08-28-2010, 12:35 | #1 |
Anayasalar Anaları Ağlatırsa
Anayasaların temel görevi aynı devlet çatısı altında yaşayan bireylerin temel hak ve özgürlüklerini eşit şartlarda güvence altına almalarıdır. Bu görevi üstlenirken devletin bütünlüğüne zarar vermeme adına vatandaşları arasında herhangi bir ayrım yapmazlar. Böylece ülke sınırları içinde yaşayanlar “vatandaşlık” bilinci ile devletin onlara sağladığı imkânlardan faydalanırlar. Aynı zamanda vatandaş olmanın getirdiği sorumluluk ve ödevleri de yerine getirirler. Bu döngü sağlıklı bir ülkenin de temel şartını temin eder. Sistem çalıştığında ülkede huzur artar, refah seviyesi yükselir; medeniyet üretimi hız kazanır. Devletin kökleri ile milletin kökleri aynı kaynaklardan beslenir.
Ülkemizde bu döngüyü test etmek -test edememek- çok kolaydır. Vatandaşını birinci sınıf, ikinci sınıf ve hatta üçüncü sınıf diye ayrıma tabi tutan bir devletçi yapı içinde bu döngünün sağlanması mümkün değildir. En bilineninden başlarsak başını herhangi bir nedenden dolayı örten kızları yüksek öğrenimin dışında tutan anlayış onlara eşit vatandaş olma imkânını sağlamaz. Fakat diğer taraftan da sorumluluklarını yerine getirmediklerinde devletin denetim mekanizmalarıyla onları denetim ve kontrol altında tutar. Mesela su faturasını ödemeyen başörtülü vatandaşı cezalandırır devlet. Kimi zaman da sosyal projeler ile kamusal alana dâhil olmayan başörtülü vatandaşları için çalışmalar yapar. Maksat kamusal alanın zenginliği, kadın hakları gibi alanlarda hasıl oluyor gibi gözükse de esas olan başını örtenin bazı inançlarından feragat etmesidir. Bu ilginçlik birçok alanda kendini hissettirir. En önemlisi de yaşama hakkı olsa gerek. Doğal olarak birey içinde doğduğu ülkede güvenli bir hayat sürmeyi ister. Zaten bu durum hukuk devletlerinde onun en doğal hakkıdır. Bu hakkı da anayasal sistemce desteklenir. Peki, yazılı olduğu halde anayasa bu sorumluluğunu yerine getiremezse o zaman ne olur? Basit: iç çatışma olur, kavga olur, kan dökülür, darbeler olur; ‘60’lar, ‘70’ler, ‘80’ler, ‘98’ler, 2007’ler olur bu ülkede. Aslında bu kanların gölgesinde ilginç bir inanış saklı kalır: “Benim, devletim, senin devletin: Ama sana yeri olmayan benim devletim” inancı. Herkesin bir devlet tasavvuru olur. İnandığı devlet için çalışır, vergi öder ve gerekirse iç çatışmaya dahi girer. Dolayısıyla devlet kaç tane vatandaşı varsa o kadar adet olma özelliğine sahip olur. İşte bu ciddi bir tehlike meydana getirir. Herkesi kucaklayamayan bir anayasal sistem, herkesin hayal ettiği farklı farklı bir devlet yapısına hızla kayar. Zaten “milli birlik ve kardeşlik projesi” öncelikli olarak devlet-millet kaynaşmasını amaç edinmekteydi. Herkesin merakla sorduğu ”içinden ne çıkacak” sorusunun cevabı aslında soruyu soranların zihninde saklıydı. “İçinden ben mi çıkacağım acaba?” anlayışı bu açılımın özünü oluşturmaktaydı. Herkesin “kendisi” gibi olduğu ve “herkes gibi” yaşayabildiği bir ülke… Peki bu olmazsa ne olur. Yukarda bahsettiğimiz 70’ler, 80’ler ve diğerleri olur. Her oluşun sonucunda da analar gözyaşına boğulur. Gözyaşları ile sulanır kara toprak. Servi boylu delikanlılar duvara asılı siyah beyaz fotoğraflarda kalır. Ateşler düşer Anadolu’nun gözü yaşlı analarının bağırlarına. Olan olur. Analar her on yılda bir ağlar bu ülkede. Fakat devlet ağlamaz. Devletin gözyaşı yoktur literatürde. Devlet ağlarsa, derler ki; devlet tükenmiştir… Tüketmek istemezler devleti içten içe. Bu yüzden ölene rahmet, kalana selamet derler. Peki, bunca kabahati ve tek taraflı gözyaşının sebebini anayasaya yüklemenin sırası mı şimdi? Evet. Temel hak ve özgürlükleri tabii olsun diye değil de vatandaşı kontrol etmek babından oluşturulmuş bir anayasanın bu işlerde kabahati çoktur. Çoğulculuğu değil de devlet destekli tekelciliği temin ediyorsa ne işe yarar ki anayasa? “İşçiyi tek bir sendikanın koyunu yapan, anayasa mahkemesini vatandaşına kapatan, kadın ve çocuk istismarına göz yuman, parti kapatmalarına destek veren, iş adamını ülke sınırlarına hapseden, darbeciliği meşru kılan, YAŞ kararlarına çelik zırh giydiren üstelik vatandaşını da fişleyen bir anayasa ne işe yarar”? Sorusunun cevabını net verir: Bu anayasa anaları ağlatmaktan başka bir işe yaramaz. Şimdi anaların anayasaya müdahale etme fırsatı gelmiş durumda. Seksen yıldır sivil bir kalem ucunun değmediği anayasaya bir dost eli uzattı millet. Ama bu fırsat bir öç almak olmamalı veya öyle de anlaşılmamalı. Zaten hazırlanan anayasa taslağı incelendiğinde öyle olmadığı da görülmektedir. Öyleyse, aklıselim davranarak kendimizi ilgilendiren konularda ne iktidar açısından ne de muhalefet tarafından bakalım. Bugünden itibaren daha ne kadar ağlayacağımız açısından 12 Eylül referandumunda kararımızı verelim. 26 altı maddelik anayasa paketi değersizmiş gibi görülebilir. Unutmamak gerek ki bu millet ilk defa yirmi altı madde de olsa kendisi olarak anayasa yapmaya yeltenmiş durumda. Ya bunu biz yapacağız ya da bizim adımıza niyetini, mahiyetini, kıyafetini ve şeklini bilmediğimiz bir zümre yapacak. Ülkemiz adına güzel günlerden geçiyoruz. Ümidimiz bu güzelliklerin bizimle beraber gelecek kuşaklara daha geniş imkânlar ile ulaşması için tarihin lanetine uğramamış bir kuşak olarak yerimizi tarih içinde almak. Bizim medeniyet tarihimizde anaların gözyaşlarından çok onların kalplerindeki şefkat vardır. HASANSARI
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
08-28-2010, 12:39 | #2 |
bu yazıyı
http://www.blogyarismasi.com/Article...9Flat%C4%B1rsa sitesinde oluşturulan yarışma için yazmıştım. sizlerde blog yarışmasına katılabilirsiniz... |
|
08-28-2010, 14:40 | #3 |
yazı iyi
|
|
Etiketler... Lütfen konu içeriği ile ilgili kelimeler ekliyelim |
anayasa |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|