![]() |
#1 |
![]() HAYVANLAR ÂLEMİ-2 ALPEREN GÜRBÜZER YARASA Bakmayın onun öyle kör gözlüm olmasına. En üst seviye diyebileceğimiz radar sistemine sahip programı sayesinde gören gözlere taş çıkartacak cinsten bir hayvan. Nitekim kanatlarıyla yaydığı dalgaların etrafındaki nesnelere çarpması sonucunda yansıyan ses dalgaları hem avını yakalamaya yetiyor hem de yönünü (ekolokasyon) belirleyebiliyor. Üstelik beslenme adına çıkarttıkları sesler yirmi binin üzerinde ultrasonik ses dalgaları oluşturduğu için insanlar tarafından çoğu kez duyulmamaktadır. Beslenmesi genellikle sinek türü zararlı böcekler olup geceleyin ortaya çıkarak rızkını düzenli uçuşlarıyla gerçekleştirirler. Hatta bir saat içerisinde 300 civarında böcek avlayabiliyorlar. Böylece çevreye de çok faydalı bir hizmette bulunmuş oluyorlar. Yarasaların bir de kan emen türleri var ki, bunlar için özellikle sıcakkanlı hayvanlardan at ve sığırların kanları iyi bir gıda olmaktadır. Öyle ki vampir yarasalar üst üste ardı sıra kan içmediği zaman ölebiliyorlar. Mekânları ise karanlık mağaralardır. Yarasalar aynı zamanda hemen hemen dünyanın her tarafında sürüler halinde göç ederek yaşayabilen doğurgan hayvanlardır. Bunlarda yazın faal olup kışın ise kış uykusuna yatarak hayatlarını idame ederler. Uyurken de baş aşağı uyumaktalar. Çünkü bu pozisyon beyne kan gitmesini sağlamaktadır. Üremeleri çiftleşme şeklinde olup erkek ve dişi yarasalar sadece izdivaç durumlarda bir araya gelmekteler. Doğurduğu tek bir yavru birkaç haftaya kalmadan uçuş kabiliyeti kazanabiliyor. Hayat süreleri ise 20 yılı bulmaktadır. ÖRDEK GAGALI PLATİPUS (Ornitorenk) Birisi çıkıp gelse dese ki bana bir hayvan gösterin ki hem memeli, hem sürüngen, hem de yüzücü özellikleri bir arada olan bir hayvan olsun. Tabii böyle bir teklif karşısında şayet hayvanlar âlemine ait bir ansiklopedi karıştırmadıysak, bak kardeşim bizimle dalgamı geçiyorsun der ve o adamla alay ederiz belki de. Evet, tüm bu özellikleri bir arada bulunduran hayvan var. Şayet onu kimi zaman kuşlar gibi kuluçkaya yatıp yumurtlarken, kimi zaman ördekler gibi gaga ve perdeli ayakları sayesinde suya dalıp solucan veya küçük balık avlarken, kimi zamanda memeli hayvanlarda olduğu gibi yavrusunu kucağına almış beslerken görürseniz sakın şaşmayın. Bu sözünü ettiğimiz kompleks hayvan Avustralya’da yaşayan ördek gagalı platipus(Ornitorenk)’dur elbet. Bir elde on marifet sözü sanki bunun için söylenilmiş. Savunma silahı bile var. Ayak ektremitelerinin altında zehirli dikenleri sayesinde bir çırpıda düşmanını bertaraf edebiliyor. Ayrıca ayaklarının kuşlarda olduğu gibi tırnaklı olması gerek nehirlerin tabanında gerekse yer altında bir köstebek misali toprağı eşeleyip kanal açabilme avantajı sağlayabilmektedir. Böylece kazdığı yerlere veya çukurlara yumurtalarını bırakıp kuluçka süresinin tamamlanmasıyla birlikte yavrularını dünyaya getirme imkânına kavuşurlar. Peki, bu kadar pek çok özelliği bir arada barındıran bu hayvanı sınıflandırırken hangi sınıfa dâhil edeceğiz sorusu geldiğinde, Zoologlar yavrusunu sütle beslediğinden hareketle memeli grubuna dâhil etmişlerdir. Böylece bu sınıflandırmayla iki arada bir derede kalmaktan kurtulmuş oluruz. TAVUK YUMURTASI Yumurta deyip geçmemeli, incelendiğinde harika bir sanat eseri karşısında olduğumuzun farkına varırız. Yumurtaların dış kabuğu 15 bin adet mikroskobik gözeneklerle donatılmış. Tabii gözeneklerin olması mikropların girmesi için kolaylık gibi görünse de, hiçte göründüğü gibi değil. Çünkü gözenekler protein yumağıyla kaplıdır. Dolayısıyla her türlü enfeksiyona karşı geçit verilmemektir. Yine aynı gözenekler muhtemel darbeler karşısında yumurta kabuğuna esneklik sağlayıp bir çırpıda kırılmasının önüne geçmektedir. Keza uç kısmının sivri, alta doğru, ya da yassı halde küremsi yapılı olması yumurta kabuğuna dayanıklılık kazandırmaktadır. Böylece civciv için yumurtanın iç kısmı karanlık bir mahzen olmamakta, bilakis beslenmesi için her ne ararsan cinsten diyebileceğimiz mineral ve vitamince zengin bir ortam oluşturup, embriyolojik gelişimini tamamlayacağı iyi bir mekân olmaktadır. Yani bu mekân hayat kaynağı görevi yapmaktadır. Dış âlem bir planın eseri yaratıldığı gibi iç âlemde yumurta akı ve sarı renkli sıvı ile dolu bir başka âlem olarak göz doldurmaktadır. Yani iç ve dış birbirini tamamlamaktadır. Yumurta akı malum civciv için su kaynağıdır. Sarı renkli sıvı (vitellüs) ise protein ve vitamin içerikli olup, civcivin beslenmesi için hazırlanmıştır. Peki, civciv bu karanlık oda da nasıl nefes alıyor? Cevabı gayet basit, başta da belirttiğimiz üzere gözenekler sayesinde hava alıp dışarı karbondioksit salıvermek suretiyle. Belli