![]() |
#1 |
![]() ![]() DYP-SHP Koalisyon hükümetine güvenoyu vermemekte ısrar eden Muhsin Yazıcıoğlu'nun koluna giren Türkeş Meclis Genel Kurulu'na soktu ve yanına oturttu. Ancak Yazıcıoğlu SHP'deki DEP'lileri hazmedemiyordu Meclis'te açık oylama yapılıyordu. Türkeş "Evet" yanında oturan Yazıcıoğlu "Hayır" diyecek ve ilginç bir görüntü oluşacaktı. Yazıcıoğlu "Efendim izin verin çıkayım" dedi. Türkeş kabul etmedi Bunun üzerine Yazıcıoğlu, bir kâğıda milletvekilliğinden istifa dilekçesi yazdı. Türkeş çok sinirlenmişti. Dilekçeyi yırttı. Yazıcıoğlu ve üç arkadaşı genel kurul salonunu terkedince, kopma kaçınılmaz olmuştu MHP'NİN Meclis'te 19 olan sandalye sayısı, Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşlarının ayrılması üzerine 15'e indi, sonraki bir katılımla 16'ya çıktı. Bu arada Yazıcıoğlu ve arkadaşları herhangi bir partiye katılmak yerine Büyük Birlik Partisi adı altında bir parti kurdular. Hilal ve gül motiflerinin yer aldığı parti amblemi yeni bir çatının işareti oldu. Ancak şimdi biz, BBP'nin kuruluşundan önceye, Yazıcıoğlu'nu kopmaya götüren sürece dönelim yine. Dizinin önceki bölümlerinde belirttiğimiz gibi, ülkücü camia içinde bazı isimler, Türkeş'in MHP'nin başına geçmemesi ve partilerüstü kalması yönünde telkinlerde bulunuyordu. Yazıcıoğlu, o günleri anlatıyor: - Ben cezaevinden çıktıktan sonra Anadolu'yu karış karış gezdim. Bu gezilerim sırasında ülkücü hareketin ciddi anlamda dağınık olduğunu gördüm. Kimi ANAP, kimi DYP içerisinde yer almış, kimileri Milliyetçi Çalışma Partisi'ni kurmuş ve onun içinde yer almış. Kimileri de bu kuruluş dönemini benimsememiş. Tam tatminkâr olmamış. Dolayısıyla o sürecin dışında kalıp hâlâ arayışlarını sürdürüyor. Kimileri de tamamen siyaset dışı kalmış, siyaseti küçümsüyor, onu basit insanların yaptığı işler gibi görüyor. Dolayısıyla siyaset dışı tasavvuf hareketlerine katılmış durumdaydı. Böyle bir dönemdi 1987'nin sonları. Tabii ki, hareketin hukukunu lider temsil eder. Lideri yok sayarak hareketi toparlamak, lideri dışlayarak hareketin birliğini sağlamak mümkün değildir tezini ben savundum... Sayın Devlet Bahçeli de aynı görüşteydi sanırım... - Evet, biz aynı şeyleri savunduk. Ben de o zaman bunu ifade ettim. Tabii ki, liderle ilgili bir takım politik anlayışı, fikri çizgisi, uygulamalarıyla ilgili farklı yorumlarınız, değerlendirmeleriniz olsa bile, bunu içselleştirerek birliğe giden yolun mutlaka liderin etrafında olması gerektiğini savunursunuz, ben de öyle yaptım. Benim görüşüm buydu. O sebeplede MÇP'nin içinde yerimizi aldık. 10 günlük evliyken Anadolu'ya çıktım Hareketin toparlanması için de ben elimden geleni yaptığıma inanıyorum. 10 günlük evliyken en az onbeş gün evime dönmemek üzere valizimi hazırlayıp Karadeniz'den, Doğu'ya, Güneydoğu'ya kadar her yeri gezip dolaştım. Bir sinerji oluşturuldu. Yeniden bir toparlanma oldu ve hareketin bir noktada cazibe merkezi haline gelmesi gerekiyordu. O yönde çaba gösterdik. Tabii MHP'nin kendi asli unsurları içinde Türkeş Bey'in siyasete girmemesi konusunda talepler vardı. 