' diye onların yattığı odaya geçip namaz kıldım. Cüz'üm vardı, onu okuyup biraz yatayım derken, birden içeriden ağabeyler, 'Yahu Bayram, Üstad Hazretlerinden ses gelmiyor' dediler. Ben, 'Üstad uyudu, onu üşütmeyin' dedim. Tekrar geldiler. 'Bayram, Üstaddan ses gelmiyor' deyince ben de beraber Üstadın odasına vardım. Zübeyir Ağabey başucunda, dördümüz Üstada bakıyoruz. Üstaddan hiç ses gelmiyor. Fakat vücudu sıcacık. Bizi müthiş bir telaş aldı. Zübeyir Ağabey 'Üstada böyle haller olur, geçer' diyordu ama, ben fena üzülüyordum. Hiçbirimizin başından böyle bir hâdise geçmemişti. Zübeyir Ağabey, 'Urfa'da Elazığlı Vaiz Ömer Efendi var, ona haber gönderelim, o bilir' dedi. Haber gönderdik, geldi. Üstadı görünce; 'İnna lillah ve inna ileyhi raciûn. Üstad vefat etmiş kardeşlerim' dedi.

"Zübeyir Ağabey, 'Üstada böyle haller olur, geçer' dedi. Ben de Üstadın vefatına katiyyen inanmıyordum. Afyon hapsinde Üstadımızı zehirlemişlerdi. Üstadın dili kızarmıştı. Biz devamlı ağlıyorduk. Zübeyir Ağabeyle Ceylân Ağabeyler beraberdi. O anda Ahmed Feyzi Ağabey: Budalalar ne ağlıyorsunuz, daha Üstadın ömrü uzun' demişti. 1949'da söylemişti. O anda Ahmed Fevzi Ağabeyin sözleri hatırıma geldi. 'Acaba yine Üstadın ömrü uzun mu?' diye kendimi teselli ediyordum. Kimseye bir şey diyemiyorduk.
"Zübeyir Ağabey, Hüsnü kardeş, Abdullah Ağabey, Üstadın yanından ayrıldılar. Isparta, Ankara, Emirdağ, İstanbul, Diyarbakır v.s. yerlere Üstadın vefat haberini telgraf çekerek bildiriyorlardı. Sabahleyin halk yine Üstadı ziyarete başladı. Ben de pencereden, 'Üstadımız uyudu' dedim. Üstadımızın üstüne bir tülbent örtmüştük. Az sonra otel sahibi gelmiş, kapıdan şöyle bakınca durumu anlamıştı. Eyvah deyip dizlerine vurarak feryad etmeye başlamıştı. Dışarıda otelci ile Emniyet Müdürü karşılaşınca, Emniyet Müdürü, 'Bu telaş nedir?' diye soruyor, o da, 'Bediüzzaman Hazretleri vefat etti' demiş.
"Hakikat mı?' diyor, o da 'Evet' diyor. Emniyet Müdürü ve bütün emniyet teşkilâtı ve otelin önüne Üstadı Isparta'ya zorla göndermek için gelen jandarma teşkilâtı geri döndüler. Hemen Emniyet Müdürü aslı olup olmadığını anlamak için bir doktor gönderdi. Doktor geldi ve Üstadı muayene etti ve 'Allah Allah çok fazla hararet var' dedi. Bana, 'Bir ayna var mı?' diye sordu. Üstadın ağzına, getirdiğim aynayı koydu, nefes gelmediğini görünce, 'Evet Üstad vefat etmiş' dedi. 'Fakat hiç ölüm haline benzemiyor, yalnız bu cenazenin hemen kalkmasını istemiyorum. Biraz kalsın, ben şüpheleniyorum' dedi. Daha sonra doktor raporu yazdı ve emniyete verdi. Zaten biz de hemen kalkmasın istemiyorduk. O arada tereke hâkimi geldi. Üstadın saat, cübbe, seccade, sarık gibi eşyalarını tesbit etti. Bunları kardeşine verilmesini kararlaştırdı.
"Vefat haberini alan binlerce Urfalı akın ederek otelin önünü doldurdular. Bütün illere telgraflarla, telefonlara Üstadın vefat haberi duyuruldu. Mehmed Hatiboğlu ve diğer Urfa'nın ileri gelenler, 'Üstadı Dergâhta yıkayacağız ve oraya defnedeceğiz’ diye karar aldılar. Üstadın mübearek naaşı öğle namazından sonra İpek Palas'tan alındı ve iki saatte ancak Dergâha gidebildi. Müthiş bir kalabalık vardı. Bütün Urfalılar dükkânlarını kapamışlardı. Cenaze giderken ben ve Hüsnü kardeş bayılmıştık. Abdullah Yeğin Ağabey de bizi teselli ediyordu. 'Çocuk musunuz' Kendinize gelin' diye...
"Urfa'da şimdiye kadar böyle bir kalabalığın daha meydana gelmediğini söylüyorlardı Urfalılar...

"Dergâha vardığımızda çok kalabalıktı. Dergâha girmek de çok zordu. Bizim içeri girmemiz için açıldılar. Üstadın cenazesini Dergâhın içinde yıkamak mümkün oldu. Üstadın cenazesini Molla Abdülhamid Efendi (Urfa'nın tanınmış ve çok sevilen âlimlerinden) yıkadı. Molla Abdülhamid Efendi, Şafiî mezhebindendi. Üstadın hizmetkârları Zübeyir Ağabey, Hüsnü kardeş, Abdullah Ağabey ve Hulusi Ağabey beraber yardım ettik. Oradan Ulu Camiye Üstad için hatim okumaya gittik. Cenazeyi beraber götürdük. O gece üstadın cenazesi camide kaldı. Diyarbakır, Elâzığ, Maraş, Gaziantep, Adana ve Urfa civarı, vilâyet, kaza ve köylerden gelen çok kalabalık bir cemaatle sabaha kadar hatimler okundu. Cenaze Cuma günü kaldırılacakken Urfa’da çok fazla izdiham olmasından dolayı vazgeçildi. Bir de Isparta milletvekilleri Menderes'e çıkarak, Üstadın cenazesini Isparta'ya götürmek istediklerini söylemişler.
"Urfa halkı bunu duyunca, 'Biz buradan cenaze vermeyiz' dediler. Ve günden güne de sadece Türkiye'den değil, dış devletlerden duyanlar da, Üstadın cenazesine geliyorlardı. Bu durum üzerine Urfa Valisi Şerafettin Atak, bizi çağırdı ve rica etti. 'Cenaza Cuma günü kalkacaktı, çok fazla dâhilden ve hariçten kalabalık gelmeye başladı, sizden rica ediyorum, biz bugün ikindi namazını müteakiben cenazeyi defnedeceğiz' dedi. Aniden belediye hoparlörüyle ilân edildi: 'Cenaze namazı Perşembe günü ikindi namazından sonra kılınacak' diye. Bir gün önce de Cuma namazında kılınacağı ilân edilmşti. Ve Perşembe günü ikindi namazını müteakiben, Vali ve Belediye Reisi de dahil olmak üzere cenaze namazı kılındı.
"Şunu arz etmeden geçemeyeceğim: Cenaze yıkanırken, muhtelif renk ve büyüklükte çeşitli kuşlar geldiler, biz hayret ettik ve hafif hafif de yağmur devam ediyordu. Urfa'da Mübarek Şeyh Müslim isminde bir zat, 1954 yılında Dergâhı tamir ettirdiği sırada ayrıca kendisi içinde iki kubbeli yeri yaptırıyor.Talebeleri ve müritleri vasiyeti anında, 'Seni buraya defnedelim' dediklerinde, 'Benim yerim başka yerdir. Buranın sahibi vardır ve gelecektir, burası onundur' diyor.
"Üstadımızı defin anında, cenaze kabre indirilirken, çok fazla kalabalıktı. Hattâ bir ara Vali yere düşüp altta kalarak eziliyordu. Cenazeyi taşımak için birlikler, halk ve polis birbirlerinin ellerinden âdeta zorla alıyorlardı.
"Acayip bir kalabalık vardı. Perşembe günü ikindi namazını müteakip Üstadımız defnedildi. Ancak, hususî araba tutanlar yetişebildiler. Ceylân Ağabey, Çalışkan Hanedanı, Emirdağ Nur Talebeleri çok zor yetiştiler. Merhum Ceylân Ağabey çok fazla üzüldü. 'Kaç sene Üstada hizmet ettik ve vefatında bulunamadım' diye. Çokları da Cumaya kalacak diye, Cuma günü sabah geldiler. Emniyet mülahazasıyla askerî birlikler, Urfa'nın etrafını tanklarla çevirmişti. (1)