ki fiziki kurallar yumurta içinde geçerli bir kanun. Şöyle ki; adına diffüzyon denilen yayılma yöntemi sayesinde az yoğunluklu oksijen molekülleri daha yoğunluklu karbondioksit moleküllerin çekim etkisi altına girerek gereken işlem tamamlanmaktadır. Tavuğun kuluçka dönemi rast gele bir sayı ile endeksli olmayıp tam tamına 21 gündür. Yani civcivin yumurtadan çıkışı 21 sayısıyla programlanmış. Civcivin embriyolojik gelişimi belli bir hesabın neticesinde alacağı oksijen ve tüketeceği karbondioksit önceden belirlenmiştir. İnsanoğlunun çoğu kez planladığı şeyler fiyaskoyla neticelense de, bu civciv olunca yumurtanın ebadında en ufak bir değişiklik olmaması bir ölçüyü ortaya koymaya yetiyor artıyor da. Bu bakımdan son derece düşündürücü bir mucizevî nizam karşısında gıptayla Allah demekten başka ne diyebiliriz ki. Ayrıca kuluçka süresince yumurtanın su kaybı % 16’dır. Bu %16’lık su kaybı civcivin yumurtadan çıkacağı zaman başını bir boşluk içerisinde hareket ettirip kabuğu kırmak için düşünülmüş bir tasarımdır. Hatta nemli ortamlarda yumurta kabuğundan su buharını atmak zor olacağından Allah-ü Teala su buharını tasfiye edecek derecede yumurtaları kodlamıştır. Böylece her halükarda bu program gereği civciv delik açıp yumurtadan rahatlıkla çıkabilecek duruma gelebilmektedir. Derken yumurtadan çıkar çıkmaz yürüyüp annelerinden her hangi bir eğitim almaksızın yem bile aramaya koyulabilmekteler. Bu arada şunu belirtmekte fayda var; tavuklarda bir anne yüreğine sahipler. Civcivleri koruma süresince tehlike sezdiğinde gerektiğinde canı pahasına da olsa hayatını feda edebiliyorlar. Ayrıca Avustralya’da Mallee adında bir erkek tavuk var ki neslini devam ettirmek adına mezarımsı çukur kazmaktadır. Çukura dişi tarafından yaklaşık 30–35 kadar yumurta bırakılmaktadır. Anne tarafından yumurta bırakılması iyi hoşta bunların belli bir ısıda kalmasını gerektirmektedir. İşte bu noktada erkek tavuk hiç üşenmeksizin kum, toprak, bitki parçaları her ne varsa gerekli lojistik malzemeleri taşımaktan geri kalmamaktadır. Dolayısıyla içimizden gel keyfim gel diyensimiz geliyor. Zira dişi tavuklar bu konuda çok rahatlar. Niye rahat olmasınlar ki nasıl olsa çukurların başında gece gündüz 2 aya süreli bekleyen erkek tavuklar var. Keşke her baba Mallee tavuğunun babası gibi olsa da gerçek anlamda “Cennet anaların ayağının altında” hadisi şerifi bir başka mana kazanabilse. FLAMİNGO Flamingolar hem uzun ve ince bacaklara sahip, hem de uzun eğri bir boyuna sahip, ördek ve kaz benzeri tüyleriyle dikkat çeken rosa renkli bir kuş cinsi hayvandır. Geniş perdeli ayakları sayesinde tek ayak üzerine durmakta, hatta uyuyabiliyor da. Ördek ve kazlardan bariz farkı tüylerinin yedikleri gıdalara veya karotin miktarının azlığı ve çokluğuna bağlı olarak renk almasıdır. Böylece onu seyre dalanların zihninde pembemsi harika renk cümbüşü diyebileceğimiz kanatlı hayvan olarak yer edecektir. Demek ki işin sırrı karotin renk maddesinde gizliymiş. Yani karotin miktarı az ise kırmızı tondaki renkler beyaz olmakta, çok ise doğal rengine bürünmekte. Mesela Flamingonun yediği gıda karides ise karanfil renk almaktadır. Keza onu ilginç kılan bir başka özellikte kıvrık gagalarıdır. Nitekim kıvrık gagaları sayesinde adeta sağlı sollu hareketlerle suyu vakumlayıp filtre edebiliyorlar. Böylece su içerisindeki minicik canlılar ona gıda olmaktadır. En dikkat çeken yönleri ise beslenme uğruna su içerisine başını suya daldırarak suyu bir radar gibi taramasıdır. Derken süzdüğü suyu dışarı tahliye etmek suretiyle kendisi için gereken rızka kavuşmuş olmaktadır. Üstelik bu işlemi çamurlu suda narin tüylerini kirletmeksizin gerçekleştirdiği gibi, aynı zamanda bir çamur yığınları üzerine yumurtlayabiliyor da. BALIKLAR Bizler uykudayken üzerimize su damlasa hemen uyanıveririz. Oysa balıklar öyle değil, yaşadığı ortam su olması dolayısıyla suda rahat rahat uyuyabiliyorlar. Ta ki su türbülansı olduğunda uyanmaktalar. Malumunuz Afrika’nın kavurucu sıcaklarında sular çekilip yerini kuraklığa bırakmaktadır. Bu durum elbette göz ardı edilemezdi. Bu yüzden burada yaşayan balıklar akciğerli yaratılmışlardır. Öyle ki yazın sular çekilince akciğerli balıklar kendilerini derenin çamuruna gömüp koza şeklinde yuvasında yaşayabiliyorlar. Hatta inşa ettiği yuvanın tepesinden bir havalandırma aspiratörü açarak nefes almaktalar. Bu arada yağmurlu havalarda önceden vücudunda depo ettiği yağlar sayesinde yuvasında birkaç ay canlılığını nötr halde korumasını bilecektir. Ne zamanki yağmurlu mevsimler başlar o zaman tekrar dirilişe geçeceklerdir. Bazı balıklar var ki ne pulu var, ne çenesi, ne de yüzgeci var. Varsa yoksa sabit bir ağzı