AK Gençliğin Buluşma Noktası
Kur'an-i Kerim Kur'an-ı Kerim, sureler, Ayetler ve faziletleri.



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 09-22-2007, 03:16   #1
Kullanıcı Adı
TÜRK EVLADI
Standart Kuran'ın Bilinmeyenlerinden Bir Tanesi...
Kuran'ı Kerim insanlara yol göstermek için gönderildi ve bu görevide en güzel şekilde yapıyor ama bidliğimiz gibi Kuran eğer herşeyi anlatmaya ve her konuya örnek vermeye ve açıklamaya kalksa Kuran çok büyük bir kitap okurdu ve insanların çokta bakmak istemeyeceği bir kitap olurdu!
Bu yüzden Allah bazı olayları ve örnekleri kısaltarak bize göstermiş ve bu olayları Peygamberimiz aracılığıyla insanlara açıklattırmıştır!

Bende onlardan bi tanesinin göstermek istedim ;

Yasin Suresi'nde 13. ayetten 27. ayete kadar olan kısmı okuyan kişiler eminim bişey anlamazlar.Fakat ayetlerde çok güzel bir olay saklı...

İlk önce ayetler :


13 — "(Ey resulüm) Mekke halkına, o şehir halkının (Antakya'lıların) halini misal göster. Hani oraya (İsa'nın gönderdiği) elçiler gelmişti."

14 — "O vakit kendilerine (İsa'nın Havarilerinden) iki elçi göndermiştik de bunları
tekzip etmişlerdi. Biz de üçüncü bir elçi ile bu ikisini takviye etmiştik. (Bu üç elçi
varıp Antakya halkına) şöyle demişlerdi: "Gerçekten biz, size gönderilmiş elçileriz."

15 — "Onlar dediler ki: "Siz, ancak, bizim gibi bir insansınız (bize bir üstünlüğünüz
yok), hem Rahman Allah bir şey (kitap) indirmemiştir. Siz, sırf yalan söylüyorsunuz."

16 — "(Elçiler, onlara şöyle) dediler: "Rabbimiz biliyor ki, biz gerçekten size
gönderilmiş elçileriz."

17 — " Bize düşen, ancak apaçık bir tebliğdir."

18 — "(Onlar, elçilere) dediler ki: "Doğrusu biz, sizinle uğursuzlandık. Eğer (bu sözünüzüzden) vazgeçmezseniz, muhakkak sizi taşla öldürürüz ve herhalde size bizden çok acıklı bir azap dokunur."

19 — (Elçiler) dediler ki: "Uğursuzluğunuz yanınızdadır. Nasihat edilirseniz mi (bunu
uğursuzluğa yoruyorsunuz ve bizi tehdit ediyorsunuz?). Doğrusu siz, haddi aşmış bir
kavimsiniz."

20 — (O esnada, elçilerin geldiğini haber alan ve Allah'a ibadet etmekte olan) bir
adam (Habibü'n-Neccar), şehrin ta ucundan koşarak geldi (ve şöyle) dedi: "Ey
kavmim, uyun bu gönderilen elçilere."

21 — Uyun sizden bir ücret istemeyen kimselere ki, onlar hidayet üzeredirler.

22 — Hem bana ne oldu ki, ben Yaradana ibadet etmeyeyim? Hepiniz de döndürülüp
ona götürüleceksiniz.

23 — Hiç ben Ondan başka tanrılar edinir miyim? Eğer O Rahman (Allah) bana bir
keder murad ederse, o tanrıların şefaati bana hiç bir fayda vermez; ve onlar beni
kurtaramazlar.

24 — Şüphe yok ki, o takdirde ben, apaçık bir sapıklık içindeyim.

25 — Haberiniz olsun ki, ben Rabb'inize iman getirdim; gelin beni dinleyin."

26 — (Onun nasihatlarına rağmen, kavmi onu öldürdüler. Ruhuna hitaben şöyle)
denildi: "Haydi, gir cennete. (Cevap olarak ruhu şöyle) dedi: "Ne olurdu, kavmim
bilselerdi, tasdik etselerdi?

27 — Rabbim'in beni bağışladığını, beni cennetle ikram edilenlerden kıldığını..."


Burada okunanlardan eminim bişey anlamaz araştırmayan birisi...
Şimdi de burada geçen olayın geniş ve açıklayıcı şeklini okumanızı tavsiye ederim :


"İsa Aleyhisselam'ın havarilerinden iki elçi emri bil-mâruf (Allah'ın emirlerini bildirmek) yapmak için Antakya'ya giderler. Şehre girmeden önce orada koyun güden bir ihtiyar görürler. İhtiyara selam verirler. Bu zat sahibi Yasin Habib el-Neccar idi.
Habib Neccar "Siz kimsiniz?" diye sorar. Onlar da, mucizeler gösteren İsa'nın
elçileri olduklarını söylerler. Bu elçiler Habib Neccar'ın kızını mucize olarak tedavi
ederler. Habib Neccar bunlara iman eder. Onlar daha sonra Antakya'ya gelirler.