H.Ömer Biçer anlatıyor:
"Üstadımızın vefatı, bende çok hazin bir tesir bırakmıştı. Gazetelerde acı haberi görünce, bir türlü inanamadım. Hemen kardeşlerin yanına gittim, sordum. Üzgün üzgün 'Evet!' dediler. Dünya başıma yıkılmıştı. Akşama doğru da Urfa'dan acı haberle dolu telgraf geldi. Şükrü Yürüten, Abdülvahid Tabakçı, Hacı Şuayb cenaze merasimine gittiler. Neylersin, mukadder âkıbet... Allah ondan ebeden razı olsun."
"25 Ramazan-ı Şerif âlem-i islâmın biricik nuru, Hz. Üstad arefenin sinesine kendisini vermek tecellisi ile alakâdar idi. Son demlerini yaşıyordu. Saatler geçiyor; yanında Zübeyir, Bayram, Hüsnü ve Abdullah kardeşler nöbetle Üstada hizmet ediyorlar. O koca varlığı kaybetmeye hiç razı olamıyorlar. Kıymetli Üstad son vedâ nefeslerini alıyor. İşte, gece de durmadan geçiyor. Saat 3 oluyor. Kardeşler sahur yemeğinde, nöbet Bayram Kardeşe gelmiş. Boynuna sarılıp emaneti Hakk'a teslim ediyor. Zavallı Bayram kardeş 'Üstad rahatlaştı' diye, tam 6 saat uyuyor diye kıyamıyorlar. Ve ancak saat 9'da vefatı anlaşılıyor." (2)

Osman Aydın Üstad Bediüzzaman'ın vefat haberi üzerine kaleme aldığı şiiri:

Elveda, Büyük Üstadım Bediüzzaman Hazretlerine

İşte geldi çattı ayrılık derdi
Bin türlü elemi bizlere verdi.
Gam, keder postunu gönlüme serdi.
Üstadım, firakın yaktı dağladı
İnsanlar, mahlûkat, semâ ağladı.
Acı haberlerin gönlümü dağlar
Bayram geldi, fakat kalbim kan ağlar
Bilmem yaramızı bizim kim bağlar
Üstadım, firakın yaktı dağladı
İnsanlar, mahlûkat, semâ ağladı.
Boyunlar büküldü, çehreler duruk
Boğazda döğüldü, sesimiz kırık
Bütün kardeşlerde derin hıçkırık
Geliyor, sel gibi aktı, çağladı.
İnsanlar, mahlûkat, semâ ağladı.
Ansızın ayrılık geldi kapıya
Gözyaşı bıraktı Nurdan yapıya
Dostla vuslat için terhis tapuya
Gözler pınar gibi aktı, aktı, çağladı
İnsanlar, mahlûkat, semâ ağladı.
Elveda dostlarım, ayrıldı Üstad
Nemli gözler ile ediyoruz yad
Kur'ân okuyalım ruhu olsun şad
Üstadım, firakın yaktı dağladı
İnsanlar, mahlûkat, semâ ağladı.
Yaramıza merhem Risale-i Nur
Derdine dermanı hep onda bulur
Kat'î bir hüccettir Risale-i Nur
Üstadım, firakın yaktı dağladı
İnsanlar, mahlûkat, semâ ağladı.
Üstadım, gidersin sen bâki yere
Viran kalbim kırık, vücudum bere
Al götür beni gittiğin yere
Firakın bizleri yaktı dağladı
İnsanlar, mahlûkat, semâ ağladı.
Aydın'ın derdini açtı da açtı
Kanlı yaşlarını etrafa saçtı
Daha da söylerdi dili dolaştı
Üstadım, firakın yaktı dağladı
İnsanlar, mahlûkat, semâ ağladı.
Emirdağ-23 Mart 1960 (3)
Mustafa Kırıkçı anlatıyor:
"Ramazan ayına girilmişti. Oruçlarımızı tutuyor, teravih namazlarımızı koğuşlarda cemaatle kılıyorduk. Leyle-i Kadire yakın, Martın 24. günü sabahı bir radyo haberi, ortalıkta bomba gibi patladı. Haberde, Üstadın Urfa'da vefat ettiğini bildiriyordu. Şoke olmuş ve hiç beklemediğimiz bu acı haberden şaşkına dönmüştük. Önce inanamadık, sonra bakıp gördük ki, havadis maalesef gerçek. Ah-ı vah ederek, ağlayıp sızladık, Yasinler ve hatimlerle mübarek Üstadımıza manevi hediyelerimizi ulaştırmaya çalıştık. Hapiste oluğumuz için böylesine bir sarsıntı, bizi daha ziyade sarsıp dağidar ediyordu. Çünkü, etrafla haberleşmek için hiçbir imkâna mâlik değildik. Hem, onun son yolculuğunda, üzerimize düşen vazifeleri ifa etmekten de mahrum bulunuyorduk. İşte, muhitimiz böyle dört duvar arasından ibaret olduğu için, sıkıntımız, daha da şiddetini arttırarak devam ediyordu. Üstadın vefatı zamanında hapiste olan, Konya'da bizlerden başka, bir de Ankara Hapishanesinde yalnızca Said Özdemir vardı. Türkiye'nin diğer yerlerinde, hiçbir Nur talebesi hapiste değildi. Bizden başka herkes, Urfa'daki büyük cenaze merasimine serbestçe koşabilmekteydi."
"Nihayet 24 Mart 1960 günü yine Nedim Gündüz Ağabey Hür Adam gazetesini getirmişti. Gazete manşetten büyük harflerle, 'İslâmın Büyük Kaybı... Üstadımız Mübarek Kadir Gecesinde Dâr-ı Bekaya İrtihal Etti' diye acı haberi yazıyordu. Gözlerimizin pınarından yaşlar oluklar gibi aktı.
"Cenab-ı Hak şefaatlerine cümlemizi nâil eylesin... Âmin." (4)
Kaynaklar:
1- Son Şahitler 3.Cild s. 31
2- Son Şahitler 2.Cild s. 82
3-Son Şahitler 3.Cild s. 150
4- Son Şahitler 3.Cild s. 281

Kaynak

risalehaber.com

 

Ahmet Yasin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Alt 03-23-2010, 13:33   #2
Kullanıcı Adı
ishakyilmaz
Standart
Ömrünü İslam'a adadı

Vefat yıldönümünde Üstad Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri'ni rahmetle anıyoruz MUSTAFA R. ÖZGÜR'ün haberi...

Yakın geçmişimizin en büyük İslam alimlerinden biri olarak kabul edilen Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri, vefat yıldönümünde rahmetle anılıyor. Küçük yaştan itibaren dikkati çeken keskin zekası, kuvvetli hafızası ve üstün kabiliyetleri dolayısıyla "Çağının eşsiz güzelliği" anlamına gelen "Bediüzzaman" sıfatıyla anılmaya başlanan Bediüzzaman Said Nursi, Bitlis doğumluydu ve 83 yıllık ömründe birçok zorluğa rağmen İslami mücadele vermekten vazgeçmemişti.

Yakın geçmişimizin en büyük İslam alimlerinden biri olarak kabul edilen Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri, vefat yıldönümünde rahmetle anılıyor. 1873'te Bitlis'in Hizan ilçesine bağlı Nurs köyünde dünyaya gelen ve 1960'ta Şanlıurfa'da Hakk'ın rahmetine kavuşan Üstad'ın genç yaşta edindiği dini ve pozitif bilimlerdeki derin bilgisi, devrin ilim çevreleri tarafından kabul görmüştü. Küçük yaştan itibaren dikkati çeken keskin zekası, kuvvetli hafızası ve üstün kabiliyetleri dolayısıyla "Çağının eşsiz güzelliği" anlamına gelen "Bediüzzaman" sıfatıyla anılmaya başlanan Bediüzzaman Said Nursi, Doğu'nun en acil ihtiyacı olarak gördüğü eğitim problemini çözmek için din ve eğitim bilimlerinin birlikte okutulabileceği ve Medreset-üz Zehra ismini verdiği bir üniversite kurulmasını sağlamak için 1907'de İstanbul'a gelmişti.

İDAM İLE YARGILANDI, BERAAT ETTİ
Derin bilgisiyle buradaki ilim çevresine de kendini çok kısa süre içinde kabul ettiren, çeşitli gazete ve dergilerde makaleler yayınlatan Üstad, hürriyet ve meşrutiyet tartışmalarına katılarak hükümete de destek vermişti. Bediüzzaman meşrutiyet ve hürriyet kavramlarının İslamiyet'e aykırı olmadığını anlatmak için İstanbul'da çeşitli yerlerde konuşmalar yaptı, Doğu'daki aşiret reislerine Bediüzzaman imzasıyla telgraflar çekti. Yayınladığı bu makaleler ve yaptığı konuşmalarda yatıştırıcı bir rol oynamasına rağmen, 1909'da 31 Mart olayına karıştığı iddia edilerek haksız ithamlarla tutuklanıp, idam talebiyle yargılandı.

1. DÜNYA SAVAŞI'NDA BİZZAT SAVAŞA KATILDI, ESİR DÜŞTÜ
Bediüzzaman I. Dünya Savaşı'nda talebeleriyle milis kuvvet oluşturarak savaşa katıldı. Gönüllü alay komutanı olarak büyük yararlılıklar gösterdiği I. Dünya Savaşı'nda Rusya'da esir düştü, üç yıl süren esaret hayatının sonunda Sibirya'daki esir kampından kaçarak İstanbul'a geldi. İstanbul'da devlet büyükleri ve ilim çevreleri tarafından büyük bir ilgiyle karşılanan Bediüzzaman, Dar-ül Hikmet-i İslamiye (İslam Akademisi) azalığına tayin edildi. Said Nursi daha sonra İstanbul'un işgali sırasında işgalcilerin gerçek niyetlerini ortaya koyan Hutuvat-ı Sitte (Şeytanın Altı Desisesi) isminde uyarıcı bir broşür hazırladı ve bu nedenle İngiliz işgal kuvvetleri komutanının emriyle ölü veya diri ele geçirilmek üzere aranmaya başlandı. Milli mücadeleyi savundu ve destek oldu. Bu hareketleri Anadolu'da kurulan Millet Meclisi'nin beğenisini kazandı ve 1922'de Ankara'ya geldiğinde devlet merasimiyle karşılandı.

HAPİSHANE VE SÜRGÜNLER ONU YILDIRMADI
Bediüzzaman, kendisine yapılan Şark Umumi Vaizliği, milletvekilliği ve Diyanet İşleri Başkanlığı tekliflerini reddetti. Ancak 1925 yılında Şeyh Said isyanı çıktığında, olayla hiçbir ilgisi olmadığı halde, Van'dan alınarak Burdur'a, oradan da Isparta'nın Barla ilçesine sürgüne götürüldü. Bediüzzaman, Risale-i Nur Külliyatı'nın büyük bir kısmını burada yazdı. Nur Risalelerini önlerindeki en büyük engel olarak gören çevreler, 1934 yılında daha yakından kontrol edebilmek amacıyla Said Nursi'nin Isparta'nın merkezine getirilmesini istediler. 1935 yılında ise Said Nursi ve Risale-i Nurlar hakkında soruşturma başlatıldı ve Bediüzzaman ile 120 Nur talebesi askeri araçlarla Eskişehir Hapishanesi'ne gönderildi. Bediüzzaman, vatana ihanet iddiasıyla yargılandığı dava süresince tutuklu kaldı ve Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi'nin verdiği kararla, 11 ay hapisle birlikte Kastamonu'da mecburi ikamet; on beş talebesine de 6'şar ay hapis cezası verildi.

SÜREKLİ GÖZ HAPSİNDE TUTULDU
Said Nursi, 1943'te Isparta savcısından gelen talimat üzerine yeniden tutuklandı. Ağır hasta olmasına rağmen Ankara'ya, oradan da trenle Isparta'ya ve sonra da Denizli'ye getirildi. Yeni hapishane dönemi ve yargılama safhalarında da Bediüzzaman, Risale-i Nur'un yazımına devam etti. Daha sonra Afyon'un Emirdağ ilçesinde zorunlu iskana tabi tutulması emredilen Said Nursi, hükümet binasının karşısında bir odaya yerleştirilerek gözetim altına alındı. Camiye gitmesine bile müsaade edilmediği, devamlı takip ve gözleme tabi tutulduğu Emirdağ sürgünü, Denizli hapishanesindekinden bile çok daha ağır ve zor şartlar altında geçti. Bu zulümler yaşanırken Bediüzzaman'ın talebeleri tarafından Risale-i Nurlar çoğaltıldı ve böylece Kur'an tebliğinin geniş kitlelere yayılması sağlandı. 1944'te Denizli Ağır Ceza Mahkemesi'nin beraat kararının Yargıtay tarafından onaylanmasıyla birlikte Bediüzzaman serbest bırakıldı. Buna rağmen Üstad hakkında defalarca tutuklama kararı çıkartıldı, içeri alındı, serbest bırakıldı, yeniden soruşturma açıldı, yıldırılmak istendi ama o asla yılmadı.

MENDERES DÖNEMİNDE DE BASKI ALTINDA OLDU
Ocak 1960'ta Ankara'ya girmesi polis tarafından engellenen Bediüzzaman buradan Isparta'ya gitti. Bu dönemde ağır hasta olan 83 yaşındaki Said Nursi, daha sonra talebeleriyle birlikte Urfa'ya gitti. Burada, yürüyemeyecek kadar rahatsız olan Said Nursi'nin yerleştiği otele gelen polisler, İçişleri Bakanının emriyle Bediüzzaman'ı Isparta'ya geri götürmeye çalıştılar. Said Nursi bu baskılar sürerken 23 Mart 1960 tarihinde Hakk'ın rahmetine kavuştu.

VAKİT
ishakyilmaz isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 03-23-2010, 14:51   #3
Kullanıcı Adı
EpiVaTeS
Standart
ALLAH ondan razı olsun...
EpiVaTeS isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 03-23-2010, 19:51   #4
Kullanıcı Adı
akgençlk
Standart
Kıymetini hala daha bilemediğimiz muhterem insan. Allah şefaatine ve bildirdiği iman hakikatlerine cümlemizi nail eylesin. Allah kendisinden razı olsun ve gani gani rahmet eylesin.
akgençlk isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.




boşanma avukatı webmaster blog çarşamba pasta

çarşamba koltuk yıkama çarşamba webtasarım