Bu cümleyle noktalamıştım son yazımı. Konu Metropoll Stratejik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi’nin Kasım ayında yayınladığı başörtüsü araştırması sonuçlarıydı. Eğitim hayatında başı örtülü olduğu için ciddi sorunlarla karşılaşanların oranı üniversite mezunları arasında % 71, memur olarak çalışan kadınlar arasında % 66, serbest olarak çalışan kadınlar arasında ise bu oran % 75. Yani hayatın farklı alanlarında başını örten kadınların ekseriyeti eğitim hayatları sırasında bir şekilde ciddi problemlerle karşılaşmışlar. Gelelim iş hayatında sorun yaşayanların oranına: “Başınızı örttüğünüz için iş hayatında ciddi sorunlar yaşadınız mı” sorusuna üniversite mezunlarının % 63’ü, memur statüsündeki kadınların % 66’sı, serbest çalışanların % 64’ü “evet” cevabını veriyorlar. Şu da çok ilginç bir sonuç: Kadınlara başörtüleri ve meslekleri arasında bir tercih yapmaları gerekirse hangisini seçecekleri konusundaki soruya “Başörtümü tercih ederim” diyenlerin oranı % 75. Yani başörtüsü, tesettürlü kadınların ezici bir çoğunluğu tarafından hayatlarında kimliklerinin, varlıklarının olmazsa olmazı olarak yer alıyor. Bu aynı zamanda dolaylı olarak da olsa kadınların şimdiki tabiriyle mahalle baskısı altında örtündükleri tezine cevap da vermiş oluyor, çürütüyor. Kendi isteği dışında tesettüre giren kadın çıkma yollarını arayacak, ilk fırsatta eline geçen mazeretle de başındakini atacaktır. Meslek hayatına katılım vicdani olduğu kadar pragmatist bir tutumla sağlanmış olacaktır. Oysa kadınların ekseriyeti ne pahasına olursa olsun başörtülerine sarılacaklarını söylemektedirler.
Araştırma başı açık kadınların yasağa karşı mücadelede verdikleri desteği veya eksikliğini de ortaya koyuyor. Başörtülü kadınlar arasında başı açık kadınlardan aldıkları destek hakkındaki konsensüs yardım etmediklerine işaret ediyor: Üniversite mezunları arasında böyle düşünenlerin oranı % 62 iken bu oran memurlar arasında % 64, serbest olarak çalışanlar arasındaysa % 68’lere ulaşıyor. Kadınlar arasındaki bu ayrışma ve hatta yasağın muhafazası konusunda en ön safta bazı kadınların bulunması bazı faktörlere bağlanabilir. Bunlardan en önemli ikisi şunlardır: Başı açıklık baş örtülülüğe muhalefet bağlamında bir tanımlayıcı değer olarak kullanılmıştır, rejim tarafından. Bir başka deyişle “ötekine” karşıt durarak, onu küçümseyip omuzlarına basarak kendini tanımlama prosedürü. Diğeri de Türkiye’de aşağıdan yukarı gelişen bir kadın hareketinin gelişmemiş olmasıdır. Bu da rejimin kadınlara yurttaşlık haklarını tepeden inmeci bir tavırla sağlamış olması ve teorik anlamda bunu destekler görünmüş olmasına rağmen pratik anlamda kendi eliyle bu prosese çomak sokmuş olmasıyla alakalıdır -literatürde bu konuya devlet feminizmi ve devlet ataerkilliği başlıkları altında referans yapılmaktadır-.Başörtülü kadınların kendileriyle aynı problemi yaşamayan hemcinsleri tarafından yalnızlaştırılmış olduklarına işaret eden bu sonuçlardan sonra şu soru da açıklayıcı sonuçlar içeriyor: “Başı açık kadınlarla arkadaş olmakta sakınca görür müsünüz?” Başörtülü kadınların % 98’den fazlası bu soruya “hayır” cevabını vermekteler. Ancak bu arkadaşlık dayanışma bilincine dönüşmemekte ve geri-dönüşümlü bir desteğe yol açmamaktadır. Bakın yukarıdaki soruda arkadaşlık yerine komşuluk ilişkisi yerleştirildiğinde “hayır” diyen başörtülü kadınların oranı % 99’dur. Yani başörtülü kadınların başı açık kadınlarla hiçbir sorunu yoktur. Ya başı açık kadınların? Aynı şeyi onlar için de söyleyebilir miyiz? Araştırma başı açık kadınların da hemen hemen başörtülü kadınların oranlarına yakın oranlarda yukarıdaki sorulara aynı cevapları verdiklerini gösteriyor. Yani Kemalist kadınları bir yana bırakırsak kadınlar arasında başörtmenin sorun teşkil etmediğini görüyoruz. O zaman “sorunsuzluğu” yasağa karşı “desteğe” dönüştürmenin yollarını aramalıyız.