Orada vaaz verdikleri Antakya'nın o zamanki melikinin (hükümdarın) adı Entihas idi.
Bu iki elçiyi ona haber verdiler. O da emir vererek onları hapse attırdı. "İşte habibim anlat misal ver. O şehir halkının olayını. Hani elçiler gelmişlerdi. O vakit İsa'nın
havarilerinden iki elçi göndermiştik de o iki elçiyi yalanladılar. Sonra biz üçüncü
elçiyi gönderdik."
Üçüncü elçi çok daha bilinçliydi. Şehre geliyor, ilk önce
arkadaşlarını araştırıp buluyor. Bakıyor ki onlar hapiste. Bir yolunu bulup onlarla
konuşuyor. Onlara "Siz ne kadar kötü iş yaptınız böyle?... Önce bu şehir halkına
kendinizi sevdirseydiniz, ondan sonra anlatsaydınız ya İslâm'ı (o zamanki adı
Hıristiyanlıktı. Fakat o zamanki Hristiyanlar Allah'a karşı gelip İsa ruhtur, İsa Rab'dır
demiyorlardı.) Birden bire niçin onların putlarına hakaret ettiniz?"

Bu görüşmelerden sonra üçüncü elçi kendisini o çevrede sevdiriyor. Halk bu elçiyi
çok seviyor. Bir gün hükümdara gidip, "Bizim şehrimize çok akıllı bir adam geldi"
diyorlar. Hükümdar üçüncü elçiyi huzuruna davet ediyor. Onunla kısa zamanda
dostluk kuruyorlar.
Birgün üçüncü elçi, İslâm siyaseti ile soruyor. "Yahu...
duyduğuma göre, sen iki adam hapsettirmişsin doğru mu?" Hükümdar: "Evet'
der,"Doğru." "Ne yapmıştı onlar?" diye sorar.
Hükümdar da: "Milletin gözünü açıyorlardı. Milleti putlarından ayırıyorlardı" der.
"Peki ne söylüyorlardı?" diye sorunca o da "Allah'a dönün. Allah'tan başka ilah
(emrinde gezilecek) yoktur, diyorlardı." "Peki bir mucizeleri var mıydı?" "Evet
varmış. Güya ölüleri diriltip, kör gözleri açıyorlarmış." "Sen hiç gördün, dinledin mi
onları?" diye sorunca elçi, hükümdar: "Hayır" der. Üçüncü elçi gayet sakin: "Aaa bak,
sana bunu yakıştıramadım. Nasıl olur da sen kendin dinlemeden, görmeden bir insanı
hapsedersin? Senin gibi adaletli birine doğrusu yakıştıramadım. Hele onları şimdi
çağır da bir ifadelerini al." Teklifi kabul eden hükümdar uşak göndererek onları
çağırtır. Onlar kapıdan içeri girer girmez hükümdarın yanında kendi arkadaşlarını
görünce çok şaşırırlar. "Aaaa" diyecek olurlar, fakat üçüncü elçi işaret ederek,
hükümdardan önce sözü ele alır: "Sizi gidi siziii... Hm. Demek ki şehri birbirine
karıştıranlar sizdiniz?" diye çıkışır. Durumu hemen anlayan öteki elçi: "Biz Allah'a
davet ettik"der. "Peki ne hüneriniz var?" Onlar da: "Ölüleri diriltir, kör gözleri açarız"
dediler.
Çok zeki olan üçüncü elçi hükümdarın kulağına eğilerek: "Şunlara
mahzenden iki tane kör getirttir. Hadi bunun gözlerini açın, diyelim. Şunları bir
mahcup edelim de görsünler. Zaten açamayacaklar" der. Hükümdar bu teklifi çok
beğenir, iki kör getirttirir. Elçiler, "Bismillahirrahmanirrahim" diyerek ellerini
sürerler. Cenab-ı Hak âmâ gözleri açar. Çok şaşıran hükümdarın kulağına eğilen
üçüncü elçi: "Yahu bunlar ne yaptılar böyle? Hadi iki âmâ daha getirttir. Onların
gözünü de senin tanrıların açsın. Böylece hem sen, hem de tanrıların şereflensin."
dedi. Hükümdar üçüncü elçinin kulağına eğilerek: "Laf aramızda kalsın ama bizim
tanrılarımız göz açamaz ki" der. O da: "Aaaa. Ama gözü açamayan tanrınız hakiki
gözü nasıl taktı?" diye sorar.
Burada da çelişkilere düşen hükümdar onlara dönerek: "Bir hafta önce ölen bir genci diriltir misiniz?" dedi. Onlar da "Evet" dediler. Bu olay her tarafa yayıldı. Topluca mezarlığın başına gittiler. İki elçi mezarın başına geçip, "Esselamunaleyküm ey ehli kubur" diyerek
selam verirler. Ve bir bakarlar, Allah'ın lütfü ile genç dirilir. Herkes şaşkın olduğu
halde, hükümdar bu gence sorar: "Ben biraz önce neredeydin ve ne görüyordun?"
Genç: "Sen biraz önce başka bir âlemden Antakya'yı seyrediyordum. şu üç elçi hariç
herkes yanıyordu." Hükümdar şaşırır. "Ne?" der. "Bu da mı onlardan?" Bu arada halk
bunların üzerine yürür, "Siz bizi putlarımızdan ayıracaksınız... Siz büyücüsünüz."
demeye başlar. Ve büyük bir işkenceye tabi tutarlar. Elçiler onlara şöyle demişlerdi.
"Gerçekten biz, size gönderilmiş elçileriz." Onlar da "Siz ancak bizim gibi bir
insansınız. Sizin nereniz elçi? Hem Rahman size bir kitap indirmemiş. Siz yalan
söylüyorsunuz." Elçiler o kadar eziyete, işkenceye rağmen: "Rabbimiz biliyor ya bizi.
Siz bilmezseniz de olur. Biz size gönderilmiş elçileriz, dediler." Allah'tan başka hiç
kimseye yaranmak istemedikleri için mücadeleyi sürdürüyorlardı. Onun için, "Bize
düşen vazife apaçık bir tebliğdir" (iman edin veya etmeyin o sizin bileceğiniz iştir
dediler)
Bu arada onlara, Allah'ın vaad ettiği musibetler gelmeye başlamıştı.
Hastalıklar arttı. Kuraklık baş gösterdi. Elçilere paralar teklif ettiler. "Gidin buradan"
dediler. "Siz geldiğiniz günden beri uğursuzluğumuz bitmedi. Siz çok uğursuz
geldiniz" dediler. Zannediyorlardı, ki Allah adına yola çıkan bir insanı biz sustururuz.
(onlar elçilere dediler ki, "Siz geleli uğursuz olduk. Bu sözlerinizden vazgeçmezseniz,
sizi taşlarla öldürürüz, size bizden çok acıklı azaplar gelir" dediler. Onlar da:
"Uğursuz, aslında siz kendinizsiniz. Biz size doğruyu söylediğimiz için mi uğursuz
oluyoruz? Doğrusu siz haddi aşmış kavimsiniz." cevabını verdiler. Halk artık tahammül edemez hale gelir. Bunların üzerine atılırlar!