12 Eylül öncesi birlikte siyaset yaptığı arkadaşları değil mi? - Tabii... O arkadaşlar içerisinde GİK üyeliği yapmış kişiler, o zaman MÇP'nin bu şekilde devamından yana olmayanlar vardı. Bunlar başka bir siyasi partinin içinde oldukları kadar, hiçbir siyasi partinin içinde olmayanlar da vardı. Bu yönde yoğun tartışmalar oldu. Dedeman toplantıları benden daha evveldir. Ben cezaevinde olduğum sırada avukat arkadaşlarımız gelerek, dışarıda bir takım siyasi arayışların olduğunu, hatta bu yönde kamplaşmalara dönük organizasyonların bulunduğunu, gelişmelere benim nasıl baktığımı, ne dediğimi öğrenmek istediklerini söylediler. Hatta ne diyorsanız, biz de dışarıda o istikamette çalışmalar yapalım diyenler olmuştur. Ancak ben şunu söyledim, dışarıda hareketimizin yetkin unsurları var. Dışarıda olan arkadaşlarımız bir araya gelip tartışıp değerlendirirler, bir karara varırlar. Varacakları kararlar birlik beraberlik içerisinde olmalı. Bunun ötesinde ben özel bir şey söylemem. Benim işim cezaevindeki arkadaşların birliğini sağlamaktır. Onların hukuki, ekonomik sorunlarını sağlamaktır. Dışarıdaki gelişmelere buradan müdahale etmeyi saygısızlık olarak görürüm dedim. Dedeman toplantılarında bu hareketin içinde eğitimcilik görevinde bulunmuş, ocaklarımızda, teşkilatlarımızda bir araya gelmiş arkadaşlar yer aldı. Ciddi çelişkiler, tartışmalar olmuş. Aslında önemli bir arayış dönemidir. Biz o zaman, ifade ettiğim gibi arkadaşlarımızla, ülkü ocaklarının, gençlik kollarının genel başkanlığını yapmış arkadaşlarla bir araya gelip, birlikte MÇP'ye girme noktasında buluştuk. Rahmetli beni davet etti. 'Arkadaşlara söyle, partiye aktif olarak girsinler' dedi. O dönemde rahmetli Türkeş'in velihatı olarak Muhsin Yazıcıoğlu ve Devlet Bahçeli gösteriliyordu. Ama siz bir mesafe koydunuz. Soğukluk oldu. Nasıl ve neden oldu bu? Veliaht diye kapak yaptılar Türkeş Bey bizi davet edince, 'Efendim benim arkadaşlara söylemem yanlış anlaşılabilir. Zatıâlinizin doğrudan daveti olsun' dedim. Burada o arkadaş çevresinin bir temsilcisi gibi konuma düşmeyi doğru bulmadığımı ifade ettim. Kendisinin söylemesinde yarar olduğunu ifade ettim. Buna rağmen arkadaşlarımıza hem ben söyledim, hem de kendisi söyledi. Partiye katılıp ciddi çalıştık. Üzerime düşeni en ileri seviyede yaptım. Arkadaşlarımız da yaptılar. Bir müddet sonra kongre oldu. Bazı dergilerde halef selef diye yazıldı. Türkeş Bey'in halefi Muhsin Yazıcıoğlu denildi. Bazı dergilere kapak konusu oldu. Fotoğraflarımızla birlikte. Bunlar bünyede bir takım rahatsızlıklara yol açtı. Bu benim istediğim, yazdırdığım bir şey değil. Hatta ben bunun böyle anlaşılmaması için gayret sarf etmiş birisiyim. İşte o arada bir büyük kurultay oldu. O kurultayda arkadaşlarımızla yan yana oturup her birimizin ismi okunduğunda salonun coşkusunu artırmak, bir ihtiyaç olduğu halde, o günün şartlarında biz bunun bile olmaması için gayret ettik. Niye bazı büyüklerimizde bizi uyarmışlardır. Büyük kurultayda kitlenin bize yönelik ciddi ilgisi oldu. Hatta Cumhuriyet gazetesinde, Muhsin Yazıcıoğlu tezahüratın devam etmesini önlemek için yerinden kalkmadı diye yazıldı. Bu gazetenin bile fark edeceği bir ilgi yoğunluğu oldu. Bunun üzerine, 'Senin işin bundan sonra zor' dediler. Niye çünkü bundan sonra bu dengeyi çok sağlıklı götürmek zorundasın dediler. Ben de o dengeyi sağlıklı götürmek için elimden geleni yaptığıma inanıyorum. Fakat sürekli bir şey oldu. O kurultayımızdan sonraki ilk yapılan MYK toplantısından önce dedi ki, 'Yönetim ikilik kabul etmez. Onun için bazı gazetelerde, dergilerde, halef selef yazıldı. Bu istismara yol açıyor. Genel