mevcut. Bu balık taş-emen balıktan başkası değildir. Tabiî adı taş-emen, ama gerçekte taş filan emdiği yok. Sabit ağzı sürekli açık olduğundan dili üzerindeki bıçak görevi yapan dişleriyle avına tutunup öyle besleniyorlar. Yani bu donanım sayesinde gözüne kestirdiği balık avlanmaktan kurtulamamaktadır. Solunumu ise her zaman ki gibi solungaçlarla olmakta, ama diğer balıklardan farklı olarak solungaçlar ağız kısmında değil vücuduna konumlandırılan keseler içerisindedir. Belki de böyle donanıma sahip olmasaydı kanını emdiği hayvanı bırakmak mecburiyetinde kalacaktı. Bu arada keskin dişleri veya keskin dilinin yanı sıra kendini savunabilmesi içinde vücudu her an yapışkan sıvı halde hazır tutulmaktadır. Demek ki fiziki olarak garip gibi görünse de aslında güçlü olduğu anlaşılmaktadır. Allah garipleri sever zaten. Bazı balıklar var ki oltalarıyla avını avlamaktalar. Başında tel tel etten yapılı çıkıntılarının ucunda kancaları vardır. Avını yuvasının önünde pür dikkat bekleyip, tuzağa düşürmenin derdindedir. Nitekim kancaları solucan zanneden küçük balıklar ağızlarına alınca neye uğradıklarını şaşkınlığı içerisinde yutuluverirler. İşte bu sözünü ettiğimiz balıklar bilim dünyasında kurbağa balığı olarak bilinmektedir. Balıklar yumurtlayarak üredikleri gibi köpek balıkları, balinalar, yunus balıkları ve kıkırdaklı balıklar gibi balıklar da doğurarak üremekteler. Yumurtlayarak üreyen balıkların izdivaçları ise tam bir romantik figürler eşliğinde geçmektedir. Öyle ki su içerisinde erkek ve dişi balıklar yüzgeçleri veya vücudundan saldıkları birtakım sinyallerle birbirlerini cezp etmekteler. Böylece dişi balıklar oldukça romantik olan bir ortam eşliğinde yumurtalarını suya bırakmak zorunda kalırlar. Derken erkek balıklarda spermalarını göndererek döllenme hadisesi burada tamamlanmış olur. Gerçekten tefekkür anlayışı doğrultusunda düşündüğümüzde minicik spermlerin engin denizlerde veya akan sularda yumurtayı bulması olayını başlı başına mucizevî rabbaniye olarak ancak izah edebiliriz. Bazı balıklar ise spermalarını su içerisine bırakmaktan ziyade dişilerin yuvalara yumurtasını bırakmasını sağlayacak yuvalar hazırlamayı tercih ederler. İlginçtir döllenen yumurtalar daha birkaç ayı bulmadan kabuğundan çıkan küçük balıklar hiçbir eğitim almadan derhal yüzmeye başlayıp avlamaya koyulurlar. Belli ki onun eğitimi Yüce Allah tarafından önceden ilham edilmiş olsa gerek ki tereddütsüz kendilerini derin sulara daldırmaktan hiçbir güç engelleyememektedir. Yine kedi balıkları diye bilinen erkek balık türleri var ki yumurtaları ağızlarında taşımaktadırlar. Ta ki yavrular dünyaya teşrif edene kadar bu durum büyük bir titizle devam etmektedir. Bir başka ilginç balık ise oltalı balıktır. Erkek oltalı balık ergin hale geldiğinde vücudunu kendi cinsinden dişi balıkla birleştirip tek bir vücut halde bir arada hayat geçirirler. Erkek balık doğurur mu sorusu sorulsa verilecek cevap elbette hayır olacaktır. Fakat istisnai bir durumda olsa böyle bir balık var. Şöyle ki dişi balık erkek balığa; “Benim görevim yumurtlayacağım yumurtayı senin üreme kesene bırakmak olup, bundan sonrası sana kalmış” bir imayla 'hadi bana eyvallah' deyip uzaklaşmakta. Neyse ki baba üreme kesesinde bir müddet beklettiği yumurtalarının larvaya dönüşmesiyle birlikte 6–8 hafta sonunda yavrularını dünyaya getirmenin sevincini yaşamaktadır. İşte bu sözünün ettiğimiz denizatından başkası değildir. Demek ki erkeklerde doğurabiliyormuş pekâlâ. Yıllık bitkiler olduğu gibi yıllık balıklarda vardır. Yani ömürleri bir yıllıktır. Nitekim denizatları ve golyan balıkları kaya, dere ve ırmaklarda mesken tutan yıllık balıklardır. Sular kesilince ister istemez ömürleri de tükenmektedir. Neyse ki yağmurların yağmasıyla birlikte çamur içerisinde saklı tutulan yumurtalardan çıkan yavru balıklar ebeveynlerinin neslini devam ettirmek üzere hayata merhaba demektedirler. Bazı balıklar var ki denizin 450 metre derinliğinde tenha yerlerde yaşamaktalar. Tenha yerler olması dolayısıyla bedenleri güçsüzdür. Bu yüzden yiyeceklerini ilk fırsatta kaçırmamaları gerekmektedir. Ki; zaten öyle de yaratılmışlardır. Rabbül âlemin sıfır ihtimalde olsa yiyeceğini garantiye alması için ağızlarını vücutlarından büyük yaratmıştır. Hatta denizin derinliklerinde yaşayan bu balıkların vücutlarının her iki yanında ışık saçan uzuvlar yerleştirilmiş ki kendi aralarında tanışıp kaynaşsınlar ve böylece üreyebilsinler diyedir. Bilindiği üzere okyanusun dip kısımları zifiri karanlık içerisindedir, ama bir şekilde aydınlatılması gerekir ki söz konusu balık yol alabilsin. Nitekim Rabbül âlemin bu canlıya foto fosfor denilen aydınlatıcı organ takması sayesinde