Bu arada, şehir tarafından koşarak bir adam gelir. Bu adam Habib Neccar'dır. "Ey
kavmim bu elçilere inanın, bunlara uyun..." der. Sonra elçilere sorar: "Siz bu iş için
bir ücret istiyor musunuz?" Onlar, "Hayır" derler. "Biz sadece Allah rızası istiyoruz."
Habib Neccar tekrar halka dönerek: "Uyun bu elçilere. Bakın sizden bir şey
istemiyorlar. Onlar gerçekten hidayet ehlidirler" der. Halk, Habib Neccar'a hayret
ederek. "Aaa, sen de mi döndün? Sen de mi onların tanrılarına ibadet ediyorsun?"
"Bana ne oluyor ki, beni yaradan Rabbime ibadet etmeyeyim? O öyle Rabb ki hepiniz
ona döneceksiniz." Bırak o tanrıyı, dediler. "Hiç ben ondan başka tanrı yar edinir
miyim? Eğer Allah bana bir musibet, bir kader tayin etmiş olsa sizin tanrılarınız beni
kurtaramaz."

Habib Neccar gerçekten iman eden biriydi. Korku uğruna Allah'tan
vazgeçecek kadar iradesiz değildi. Tam Allah'ın sevdiği imandan taşıyordu. "Ben
dönersen hiç şüphe yok ki, apaçık bir sapıklık içindeyim demektir. Ben Rabbimden
dönmem" dedi. Onlar baskı yaptıkça, "Hey haberiniz olsun ki iman ettim. Siz de
ediniz." Karşısında bir şehir halkı olduğu halde hepsine meydan okuyor, "İnandım"
diyordu. Bütün yalvarmalara rağmen hançeri soktular, Habib Neccar'a. Ölüme giden
Habib Neccar'ın gözünden perde alındı ve "Cennete gir" denildi. Gözünden perde
kalkınca gideceği yeri gören Habib Neccar, gördüğü dünyanın güzelliğine hayran
kalarak, dedi: "Ne olaydı da şu gördüklerimi, şu bana verileni, kavmim bilseydi.
Rabb'imin beni bağışladığını (cennet), ikram edilenlerden kıldığını ah kavmim bir
bilseydi."

Son anda dahi başkalarının imanını düşünüyordu.
(Yasin Suresi, Sayfa 2.)

Daha sonra Allah, Mikail (a.s) emir verdi. Mikâil (a.s) geldi. Antakya'nın kalesine bir
kanat takıp, Antakya şehrinin altını üstüne getiriyor.


İşte bu kadar güzel bir olay var o ayetlerin arkasında...

Paylaşmak istedim...

 

  Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi