AK Parti |AKParti Forum |AK Gençlik |Recep Tayyip Erdoğan |AKPARTİ Gençlik Forumu|

[Ertuğrul ÖZGÜL]

Çocuktuk; siyah beyazlı TRT ekranlarında arzı endam eden Aziz Nesin'in "Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz"ından kaptığımız "hayda" kelimesini su gibi tüketiyorduk.

Birimiz hayretler içinde "haydaaa" çekince, diğerimiz hiç sektirmeden Atilla Mayda derdi.

Sonradan buna "Ne işin var çayda" ifadesi eklenmişti.

Bu basit "tekerlemeye" meze yapılan Atilla Mayda da, yine o yıllarda "çalanlar" diye başlanan anonsta adı en son zikredilen darbukatörlerdendi.

"Kafiye" manyaklığı bununla sınırlı kalmazdı.

Mesela, biri "helal" deyince, yekdiğeri "Adanalı Celal" diye yapıştırmayı ihmal etmezdi.

Hazır laf açılmışken söyleyeyim:

TRT'nin mezkur dizisinde "Yaşar" rolünü canlandıran merhum Mehmet Keskinoğlu öyle döktürmüştü ki, ne sinema versiyonundaki Halit Akçatepe (Kusura bakma Halit abi, seni çok severim ama bu böyle!) ne de televizyon filmi versiyonundaki Şafak Sezer öyle değil.

Böyle dallandırıp budaklandırırsak oruçlu kafayla biraz zor toparlarız. Biz iyisi mi hiç vakit kaybetmeden mevzuumuza dönelim.

Dedik ya, çocuktuk; topaç çeviriyor, misket oynuyor, mahalle aralarında akşamlara kadar top koşturuyorduk.

Kimi ağabeylerimizin kahve önlerinde, sokak aralarında kaynattığı dedikodulardan biri de şehir efsanesine dönüşmüştü:

O yılların süper starı Ajda Pekkan'ın kaseti dillerden düşmezdi.

Kaset dedikse ses kaseti değil elbette.

"Baykal'ın kaseti" deyince aklınıza ne kadar siyasete ilişkin kaset geliyorsa, "Ajda Pekkan'ın kaseti" deyince de o kadar ses kaseti gelsin, diyeyim de anlayın.

Sonradan bu tarz dedikodular heyula halini almıştı.

Aynı dedikoducu güruh televizyonda görüp beğendiği herhangi bir ses sanatçısı yahut aktris için de o marazi tecessüsü devreye sokar, "Bunun kaseti var mı?" diye müthiş bir iştiyakla sorardı.

"Var mı?" sorusu çok geçmeden "vardır"a dönüşür; "vardır" da "var"a doğru hızla yol alırdı.

Rezillik diz boyunu çoktan aşmış gırtlağa kadar dayanmış, televizyona çıkan her eli ayağı düzgün kadının kasetinin olduğu dedikodusu (dangalaklar nezdinde) "vaka-i adiye"den sayılmaya başlanmıştı.

Bütün bunları, Baykal'ın kaseti çıktığı günden itibaren bir başka CHP'linin de kaseti çıkacağı beklentisi çağrıştırdı.

CHP Grup Başkanvekili Hamzaçebi'nin kaset skandalı da işin tuzu biberi oldu.

Hasılı, öyle bir CHP imajı oluştu ki, sanki dersin Kılıçdaroğlu'nun kaseti var da, ha bugün, ha yarın piyasaya düşecek!

Geçen gün "Küçük Mustafa Paşa"ya, bizim eski mekanlara şöyle bir uğradım.

İki adam kahvenin önünde oturmuş muhabbet ediyordu. İster istemez kulak misafiri oldum:

Biri "Kardeşim, Kılııçdaroğlu'nun da kaseti var diyorum; niye inanmıyorsun?.." deyince, diğeri isyan etti, "Peki kimde, kimin elinde var, hadi söyle!.."

Adam "Lan tayıncı!" diye karşılık verdi, "Havuzlu villa demesine bakma, bu adamın villası yoksa ben bir şey bilmiyorum dediğimde de vuvuzela yapmıştın; n'oldu peki?.."

Ah be mümkün olsaydı da şu yurdum insanının kulacığına eğilip, "Kardeşim ne yapacaksınız Kılıçdaroğlu'nun evini, kasetini? Matine suare konuşuyor yetmiyor mu?.." diyebilseydim!

12 Eylül cuntasının yaptığı anayasayı deldirtmemek için kırk dereden su getiriyor; kayısı fiyatlarının yer almadığı anayasaya "hayır" demeye getirecek kadar pespaye tezvirata tenezzül ediyor yetmiyor da, kaseti çıkınca mı yetecek?

Yani...

27 Mayıs'ın yargı zihniyetine, jüristokrasiye darbe vuran anayasa reformuna "hayır" dediği için "lekelenmiyor" da, kaseti çıkınca mı lekelenecek?

Şayet istifa etmeseydi dönemin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Erbakan'ı kameraların önünde bir teğmene tokatlattırmayı planlayan 28 Şubat darbesi gibi postmedrn süreçlere cevaz verecek şekilde 35'inci maddenin düzenlenmesini teklif ettiğinde kötü olmuyor da, kaseti çıkınca mı kötü olacak?

Hadi gidin işinize be!