onu korumaya almıştır. Böylece vücuduna yerleştirilen fener maharetiyle mavi renk ışık yayarak hem kendini korumakta hem de rahatça dolaşabilmektedir. Bizler ilk lambayı bulan Edison’la övüne duralım, meğer bu balık yaratılışından buyana ışık saçıyormuş ta haberimiz yokmuş. Avustralya’da bir balık var ki suda yüzdüğü gibi su dışında da yürüyebilmektedir. Yani karada solungaçlar adeta ayak görevi yapmaktadır. Hatta bizde çok söylenen bir söz var ya “Hamsi kavağa çıkar mı “diye. Elbette çıkmaz, ama bu söz konusu balık alçak ağaçlara tırmanıp saatlerce konaklayabiliyor. Köpek balıkları korku filmlere konu olan balıklardır. En tipik özelliği deniz dibine batmaksızın dosdoğru ilerlemeleridir. Nasıl oluyor da batmıyor derseniz vücutlarında bulunan hava kesecekleri sayesindedir. Dolayısıyla sürekli hareket etmek zorundadır. Çünkü hareket ona manevra alanı kazandırıyor. Aksi takdirde denizin dibine çökme tehlikesiyle karşı karşıya kalıp, böylece solungaçlar arasında hava dolaşımı olmayacağından boğulacaklardı. Fakat bazı köpek balıkları denizin dibine çökseler de etkilenmezler. Hatta kış uykusunu geçirip tekrar baharda uyanıp işbaşı yapanlarda var. Netice itibariyle her iki durumda köpek balıklarının yüzgeç ve kuyruk kısmı su içerisinde türbülans oluşturduğundan diğer küçük balıkların arkası sırası takılmasına vesile olmaktadır. Yani bilmeden de olsa onlara bir noktada su içerisinde rehber oluyorlar. Özellikle remora diye tanımlanan küçük balıklarda köpek balıkların üzerine yapışarak seyahat etmekteler. Aynı zamanda köpek balıkları uzak mesafeyi görebildikleri gibi herhangi bir canlının kokusunu bile çok uzaklardan alabiliyorlar. Böylece milyonlarca deniz altında ölmüş canlılara ait artıklar bu sayede temizlenmiş oluyor. Balinalar dişli ve normal balina olmak üzere iki kategoride incelenirler. Dişli olanlar dişleri gelişmediği içindir bu ad verilmiştir. Olsun önemi yok dişin vazifesini gören üst çenelerinden sarkan inci diş tabakaları yeterince elek vazifesi gördüğü için diş olsa da olur olmasa da, zaten gerekte yoktur. Çünkü suyu emdiği zaman süzgeçten ancak planktonlar geçebilmekte, diğerleri ise otomatikman tasfiye olmaktadır. Böylece planktonlar balinaya gıda olmaktadır. Sonuçta her iki tür balina da okyanusu beraberce turlamaktar. Yine her iki türün kuyrukları kürek şeklinde olduğundan su içerisinde rahatlıkla yol kat edebiliyorlar. Hatta turladıklarında arkadaşlarından herhangi birinin başına bir şey gelse derhal yardımına koşmayı da ihmal etmezler. Bu arada balinaların her dalışlarında burun deliklerinden içeriye asla su kaçmaz. Çünkü su altındayken baraj kapaklarının kapanmasını andırır açılır kapanır kapakçıklar vardır. Yani su üzerinde açılabilen kapakçık su altında beslenme moduna geçtiğinde ise kapanıp nefes borusuna su geçmemektedir. Balinalaraynı zamanda deryayı umman misali okyanus ötesine kilometrelerce seyahat edebilen mavi derin suların mavimsi dev balıklarıdırlar. Öyle ki pusulasız 8 bin kilometreyi bulan bir seyahat gerçekleştirebiliyorlar. Keza Som balıkları da öyledir. Som balıkları nehirlere yumurtalarını bıraktıktan sonra deniz yoluyla okyanuslara açılmaktan geri durmazlar. Yumurtlama dönemi gelip çattığında ise tekrardan doğdukları nehirlere pusulasız bir şekilde sıla-i rahim yapabiliyorlar. Belli ki onun pusulası Kenan illerinde Yakup (a.s)’ın Yusuf’un kokusunu almasına benzer bir yöntemle gerçekleşmekte. Seyahatleri meşakkatli olsa da yolculuk esnasında hele bir çağlayan görmeye dursunlar hemen 4–5 metreyi bulan bir sıçrayışla kendine ziyafet çekebiliyor. Okyanusların belki de en hızlı balıkları yelkenli balıklardır. Florada yakınlarında ele geçen bir yelkenli balığın saatte 110 kilometre hızla yüzdüğü tespit edilmiştir. Belli ki ona hız kazandıran güç yüzerken yaklaşık 1 metrelik yelken kanatlarını katlayıp vücuduna yapışık kılmasından dolayıdır. Yani bir yandan yelkenler fora misali maraton hızıyla ilerlerken, diğer yandan durma esnasında yelken yüzgeçler tekrar eski konumuna geçip böylece alabora olmaktan kurtulabiliyorlar. Bir mürekkep balığı var ki; mürekkepli kalemle yazı yazarken kendini hatırlarız. Oldu ya düşmanı bir ahtapot misali kavramayacak bir boyda ise Allah’tan ümit kesilmez dercesine adına yakışır bir tavırla mürekkep püskürtüp hızla izini kaybettirebiliyor. Hatta öyle cinsleri var ki sudan fırlamasıyla havada uçması bir olmaktadır. Böylece adını en hızlı hareket edebilen hayvanlar arasına yazdırmaktadır. Bazı balıklar var ki; göğüs yüzgeçleri çok gelişmiş, aynı zamanda iç organlarında büyükçe hava keseleri bile mevcut. Kelimenin tam anlamıyla bu donanıma sahip özellikleri taşıyan balıkları uçan balıklar diye anarız. Andığımız bu uçan balıklar kendilerini savunmasız kaldıkları hissettiklerinde derhal kuyruklarını kuvvetli bir şekilde çırparak sudan fırlayıp yüzgeçleri havada kanat olmakta. Hatta uçuşları 200–300 metreyi bulmaktadır. Avrupa ve Kuzey Amerika'nın nehir ve derelerinde bulunan yüzlerce türden oluşan balıklar var ki doğup büyüdükleri vatanlarını terki diyar eyleyerek denizlere açılıp, oradan da hedef tayin ettikleri Atlas okyanusunun Sargasso denizine ulaşmaktalar. Sargasso denizinin tipik özelliği bolca yosun kaplı olmasıdır. Özellikle yumurtlamak için burası son menzil olmaktadır. Tabii sadece yumurtlamak değil kendileri içinde son menzildir. Derken görevini en iyi şekilde yapmanın huzuru içerisinde son duraklarında hayata veda ederler. Bu sözünü ettiğimiz nehir yılan balıklarından başkası değildir elbet. Ölümü pahasına gerçekleştirdiği bu seyahat belli ki ona has kılınmış. Bazı balıklar var ki elektrik üretmektedirler. İnsanoğlu elektriği bulmakla övüne dursun bunu yaratılışın gereği yapan balıklar bu işi çoktan halletmişler bile. Zira yumuşak başının her iki tarafına yerleştirilmiş kastan yapılı aküleriyle elektrik akımı üreten bu balıklar avını derhal şoklayıp öldürebilmekteler. Öyle ki 200–300 voltluk bir akımla düşmanı neye uğradığını farkına varmadan mevta olmaktadır. Mesela 650 voltluk deşarj gücüne sahip yılan balıkları bunun tipik misali sayılırlar. İlginçtir elektrik şoklarından hemcinsleri değil kendi dışındaki avları da ciddi manada zarar görmektedir. Balığında ayısı olur mu demeyin. Çünkü Antarktika da yaşayan böyle birkaç tür memeli ayı balığı söz konusudur. Bu hayvanın buzla kaplı bölge de başlıca besin kaynağı balık olmasına balıkta, ama nasıl? Şöyle ki buz üzerinde dişleriyle keserek açtığı hava delikleri sayesinde suya dalış yapıp yarım saat boyunca yüzdüğü su içerisinde avladığı avlarla beslenmesini temin etmektedir. İlginçtir bu zaman diliminde tekrar yolunu şaşırmadan açtığı deliklerden dışarı çıkabiliyor da. Bir başka ilginç yanı ise vücutlarında yağ deposu olmadığı halde karlar buzlar ülkesinde üşümeden hayatını devam ettirmesidir. Elbette ki onu Yaratan Allah bilim adamlarının bilmediği bir donanımla onu üşütmeyecektir. Bize sadece hikmetinden sual olunmaz misali amenna saddak demek düşer. BALİNA Yeryüzünün en iri memeli hayvanı olan balina, gruplar halinde okyanusun derin soğuk sularında yüzebilen ve takriben 90 türü olan zeki dev bir memeli balıktır. Bizim gibi çok sayıda kılları olmasa da belli ki onu sıcakkanlı tutan üzeri kalın bir yağ tabakasıyla kaplı deriye sahip olmasıdır. İşte 30 metre boy uzunluğuna sahip 200 ton ağırlında ki bu hayvan, üzerini saran kalınca bir libas sayesinde ister soğuk, ister sıcak olsun fark etmez 70–90 yıllık ömrü boyunca ısı sıcaklığı sabit kalacak şekilde yüzebilmekte. Hatta hangi şartlarda olursa olsun okyanusun o derin sularında turlarken bir şekilde yavrularına kendi bünyesinde depoladığı yağ oranı bakımdan zengin sütünü emzirebiliyor. Belli ki Allah tarafından yavru balinanın sütten kesildiğinde derisi kuzey denizlerin soğuğuna karşı tedbirsiz yakalanmasın diye anne sütü yağlı ayarlanmıştır. Balina aynı zamanda yavrularını senede bir defa doğurma özelliği ile de dikkat çeken bir hayvan. Genellikle yavrusunu doğurmak için bulunduğu konumdan uzaklara göç edip sığ suları tercih etmektedir. Bazı balina türleri var ki dişleri mevcuttur. Dolayısıyla bu türler beslenmek için dişlerini kullanmaktadırlar. Bazı türler var ki dişleri yoktur. Bu tür balinaların tipik özelliği ise ağızlarına aldığı 3 oda dolu suyu damaklarında bulunan üç yüze yakın pullar vasıtasıyla süzüp mikro canlıları (planktonlar) alıkoymalarıdır. Derken çene içine sarkmış uzun ve sert yapılı bir sistem veya incecik pullu yüzgeç donanımı sayesinde planktonlar rahatlıkla sindirilebiliyor. Öyle bir donanım ki balina vücuduna aldığı suları bir yandan çeneleri vasıtasıyla bir anda boşaltırken diğer yandan filtre edilmiş sudan arta kalan milyarlarca planktonu midesine indirebiliyor. Tabii ki sindirilmek üzere alınan sadece küçük mikro canlılar değil, aynı zamanda köpek balıklarını bile güçlü çene yapılarıyla parçalayıp avlayabiliyor da. Yunus balığı ile balinalar çoğu kez diğer balıklarla karıştırılsa da her iki balıkta kuyruklarının yatay olmasıyla ayırt edilmektedir. Zira yüzdüklerinde tıpkı insan gibi yüzmekteler. Solunumları ise akciğerle olup, su yüzeyine çıktıklarında karbondioksit verip oksijen almaktalar. Hatta su altında uzun süre nefes alamadan kalabiliyorlar. Zaten vücutlarının 200 ton ağırlığında olması enerjisini az tüketmesine neden olmakta ve böylece solumayı geciktirmesine yaramaktadır. Tekrar solunuma ihtiyaç duyduğu zaman başının üst tarafındaki soluk delikleri vasıtasıyla oksijen depo edip besin aramak için yeniden zaman kazanabiliyor. Hatta suya girdiğinde bu delikler otomatikman kapatıldığından boğulma diye bir dertleri olmaksızın derinlerde seyri âlem eylemekteler. Gözleri o kocaman gövdesine rağmen küçük kalmaktadır. Zaten denizin derinliklerinde görmeye de gerek yoktur. Çünkü derinliklere inildikçe ışıksızlık hâkim olmakta. Dolayısıyla görme eyleminin yerine denizin derinliklerinde ses dalgaları kullanmayı tercih etmekteler. Hele bir nesneye dokunmaya dursunlar, anında nesneden yansıyan titreşimle yön tayin edebiliyorlar. Böylece bu ses dalgaları sayesinde etrafında her ne varsa bu dalgalara çarptıklarında anında haberdar olmaktalar. Fakat görme duyguları çok zayıftır, ama neyse ki işitme melekeleri güçlüdür. Her ne kadar dış kulak vazifesi yapan gözlerin arka kısmında iki delik varsa da asıl duyumu sağlayan iç kulak bölümüdür. Öyle ki kilometrelerce uzaklıkta ses dalgalarını tıpkı yarasalarda olduğu gibi algılayabilecek tarzda donatılmıştır. YUNUS BALIĞI İnsanların açık denizlerde büyük bir hayranlıkla seyrettiği zararsız en zeki hayvanlardır. O da tıpkı balına gibi doğurgan bir memeli balıktır. Yavrusunun solunumunu düzenli aralıklarla sürekli su yüzüne çıkararak gerçekleştirir. Hatta emzirme esnasında bile yavrusunun ikide bir hava alması için nefeslendirmeyi de ihmal etmez. Çünkü yunuslar akciğer solunumu yapan hayvanlardır. Her şeye rağmen yine de vücut kaslarında bolca bulunan miyoglobin maddesi sayesinde derin sularda uzun süre nefes almadan yüzebilmekteler. Biz insanlarda bile miyoglobin proteini var, ama sayıca az olması dolayısıyla uzun süre su altında kalamamaktayız. Yunus balıkları kendi aralarında ki iletişimleri kuş seslerini andırır bir sesle kurmaktalar. Hatta iyi bir eğitimden geçirildiyseler rahatlıkla insanlarla bile diyalog kurabiliyorlar. Yani birkaç kelimede olsa ağzından ses çıkarabiliyorlar. Bu yüzden insanlar onları hep uysal bir hayvan olarak bağrına basmayı bilmiştir. Ömürleri ise 25–35 yıl arasında değişmektedir. Ayrıca burunları uzamış gaga görünümlü, her iki çenesinde çokça dişleri olan ve sırtlarında ise tek yüzgeçleri ile dikkat çekmektedir. Zaten bu özelliklerinden dolayı balıklardan ayrılmaktadır, ama yine de insanlar onu hep balık olarak anacaklardır. Yine en dikkat çeken yönü hiç şüphesiz sıçrama teknikleridir. Beslenmeleri etçil olup favori besin kaynağı daha çok balık veya mürekkep balıkları olmaktadır. Hazır Yunus balığından söz etmişken Yunus Peygamberimizin kıssasını da bu arada zikredebiliriz pekâlâ. Şöyle ki; Hz. Yunus (a.s)’da İsrail oğulları Peygamberlerindendi. Ninova halkına Allah’ın buyruklarını iletmek için görevlendirildi, ama imana gelmedikleri gibi yine bildik putlara tapmaya devam ettiler. Bu durumda Yunus (a.s); “ Eğer iman etmezseniz Allah 40 güne kadar Ninova Şehrini yerle bir ederek batıracak” diye tehditte bulundu. Ninova halkı hiç aldırış bile etmedi. Hz. Yunus (a.s) kavmine kırılıp küstü, hatta Allah’tan izin almadan Dicle Nehri kenarına gelerek bir gemiye binerek oradan uzaklaştı. Oysa Allah tarafından müsaade gelmeden kavmini terk etmesi caiz değildi. Derken gemiye bindi, epey yol kat ettikten sonra gemi bir anda duruverdi. Gemi bir türlü hareket edemiyordu, belli bir yere sabit kalmıştı çünkü. Gemide bir Müneccim: ‘İçimizde bir suçlu var, kura çekelim kime düşerse onu denize atalım.’ Kura çektiler, kurada Yunus’a çıkmıştı. Hz. Yunus (a.s): —Evet! Efendisine itaat etmeyen suçlu adam benim. Bu sözleri sarf eder etmez Yunus (a.s) kendisini suya attı. Kendisini denize atar atmaz bir balık yuttu onu. Yunus (a.s) balığın karnında pişmanlığını belirten; “ Allah’ım sen her şeyden münezzehsin, ben gerçekten zalimlerden oldum! (Lailahe illa ente subhaneke inni küntü minezzalimin)” sözlerini sürekli tekrarladı ve bu sözler artık Yunus’un zikri oldu, Allah’ta bu zikrin hatırına tövbesini kabul etti. Balık emri ilahi gereği hemen onu karnından çıkarıp denizin kenarına bırakıverdi. Hz. Yunus’un gemiye bindiği gün gökyüzü kararmaya başladı. Ninova halkı paniklemişti. Şehir zifiri karanlığa bürünmüştü adeta. Hz. Yunus’un haber verdiği musibetin geleceğini anlamışlardı. Bunun üzerine Hz. Yunus’u aramaya koyuldular fakat bulamamışlardı. Çünkü Yunus (a.s) onları terk etmişti. Ninova halkı çaresiz oracıktan derhal ayrılarak Tövbe tepesi denilen yere çıkıp feryat figan ederek Allah’tan aman dilediler. Allah-ü Teala’da affederek dileklerini kabul etti. Hz. Yunus denizde ki hayat serüvenin dönüşünde kavmini tövbe etmiş bir şekilde bulunca sevindi ve ilahi hükümleri kavmine öğretti. Bir süre