AK Gençliğin Buluşma Noktası
Ekonomi Ekonomi haberlerini bu bölümde paylaşıyoruz.



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 05-28-2011, 13:13   #1
Kullanıcı Adı
EZEL
Standart Ali Babacan TRT Türk "Soracak çok şey var"röportajı
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI SN. ALİ BABACAN’IN TRT TÜRK TELEVİZYONU GENEL YAYIN YÖNETMENİ SN. ÜMİT SEZGİN’İN SUNDUĞU, “SORACAK ÇOK ŞEY VAR” VAR ADLI PROGRAMDA VERDİĞİ RÖPORTAJ



12.05.2011


ÜMİT SEZGİN- Ortadoğu’da insanlar sokaklarda, peki isyanların sebebi ekonomik mi, yoksulluk, açlık, gelir adaletsizliği isyancıları ne kadar etkiliyor? Sokaktaki insanların bir kısmının rol modeli Türkiye. Peki, Türkiye’nin demokrasisi mi cezediyor bu insanları, yoksa ekonomik gücü mü? Türkiye, ekonomik model olmayı ne kadar sürdürebilecek, yoksa kendi ekonomisi de ısındı mı?
Efendim, tüm bu soruları sorabilecek en doğru isim, Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Başbakan Yardımcısı Ali Babacan. Çok sorumuz var, buyurun bize katılın.
Hoş geldiniz.
ALİ BABACAN- Hoş bulduk, teşekkürler.
ÜMİT SEZGİN- Bu seçim koşuşturmacası içinde bize vakit ayırdınız, sağ olun, çok çok teşekkür ederim.
ALİ BABACAN- Davet ettiğiniz için ben teşekkür ederim size.
ÜMİT SEZGİN- Şimdi efendim, açış konuşmasında da belirttiğim gibi, girişte de belirttiğim gibi bir ciddi çalkantı var, Ortadoğu’dan başladı, belki de dünyaya da yayılacak her yerde bir biçimde etkisini hissediyoruz. Şimdi ilk tartışmalar ilk planda insanlar sokağa çıktıklarında işte eksik demokrasi, insan hakları ihlalleri, özgürlüklerin yeteri kadar olmaması, bunlar belli nedenler, ama şöyle biraz işi kazıyınca bakıyorsunuz ki aslında işin temelinde ekonomik sıkıntılar var. İnsanların yoksulluğu var, gelir dağılımındaki adaletsizlik var. Siz bu çerçeveden nasıl görüyorsunuz tüm bu yaşadıklarımızı?
ALİ BABACAN- Aslında şu anda dünya gerçekten son derece enteresan bir dönemden geçiyor. Bir yandan gelişmiş ülkelerde çok ciddi ekonomik sorunlar var. 2008 sonunda başlayan, 2009’da artık kendisini iyice derinlemesine hissettiren küresel ekonomik kriz, sadece safhalar değiştirerek gidiyor, daha henüz kriz bitmiş değil. Sorunlar sadece öteleniyor.
ÜMİT SEZGİN- Özür dilerim, sizin bir lafınız var, en kötüyü görmedik demiştiniz kriz için; şimdi bugüne kadar görmüş olduk mu ekonomik global krizde, en dibi gördük mü?
ALİ BABACAN- Global krizde sadece ekonomik büyüme açısından baktığımızda, yani toplam dünya gayri safi yurt dışı hasılası olarak baktığınızda bunu gördük. 2009’da gördük ve 2009’dan sonra tekrar bir toparlanma var. Arzu edilen hızda değil, ama yine de bir toparlanma var. Fakat, bu toparlanma çok çok maliyetli bir toparlanma ve gelecekten önemli fedakarlıklarda bulunarak düzenlenen bir toparlanma. Niye? Bu toparlanma için pek çok gelişmiş ülke çok yüksek miktarda bütçe açığı verdi, çok yüksek miktarda kamu borcuna girdi. Merkez Bankaları şimdiye kadar görülmemiş boyutta para basarak, likidite sağlayarak ve bunu da çoğu zaman da karşılıksız para basarak sağladı. Yani, bu yavaş yavaş toparlanmanın hem para politikaları açısından, hem de maliye politikaları açısından gelişmiş olan ülkelere maliyeti çok çok yüksek. Ve bunun bedeli daha ileride ödenecek. Şu anda sadece bugün biraz ekonomi toparlansın, işsizlikteki artış en azından dursun da gerisini sonra düşünürüz gibi bir yaklaşım var pek çok ülkede.
Şimdi bu tablo bu şekilde önümüzdeyken, arkasından gıda fiyatlarındaki artış ve 1 milyarın üzerinde insanın bugün açlık sınırının altında dünyada yaşıyor olması, bir de üstüne hemen bölgemizdeki Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki halkların çok haklı demokrasi talepleri, çok haklı özgürlük talepleri ve bunun getirdiği tedirginlik, petrol üreten ülkelerin ya da petrolün sevk edildiği hatların artık daha riskli oluşu bir de petrol fiyatlarını artırdı tüm dünyada. Dolayısıyla, ekonomik risklerle siyasi risklerin son derece yüksek olduğu bir dönemden geçiyoruz aslında.
Pek çok ülkede haklı talepler var, ama öte yandan baktığımızda bu sadece demokrasi ya da sadece temel haklar, özgürlükler alanındaki eksikliklerle alakalı değil. Bugün dünyada işsizliğin en yüksek olduğu, özellikle gençler arasındaki işsizliğin en yüksek olduğu ülkeler, aynı zamanda hemen yanı başımızdaki bu coğrafyada. Özellikle gençler arasında, hele hele eğitimli gençler arasındaki işsizlik, Arap ülkelerinde çok çok yüksek seviyelerde.
Arap ülkelerini ikiye ayırmak gerekirse bir petrolü olanlar, bir de olmayanlar diye. Petrol olanlarda aşırı bir şekilde petrole bağımlı bir ekonomik yapı var, petrol var, onun haricinde hiçbir şey yok. Sadece Allah’ın verdiği yerin altındaki petrolü çıkarıp satmakla bir ülkenin ekonomisini, sosyal yapısını düzene sokamıyorsunuz. Pek çok petrolü olan ülke, ekonomilerindeki o çeşitliliği sağlayamadı, bir sanayi ülkesi olmayı sağlayamadı, bir ihracat ülkesi olmayı sağlayamadı. Petrolü olmayan ülkelerde de zaten yaşam şartları son derece zor, o ülkelerin çoğunda bir sanayi yok, çoğunda üretim yok. Dolayısıyla, petrolü olan ülkelerde de problem var, petrolü olmayan ülkelerde de problem var. Ve bu ülkenin entelektüelleri, bu ülkenin düşünce, kanaat önderleri maalesef seslerini yönetim katında çok duyuramıyorlar. Otokratik rejimler olduğu için, halkın iradesinin bir türlü yansıyamadığı bir yönetim yapısı olduğu için bu değişimi, dönüşümü, reformu da gerçekleştiremiyorlar. Ve bu ülkelerde tabii siyasi rejimle bu ülkelerin belli başlı şirketleri de aslında iç içe. Yani, konuyu sadece iktidardaki insanlar ya da bir rejim olarak görmemek lazım, konunun bir de ekonomik bağlantısı var. Yani, deniyor ki reform yapsınlar, deniyor ki artık çekilsinler, hani bir geçiş hazırlasınlar. Tamam ama, sadece iktidardan, yani siyasi yönetimden geri çekilmekle iş bitmiyor, bir de bu işin tamamen iç içe geçmiş ekonomik ayağı var. Bütün KİT’leri düşünün, bütün o petrol şirketleri, o doğalgaz şirketleri, telekomünikasyon şirketleri, inşaat şirketleri, bunlar yönetimdeki kişilerin aynı zamanda şahsi ortak olduğu, bizzat yönettiği kuruluşlar pek çok ülkede. Dolayısıyla, bu ikisini ayırmak da son derece zor. Onun için önümüzde ben son derece sancılı ve muhtemelen uzun sürecek bir geçiş süreçleri görüyorum, bir transformasyon süreçleri görüyorum. Bunlar kolay olmayacak. Oldukça sancılı olacak. Pek çok ülkede sıkıntılı tabloyu göreceğiz, kaçınılmaz olarak göreceğiz. Yani, bir Tunus örneğinde belki en kolay halloldu. Mısır’da biraz daha zaman aldı, işte Libya hala yatışmadı.
ÜMİT SEZGİN- Ne olacağı da belli değil.
ALİ BABACAN- Bakıyoruz, nüfusu yüksek olan ülkeler, mesela Yemen gibi, Suriye gibi hani nüfusun çok olduğu ülkelere bakıyoruz, hala çok ciddi sorunlar var. Hızlı adım atmak gerekiyor, hızlı reformlar gerçekleştirmek gerekiyor. Bir yandan siyasi reformlar yaparken, bir yandan da işin ekonomik ayağını da sağlam tutmak gerekiyor ve o ekonomik dönüşümü de sağlamak gerekiyor. Yani, belli ailelerin elinde, az sayıda kişinin elindeki bir KİT ve şirket yapısının da rekabetçi, devletin sadece düzenleyici ve denetleyici olduğu, ama özel sektörün rekabetle iş yaptığı sektörler haline de dönüştürmek gerekiyor, bu da çok kolay bir iş değil. Çünkü, insanların hissesi var, parası var. Yani, sadece sen bakanlıktan ayrıl ya da sen devlet başkanlığından ayrılla iş bitmiyor. Diyor, ben zaten öbür şirketlerin de sahibiyim, o şirketler ne olacak şimdi diyor. Onların başında kalsa, devam etse, bir başka sıkıntı halka bunu kabul ettirmek çok zor.
ÜMİT SEZGİN- Siyasi iktidar olmadan nasıl yapacak.
ALİ BABACAN- Tabii. Dolayısıyla, oldukça sancılı bir süreç var önümüzde. Türkiye olarak bizim çok çok dikkat etmemiz gerekiyor. Bir yandan bu gelişmiş ülkelerden gelebilecek dalgalara karşı hazır olmamız gerekiyor, ki Avrupa hemen yanı başımızda büyük bir risk alanı. Pek çok Avrupa ülkesinin borcu tarihte görülmemiş kadar yüksek seviyelere ulaştı, artık bunların bazılarının borcunu ödeyip ödemeyeceği tartışılıyor, ki devletler, her ülkenin devleti, o devletin borcu en güvenilir unsurdur. Devlete güven, devletin borcunu ödeyip ödemeyeceğine dair bir itimat sarsıldığı anda domino taşı gibi o ülkede iş yapan ne bir banka, ne bir özel sektör kuruluşu artık güvenirlilikten söz edemez. Dolayısıyla, işte Yunanistan hemen yanı başımızda, Portekiz, İrlanda, artık bunlar adı açıkça anılan ülkeler olduğu için söylüyorum, daha sırada başka ülkeler de var henüz bahsetmek istemediğimiz, konuşmak istemediğimiz ve o ülkelerde de maalesef aslında siyasi sorunlar var. Yani, Avrupa ülkelerinin pek çoğunda zayıf iktidarlar iş başında. Japonya’ya bakıyorsunuz son üç yılda beşinci başbakan şu anda görevde. Amerika Birleşik Devletleri’nde yönetim Demokrat, Kongre Cumhuriyetçi, ana konularda uzlaşamıyorlar, anlaşamıyorlar. Yani, Amerika Birleşik Devletleri’nin bugün ekonomi politikası nedir, 2012 için hedefleri nedir diye sorduğunuzda kimse bu sorulara cevap veremiyor. Yani, en basit günlük bütçelerini yürütecek uzlaşmayı dahi kendi aralarında sağlayamıyorlar. Yani, büyük ekonomilerde, Avrupa’da, Japonya’da da çok ciddi bir yönetim boşluğu söz konusu ve bu büyük bir risk alanı. Çünkü bazen ekonomik konularda doğruyu görürsünüz, doğruyu herkes söyler, ama o adımı atacak, o kararı alacak güçte, kuvvette bir yönetim iş başında değilse ya da doğruyu göre göre yapamıyorsa, engellerle karşı karşıya kalıyorsa, o zaman Allah korusun göz göre göre bu arabanın uçurumdan aşağıya yuvarlanması demektir. Düşünün ki şoför otobüsü kullanıyor, hani önünde viraj direksiyonu çevirmesi gerekiyor, fakat hali yok, kolları düşmüş aşağıya ya da birisi geliyor kollarını arkadan tutuyor, Allah korusun otobüs aşağıya yuvarlanıyor. Dolayısıyla, son derece riskli bir ortamdayız, yani ekonomik açıdan da, bölgedeki siyasi gelişmeler açısından da. Bütün bu ortamda Türkiye’nin kendisine çok dikkat etmesi gerekir.
ÜMİT SEZGİN- Şimdi Türkiye’yi uzun uzun konuşacağız.
ALİ BABACAN- Yani hem siyasi alanda, hem ekonomi alanında çok çok dikkatli hareket etmemiz gerekiyor.
ÜMİT SEZGİN- Türkiye’yi konuşacağız, tabii bu kadar riskli bir dünyada Türkiye’nin de hakikaten her şeyde güllük gülistanlık olması ve sorunsuz, risksiz olması mümkün değil ama, birazcık daha ben uluslararası küresel sorundan biraz daha konuşmak istiyorum, bu tahliller önemli çünkü.
Şöyle bir baktığınızda, küresel olarak bakarsak genel olarak da gelir dağılımında adaletsizlik var. Hani nasıl ülkelerde birkaç ailenin, birkaç şirketin elinde bütün kaynaklar. Dünyada da şimdi birkaç ülkenin elinde, diğer bütün ülkeler artık hani doğulu, Afrika’da falan da değil, Avrupa’da da aynı sıkıntı var, onu da görüyorsunuz. Batıda bile artık yoksullar var, açlık çekenler var. Öyle olunca da küresel olarak ciddi kaygılar duymamız gerekiyor artık.
ALİ BABACAN- Şimdi global ekonomik dengesizlikler, benim ta Kasım-2002’de katıldığım ilk G-20 toplantısından bu yana aslında dünya gündeminde. Bir yandan cari fazla veren ülkeler var, bir yandan cari açık veren ülkeler var. Bir yandan rezerv biriktiren ülkeler var, rezervleri hızla artan ülkeler var, öte yandan çok yoğun bir şekilde dış finansmana ihtiyaç duyan ülkeler var. Ticarette bakıyoruz, ticarette yine çok büyük dengesizlikler var. Ve son 10 yıldır, 11 yıldır bütün G-20’de her toplantıda bunlar gündeme gelmesine rağmen ortak karar alınıp ortak adımlar atılamıyor. Çünkü her ülke kendi ulusal çıkarı perspektifinden işe bakıyor. Benim bu yıl için karım nerede diyor, benim bu yıl için çıkarım nerede diyor, öyle adım atıyor. Fakat, her ülke sadece kendi ulusal çıkarı açısından bakıp da adım attığında, bu adımların toplamının dünyayı sadece daha riskli bir ortama doğru götürdüğünü görüyoruz. Son kriz de ders olmadı maalesef. Son ekonomik krizden sonra şöyle ülkeler aklını başına toplayıp ya biz nereye gidiyoruz, ne yapıyoruz arkadaşlar, gelin bakın yoksa hep beraber bu iş tehlikeye giriyor, bir problem olduğunda hepimiz etkileniyoruz, gelin bir bakalım deme noktasında maalesef çok istekli davranmıyorlar. Bazı ülkeler bu krizi, bu ortamı tarihi bir fırsat olarak görüyor. Ben bu dönemde diyor, ben vurdum vurdum, elde ettim ettim, aynı dünya savaşlarında olduğu gibi biraz. Dünya savaşlarında nasıldır? İşte kim daha fazla toprağa oturacak, kim daha fazla çıkar elde edecek, savaş sonrasında kim daha rahat bir yerde oturacak, adeta öyle bir tablo var şu anda. Dolayısıyla, bu kıyasıya mücadelenin olduğu bir dönem yaşıyoruz. Bu sadece ülkeler arasındaki dengesizlikleri değil, bir de her ülkenin kendi içinde büyük dengesizlikler var. Ben geçenlerde bu En Az Gelişmiş Ülkeler Zirvesi’nde aşağı yukarı 1000 kişinin katıldığı bir akşam yemeğinde gelen talep üzerine bir konuşma yaptım gelenlere. 140 ülkeden 1000 kişi, bunların içinde iş adamı var, cumhurbaşkanları var, başbakanlar var. Şunu dedim: Bir yandan obezitenin sorun olduğu ülkeler var, bir yandan da açlık sınırının altında 1 milyar bugün insan yaşıyor dünyada, yani dünyada bu dengesizlik var. Ama ülkelerin kendi içinde de var. Bakın bugün Çin, şu anda bir ekonomik başarı örneği olarak konuşuluyor değil mi, dünyanın her yerinde en hızlı büyüyen. Şanghay’a bakıyorsunuz gökdelenler, Pekin’e bakıyorsunuz gökdelenler, korkunç bir üretim, dünyanın en çok ihracat yapan ülkesi. Ve hani komünizmin ana çıktığı noktalardan birisi, yani komünizmin, sosyal politikaların kalelerinden bir tanesi. Şimdi bakıyoruz Çin’e, bu kadar ekonomik başarıya rağmen şu anda Çin’in nüfusunun en son açıklanan veriler bu, Dünya Bankası’nın en son açıkladığı Çin’le ilgili veriler, yüzde 15,9’u açlık sınırının altında yaşıyor bu ülkede, yaklaşık 200 milyon insan. Bir kişi günde 1 doların altında bir gelirle yaşıyor. Bizde örneğin Türkiye’de böyle bir nüfus yok. Bir kişi günlük 1 doların altında bizde nüfus yok. Bakıyorsunuz Hindistan’a, bir başka başarı örneği; yüzde 41,6 rakam. Hindistan nüfusunun yüzde 41,6’sı açlık sınırının altında yaşıyor. Ama Hindistan deyince neyi biliyoruz şimdi; teknokentler, iletişim, mühendisler, büyük bir ekonomi başarısı. Tamam, ama ne pahasına? Nüfusun yüzde 41’i açlık sınırının altında yaşama pahasına. Mesela bunun 2 katına bakıyoruz, hani 2 dolara bakıyoruz, 2 doların altındaki nüfusa. Bizde şu anda sadece binde 2 bu, binde 2. Şimdi Çin’e bakıyorum yüzde 36, Hindistan’a bakıyorum yüzde 75. Sosyal politikalarıyla meşhur Brezilya, hani sendika lideri Lula’nın 8 yıl Cumhurbaşkanı olduğu ülke ve sosyal politikalarıyla meşhur. Brezilya’daki rakam yüzde 12. Bizde binde 2, Brezilya’da yüzde 12. Yani, oran kurduğunuzda bizim tam 60 misli daha fazla insan 2 doların altında bir parayla geçinmeye çalışıyor.
ÜMİT SEZGİN- O zaman kural şu çıkıyor: Birileri çok aşağı gidecek ki birileri de yukarı gidebilsin.
ALİ BABACAN- İşte o şart değil, eğer devlet doğru politikaları uygularsa pek o şart değil. Mesela dünyanın en zengin insanı hangi ülkeden şu anda?
ÜMİT SEZGİN- Muhtemelen Hindistan.
ALİ BABACAN- Meksika.
ÜMİT SEZGİN- Meksika, doğru.
ALİ BABACAN- Yani Meksika’da kişi başına düşen milli gelir 10 bin dolar, tam Türkiye’yle eşit. Dünyanın en zengin 500 listesine bakıyorsunuz dünya kadar Meksikalı var. Ama şu anda Meksika nüfusunun yüzde 8’i 2 doların altında yaşıyor.
ÜMİT SEZGİN- Bizde rakamlar nedir?
ALİ BABACAN- Bizdeki binde 2.
ÜMİT SEZGİN- Binde 2.
ALİ BABACAN- 2 doların altındaki nüfusumuz binde 2. 1 doların altında nüfusumuz yok. Yani o dünyada 1 milyar kişinin içinde bulunduğu o şartlarda biz çok şükür nüfusumuz kalmadı. Niye? Çünkü biz 8,5 yıldır hep az maaş alan, düşük gelir alan vatandaşlarımızın gelirini artırmak için çabaladık. Eğer devletin verdiği bir maaşsa onu hep enflasyon üzerinde arttırageldik. Ama öte yandan da hani devletten maaş almayan, hani çok muhtaç kesime de çok farklı sosyal destek politikalarıyla el uzattık. Yani bu işte yoksulluk yardımı adı altında, öğretim yardımı adı altında, sağlık yardımı adı altında, işte kömür desteğiydi, kitap desteğiydi, şuydu buydu derken çok şükür Türkiye’de böyle hani çok çok muhtaç durumda olan vatandaşlarımızın sayısı çok çok azaldı. Yani o binde 2 varsa o da bizim onlara ulaşamadığımız için ya da onların devletin kurumlarına bir şekilde ulaşamadığı için. Yoksa göre göre o binde 2’nin Türkiye’de varlığı mümkün değil. Onu önlemek için de zaten şimdi 6 aydır üzerinde çalıştığımız yeni bir yapılanmayı hayata geçiriyoruz ve her aileye bir sosyal destek uzmanı atayacağız aynı aile hekimi gibi. 21 bin aile hekimimiz var. Daha az sayıda, çünkü yani sadece ihtiyacı olan ailelerle birebir ilgilenecek uzmanlar olduğu için bunlar, 7 ile 9 bin kişiyle de çözüyoruz, ki o vatandaşlarımız da ulaşamadığı yardım varsa, orada ulaşamadığı devletin verdiği destek varsa, ilk elden bilgilendirirsin, yönlendirirsin bir kolaylık olsun diye. Dolayısıyla, dünyada dediğiniz gibi durum çok çok kötü. Ve ben şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Yani Türkiye’nin mukayese edilebileceği ülkeler, Meksika, Brezilya, Çin, Hindistan, dikkat ederseniz bunlar hani dünyanın ekonomi başarısı olarak anılan ve gelişmekte olan ülkeler. Bunların hepsinden daha iyidir Türkiye’de gelir dağılımı. Ve bu ülkelerin hepsinden daha azdır yüzde olarak Türkiye’de yoksul sayısı.
ÜMİT SEZGİN- Şimdi Türkiye’nin tam da bu konumda geleceğine baktığımızda ürkmemek mümkün mü? Yani sizin ticaret yaptığınız, ihracat yaptığınız Avrupa ve Amerika sıkıntıda, onlar sıkıntıda. Zaten diğer dayanışabildiğiniz ülkeler onlar da bir ayrı sıkıntıda. Biz nasıl ayakta durabiliriz, biz nasıl ayakta kalabiliriz?
ALİ BABACAN- Şimdi bizim temel ihracat pazarımız Avrupa. Biz mallarımızın yarısını hala Avrupa’ya satıyoruz. Avrupa’da 2009 krizinde iç piyasa ciddi oranda çökmüştü. Şimdi yeni yeni, yavaş yavaş toparlıyor, bizim de ihracatımız toparlıyor paralel bir şekilde. Ama Avrupa’nın önümüzdeki yıllarda, hatta on yıllarda geleceği çok parlak değil. Yani bu kadar kamu borcunu ödeyebilmek için, bunlar yarın vergileri yükseltecekler, kamu harcamalarını kesecekler, bu iç talepte yine sıkıntılara sebep olabilecek. Dolayısıyla, artık Avrupa pazarı bizim için gelecekte büyüme hızı çok iyi olmayacak bir pazar gibi görünüyor.
ÜMİT SEZGİN- Çok güvenebileceğimiz bir pazar değil.
ALİ BABACAN- Tabi, dolayısıyla bizim hızla pazar çeşitlemesine gitmemiz gerekiyor. Biz ne yapmıştık son yıllarda, komşu ülkelere biraz daha açılmıştık. Komşu ülkelerle işte sınırların açılması, vizelerin kalkması ya da kolaylaşması, o ülkelerle olan siyasi sorunların aşılmasıyla beraber komşu ülkelere olan ihracatımızda belli oranlarda artış vardı. Tabi bu hiçbir zaman Avrupa’daki kaybı karşılayacak boyutlarda olmadı. Çünkü, Avrupa o kadar büyük pazar ki, bir Almanya pazarındaki yüzde 10 kayıp, bizim çevredeki belki 10 ülkeye ihracatımızı ikiye katlasak zor karşılıyorsunuz yani, hani boyutlar çok farklı. Dolayısıyla, o ülkelerdeki son bu siyasi tabloda tabi o ülkenin gelecekteki ekonomik koşullarının çok iyi olamayabileceğini bize işaret ediyor. Dolayısıyla, bizim biraz daha uzaklara bakmamız gerekiyor. Yani hemen işte Avrupa, komşu ülkeler, çevremiz değil de biraz daha uzaklara, yani bir Asya pazarına bakmamız gerekiyor, bir Latin Amerika pazarına bakmamız gerekiyor. Yani ihracatçılarımızın biraz daha uzaklarda koşturması gerekiyor. Türkiye’nin rekabet gücü pek çok ülkeye göre hala çok çok iyi bir noktada, Türkiye’nin çok ciddi bir üretim kapasitesi oluştu. Yani Türkiye her konuda, ürettiği her konuda dünya kalitesinde artık üretim yapıyor. Yani Türkiye’de üretilen otomobilleri gidin Yeni Zelanda’da da görüyorsunuz, Güney Amerika’da da görüyorsunuz, işte Avrupa’nın dört bir köşesinde görüyorsunuz. Yani dünya standartlarında artık Türkiye üretim yapıyor, bir beyaz eşyada öyle, bir elektronikte öyle. Dolayısıyla, çok şükür artık bir kalite sorunumuz yok. Dünyanın en iyisini biz bazı konularda burada üretebiliyoruz. Bunları daha uygun şartlarda, daha uygun fiyatlarda yeni pazarlara nasıl sunabiliriz, neler yapabiliriz. Ki bununla ilgili biliyorsunuz Türkiye İhracatçılar Meclisi bir strateji çalışması yaptı tam 24 ayrı sektörde. 2023’te nereye gidebiliriz’i çalıştılar ve dünyanın şu andaki koşullarına göre çalıştılar, yani bu kriz sonrası dünya için çalıştılar. Daha sonra biz de baktık gayet güzel bir çalışma olmuş, ufak ufak rötuşları yapıyoruz, daha biz bunu devlet dokümanı haline getirmedik, onu çalışıyoruz. Ama oradan baktığımızda Türkiye’nin 2023 yılında 500 milyarın üzerinde bir ihracat rakamına da ulaşması gerçekçi görünüyor. Yani bunca olumsuz tabloya rağmen bu sene belki 130 milyar dolar civarında bir ihracatımız olacak. Ama 2023’te bunu 500 milyar dolara çıkartmamız hala gerçekçi bir hedef. Yeter ki çalışalım, yeter ki kendi içimizde birlik beraberliğimizi bozmayalım, yeter ki Türkiye’nin kendi içindeki istikrar ve güven ortamına zarar vermeyelim.
ÜMİT SEZGİN- Yeter ki bizim ekonomimizde sıkıntılar olmasın. Şimdi kimi yorumlara göre, bizde içeride de yavaş yavaş sıkıntılar boy gösteriyor, bir ısınma var. Mesela Mart ayı cari açık verileri bir örnek olarak gösteriliyor. Bu açığın büyüdüğünü görüyoruz. İlk 3 ay 22 milyar dolar oldu galiba değil mi? Bu açık şu an için herhalde finanse edilebilir düzeyde ama, böyle giderse ne kadar finanse edebileceğiz? Ya da daha bir şey sorayım; bizim ekonomimiz de ısınıyor mu, sıkıntılarımızı büyüyor mu?
ALİ BABACAN- Şimdi şöyle: Ekonomide ısınma tabiri ağırlıklı olarak büyümeyle beraber enflasyonun da yükselmesiyle anılır. Yani ısınma nedir diye hani sorduğunuzda ilk tanımı budur. Bizde o anlamda, yani hızlı büyümenin getirdiği bir enflasyonist baskı şu anda yok çok şükür. Biz ısınmayı daha çok…
ÜMİT SEZGİN- Ama enflasyonda da bir miktar hareketlenme olduğu…
ALİ BABACAN- Öyle ama, bunlar hep hedefler çerçevesinde ya da işte dışarıdan petrol fiyatlarının etkilenmesiyle, yani bizim hani üretim kapasitemizin artık sonuna kadar kullanılıp da hani talebin çok olduğu, talep çok olduğu için de üreticinin fiyatları ya nasıl olsa malımı satıyorum diye artırdığı bir tablo yok. Çünkü ısınma biraz öyle oluyor. Artık kapasite doluyor, talep hala var, fabrikalar ful kapasiteyle çalışıyor, madem malımı satıyorum biraz daha pahalı satayım bari demeye başlıyor. Yani ben çok tekniğine girmeden, biraz daha halk diliyle anlatmaya çalışıyorum.
ÜMİT SEZGİN- Anladım.
ALİ BABACAN- Isınma işte o noktada riskli. Bizde henüz öyle bir tablo yok. Ama biz ısınmanın Türkiye’de ilk tanımı bu ama, bir ikinci tanımı var ısınmanın. O da, büyümeyle beraber cari açığın artıyor olması. Türkiye’deki ısınma tabiri daha çok bu ikinci tanıma daha uygun. Yani bizim hızlı büyümenin getirdiği bir yüksek cari açık tablomuz var.
Şimdi yüksek cari açık nereden kaynaklanıyor önce ona bakmak lazım. Bunun en önemli, birinci sıradaki sebebi petrol fiyatları. Bizim geçen seneki cari açığımızın toplamı 48 milyar dolar, sadece enerji, petrol, doğalgaz ithalatımız 37 milyar dolar. Ve bu sene petrol fiyatları geçen senenin de üzerinde seyrediyor. Doğalgazı tamamen ithal eden, petrolde de önemli ölçüde dışarıya bağımlı olan bir ülke olarak, petrol fiyatı dışarıda oluşuyor ve ne oluşuyorsa biz dövizi verip onu ithal edip kullanmak zorundayız. Üretim yapıyoruz, ısınıyoruz, ekonomimizi büyütmeye çalışıyoruz, bunun için de enerjiye ihtiyacımız var. Dolayısıyla, bu enerji faktörü, bizim cari açığımızı kaçınılmaz şekilde artıran bir numaralı faktör.
Ama onun dışında da yine rakamlara bakacak olursanız bu cari açık niye yüksek diye, yatırım ürünleri ithal ediyor Türkiye. Ve yatırım ürünleri ithalatındaki artış çok yüksek. Makine-teçhizat ithalatı. Yani bizim sanayicimiz, üreticimiz, iş dünyamız harıl harıl yatırım harcaması yapıyor ve bunların bir kısmını ithal ediyor. Geçen sene ile bu seneyi karşılaştırdığınızda en hızlı ithalatın arttığı gruplardan bir tanesi de yatırım ürünleri ithalatı. Şimdi biz bundan çok korkmuyoruz açıkçası. Niye? Çünkü bugünün makine ithalatı, yarının ürün ihracatıdır. Çünkü bugün kapasite oluşturuyorsunuz, yarın onunla sipariş alıyorsunuz, üretim yapıyorsunuz o malınızı dışarıya satıyorsunuz ve dışarıdan döviz girdisi sağlıyorsunuz. Belki bir makineye 1 milyon dolar verip ithal ediyorsunuz, ama o makine ondan sonra size her sene 1 milyon dolarlık ilave ihracat imkanı sağlıyor. Dolayısıyla, hızla büyüyen bir ekonomik yapıda, hızla büyüyen bir yatırım tablosunu beraber düşündüğümüzde, ona bağlı olarak cari açıkta geçici yükselmeler olabiliyor, bu bizi çok korkutmaz açıkçası.
ÜMİT SEZGİN- Enflasyondaki o hafif yükselmenin de normal olduğunu söylediniz. Yıl sonu hedeflerinde falan değişiklik yapacak mısınız?
ALİ BABACAN- Yok, bizim hedefimiz hala aynı, yüzde 5,5 enflasyon hedefimiz. Ancak içerideki taleple hiçbir şekilde alakası olmayan, ama dünyadaki petrol fiyatlarının artışının getirdiği ve bizim burada ithalatla ilgili bazı konularda aldığımız önlemlerin sonucunda, bazı kalemlerde, özellikle, tekstil, hazır giyim gibi konulardaki fiyat artışını da dikkate aldığımızda yıl sonu için tahmin şu anda yüzde 6,9. Hedef 5,5, ama gerçekleşme tahmini yüzde 6,9. Bizim biliyorsunuz artı-eksi 2 puanlık marjımız var. Şimdi buradaki enflasyonla ilgili gelişmelerde hep şuna bakıyoruz: Sebep nedir, sebep nedir. Yani eğer sebep, aşırı bir talep, üretim kapasitesiyle orantısız bir talepse o zaman tehlikeli, tedbir gerekir. Ama öyle bir tehlike yok, dışarıda petrol fiyatı artmış, bizde de fiyatlar artmış. Bu enflasyon açısından o kadar korkutucu bir tablo değil. Yani para politikalarını etkileyecek bir tablo değil bugün için.
Şimdi cari açık konusuna, hani orijinal sorunuza dönecek olursak, bu Mart ayında bir miktar yüksek çıkışının Mart’a özel sebepleri var. Özellikle bazı uluslararası şirketlerin Mart ayının sonunda biliyorsunuz bilançolar çıkıyor ve bu bilançolarla ilgili temettülerin bir kısmını yurt dışına transfer ettiler. Ve yurt dışına transfer ettikleri zaman da o cari dengede bir eksi olarak kaydediliyor. Dolayısıyla, Mart ayına özel bir gelişme. Yani genel dengelerde, ödemeler dengesinin genel trendinde biz ciddi bir bozulma görmüyoruz, daha çok Mart ayına özel bir sonuç bu. Dolayısıyla, trendlerle ilgili ciddi bir endişemiz bugün için yok. Bu her ay muntazam takip edilen bir konu. Ama uzun vadede cari açığın çözümü de yapısal konulardan geçiyor. Örneğin, enerjide nükleer santrallerimizi kurabilmek, örneğin ar-ge ve inovasyonla daha yüksek katma değerli ürün üretip onları ihraç ediyor olabilmek. Biz şimdi bir tır diyelim ki tekstil ürünü satıyoruz, bir tır 50 bin dolar tutuyor.
ÜMİT SEZGİN- Tek bir cihaz satıyor 1 milyon lira.
ALİ BABACAN- Bakıyorsunuz küçük bir cep telefonu bir kutu getiriyorlar 50 tane, 1000 dolardan o da 50 bin dolar tutuyor. Biz bir tır tekstil ürününü 50 bin dolara satıyoruz, adam bir koli getiriyor içinde 50 tane cep telefonu 50 bin dolar. Dolayısıyla, işte bunu yakalayabilmek, yani yüksek katma değerli ürün üretip bunu dünyaya pazarlayabilmek bu işin kilidi. İşin bir de eğitim boyutu var, yani cari açığın çok boyutu var.
ÜMİT SEZGİN- Ama başka konulara zaman kalmayacak oralara girersek.
Şimdi demin siz de sözünü ettiniz, güven çok önemli. Türkiye’de de özellikle son yıllarda Merkez Bankası politikaları ciddi bir güven yaratmıştı bu enflasyonla mücadelede. Hakikaten hem vatandaştan yöneticilere kadar herkeste vardı. Şimdi bir de değişiklik yaşandı, Durmuş Yılmaz emekli oldu. Merkez Bankası’nın politikalarında bir devam bekliyor musunuz, orada bir endişe duyulacak bir şey olabilir mi?
ALİ BABACAN- Şimdi öncelikle şu var: Yani yeni Merkez Bankası Başkanımız Sayın Erdem Başçı 2003 yılından bu yana…
ÜMİT SEZGİN- Durmuş Bey’in yanındaydı, birlikteydi zaten.
ALİ BABACAN- Merkez Bankası’nda Başkan Yardımcısı olarak görev yapan bir arkadaşımız. Dolayısıyla, bankanın içini, işleyişini, son yıllardaki bütün politikaları, alınan bütün kararları bilen ve yine 2003’ten bu yana da Para Politikası Kurulu üyesi olan ve üstelik bankanın stratejileri geliştiren birimlerinden sorumlu olan Başkan Yardımcısı. Yani banka ne kadar strateji geliştiriyorsa, zaten onun altındaki birimler o stratejiyi geliştirip daha sonra uygulanıyor. Dolayısıyla, Başkan değişmesiyle ilgili en ufak bir tereddüt yok. Zaten onun yani biliyorsunuz piyasada çok yorumlandı, bütün dünyada konuşuldu, edildi. Yani herkes biz kararı alıp da açıklamamızı yaptıktan sonra herkes en doğru ve en çok beklenen isim olarak zaten tescil etti, dolayısıyla orada en ufak bir sorun yok. Ama dünyada şartlar çok hızlı değişiyor. Şu anda dünyada bugüne kadar görülmemiş miktarda bir likidite pompalanmış durumda. Ve bunun çoğu da karşılıksız basılan dolar ve karşılıksız basılan euroyla oluşmuş durumda. Dolayısıyla, likiditenin bu kadar bol olduğu ve bu kadar delice bir bakıma hareket ettiği bir dünyada, Merkez Bankası’nın para politikalarına çok çok dikkat etmesi gerekiyor. Yani mesela 2009 öncesi dünyayla, 2009 sonrası dünya arasında çok büyük fark var. dolayısıyla şu anda risklerin daha çok yükseldiği ve dışarıdan gelebilecek dalgaların ihtimalinin daha çok arttığı bir dönem yaşıyoruz doğrusu. Onun için olabilecek her türlü senaryoya karşı Merkez Bankamızın ve ilgili bütün kurumlarımızın hazırlıklı olması gerekiyor. Merkez Bankamızın sağladığı güven çok çok yüksek bir noktada, yani bunun en güzel göstergesi belki işte hani Türk Lirasına olan güven, Hazinenin borçlanma faizleri, enflasyonun ilerideki duruşu, yani Merkez Bankamızın hani Allah korusun bir karşılıksız para basma ihtimali belirse ya da öyle bir algılama olsa, bugün ne enflasyonu, ne faizleri buralarda tutmanız mümkün değil.
ÜMİT SEZGİN- Ekonomiyi soğutmak için özellikle dışarıdan gelen o demin sözünü ettiğiniz deli paralara karşı aldığı önlemler vardı Merkez Bankası’nın. Sonuç almaya başladık diyebilir miyiz?
ALİ BABACAN- Tabi tabi.
ÜMİT SEZGİN- Onlar da çünkü tereddütle karşılanmıştı ilk alındığında.
ALİ BABACAN- Şöyle: Yani sıcak para diye tanımlayabileceğimiz, ki yani bazen bu sıcak paranın tanımı da değişiyor. Onun için ben ne anladığımı söyleyeyim. Yani çok çok kısa süreli ve nereye gideceği belli olmayan gecelik hesaplarda dolaşan paradan bahsediyoruz. Yoksa mesela bizim hisse senedi piyasasına giren her parayı, her sermayeyi sıcak para olarak tanımlamıyoruz. Ya da gelip dışarıdan hazine bonosu alıyorlar. Şimdi bunu biz sıcak para olarak tanımlamıyoruz. Çünkü nereye gittiği belli, genelde bunlar vadesi sonuna kadar tutuluyor ve çıkmaya çalıştığı zaman da sattığı enstrümanın fiyatı düşüyor, en büyük fark orada. Yani gecelik rakamlarla çıktığı zaman bir şey satmıyor, sadece çıkıyor ve sadece kuru vuruyor. Öbür türlü Hazine bonosunu ya da hisse senedini satıp da çıktığı için çıkarken zarar ediyor, bir de dövize dönerken zarar ediyor. Dolayısıyla, hareketi oldukça zor bir sermayeden bahsediyoruz. Dolayısıyla, o açıdan baktığımızda bizim tanımımızla sıcak para diye tanımlanan sermaye Türkiye’den önemli ölçüde çıktı. Ama bir yandan da sermaye Türkiye’ye girmeye devam ediyor. Ama giren sermaye bizim daha çok istediğimiz türden sermaye, daha kalıcı cinsten sermaye. Örneğin son ay, Mart ayında doğrudan sermaye girişinde eski aylara göre önemli bir sıçrama var. Ha bunun devamı gelir-gelmez ayrı. Ama portföy yatırımı olarak giren sermayeye bakıyoruz ki bunlar daha kalıcı cinsten.
Şu da var: Mesela diyelim ki bizim son 12 aylık dönemin cari açığı 60 milyar dolar. Fakat 60 milyar doların çok üzerinde Türkiye’ye sermaye girişi yaşanmış durumda ve Türkiye’nin rezervleri artmış durumda. Bir yandan cari açık diyoruz, ama bu fazlasıyla finanse ediliyor. Niye finanse ediliyor? Çünkü, Türkiye’de güven ortamı var ve makul getiriler var. Ben hep şunu söylüyorum: Cari açığın finansmanından korkmamak lazım, hangi şartlarla? Eğer Türkiye’de bir güven ve istikrar ortamı varsa ve Türkiye’de makul getiriler varsa sermaye niye gelmesin ki? Yani, başka yerlerde çok daha düşük getiri ya da çok daha büyük riskler varken, daha düşük risk, daha makul getiri Türkiye tercih edilen destinasyon olmaya devam edecektir, yeter ki biz kendi içimizde doğruları yapalım.
ÜMİT SEZGİN- Şimdi tam kendi içimizdeki doğrular demişken, sizin son dönemde tartışma yaşadığınız sektörlerden bir tanesi bankacılık sektörü. Aslında 2001 krizinin en temel sebebi olarak gösterilmişti, sonra ekonomik gelişme neden, nasıl sağlandı derken de hep bankacılık sektöründeki düzelme gösterilmişti. Ama son dönemde sanki bir miktar yeniden bir şüphe bulutları mı dolaşıyor diyelim. Mesela krediler konusunda tartışma oluyor. Siz zaman zaman tehdide vardığı söylenen açıklamalar yaptınız ya da bankacılar öyle algıladılar. Nedir burada son durum bankacılık sektöründe, yine bir sıkıntı mı var?
ALİ BABACAN- Geçen sene biliyorsunuz bizim ekonomimiz yüzde 8,9 oranında büyüdü; bu Avrupa’nın en hızlı rakamı, OECD en hızlı rakamı ve dünyanın da en hızlı büyüme oranlarından bir tanesi. Ve buna bağlı olarak da kredi hacmi de çok genişledi Türkiye’de. Mesela, sadece tüketici kredileri 43 milyar lira arttı geçen sene. Halkımız daha henüz kazanmadığı, ileride kazanacağı paraya mahsuben peşinen bankalardan kredi çekti ve bunu harcadı. Şimdi yüzde 8,9 büyümenin içerisinde bu da var, yani hızlı bir kredi artışı da var. Fakat bu hızlı kredi artışı ve kredideki artışa dayalı, tüketime dayalı bir ekonomik büyüme beraberinde cari açığı da oluşturuyor. Dolayısıyla, bizim 2011 yılında cari açığın makul seviyelerde kalmasını sağlamanın bir yolu da, bu bankaların kredi hacmi üzerine sınırlamalar getirmek, bir şekilde kredi hacmindeki artışı belli oranlarda tutmak. Biz dedik ki ta baştan, ki ben bütün banka genel müdürlerini geçen sene Aralık ayının son günlerinde çağırdım ve yüzde 20-25 civarında bir kredi büyümesi olursa 2011 yılında bu bizim programımıza, cari açık beklentilerimize uygun olacaktır. Ama bunun üzerinde bir kredi hacmi büyümesi riskleri artıracaktır Türkiye’de dedim. Bununla ilgili tedbirler de aldık, çünkü bunu bankalara illa sözle yapamazsınız, yüzde 25’i geçme diye sözlü bir uyarı yapıp sonucunu görmeniz zor. Fiili olarak bunu gerçekleştirmek için de ne oldu, Merkez Bankası banka mevduatının aşağı yukarı bugüne kadar 45 milyar Türk Liralık bir kısmını bankalardan aldı kendi kasasına koydu. Bir bakıma bankaların elindeki mevduatın 45 milyarlık kısmı şu anda kredi olarak kullandırılamıyor. Bunu hem kredi hacmine bakarak, hem de ekonominin genel gidişine de bakarak Merkez Bankamız değerlendiriyor. BDDK ne yaptı? BDDK, kredi kartları uygulamasıyla ilgili yeni ek tedbirler getirdi. Mortgage Yasasına göre yüzde 25 kuralımızın etrafından dolaşmaya çalışan bankalar belirmişti, onlarla ilgili de çok daha sert yaptırımlar getirdi. Yani BDDK ne dedi? Eğer o kuralımı delersen, ben bir daha senin konut kredisi vermene izin vermem, lisansını iptal ederim dedi. Yani, bundan daha büyük ceza yok, bankaya asıl ana faktörünü yapamazsın diyor, artık bu işi yapamazsın diyorsunuz. Dolayısıyla, bütün bu aldığımız tedbirler, 2011 yılındaki büyümemizi ve banka kredi hacmindeki büyümeyi daha kontrollü götürmek, böylelikle daha kontrollü bir cari açık rakamıyla bu yılı bitirebilmek; politikaların temel kurgusu bu. Peki, bazı bankalar diyelim ki buna niye itiraz etti? Çünkü, çoğu bankamızdan bir şey yok, yani ufak tefek hani çatlak ses çıkaran diyelim birkaç tane banka var burada. Onlar da tabii haliyle ne yapmışlar? Geçen sene yüzde 8,9 büyüdük, kredi hacmimiz çok arttı, 2011’de de ben kredilerimi yüzde 35, 40, 45 artırırım diye bütçe yapmışlar. Bununla beraber, bununla orantılı kar hedefleri koymuşlar. Şimdi biz bu tedbirleri getirince tabi ne o kredi artışını gerçekleştirebilecekler, ne de o hani arzu ettikleri kar noktasını yakalayabilecekler; biraz hani çıkan seslerin, itirazların sebebi açıkçası bu. Ama bizim yaptığımız adımlar makro ekonomik dengeler açısından doğru, burada asla taviz yok. Biz ne yapıyoruz? Belki bu doğrudur bazı bankaların, hepsinin değil bazı bankalarımız belki bu sene o arzu ettikleri, hayal ettikleri karı sağlamayacak, ama bu seneyi hep beraber istikrar açısından inşallah sapasağlam götüreceğiz. Türkiye’nin makro ekonomik istikrarı da en çok bankaların hayrına. Çünkü makro ekonomik istikrar olmadığında bankacılık sektörümüzün halini gördük. Yani 2000-2001 krizinde 22 tane banka battı. Şimdi bu 22 tane bankanın batması, belki bazı bankalarda yönetim bozukluğu vardı ama, çoğunda da makro ekonomik istikrar bozulduğu için o sarsıntıda, o çalkantıda dayanamadılar battılar. Şimdi bütün bu küresel ekonomik krize rağmen, dünyanın en büyük bankaları sarsılmasına rağmen Türkiye’de hiçbir şey olmuyorsa, Türkiye’de hiçbir banka en ufak zarar görmediyse bu son krizde, bunun sebebi öncelikle makro ekonomik istikrarın Türkiye’de sağlanmış olmasıdır. Bir de banka bazında tek tek alınan tedbirlerdir. Bizim çok ihtiyatlı, emniyetli hareket edişimizdir düzenleme ve denetleme açısından. Dolayısıyla, yaptığımız her şey aslında bankalarımızın mali bünyesini de uzun vadede sıhhatli sürdürebilmesi ve bankalarımızın karlılığını da uzun vadede koruması. Çünkü bu sene çok kar etmişsiniz, gelecek sene zarar etmişsiniz; bu hiçbir bankanın hayrına değil. Yani bu karın da sürdürülebilirliği, sürekliliği çok çok önemli.
ÜMİT SEZGİN- Yani Bankalar Birliğiyle de bu konularda anlaştınız anladığım kadarıyla.
ALİ BABACAN- Şimdi bu karşılıklı anlaşma gerektiren bir durum değil.
ÜMİT SEZGİN- Devlet eliyle…
ALİ BABACAN- Biz istişare yaparız, herkesi dinleriz, ama devlet düzenleme yapar.
ÜMİT SEZGİN- Bankalar da buna uyar.
ALİ BABACAN- Tabi mesela vergi oranlarını belirlerken bunun pazarlığını yapmazsınız kimseyle. Yani pazarlık yaptığınızda ne derler, vergiyi sıfıra indir der. Şimdi hiç kimse gönlüyle, rızasıyla bu da devletin hakkıdır deyip al cebimden yüzde 20 Kurumlar Vergisini ödeyeyim demez. Yani devlet yüzde 20 Kurumlar Vergisini koyar, ondan sonra bunun da denetimini yapar, hani vergi kaçıran varsa yakalar, bunun cezasını keser. Ama belirlerken tabi istişaresini yapar, biz bunun çok geniş istişarelerini yaptık. Ve itiraz eden bankaların ekonomistlerine sorun, asıl ekonomik analiz yapan birimlerine, bu kararların hepsi doğru kararlar Sayın Bakanım diyorlar. Ama Genel Müdürlerin birkaç tanesi çıkıyor ya ben o kadar kar edecektim şimdi edemedim, ne olacak, bonuslar şöyle böyle, bunlar akla geliyor. Dolayısıyla, istikrar adına attığımız adımlar, bunların hepsi doğru adımlar. Biz istişarelerimizi yaptıktan sonra devlet olarak düzenlememizi yaparız, bankalar da buna uyarlar. Ama bir anlaşma, karşılıklı illa mutabakatla, yüzde 100 konsensüsle olacak işler değil bunlar.
ÜMİT SEZGİN- Sizin tartışılan, daha doğrusu alınganlık yaratan sözünüz, “polisiye tedbirler” demiştiniz. Orada neyi kast etmişsiniz, neydi polisiye tedbirler bankalara yönelik?
ALİ BABACAN- Tabi o mecazi anlamda kullanılan bir ifade. Yoksa polisiye deyince, uymayan banka genel müdürünü işte hani gözaltına alacağız tutuklayıp götüreceğiz, öyle bir şey yok, sadece mecazi anlamda. Yani polisiye tedbir ne demek? Biraz cebri, biraz zorlayıcı, hani banka bazında kısıtlayıcı tedbirler; bunları kast ediyorum. Mesela BDDK’nın yüzde 25 Mortgage kredisinde yüzde 25 kuralını bozan bankanın lisansını iptal ederim; bu yine mecazi anlamda polisiye bir tedbir olarak ifade ediyorum. Çünkü bankaya özel ve cebren bir adım atıyorsunuz, bunu yapma kardeşim diyorsunuz, tek bir bankaya sınır çekiyorsunuz. İşte eline kelepçe bağlamakla, konut kredisi kullandırma açısından bir bakıma elini kolunu bağlamış oluyorsunuz, yani tamamen mecazi bir ifade. Ama bazı banka genel müdürlerimizin bu bizim ta TMSF Yasasıyla beraber zimmet meselesi var. Yani Türkiye’de banka genel müdürü, yöneticileri, banka sahiplerinin şahsi sorumluluğu vardır. Yani banka yanlış bir kararla zarara uğratılırsa, yanlış bir iş yaparsa bunun şahsi sorumluluğu vardır, şahsi mal varlığıyla sorumludur bu. Yani biraz banka yöneticilerimiz arasında bunun korkusu hep vardır, o zimmet maddesi hep bir korku şeyidir. Dolayısıyla, polisiye deyince belki o zimmet maddesi falan bazılarının kafasından birleştiği zaman daha ürkütücü bir tablo ortaya çıkıyor olabilir. Ama dediğim gibi bizim kullandığımız ifade tamamen mecazi anlamda. Sadece şu vardır: Biz düzenleme yapıyoruz ve bunu uygulatırız, yani onun ifadesidir.
ÜMİT SEZGİN- Son 10 dakikaya girdik, daha çok sayıda sorum var. Hemen son günlerin en popüler konusuyla, bu yeni İstanbul, Kanal İstanbul, İstanbul’a işçi şehir projesi çok da tartışılıyor. Tabi tartışılan konulardan bir tanesi özellikle sizin alanınız açısından projenin finansmanı. Sayın Başbakan gerçi açıkladı, o bir çok ana hatlarıyla bir finansman yöntemi ama, bir sorun olmayacağını da söyledi ama, biraz daha sizden detay alsak, bu finansman sıkıntı yaratacak mı, nasıl sağlanacak?
ALİ BABACAN- Şimdi bu projenin öncelikle toplam yatırım maliyeti projenin geçeceği güzergah belirlendikten sonra belli olacak. Çünkü o güzergah kesinleştikten sonra ancak ne kadar hafriyat var, ne kadar beton dökülecek, ne kadar işte o suyu taşıyacak bir tabi kanal sistemi orada inşa etmek gerekiyor. Bunların hepsi, yani kesin net maliyetler projenin teknik detayları kesinleştikten sonra ortaya çıkacak. Dolayısıyla, o rakamın büyüklüğüne göre ve projenin muhtemel getirilerine göre de bir finansman modeli kurgulanacak. Şimdi biz artık pek çok büyük projede özel sektörün işin içinde olmasını istiyoruz. Çünkü özel sektör işin içinde oldu mu orada verim artıyor. Ve özel sektör yaptığı zaman kendi malı olduğu için daha güzel yapıyor. Bakın en basit örnek, İstanbul-İzmir Otoyol projesi, 7 milyar dolarlık bir proje. Devletten biz 1 kuruş yapmıyoruz o projeye. Ama ne yapıyoruz? Özel sektör bütün o projeyi yapacak, İzmit Körfezine bir köprü kuracak. O İzmit Körfezindeki o köprünün geçiş ücreti bütün projeyi finanse ediyor, bizden 5 kuruş para çıkmıyor. Örneğin, Ankara’da şimdi Etlik’te kurduğumuz hastane şehri, yani şehir hastanesi diyoruz ama, hastane şehri. Çok büyük bir arazi üzerine büyük bir kompleks. Bizim cebimizden bir kuruş para çıkmayacak, yap-işlet-devret’le yapıyoruz. Özel sektör yapacak, işletecek, Sağlık Bakanlığı sadece o tesisin hizmetlerinden yararlanacak, hizmetini satın alacak. Yoksa yatırım anlamında bizden bir para çıkmayacak. Artık bu modeller o kadar çok gelişti ki, yani kamuyla özel sektörün ortak olduğu finansman modelleri dünyada çok çok yaygınlaştı. Bizim eski klasik anlayışımız nedir? Devlet borçlanır, direkt yatırım için para harcar, işte ondan sonra projenin sahibi olur. Bu artık geldi geçti. Bakın en son biliyorsunuz Sayın Başbakanımızın açılışını yaptığı baraj, hidroelektrik barajı, 600 milyon dolarlık yatırım; özel sektör yaptı bunu. Bizim yaptığımız tek şey, şöyle bir sayfalık lisans veriyoruz, diyoruz ki sen bu barajı yapabilirsin diyoruz, izin veriyoruz. Özel sektör yapıyor. Şimdi devletin bu saatten sonra bir baraj yapması…
ÜMİT SEZGİN- İstanbul’a dönersek şimdi Sayın Bakanım, sıkışığız süreyle ilgili.
ALİ BABACAN- Bunları özellikle ben örnek olarak veriyorum, çünkü bu Kanal İstanbul için de yani onlarca değişik finansman modeli kurgulanabilir, çünkü bu değer üreten bir proje, değer yaratan bir proje.
ÜMİT SEZGİN- Kabaca bir rakam belli olmadı mı?
ALİ BABACAN- Yani şöyle: Sayın Başbakanımızın ifade ettiği ve ilk etapta çok kaba bir rakam böyle 12 milyar dolar gibilerden. Ama daha henüz net güzergah falan belli olmadığı için bunlar tamamen ilk tahminler. Yani bunun altına inmez daha üstüne doğru çıkabilir bu rakamlar.
ÜMİT SEZGİN- Çünkü, İzmit otoyolu 7 milyarken, bu herhalde çok daha fazla olur. Belki Sayın Başbakan sadece kanalı söyledi, ama projenin bütünü herhalde çok daha fazla olacaktır.
ALİ BABACAN- Projenin kendisi zaten kanal ama.
ÜMİT SEZGİN- Ama iki tane şehir var.
ALİ BABACAN- Şöyle, o iki şehir şöyle...
ÜMİT SEZGİN- Biz burada yeni bir İstanbul yapıyoruz yani.
ALİ BABACAN- İki şehirde yapacağınız, bir imar planı yapmak.
ÜMİT SEZGİN- Firmalara bırakacağız diyorsunuz.
ALİ BABACAN- Şimdi emlak işiyle uğraşanlar bunu gayet iyi biliyor. Şimdi bugün bir imar olmayan bir tarlayla imar geçmiş imarlı bir arsanın fiyatı, değeri çok çok farklıdır. Çünkü öbürüne sadece işte ürün ekip biçebilirsin, başka bir şey yapamayız. Ama imar geçirdiğiniz zaman tanımlarsınız. İşte diyelim ki 1000 metrekarelik araziye 2000 metrekare kapalı alan yaparsın, bunun maksimum yüksekliği şu olur, işte çekme sınırları şudur budur diye bunu tanımlarsınız, dolayısıyla yatırım yapabilecek bir arazi haline getirirsiniz orayı. İşte o değer artışı zaten şehre kıymet kazandıran odur. Dolayısıyla, burada önemli olan bu imar planlarını yapmaktır. Nedir? O imar planları yapıldıktan sonra TOKİ örnek projeler sağda-solda yapar. Ama bu şehri tamamen biz devletin bütçesinden para verip bir şehir kuracak halimiz yok. TOKİ’nin bile, bakın TOKİ tam 8,5 yıldır bu kadar bina yaptı. Biz Hazine’den TOKİ’ye daha 1 kuruş para ödemedik biliyor musunuz? O kadar binalar yaptı TOKİ. Ve şu anda TOKİ’nin bilançosu…
ÜMİT SEZGİN- Nakit vermediniz ama arazi alıyor.
ALİ BABACAN- TOKİ ne yapıyor? Devletin zaten atıl duran arazisini alıyor, onu bazen hasılat paylaşımıyla, bazen sosyal konutla, farklı modellerde değerlendiriyor binalar yapıyor ve bugün TOKİ’nin elinde dünya kadar alacak var ileriye doğru. Yani TOKİ’ye baktığımızda yarım inşaatlar var ve ileriye doğru dünya kadar alacağı var, niye alacağı var? Çünkü daireyi satmış işte 10 yıl vadeli, 15 yıl vadeli, o kira ödemeleri TOKİ’nin alacağı. Yani bilançosuna baktığınızda büyük bir artı değer var TOKİ’nin. Biz ne oldu, atıl duran araziyi döndürdük TOKİ’nin aktifindeki varlıklar olarak bir bakım değiş tokuş yaptık. Şimdi buralarda da Hazine arazisi çok hani şehir dediğimiz yerde.
ÜMİT SEZGİN- Yani Hazine’ye yük binmeden formüller bulacağız diyorsunuz şehirler için.
ALİ BABACAN- Tabi tabi, zaten bu tür projeler tamamıyla Hazine’ye yük olarak binse, bu şekilde modellense, o zaman bizim makro ekonomik dengelerimiz çok yanlış bir noktaya doğru gider. Yani bizim amacımız, bir yandan kamu borç stokunu azaltırken, bir yandan bütçe açığımızı azaltırken bu projeleri gerçekleştirmek. Dolayısıyla, mutlaka özel sektörün içinde olduğu ve değer yaratan, yani bir bakıma değer sıfırdan başlıyorsunuz bir değer oluşturuyorsunuz. O kanalın mesela iki tarafı kıymet biçilmez arazi haline gelecek birdenbire. Şimdi o kanalın geçiş ücretleri olsun ya da o kanal mesela riski önlüyorsunuz. İstanbul’un Allah korusun ileride karşılaşabileceği riskleri şimdiden bertaraf ediyorsunuz, yani bütün bunların değeri çok yüksek.
ÜMİT SEZGİN- Sayın Bakanım, iki sorum var mutlaka sormak istediğim güncel mesele.
Bir tanesi; bu gaz dağıtım ihaleleri, Başkentinki iptal oldu. Firma yatırması gereken parayı bulamadı, 90 küsur milyon doları da yaktı. Şimdi İstanbul için aynı firma bir sıkıntı yaşanıyor. Hani sizin açınızdan baktığımızda şöyle toplam rakam 6.3 milyar dolarlık bir gelir. Hani kaybedemesek bile en azından ihale yeniden yapacağız bir sıkıntı var. Neden oldu bu?
ALİ BABACAN- Biz bunların hiçbirini zaten dikkate almadık. Yani bu bütçemizi, ben arkadaşlara da söyledim, yani bütün bu ihaleler oluyor, ama kasaya nakit para girmeden hiç bunlara güvenmeyin. Biz planlarımızı ona göre yapmadık.
ÜMİT SEZGİN- Gelir hanesinde bu yok muydu efendim?
ALİ BABACAN- Yok yok, bunlar yok. Yani iş bitip de nakit kasaya girmeden biz hesabımızı kitabımızı yapmıyoruz. Mesela bizim toplam faiz dışı denge vardır, faiz dışı denge kamuda, asıl baktığımız ana gösterge odur, tüm kamunun bütçe dengesini o gösterir. Orada biz özelleştirme gelirlerini tamamen yok var sayarız. O hesaba göre özelleştirmeden gelen paranın tümü zaten borç ödemede kullanılır. Yani yok varsayarız o parayı, ne gelirse artı hanesine yazar. Dolayısıyla, toplam faiz denge açısından bunun pek önemi yok.
Şimdi oradaki sorun şu: Buradaki asıl sorun, benim insanları dinlediğim ve kurumlardan aldığım bilgi çerçevesinde, burada 2 ortak arasında ciddi bir ihtilaf oluştu. Biliyorsunuz 2 ortak bunlar. Bu 2 ortak yola çıktıktan sonra ihaleyi alan firmayla daha sonra lisansı almaya çalışan firmanın yönetim yapısı o arada değişti bozuldu. Ortaklar birbiriyle ihtilafa düştü ve konu yargıya intikal etti, bir hukuki boşluk doğdu. Dolayısıyla, bu projeyi finanse etmek için hazırlanan bankalar, ki bunlardan 2 tanesi kamu, 2 tanesi özel bankaydı. Bunlar bu hukuki boşluktan dolayı biraz çekindiler. Yani biz bu kadar krediyi vereceğiz, gerçi özkaynak falan da var ama, fakat krediyi verdiğimiz şirket varlığı yargıya intikal etmiş bir şirket. Yarın bu şirketin varlığı yargı tarafından sorgulanacak. Bu ortaklar arasındaki ihtilafın nereye doğru nasıl çözüleceği, yargının nihai kararının ne olacağı belli değil. Dolayısıyla, böylesine hukuki bir soru yumağına dönüşmüş bir işe kredi vermek konusunda bankalar haklı olarak caydılar.
ÜMİT SEZGİN- Yani siyasi bir etki yok, çünkü o tür söylentiler de var.
ALİ BABACAN- Hayır hayır, biz konuyu çünkü oldukça yakından...
ÜMİT SEZGİN- Bankalara yönelik bir siyasi baskı yok diyorsunuz.
ALİ BABACAN- Yani vermeyin diye mi, verin diye mi?
ÜMİT SEZGİN- Vermeyin diye.
ALİ BABACAN- Hayır hayır, öyle bir şey yok.
ÜMİT SEZGİN- Şirketlere…
ALİ BABACAN- Çünkü işin içerisinde 2 tane özel banka var. Sadece kamu bankaların yaptığı bir iş değil ki bu, 2 özel, 2 kamu bankası var. Dolayısıyla, bunlar 4 banka bir araya geliyorlar hukukçuları çalışıyor, anca beraber kanca beraber, dördü ya beraber gidecekti ya da dördü geri çekilecekti. Bunların hukukçuları buluştular hafta sonu çalıştılar ettiler baktılar ve dediler ki, biz risk görüyoruz, dolayısıyla bu haliyle bu krediye vermemiz bankalarımızı riske atmak anlamına gelir dediler ve bu krediyi vermeme kararı verdi bankalar.
ÜMİT SEZGİN- Peki efendim, bir de borç yapılanma devam ediyor, 1 ay uzaktık. Herhalde Cumhuriyet tarihinin en büyük yeniden borç yapılandırması.
ALİ BABACAN- Tabi, çok da iyi gördü yani.
ÜMİT SEZGİN- Toplam rakam ne bekliyorsunuz, son 3 dakikaya girdik?
ALİ BABACAN- Aynı özelleştirmedeki gibi benim arkadaşlarımıza verdiğim talimat sıfır...
ÜMİT SEZGİN- Bitsin öyle mi?
ALİ BABACAN- Bizim bütçemize bir kuruş koymadık bununla ilgili, yani 1 kuruş gelir varsaymadık. Şimdi yeniden yapılandırılan borca baktığınızda rakamlar yüksek gibi görünüyor, mesela 3 milyon kişi Maliye tarafında, 2 milyon kişi Sosyal Güvenlik Kurumu tarafında yeniden yapılandırma için müracaat etmiş. Şimdi 1 ay daha uzaktı ki, bu bir ay son, çünkü kanunun hükümete verdiği bir yetki vardı, sadece tek bir defa 1 aylık uzatma yetkisi. Biz bu yetkiyi şimdi sonuna kadar kullanmış olduk, bir daha Hükümet olarak yetkimiz de yok, çünkü kanun orada bitiyor, onu da kullandık. Şimdi orada başvurulan ve yeniden yapılandırılan rakamlara baktığımızda rakamlar yüksek gibi görünüyor. Ama biz Hazine’ye giren nakitte bakarız. Adam geliyor çünkü imzayı atıyor borcunu yeniden yapılandırıyor. Daha nakit ödeme çok az. Bakalım bir görelim o atılan imza, bir ödeme planına imzayı atıyor. O ödeme planındaki o takvime göre ödemeyi kim ne kadar yapacak, kimden ne kadar tahsilat yapacağız, bir görelim. O para bir kasaya girsin, ondan sonra ne yapılacağına karar vereceğiz ki burada tabi birinci tercih bunun borç ödemesinde kullanılmasıdır. Ama bir kısmı da böyle alt yapı için, yani Türkiye’nin rekabet gücünü artıcı, özel sektörümüzün işini kolaylaştırıcı bazı alt yapı projelerine de bunun bir kısmı yönlendirebilir, hepsi değil ama bir kısmı. Dolayısıyla, iki tane de kullanım sahası var. Biz duruma göre, toplam tahsilat nakit olarak kesinleştikten sonra ancak cevap vereceğiz. Çünkü, kurumlarımızın açıklamaları var, bakanlarımızın açıklamaları var. Ama o açıklamalar hep sadece altına bir imza atılan kağıttan ibaret. Asıl ben kasaya giren paraya bakarım.
ÜMİT SEZGİN- Para gelsin, ondan sonra bakarız diyorsunuz.
ALİ BABACAN- Para bir gelsin kasamıza girsin ondan sonra ne yapacağımıza karar veririz ve o ancak her ay sonunda kasaya nakit giriş sağlandıktan sonra açıklanacak bir rakam olacak.
ÜMİT SEZGİN- Peki Sayın Bakan, son dakikaya girdik, seçime ilişkin hiçbir şey soramadım, vakit kalmadı. Hiç olmazsa şunu sorayım: Seçimden sonra aynı Bakanlığa talip misiniz, çünkü siz daha önce Dışişleri Bakanlığı yaptınız, Başmüzakereci oldunuz. Mesela yeniden öyle bir bakanlık beklentiniz, düşünceniz?
ALİ BABACAN- Bizim şöyle: Sayın Başbakanımızla ilişki şeklimiz çok farklı, yani ben şimdiye kadar hiçbir görev için hiçbir şekilde talip olmadım. Yani bakanlar kurulu kurulurken Başbakanımız bir liste hazırlıyor, bir görevlendirme yapıyor, ondan sonra basının karşısına çıkıyor okuyor, biz o zaman öğreniyoruz ne olduğunu. Dolayısıyla, bu seçimden sonra oluşacak tabloya göre yine Sayın Başbakanımız bir liste hazırlayacaktır. En son tabi Sayın Cumhurbaşkanımızın da onayıyla, hani 2 imzayla oluyor.
ÜMİT SEZGİN- Siz memnun musunuz koltuğunuzdan, onu sorayım en azından?
ALİ BABACAN- Şöyle yani, bunu ben hiç koltuk falan diye de öyle görmüyoruz biz bunu, yani bu gerçekten ciddi ağır bir sorumluluk, ağır bir yük, ağır bir vebal aynı zamanda. Hani Başbakanımız bu işi yap, bu işe bak dediği için şu anda yapıyoruz, bakıyoruz. Biliyorsunuz ben tamamen iş hayatındayken, tamamen ticaretle uğraşan, 3. nesil ticaretle uğraşan bir aileden davet üzerine işte geldim şimdiye kadar bazı görevlerde bulunduk. Bundan sonrasıyla ilgili artık seçimden sonraki o dönemdeki tabloya göre, o dönemdeki ihtiyaca göre herhalde Sayın Başbakan bir görevlendirme listesi yapacaktır. Hani kabinede oluruz-olmayız, yaparız-yapmayız, bunlar çok çok şey değil açıkçası. Çünkü gerçekten iyi bir ekip var, çok sayıda arkadaşımız var. Yani ben bu siyasette şeye de önem veriyorum, yani belli sürelerden sonra biraz gençlere, yeni nesillere yol açmak da lazım yani. Çok böyle uzun süre, artık yıllar süren görevler, aynı pozisyonda durmalar da çok sağlıklı da değil.
ÜMİT SEZGİN- Yüzde kaçın altını başarısızlık sayarsınız kendi Partiniz adına? Süremiz bitti, son soru bu.
ALİ BABACAN- Şimdi kamuoyu yoklamalarına bakıyoruz, bizim partimiz için böyle yüzde 47 ile 51 arası rakamlar iniyor-çıkıyor dolaşıyor. Ama son gün son dakika sandıkta halkımız karar verecek ne olacağına. Yani burada bizim…
ÜMİT SEZGİN- Ama buradan şunu anlıyorum: Yüzde 47’nin altını başarı saymazsınız.
ALİ BABACAN- Ama bizim daha önce biliyorsunuz ilk yüzde 34’le başladık. Ondan sonra genel seçimlerde 2007’de yüzde 47. Arkadan bu referandumda tek savunan parti olmamıza rağmen evet’i, yüzde 58’lik bir evet çıktı. Öte yandan bir de arada tabi yüzde 39’a geri düşüşümüz oldu bu yerel seçimlerde biliyorsunuz, 2009 yerel seçimlerinde 47 tekrar 39’a düştü.
ÜMİT SEZGİN- Yönetmenim kızıyor, rakam istiyor. Süremiz bitti, vermeyeceksiniz bir rakam o zaman?
ALİ BABACAN- Yani ben şimdiye hiç söylemedim, böyle bir rakam telaffuz etmedim.
ÜMİT SEZGİN- Çok teşekkür ediyorum, çok sağ olun, ağzınıza sağlık. Size başarılar diliyorum.
ALİ BABACAN- Ben teşekkür ediyorum, sağ olun.
ÜMİT SEZGİN- Efendim Sayın Bakanı dinledik. Dünya sıkıntıda, inşallah biz o sıkıntıya hiç düşmeyeceğiz.
Görüşmek üzere, iyi akşamlar.
http://www.hazine.gov.tr/irj/portal/anonymous

http://www.hazine.gov.tr/irj/go/km/d...K_12052011.doc

 

EZEL isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
webmaster blog çarşamba pasta