07-28-2010, 19:01 | #1 |
Vuslat İştiyâkı
Soru: 1) Rasûl-ü Ekrem Efendimiz, (sallallahu aleyhi vesellem) -meâlen- şöyle buyuruyor: "Kim Allah'a kavuşma (likâullah) arzusu içinde olursa, Allah (azze ve celle) de –Zât-ı Ecell-i A'lâsına yakışır şekilde– ona kavuşmayı ister; kim de Allah'a vuslat özlemi içinde bulunmazsa, Cenâb-ı Allah da onunla karşılaşmayı istemez." Bu hadis-i şerifte nazara verilen "likâullah" ifadesinden maksat nedir? Ölümün soğuk yüzünü unutturan "likâullah iştiyâkı" nasıl anlaşılmalıdır?
"Likâ"; kavuşmak, buluşmak ve görüşmek manalarına gelen Arapça bir kelimedir. Özellikle tasavvuf ıstılahı olarak çokça zikredilen "likâullah" tabiri ise; Allah'a kavuşmak, Cenâb-ı Hakk'ın vuslatına ermek ve Cennet'te "Cuma Yamaçları"ndan Mevlâ-yı Müteâl'in o güzellerden güzel cemaliyle şereflenmek demektir. Yavuz Sultan Selim, vefatı esnasında yanında bulunan Hasan Can'a, "Hasan, bu ne hâldir?" diye sorunca, "Sultanım, şimdi Allah ile birlikte olma zamanıdır; O'na gidiş var?" cevabını alır. Bunun üzerine Yavuz –Cennetmekan– "Ya sen bunca zamandır bizi kiminle sanırdın!.." der. Evet, Allah maiyyeti ve likâullah bir ölçüde bu dünyadayken de olabilir. Hazreti Üstad'ın vuslat ve likâ açısından da ele alınabilecek şu ifadeleri çok güzeldir: "Eğer İmam-ı Rabbanî Ahmed-i Farukî bugün Hindistan'da hayattadır diye ziyaretine bir dâvet vuku bulsa, bütün zahmetlere ve tehlikelere katlanarak ziyaretine gideceğim. Binaenaleyh, İncil'de "Ahmed," Tevrat'ta "Ahyed," Kur'ân'da "Muhammed" ismiyle müsemmâ iki cihanın güneşi, kabrin arka tarafında milyonlarca Farukî Ahmed'lerle muhat olarak sâkindir. Onların ziyaretlerine gitmek için niye acele etmiyoruz? Geri kalmak hatâdır." İşte, "likâullah" bu türlü vuslatlarla da ölçülemeyecek kadar derindir. Ubâde bin Sâmit (radıyallahü anh) hazretlerinin naklettiği hadis-i şerifte Kainâtın Medâr-ı İftiharı Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor: مَنْ أَحَبَّ لِقَاءَ اللهِ أَحَبَّ اللهُ لِقَاءَهُ وَمَنْ كَرِهَ لِقَاءَ اللهِ كَرِهَ اللهُ لِقَاءَهُ. Kim Allah'a kavuşma (likâullah) arzusu içinde olursa, Allah (azze ve celle) de –Zat-ı Ecell-i A'lâsına yakışır şekilde– ona kavuşmayı ister; kim de Allah'a vuslat iştiyâkı içinde bulunmazsa Cenâb-ı Allah da onunla karşılaşmayı istemez. (Buhari, rikâk, 41; Müslim, zikir, 14,16; Tirmizî, cenâiz, 67, zühd, 6; Nesâî, cenâiz, 10; Müsned, 2/313) (06:13) "Cenâb-ı Hakk nezdindeki yerinizi öğrenmek istiyorsanız, Allah'ın nezdinizdeki yerine bakın." Evet, sizin gönlünüzde Zat-ı Ulûhiyet'e karşı ciddi bir alâka varsa, derin bir duyguyla o hakikate bağlıysanız, ötede öyle bir muamele göreceksiniz. Fakat bir insan da Zât-ı Ulûhiyet'e karşı hiçbir alâka hissetmiyorsa, aşk u iştiyaktan bîhaberse ve gafilâne bir hayat yaşıyorsa, onun da gökler ötesi âlemlerdeki durumu dünyadaki bu haline uygun olacaktır. Soru: 2) "Likâullah"ı kerih görmenin sebepleri nelerdir? İnsan, hangi vesilelerle "likâullah"a şevkini artırabilir? Likâullah iştiyâkına giden yol, imandan, imana bağlı mârifetten, mârifet kaynaklı muhabbetten ve muhabbetten hâsıl olan aşk u şevkten geçer. Zevk-i ruhanîyi, beden ve cesette duyulan bir zevk şeklinde düşünmek yanlıştır. Aslında o, herhangi bir değerlendirmeye sığmayacak, lâfızlarla ifade edilemeyecek kadar ulvî ve ledünnî bir histir ve bir vicdanî zevktir. Zevk-i ruhanî ve diğer mevhibeler talepsiz geldikleri sürece mahzursuz olabilir. Nihayet, maksut olan Allah (celle celâluhu), matlup olan da O'nun rızasıdır. (12:02) Cenâb-ı Hakk'a vuslat arzusuyla yanıp tutuşma her şeyden önce O'nu bilmeye bağlıdır. İnsan bildiği şeyi sever, bilmediklerine karşı da alâkasız kalır. Günümüzde Peygamber Efendimiz'e ve dinimize karşı lâkayt davranan insanların problemi de aslında kendilerine hakikatlerin doğru şekilde anlatılamayışıdır. Nitekim, sadece Sonsuz Nur'u okur okumaz İnsanlığın İftihar Tablosu'na karşı muhabbetle dolan insanların sayısı hiç de az değildir. Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz'i, bir de sıdk, emniyet, tebliğ, ismet, iffet ve fetanet gibi derinlikleriyle anlatabilseydik, O'nu sevmeyen ve O'un iştiyakıyla oturup kalkmayan insan kalmayacaktı. Biz Cenâb-ı Hakk'ı, Allah Rasûlü'nün sunduğu mesajlarla tanıdık. Aslında, Zât-ı Ulûhiyeti tanımak da -bir yönüyle- Efendimiz'i tanımaktan, O'nun mesajının enginliğinden ve nurlu atmosferinden geçiyor. O köprüden geçmeyen Allah'ı tanıyamaz; tanıyamayınca da sevemez; sevemeyince zevk-i ruhâniye eremez; eremeyince ise O'na karşı bir aşk u iştiyak duyamaz. Ashab-ı Kirâm insibağ kahramanlarıdır; onların hepsi Rasûl-ü Ekrem Efendimiz'in maddî-manevî boyasıyla boyanmışlardır. Aslında, her "sohbette insibağ vardır"; Allah dostlarının sözlerinden, bakışlarından, yüz hatlarından, dudak ve el hareketlerinden öyle bir ruh ve mânâ akışı hasıl olur ki, onun muhataplarına kazandırdıklarını kitaplardan okuyarak elde etmek mümkün değildir. İşte, böyle bir insibağ da insanın içinde likâullah iştiyâkını coşturacak vesilelerden biridir. Şayet bir insan, Cenâb-ı Hakk'a tazarru ve niyazda bulunurken, ihtiyaç listesinin başına Zât'ıyla münasebette derinleşmeyi koymuyorsa; başka ne isterse istesin, bütün taleplerinden önce ve hepsinden ziyade marifet, muhabbet, aşk ve iştiyak dilemiyorsa, en önemli meseleyi tâli mütalaa etmiş ve onu arkaya atmış sayılır. Bu açıdan da, hâlis bir mü'min, ellerini açtığında -mesela- sıhhat ve afiyet istese, hemen onu kurbet niyazıyla taçlandırmalıdır; iman, marifet, muhabbet, aşk ve iştiyakta derinleşme talebini de mutlaka ortaya koymalıdır. Soru: 3) Kainâtın Medâr-ı İftihârı (aleyhissalâtü vesselam) Efendimiz, "Allahım, Cemâline bakma lezzeti ve Sana kavuşma şevki istiyorum; güzellerden güzel vechini seyretme arzusu ve Sana kavuşma iştiyâkıyla gönlümü coştur!" meâlindeki duayı sabah akşam tekrar etmemizi tavsiye buyururken, önce Cenâb-ı Hakk'ın cemâlini seyretme talebini, daha sonra da likâullah şevki isteğini zikrediyor. Bu sıralamada bir mesaj söz konusu mudur? Rasûl-ü Ekrem (aleyhissalatü vesselam) Efendimiz'in mübarek lisanından dökülen ve bize kadar intikal eden dualara genel olarak "me'surât" denmektedir. Allah'ı en iyi bilen zât, İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz'dir; Cenâb-ı Hak'tan neyin nasıl isteneceğini de en iyi O bilir. Bu itibarla da, O'nun duadaki üslup, edep ve temkini mü'minlere hüsn-ü misal ve yol gösterici olmalıdır. Hazreti Câbir'in (radıyallahu anh) rivayet ettiğine göre; Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuştur: "Bana beş şey verilmiştir ki, bunlar benden önceki peygamberlerden hiçbirine verilmemiştir: Her peygamber sadece kendi kavmine gönderilmiştir; ben ise Acemlere de Araplara da, bütün dünyaya gönderildim. Bana şefaat (etme yetkisi) verildi. Ayrıca, ganimetler ümmetime helal kılındı; halbuki benden öncekilerden kimseye helal değildi. Yer bana tahûr, pâk ve mescid kılındı; bir mü'min nerede olursa olsun namazını ikâme eder. Bir aylık mesafeden düşmanlarımın yüreğine korku salmakla desteklendim. Bir de; (Nesâî'de geçen rivayete göre) bana cevâmiu'l-kelim (az ve öz sözle çok şey anlatmak, vecîz, belîğ, fasîh olmak) lutfedildi. Rasûl-ü Ekrem (aleyhi ekmelüttehâyâ) Efendimiz, sabah ve akşam duaları arasında şu cümleyi de hep tekrarlardı: اَللَّهُمَّ إني أَسْأَلُكَ الرِّضَا بَعْدَ الْقَضَاءِ، وَبَرْدَ الْعَيْشِ بَعْدَ الْمَوت، وَلَذَّةَ النَظَر إِلَى وَجْهِكَ، وَشَوْقًا إِلَى لِقَائِكَ Allahım, Senden, kazaya rıza, ölümden sonra rahat bir hayat, güzellerden güzel cemâlini seyretme lezzeti ve Sana kavuşma şevki istiyorum. Ey insan! Bilir misin nereye gidiyorsun ve nereye sevk olunuyorsun? Dünyanın bin sene mes'udâne hayatı, bir saat hayatına mukabil gelmeyen Cennet hayatının; ve o Cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat rüyet-i cemâline mukabil gelmeyen bir Cemîl-i Zülcelâlin daire-i rahmetine ve mertebe-i huzuruna gidiyorsun. Müptelâ, meftun ve müştak olduğunuz mecazî mahbuplarda ve bütün mevcudat-ı dünyeviyedeki hüsün ve cemal, Onun cilve-i cemâlinin ve hüsn-ü esmâsının bir nevi gölgesi; ve bütün Cennet, bütün letâfetiyle, bir cilve-i rahmeti; ve bütün iştiyaklar, muhabbetler, incizaplar ve câzibeler, bir lem'a-i muhabbeti olan bir Mâbud-u Lemyezelin, bir Mahbub-u Lâyezâlin daire-i huzuruna gidiyorsunuz. Ve ziyafetgâh-ı ebedîsi olan Cennete çağırılıyorsunuz. Öyleyse, kabir kapısına ağlayarak değil, gülerek giriniz. En büyük sabır; likâullaha aşk u iştiyak ile yanıp tutuşan ama henüz "gelebilirsin" davetini almadığından dünya zindanına katlanan hakikat âşıklarının vuslata karşı dişini sıkıp dayanma sabrıdır.
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
07-28-2010, 20:20 | #2 |
Eyvallah.
|
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|