07-24-2011, 18:55 | #1 |
Deccaliyet'in Kör Ettiği Gözler: Mülk ve Mücadele [Ozan Güzel]
Her söze olduğu gibi buna da Yaratan Rabbimin adıyla başlarım…
Allah, insanoğluna adaleti temin ve teraziyi dengede tutması için akıl bahşetmiştir. Bu, insan için nizam belirleyen Allah’ın adaletinin gereğidir. Vahyin nazil olan ilk ayetlerinde okuma emriyle birlikte insana hayatı, yaratılışı, kâinattaki nizamı ve insanın bizatihi kendisini okuması, anlaması ve bütün bu değerleri bir araya getirmesi emredilmektedir. İnsan iki göz sahibidir. İki gözle hayatı görüp ona bir anlam vermektedir. Bir gözün eksikliğini bu durumu yaşamayan biri olarak tarif edebilmek haddim değil belki de, ama bu durumu anlayabilir, anlamlandırabilirim. Söylemek istediğim şu ki, nasıl fiziki olarak bir gözümüz eksik iken dünyaya yarım bakıyor ve çevremizi o an için eksik görüyor isek, manevi gözlerimizden birini kör ettiğimiz takdirde de hayata o denli eksik bakıp olayları yarım okuruz. Nasıl ki, yarım doktor candan yarım imam imandan eder, bu bakıştaki eksikliğimiz de bizi hayatın gerçeklerinden adım adım uzaklaştırır. Dolayısıyla bu, son derece tehlikeli bir durumdur. Bir gözün kapalılığı olayları tek yönlü, tek taraflı değerlendirmenin ve bu nedenle hatalar zincirini başlatmanın yanında sapılan yanlış yolda ısrarı ve geri dönüşü olmayan bir saplantıyı da beraberinde getirir. Vahyin üzerinde genişçe durduğu, yüzeysel olarak geçmediği iki konuyu örnek olarak ele almak yerinde olacaktır: Mülk ve Mücadele (Cihad). Kimisi için Cihad sadece kıtalden yani savaştan ibarettir, kimisi için de içinde savaş olmayan hayatın içindeki birçok mücadele yönteminin toplamıdır. Kimisi için mülk salt bir şekilde mal, para ve sahip olunan bütün menkuller anlamına gelirken, kimisi de olaya sadece yerlerin ve göklerin hâkimiyeti olarak bakmaktadır. İnsan “Nereden uyduruyorsunuz?” demeden edemiyor. Bu yaptığım ayrımlar kendi kanaatimce bir araya getirildiğinde doğru yorumlardır, lakin bu kavramlara çok daha farklı anlamlar yükleyip işi çığırından çıkararak yozlaştıranlar hiç de az sayıda değil. Bu durumda feraset sahibi, had sahibi, nizam sahibi ve bu kavramların ehli olması gereken Müslümanlar, hayatı çok yönlü okumalı, hikmetle bu kavramların tüm anlamlarını birleştirip aynı potada eritmelidirler. Hiç şüphesiz bu, Tevhid inancının Müslümanlara yüklediği bir misyondur. Tek yönlü bakışı belki de en güzel özetleyecek olan “Deccaliyet” kavramıdır. Hz. Peygamber’in ashabına aktardığı ve uyardığı bu kara belanın bir özelliği de tek gözlü olmasıydı. Bizim de bu kavrama tek gözle bakmamamız adına bunun tek özellik değil, sadece bir özellik olduğunu önemle belirtmek gerekir. Bu noktada beni aşacak ve tarih boyunca hiç de kolay olmayan bir konuya, yani hadis konusuna kısaca değinmekte yarar var. Uydurma hadislerin ayıklanması ve sahih hadislerin mevcut şartlar altında ele alınarak günümüz dünyasında ifade ettikleri anlamların açıklanması hiç de kolay bir iş değil, üstelik Müslümanların birçoğu bu konuda net bir çizgi ve usûl sahibi değiller. Dolaysıyla hadis konusunda sıkıntı devam ediyor. Bunun yanında anlayamadıkları hadisleri reddedenlerin sayısı oldukça fazla. Deccal ile ilgili hadisler de bu şekilde reddediliyor. Ancak Muhammed Esed’in konuyla ilgili yaptığı yorum bir hayli tatmin edici. Bu noktada inancım gereği mitolojik bir olguya ve sadece gelecekte var olacak ve bir anda ortaya çıkacak mitolojik bir yaratığa inanmadığımı belirtmek isterim. Zira Hz. Peygamber’in konuyla ilgili hadisinde sözünü ettiği gibi, “Deccal” kavramı geçmişten günümüze, bir başka ifadeyle ilk insandan insanlığın sonuna kadar var olacak en büyük fitnedir. “Hz. Âdem'in yaratılışından itibaren kıyamete kadar geçen süre içerisinde Deccal’dan daha büyük bir hadise/fitne yoktur.”(1) Esed’in yorumu şekilde: “Dünyanın en uzak köşesinde konuşulan sözleri duyabilecek, tek gözüyle sınırsız uzaklıklarda olan şeyleri görebilecek, gökyüzünde uçacak, yer altından altın-gümüş fışkırtacak, istediği zaman yağmur yağdırıp ekinlerin yeşermesini sağlayacak, dilediğini öldürecek, dilediğini sağ bırakacak. Öyle ki, imanı zayıf olanlar bu durumu görüp Deccal’ın bizzat Tanrı olduğunu sanacak ve önünde secdeye kapanacaklar. Ama imanı sağlam olanlar onun alnındaki münkir yazısını okuyacak ve onun yeryüzü imtihanından başka bir şey olmadığını anlamakta gecikmeyecekler... Bu mesele tamamı tamamına bugünkü teknolojik medeniyeti tasvir ediyor. Tek gözlü; çünkü hayatın sadece bir yanını, maddi yanını görüyor, manevi yanından haberi yok. Mekanik harikaları sayesinde insanın Allah vergisi duyularıyla göremeyeceği şeyleri görüp, işitemeyeceği şeyleri işitmesini sağlıyor. Baş döndürücü bir hızla mesafeleri fethediyor. Teknolojik büyülerle suni yağmurlar yağdırıp istediği ürünü, istediği verimde yetiştirebiliyor, yer altından inanılmaz zenginlikler bulup çıkarıyor, bilimsel terörü ve savaş teknolojisiyle bir yandan hayatı ortadan kaldırıyor bir yandan da tıbbi buluşlarıyla ölüme mahkûm görünenlere hayat bahşediyor. Ve maddi planda o kadar ve öylesine göz alıcı gözüküyor ki, imanı zayıf olanlar bu bahşedici, bu alt edilmez güç karşısında aciz ve hayran kalıp neredeyse onun Kadir-i Mutlak bir mabut olduğuna inanmaya başlıyorlar. Ama gerçek Yaratıcıya olan imanlarını koruyanlara gelince, onlar açıkça görüyorlar ki, bu Deccalsı güce bel bağlayıp ona sığınmak, Allah'ı inkâr ya da Allah'a ortak koşma anlamına geliyor.”(2) Muhammed Abduh, Deccal’ı hurafelerin, yalancılık ve kötülüklerin sembolü olarak görür. Muhammed el-Behî ise Deccal’ın çıkışını, toplumda fesat ve anarşinin yaygınlaşması ve materyalizmin hâkimiyet kurması olarak değerlendirir ve “Deccal zirveye çıkacak olan materyalizmin sembolüdür” der. Said-i Nursi ise “Deccal gibi bir tek gözü taşıyan kör dehâ”(3) diyerek Batı medeniyetlerini eleştirir. . Tek gözü kör anlamına gelen Arapça “a’ver” kelimesinin “içinde asla hayır bulunmayan kimse” için de kullanılması, bize tek gözlülüğün asla hayır getirmeyeceği yönünde verdiği mana itibariyle oldukça dikkat çekicidir. “Onlar bu dünya hayatının yalnız görünen yüzünü tanırlar, ahretten/ebedî ve nihaî olandan ise tamamen habersizdirler” (Rum: 7) Tek gözünü kör edenlerin indirgeyip asıl manasını daralttığı ve kelime üzerinden kargaşa başlattığı bir Kur’anî kavramdır Cihad. Küçük-büyük diye ayrılır, nefisle mücadeleye indirgenir veyahut sadece savaş meydanlarında orduların görevi olarak anlamlandırılır. Kimisi için ise hayatın tamamında yer alan ve kendisince tanımladığı bir çeşit mücadeledir. Oysa “Cihad” kavramı, kişinin kendi nefsi ile mücadelesinden yeri geldiğinde canını ortaya koymasına kadar bütün mücadeleleri kapsar. Yeri geldiğinde bireysel yeri geldiğinde ise toplumsal bir hadisedir. Kişinin veyahut toplumun sürekli teyakkuz halinde olup Allah’ın otoritesini yeryüzünde hâkim kılma mücadelesinin tamamını kapsayan eylemlerin tümünü içine alır. Vahyin kavramsal olarak dayandığı iki ana kolon olan Tevhid ve Adalet kavramı ile Mülk’ün yalnızca Allah’a ait oluşunu yeryüzünde işlevsel hale getirmek için verilen toplumsal veya bireysel bütün mücadelelerin adıdır Cihad. Bütün mazlumların her an ve gerektiğinde yanında olabilmek ve bütün fenalıkları def edip bütün haksızlıklara karşı yükseltilecek seslerin mücadele çizgisini ve ahlakını belirleyen Kur’an’ın, bu eyleme “cihad” adını vermesi, bunun, Müslüman toplumun en önemli vazifelerinden biri olduğunun da ortaya koymaktadır. “Şüphesiz iman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler; işte onlar, Allah'ın rahmetini umabilirler. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.” (Bakara: 218) “İman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerin Allah katında büyük dereceleri vardır. İşte kurtuluşa ve mutluluğa erenler bunlardır.” (Tevbe: 20) Cihad, kişinin gücünün ve konumunun yettiği şekilde canı dâhil sahip olduğu bütün unsurları harekete geçirmesiyle gerçekleştirebileceği bir eylemdir. Salt belirsiz bir mücadeleye indirgenip savaştan soyutlanamaz, aynı şekilde sadece savaştan ibaret kılınamaz. “MÜ’MİNLERDEN bir mazereti olmaksızın mücadeleden kaçınanlarla Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler bir olamaz. Allah, mallarıyla ve canlarıyla elinden gelen çabayı sarf edenleri mücadeleden kaçınanlardan daha yüce bir mertebeye çıkarmıştır. Allah, bütün Mü’minlere nihai güzellikler vadetmesine rağmen, yolunda üstün gayret harcayanları yerinde sayanlara muhteşem bir ödül vaadiyle üstün tutmuştur.” (Nisa: 95) İndirgenip bağlamından koparılmaya yüz tutan bir diğer kavram da “Mülk” kavramıdır. Bu kavram bize salt olarak para ve kıymetli malları çağrıştıracak bir kavram değildir. Aksine mutlak hâkim olan Allah’ın yerlerin ve göklerin yegâne hâkimi ve mutlak otoritesi olduğunu ve herkesin tüm yaptıklarıyla yeniden O’na dönüp hesap vereceğini ifade eden bir kavramdır. “Göklerde ve yerde var olan bütün yaratıkların, kanatlarını yayarak uçan kuşların, (hepsinin) Allah’ın sınırsız kudret ve yüceliğini dile getirdiklerini görmüyor musun? Gerçek şu ki, Allah’a nasıl yönelip niyaz edeceklerini, O'nun yüceliğini nasıl dile getireceklerini (bunların) hepsi bilmektedirler ve Allah da onların edip eylediği her şeyi tam olarak bilmektedir. Çünkü göklerin ve yerin egemenliği/mülkü Allah’a aittir ve bütün yollar Allah'a varmaktadır. (Nur: 41-42) Tek gözlü bakışların getirisi ve götürüsü bir yana, Mülk Allah’ındır. Otoritenin tamamı ve onun yarattığı kâinattaki her şey O’na aittir. Dünya nimetleri de insanlık ailesinin ortak hizmetindedir ve Allah’ın sunduğu bu nimetler eşit şekilde değerlendirilmelidir. Ve yine tüm sistem ve otoritelerden kurtulmak, otoritenin tamamını Allah’a mahsus kılmak için mücadele edilmelidir. Deccaliyet’in insanlıkta açtığı derin yaralardan ve oluşturduğu tahribattan sakınarak, tek gözlü bakıştan ve bu bakışın kurduğu hâkimiyetten kaçınmak için mücadele şarttır ki, bu da ilahi manifestonun ısrarla üzerinde durduğu bir konudur. Cihad ayağa kaldırılarak öz anlamı ve bütün yönleriyle topluma ve hatta toplumlara sirayet edecek, Mülk’ün de yalnızca Allah’a ait olduğunu yeryüzünde fiilen gösterecektir. Bu durumda sadece kavramlara tek gözlü/tek yönlü bakmanın yanında Kitab’ın bütününe de tek boyutlu bakmaktan kaçınılmalı ve bütün kavramların birbirleriyle alakalı olduğu ve birbirlerini tamamladığı göz ardı edilmemelidir. Bu şekilde belirli kavramlar üzerinden oluşturulan dar hareket alanlarından çok Nebevî davanın çizdiği şekilde bütüncül ve tamamlayıcı bir yol belirlenecektir. Rabbim hepimize tek gözlülüğün yol açtığı ve yol açacağı fitnelerden korunup arınmayı nasip etsin... Dipnotlar: 1- Müslim, Fiten, 126 2- Muhammed Esed, Mekke'ye Giden Yol, s. 383 3- Said-i Nursî, Lem’alar
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
07-24-2011, 19:19 | #2 |
hay sen çok yasa...
Dün gece okumuştum bu yazıyı kopyalamak zor gelmişti... Güzel bir yazı tavsiye ederim... |
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|