azaptan uzak kaldılar. Sonraları ise hem doğu hem de batı da büyük olaylar vuku buldu. Ne mutlu Yunus balığına ki Yunus Peygambere hizmet etmiş. AHTAPOT Deniz altında yaşayan canavarımsı bir hayvan. Bakmayın siz onun öyle canavar görünümlü olmasına, çoğu küçük omurgasız hayvanlardır. Üstelik balık gibi yüzememektedir. Hareketini baş kısmına endeksli tentikül adı verilen 8 kol sağlamaktadır. Aslında ona dokunulmadığı müddetçe çekingen, korkak ve bir o kadar da uysal hayvanlardır. Bir dokun bir işit derler ya, aynen onun gibi birisi dokunmaya dursun, bak o zaman kızılca kıyameti. Değim yerindeyse dünyanın kaç köşe bucak olduğunu işte o zaman göstermektedirler. Ki; bu durum karşısında onu rahatsız etmeye kalkışanı dokunaçlarıyla abluka altına alıp deniz içerisinde kendince bedel ödettirebiliyorlar. Yani tentiküller üzerinde bulunan vantuzlar avına hem tutunmaya yaramakta hem de emme görevi yapmaktadır. Hatta vantuzlar sayesinde tutundukları yerde hareket manevrası kazanarak ilerleyebilmektedir. Ahtapotun asıl savunma silahı hiç kuşkusuz derisinin üzerinde sıralı halde bulunan sarı, kahverengi pigment hücreleridir. Kendisini güvencede hissetmediğini anlayınca ansızın her türden renk değiştirerek etrafının rengine uyum sağlamasıyla birlikte avlanmaktan kurtulabiliyorlar. Kolları kopsa bile kertenkelede olduğu gibi kopan kısmın yerine bir yenisi eklenmektedir. Yüzmeleri de ilginçtir. Şöyle ki; vücudu üzerinde bulunan salkım saçak kollarıyla değil, arkalarından çıkarttıkları gaz sayesinde bir füze misali hızla ilerleyebilmektedir. Tabiî ki önce deniz suyunu emer ve sonra arkasından çıkarttığı gaz ve etki-tepki sistemine dayalı fizik kanunu ile bu işi başarmakta. Yani içerisine çektiği suyu püskürterek kendisinin ileri doğru itmesini sağlamaktadır. Ayrıca püskürtülen suyla birlikte etraf bir anda alabora olduğundan düşmanının kaçmasına vesile olup bu arada kendisini de gizlemiş olmaktadır. SÜNGERLER Süngerler deniz diplerine yapışık kalan nazlı gelin türünden hayvanlardır. Her ne kadar ilk başta hayvan mı yoksa bitki mi diye üzerinde tartışılsa da 1825 yılında yapılan çalışmalar sonucunda vücutlarına alınan suların değişikliğe uğrayıp dışarı çıkması onun bir hayvan olduğu anlaşılmıştır. Öyle ki dışarı çıkan suyun kokusuna yanaşamayan birçok deniz hayvanı yanına sokulamamaktadır. Bilhassa balıklar bu kokudan çok rahatsız olmaktadırlar. Belki de böyle olmasaydı savunmasız kalan bu hayvanın nesli kesilmiş olacaktı. Sonuçta bu hayvanın ne ağzı var ne de dili. Hakeza iç organı da yoktur. Demek ki uzuvsuz hayvanda olabiliyormuş. Madem öyle nasıl geçiniyor sorusu ister istemez aklımızı kurcalayacaktır. Onu yaratan bu özelliklerine uygun olarak hem bakterileri hem de deniz altında canlıların vücutlarından dökülen artıklar veya dışkıları rızık olarak tayin etmiş. Anlaşılan deniz suyu su olarak kalmamakta besin deposu olarak ta süngerlerin ihtiyacını karşılamaktadır. Bunların üremeleri de ilginçtir. Eşeysiz üremekteler. Yani dişi yumurtalar ve erkek sperm hücreleri tek bir süngerden çıkmakta, fakat farklı zamanlarda sahne almaktadır. Spermalar çıktığında su akıntıları eşliğinde bir başka süngerin bağrına transfer edilir. Belli ki Yüce Yaratıcı sperma hücrelerinin rotasını şaşırmamak için onu taşıyacak hücreleri de beraberinde yaratmış. Böylece taşındığı yerde yumurtalar arasında vuslat gerçekleşerek yeni bir süngerin doğması gerçekleşmektedir. Vücutları silisyum ve kalsiyum karbonat bileşimleriyle desteklenmiş kalın kalkerli veya kireçli tabakayla donatılmıştır. İşte bu tabaka sayesinde kışın ayazından kendilerini korumaktalar, baharın gelişiyle birlikte hücreler yeniden canlılık kazanarak süngere dönüşürler. İşte denizleri temizleyen aynı zamanda mutfağımıza da konuk olup kap kaçağımızı temizleyen süngere ne kadar teşekkür etsek azdır diye düşünüyorum. DENİZ ANALARI Deniz anaları şeffaf kubbemsi deniz suyu hayvanlardır. Hatta bazıları ışın bile saçabiliyor. Kubbemsi şemsiyelerinin dokungaçları bile var. Nitekim bu dokunaçların olması ona büyük bir avantaj sağlayıp, böylece düşmanlarından kendini kurtarabiliyor. Çünkü onun öyle şeffaf görünümüne ve ansızın uzaklaşamayacaklarına bakanlar zarar vereceğini akıllarının ucundan bile geçirememektedir. Yanlış hesap Bağdat’tan döner misali bir dokunmaya dursunlar bir anda dokunaçlarında ki zehirli sıvı avcının hevesini kursağında bırakıp felce uğratmaktadır. Zehiri olmayan türleri ise ışın saçarak kendini korumaya almaktadır. Bizim deniz kıyılarımızda var olan denizanaları her ne kadar büyük çapta tehlike teşkil etmese de yine de onların bulunduğu ortamlardan uzaklaşmakta fayda var. Hiçbir şeyler yapmasalar bile en azından