Başkan Yardımcısı olarak yazmalıyız' dedi. Ben de genel başkan yardımcılığı diye bir talebimin olmadığını, bunun gazetelerde böyle yayınlandığını söyledim. Tabii bir gelişme... Herhangi bir sıfatım olmadan harekete hizmet edebilirim. Müsaade ederseniz merkez yürütmede kalıp, divanda görev almayayım dedim. Ve görev almadım. Onun tefarruatı çok da.... Toplantıda diğer bazı arkadaşlarımıza teklif edildi, onlar da görev almadı. Kimler mesela? - Mustafa Mit, Abdurrahim Karakoç gibi... Bu arkadaşlarımızın bir çoğu da görev almadılar. Yâni bir gedik açıldı o günden itibaren. Bu niye açıldı. Böyle bir niyetim, parti içinde ayrı bir organizasyonun olmadığını, Türkeş'e rağmen bir iddia içerisinde olmadığımı, bu tür bilgiler geldiği zaman bana sorulmasının daha sağlıklı olacağını söyledim. Bunları söyledim. Bana, boşver bunlara aldırmayalım, işimize bakalım denildi. Çok ciddi şeyler kendiliğinden yaşandı. Adana'ya gittim. Teşkilat daveti üzerine. Milletvekiliydim. Adana'da bir konvoy yapmışlar bana, 50- 60 araba var. Bir arabanın önüne Muhsin Yazıcıoğlu diye yazılmış. Gidip konferans verdim. Ankara'ya döndüğüm zaman Mehmet Eke, o da kendi görüşü değil belki, aracı olarak çevresine söylüyor. Orada lider gibi karşılanmışsın. Ben de onlara, ben bu partinin Genel Sekreter Yardımcısı'yım, milletvikiliyim. Bir ile gittiğimde eğer bu partinin milletvekili, genel sekreter yardımcısı konvoylarla karşılanıyorsa bundan mutluluk duymanız lâzım dedim. SHP-DYP koalisyonu oluşmuştu. O zaman DEP'liler SHP'nin içinde. Ben böyle bir koalisyona oy vermeyi içime sindiremediğimi söyledim. Oy vermeyeceğimi ifade ettim. Bazı arkadaşlarımızın böyle bir düşünceleri oldu. Bu koalisyona güven oyuyla destek vermeyelim. Ancak koalisyon oluşur. Bizim oylarımız olmasa da koalisyon kurulabiliyor. Faydalı olanlarda destek veriririz, olmayanlarda vermeyiz. Ama böyle toptan bir irademizi bu hükümetimizin yanında koymayalım. Meydanlarda SHP'ye verilen her oy PKK'ya verilmiş demektir diye propaganda yaptık. Burada SHP'nin iktidarına oy verirsek bu çelişki olur. Vicdani olarak da doğru bulmuyorum. Tabii bu görüş ayrılığı.... Türkeş Bey farklı düşündü, ben farklı düşündüm. Bu hükümete dört kişi güvenoyu vermedik. Rahmetli ısrar etti. Hatta benim kolumdan tutarak Meclis'in içine girdik. O zaman oylamalar işaretle, açık bir şekilde yapılıyordu. Oylama başlarken yan yana oturuyorduk. Ben o arada kendisine, efendim ben bu hükümet güvenoyu veremem. Beni anlayışla karşılayın. Kendime olan saygımı kaybedemem. Bana müsaade edin dışarıya çıkayım. Bunun gerekçesini de hareketimize zarar vermeyecek şekilde ifade edebilirim. Yan yana duruyoruz. Siz kabul diyecekiniz, ben ret diyeceğim. Bu yakışmaz. Şık da olmaz. Müsaade edin çıkayım. İznini almak istedim. Hayır, dedi kalınıp, kabul oyu verilecek. Ben de 'C-5'te işkence görmekten daha beter bir psikoloji içerisindeyim şu anda. Ben böyle birşeyi asla kabul etmeyeceğim' dedim. 'Duygumu iyi anlayın diye söylüyorum. Müsaade edin.' Buna rağmen 'Hayır' dedi. 'Öyleyse bu siyaseti yapamayacağımı anlıyorum ve milletvekilliğinden istifa ediyorum' dedim. Oradan bir kâğıt aldım, TBMM Başkanlığı'na hitaben, istifa ediyorum diye yazıp imzaladım ve gönderdim. Bunlar Meclis'in genel kurulunda oluyor. Bunlar basına yansımadı... - Tabii yansımadı. Ama bizim içimizde biliniyor. Türkeş Bey benim istifa dilekçemi yırtıp çöpe attı. Bunun üzerine arkadaşlar bana gelip, 'Niye istifa ediyorsun, hadi dışarı çıkalım' dediler. Beraber dışarı çıktık. Biz dışarı çıkınca MÇP'den dört kişinin güvenoyuna katılmadığı yansıdı. O zaman 19 kişiydik. Bunu parti içindeki unsurlar MHP'ye, Türkeş'e güvenoyu vermedim diye ısrarla yansıtmaya çalıştılar. Halbuki ben hükümete güven vermedim. Demokratik bir hakkımı kullandım. Daha öncesinde Genel Başkan'a bu hükümete güven oyu vermenin mahsurlarını anlattım. Kendisi de faydalarını anlattı. Milletvekilleri bir araya gelip grup toplantısı yaptığımızda da çoğunlukla güvenoyu verilmesine karşıydı arkadaşlarımız. Çoğunluk olarak. Ama rahmetli, "yanlışta da beraber olacağız" deyip kalkıp gitti. "Bu konuyu tartıştırmak istemiyorum" dedi. Ankara İl Kongresi krizi Ankara il kongresinde tavır koyduk. Bu saygısızlık çerçevesinde değil. Gösterilmek istenen adayı benimsemediğimizi, onun karşısında başka bir adayın daha faydalı olacağını Türkeş Bey'e ilettik. Gizli saklı değil dedik. Aday çıkardık. Allah rahmet etsin Hasan Basri Erdem'i çıkardık. 25 ilçenin, 24'ü teklifimizi imzaladı. O kongreyi Türkeş Bey kabul etmedi. Salonu terk etti. Çok öfkelendi. Gitti sonra biz yine genel başkanımız bunu kabullenmedi, bir bölünmeye meydan vermeyelim, bir sıkıntıya meydan vermeyelim. Madem ki kabullenilmedi, bu arkadaşlarımızı istifa ettirelim dedik. Görevlerinden istifa ettirdik. Kongreyi kazanmalarına rağmen. Kendisi de bize divanda böyle olması lazım dedi. İmzalandı. Yarım saat sonra yeni toplantı yapıldı. Türkeş Bey istedi denildi. Bütün sonuçlarıyla bu kongrenin fesh edilmesi lâzım. Halbuki istifa etmişler. Bunun üzerine ben şerh düştüm karar defterine. Bazı arkadaşlarımız da şerh düştüler. Çünkü divan başkanlığı yapmış bir arkadaşımız bu kongre usulsüz diyemezdi. Yazıcıoğlu'nun DEP'lileri barındırıyor diye DYP-SHP Koalisyonu'na güvenoyu vermemesi, Türkeş yönetimindeki MÇP'de gerginlik yarattı. Yazıcıoğlu'nun davetli olduğu toplantılar iptal edildi, dergi binası basıldı Yaralılar vardı. Yazıcıoğlu hastane kapısında sonradan adı MHP olacak MÇP'den istifasını açıkladı. Yazıcıoğlu, bu kopuşta dış kaynaklardan çok, iç mekanizmaların etkisi olduğuna inanıyor. "O gün istifa etmesem koridorlarda başka şeyler olurdu" diyor ALPARSLAN Türkeş'in bütün ısrarına rağmen, Muhsin Yazıcıoğlu ve üç arkadaşı, genel kurul salonunu terkederek DYP-SHP Koalisyonu'na güvenoyu vermedi. İpler bir anlamda kopmuştu. Ama Türkeş, Yazıcıoğlu'nun milletvekilliğinden istifa dilekçesini yırtıp çöpe attığı için, henüz ayrılma sözkonusu değildi. İyi de Türkeş, aralarında DEP'lileri de barındıran bu koalisyona neden destek için o kadar ısrar ediyordu? Yazıcıoğlu anlatıyor: - Güvenoyu verilmesiyle partinin daha avantajlı hale geleceğini düşünmüş olabilirdi. Kadroların değerlendirilmesi, işsiz arkadaşlarımızın iş bulması açısından. İdeolojik olarak bu hükümet DEP'lilere mahkûm hale gelmesin gibi bir gerekçe de vardı. Tabii ben de diyorum ki, güvenoyunu biz vermesek bile hükümet yeterli sayıya sahip. Türkiye'nin çıkarlarına uygun olan her hareketi destekleyelim. Bizim fikriyatımıza uygun olan. Ama ben toptan irademizi böyle bir iktidara vermeyi doğru bulmuyorum. Bu bir görüş. O zaman Seyfi Oktay Adalet Bakanı'ydı. Bu bakanlığın böyle bir zihniyetin eline verilmesinin mahsurlarını anlattım. En az 30 yıl bunların ektiği tohumları tarladan temizleyemeyiz dedim. Dolayısıyla bu zihniyetin mesuliyetini almamamız gerektiğini düşünüyorum. Tabii on yıl sonra Türkiye cezaevlerini yıkarak teslim almak zorunda kaldı Moğultay. Beş bin yeni kadro aldı. Ben güvenoyu vermeme kararını alırken tek başıma almadım. Arkadaşlar da karar alırken kendi kendine almadılar. Tabanın, teşkilatların talebiydi bu. Bu davranışınız sonrasında size karşı tavır değişti galiba. Bazı tatsız olaylar da yaşandı... Dergiye baskın - Ciddi bir gedik açıldı. Anadolu'dan bizimle ilgili yapılmış programlar merkezden iptal ettirildi. Yaptırımlar, planlar başladı. Açık bir şekilde istifaya zorlandık. Önceden programlanmış davetler iptal ettirildi. İller iptal etmedi. Bazı yerler buna rağmen davetleri devam ettirdiler. Bu programları yaparken, parti içine yönelik bir program değildi. İç çelişkileri gündeme taşıyan toplantılar değildi. Normal konferanslardı. Türkiye'nin genel sorunlarını tartışıyorduk. Sonra da çıkarılan bir dergi vardı. O derginin genel merkez idarehanesi basıldı, orada silah kullanıldı. Baktık ki ülkücü ülkücüyü vursun, ülkücü ülkücüyle kavga mı etsin. İşin demokratik zarafet ölçüsünden çıktığını görünce o gün istifa ettim. Önceden parti içinde bir organizasyon yapalım ve bu bir bölünme noktasına getirsin, ondan sonra da yeni bir siyasi parti organizasyonu bunun içinden çıkartalım diye planlanmış progamlı olarak getirilmiş bir nokta değildir. Şartlar sürükleyip getirdi. Ve BBP kuruldu... Partinin kuruluşu Türk milliyetçiliğinden vazgeçiş, İslâm'a yöneliş değil ama ideolojisi ne oldu? - Parti içinde nüanslarımız zaten vardı. Bu 1970'li yıllardan beri gelen... İlk konuşmalarınızda gönüldaşlarımız demeye başladınız. Hilalin içine gül konuldu. Bunların anlamı neydi? İç unsurların tezgâhı - Bunların hiçbirinden vazgeçmedim. Başından beri gönüldaşlarım, ülküdaşlarım diyorum. Bu arada Türk İslâm ülküsü diye ifade ettiğim doğru terkibi, bana göre ne soyumdan, ne de dinimden endişem var. Ne de artık demokrasiyle ilgili bir problemim var. Dolayısıyla, soyumu, dinimi, demokrasiyi iç içe haleler şeklinde uyumlandırmak ve oradan milletimize bir çıkış yolu bulmak doğru bir yoldur diye bakıyorum. Burada programlı bir şekilde, oradan bir kopuş sağlayalım, oradan da bir siyasi parti kuralım diye düşünmedim. Bir yerde parasal kaynaklarını ayarlamış sermayeyle ilgili bir takım yerlerden destekler almış veya öz sermayeden destekler alıp birşeyi kurmuş değilim. Tamamen naturel bir harekettir BBP. Orijinaldir. Bize aittir. Geçmişimize, köklerimize dayanan, samimiyetle savunan bir harekettir. Her şey doğru yapıldı, hiçbir yanlışı yoktur demiyorum. Fani olan insanların her zaman yanlışları olur. Eksiklikleri vardır. Biz de insanız, şartlar neyi getirdiyse onu yaptık. Ama ne yaptıysam inanarak yaptım. Ona o gün inanarak yapıp, söylemişimdir. Arkadaşlarımızla beraber samimiyetle söyledik. Arkamızda başka güç aramak, iftira ve hayalperestlik olur. Biz biziz. 1968'lerde genç ülkücüler teşkilatında Muhsin Yazıcıoğlu neye inanmışsa, o zaman neye varsa BBP'yi kurarken de ona inanmıştır ve devam ettirmiştir. Dolayısıyla eksik varsa bizimdir. Yanlış varsa bizimdir. Doğru ise bizim doğrumuzdur. Bir başka mahfilin bize dayattığı, oluşturduğu ve yönlendirdiği bir iş değildir. Ama birşey vardır MHP'den kopuşumuzda dış unsurlardan daha çok iç unsurların tezgâhı olabilir. Ona birşey demem. Nasıl yani? - MHP'nin kendi içinde Yazıcıoğlu ve arkadaşları kopsun diye bir gayret olmuş olabilir. Bu gayretin katkıları olmuş olabilir. Bu yönde zorlanmış olabiliriz. Şartların o şekilde oluşması için belli çabalar olabilir. Bunlara bir şey demiyorum. Ama ne yapmışsak kendimize inanarak yaptık. O gün istifa etmemiş olsaydım o zaman MÇP'nin kapısında ve koridorlarında başka şeyler olurdu. Ne olurdu mesela? - Çok tatsız ve üzücü şeyler olurdu. Bizden kaynaklanmazdı ama bizi de zorlayıcı şeyler olurdu. Neticede biz hastahanenin kapısında istifamızı açıklamışız. Yaralılar ortada. Olay var. O günkü psikoloji ile biz artık bu iş burada demokratik iç mücadele olmaktan çıktı. Öyleyse herkes yoluna. Ben kendimi çok yürekli insan olarak bilirim. Ama ülküdaşımla kavga ederim, kendimi çok dayanıklı, dirençli olarak bilirim, ama ülkücünün ülkücüyle kavga etmesine hiçbir zaman rıza göstermedim. Bu bir dayanıksızlık veya acziyet değil. Ülkücünün ülkücüye şiddet unsuru kullanarak iç mücadeleye razı olmadım. Olmam da. Çünkü onun telafisi mümkün değil. Müsade de etmedim. Aslında ayrılış ve kopuş böyle bir hassasiyetinde sonucudur. Tarihi olayların o tarihin şartları içerisinde değerlendirirsek doğru yaparız. Bugüne getirirsek yanlış yaparız. Yazıcıoğlu ve arkadaşları bugün ayrı bir parti çatısı altında mücadelelerini sürdürüyor. Ancak milliyetçi-ülkücü insanlar arasında ayrı gayrı olmaması gerektiğini savunmaya devam ediyorlar: - Ülkücüler, farklı partilerde, farklı siyasal yöntemler izleseler, hatta farklı organizasyonlara sahip olsalar da, önce birbirlerinin hukukuna saygı göstermelidirler. Arkadaşlık, mazi birliği ve ülküdaşlık bunu gerektiriyor. Bugün de beklentimiz odur. Ülkücüler birbirlerine sahip çıkmalı, sezgilerini ve çabalarını geliştirmeli. Bu görüşümüz devam ediyor, Ülkücünün ülkücüye küslüğünü, şiddet unsuru kullanmasını, birbirinden kopmasını asla bağışlamıyoruz ve buna izin vermiyoruz.
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
#2 |
![]() Chp den farki olmayan mhp yi görünce, fidel kastroya tas cikartacak kadar komunizm kokan bahceliyi gördükce Muhsin Baskani daha cok özlüyorum..
Baskanim hakkini helal et senin sagliginda sana hak ettigin degeri tam veremedik, seni hep gönüllerin lideri yaptik ama sandikta hakkini veremedik.. Evet belki kendi adima ilk oyumu sana verdim, partinin yillarca genclik baskanligini yaptim ama yinede sener, mumcu, cömez gibilerin ak partide barindigini, onlara oy verdigimizi düsündükce sana daha fazla bir deger verebilirdik diye düsünüyorum.. Sen gittikten sonra mhp ninde islam diye bir derdi kalmadi chp den farki daha fazla fasist olmasi olarak belirdi... Baskanim sen gittin ama mhp de yine degisen birsey yok o zaman teröristlere güven oyu veriyorlardi simdide imralidan emir alanlarla ayni safta halkin anayasasasina hayir diyorlar.. Özleniyor ve araniyorsun baskanim.. Konu Mavera tarafından (05-09-2010 Saat 23:56 ) değiştirilmiştir.. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#3 |
![]() Yerinde bir paylaşım olmuş . Galevera yorumunuza katılıyorum. Nedense ülkemizdeki siyasetcilerden bazıları vefatından sonra değer kazanıyor.
|
|
![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|