vücutta yakınma ve kaşıntıya neden olmaktadır. Hatta dünya üzerinde öyle yerler var ki buralarda yaklaşık 10 metre ebadında ki denizanaları insana dokunmasıyla birlikte ölümüne yol açabiliyor. Bu yüzden onlar hem tehlikeli, hem de bir o kadar güzel görünümlü türleri olan canlılardır. DENİZ POLİPLERİ Belgesel izlemişseniz eğer deniz altında birbirinden harika ağaç ve çiçek modelleri dikkatinizi çekmiş olmalıdır. Bu modellerin arka planında rol oynayan asıl mimar dünyanın en basit yapılı hayvan diyeceğimiz poliplerdir elbet. Denizanaları gibi şeffaf görünümlü hayvanlar bu eserleri meydana getirirken kullandığı malzeme deniz yosunlarından elde ettikleri oksijen ve deniz suyu içerisinden temin ettikleri kalsiyumdan başkası değildir. Tabii bunları alırken polipin zaman içerisinde etrafı adeta kalkerleşerek kabuk halini almaktadır. İşte çevresini tabaka tabaka saran bu kabuk arasında sadece dışarıya sarkabilen dokunaçlar kalmaktadır. İşte bu dokunaçlar sayesinde deniz içerisindeki küçük organizmaları kendi bünyesi içerisine alarak beslenmesini temin eder. Polipler genelde bir arada koloni halinde yaşamakta olup öldüklerinde ardından miras olarak sert kabuklarından inşa edilmiş insanı cezbeden ağaç ve çiçek görünümlü birbirinden güzel eserler kalmaktadır. Bu arada yaşayan polipler ölenlerin inşa ettikleri kireçleşmiş eserler üzerinde barınarak kendilerinin kattıkları ürünlerle birlikte katbe kat kendi çapında gökdelen tarzında eserlere dönüştürürler. Madem hücrelerin bölünmesiyle dokular çoğalır, dokulardan organlar, organlardan bir canlı oluşuyor ölenin ardından emaneti devr alan her bir polip değim yerindeyse yaptıkları eserleri saraya çevirmekteler. Derken deniz dibinde devasa büyüklükte ağaç yapılı görünümleriyle seyri âlem eyleriz. Mercan adaları der dururuz ama bu söz konusu adalar belli ki bir çırpıda oluşmamış. Yılların birikimi diyebileceğimiz poliplerin bir emeği olarak karşımıza çıkmaktadır. Öyle ki yıllara meydan okumanın neticesinde mercanların büyümesiyle birlikte kıyılarda kayalıklar bile oluşabilmiştir. SU AYGIRI Su aygırı ismiyle müsemma, yani Afrika’nın büyük göllerinde ve nehirlerinde yaşayan kısa bacaklı, toparlak vücutlu kocaman kafalı, kalın boyunlu, burun delikleri önde ve burnu tepesinde olan iri bir hayvandır. Devasa dudakları ot ve yaprakları ağzına atmak için vazife görmektedir. Ayakları kısa olması dolayısıyla karnı yere değecek izlenimi verip 4 ton ağırlığındadır. Ayaklarında ise dört parmak vardır. Bu görünümüyle su kıyısında hantal yürümesine rağmen su içerisinde tam bir atletik yüzücü olduğunu ispatlamaktadır. Hatta suya her dalışlarında kafasını su yüzeyine çıkarttıklarında şarıl şarıl su sesleri eşliğinde etrafa su püskürtmektedir. Bu arada baş tepesinde ki gözlerinin fırlak olması etrafı kolaçan etmesini kolaylaştırmak içindir. Timsaha nazaran su aygırı daha güçlüdür. Bu yüzden beraberce bulundukları göllerde timsahlar su aygırı karşısında burada kral sensin dercesine son derece tazim içerisinde yüzmektedir. Çünkü su aygırının 60 santimetre boyunda köpek dişleri olup bir timsahı delip deşik edecek yapıdadır. İşte bu dişler sayesinde su altındaki bitkileri kökleriyle birlikte koparıp beslenebiliyorlar. Böylece nehir ve göller su aygırlarınca hem temizlenmekte hem de su yataklarının tıkanmasının önüne geçilmektedir. Dolayısıyla onlara iyi bir çevreci hayvan gözüyle bakabiliriz. Ağız yapısı derseniz dillere destan. Zira kara hayvanları içerisinde ağız büyüklüğü bakımdan onun rekorunu kıran hayvan şimdiye kadar pek rastlanılmamıştır. Fakat suda yaşayan memeli hayvanlardan balinadan sonra ikinci sırada yer almaktadır. Hele bir su içerisinde yüzüşleri var ki usul usul ve aheste aheste ilerlemeleriyle dikkat çekmekteler. Karada ise bir insan kadar hızlanmaktalar. Yine de onlar zorunlu kalmadıkça sudan dışarıya çıkmayı pek sevmezler. Daha çok geceleyin düz çimenlerde otlamak için ve doğum zamanı karaya çıkmaktalar. Hatta seyahat etmekten de haz etmezler, genelde bulunduğu yerde kalmayı yeğlerler. Hele bir esnemesi var ki, gören uykusuz sanır, oysa dişlerini diğer su aygırlarına göstererek kavgaya hazır olduğu mesajını vermektedir. Döllenmesi ise su içerisinde gerçekleşip, hamilelik süresi tıpkı insanda olduğu gibi dokuz aydır. İlginçtir yavrusunu karada kamış yatağının içerisinde doğurmaktadır. Derken yavru su aygırı hiçbir eğitim almadığı halde sanki daha önce öğrenmiş iyi bir yüzücü gibi annesiyle birlikte su altına dalabilmektedir. TİMSAHLAR Timsah gerek su üzerinde gerekse karada hızla hareket edebilen Afrika nehirlerinin bir diğer pullu sürüngen dev hayvanı olup, aynı zamanda su aygırların da düşmanıdırlar. Gerçi bu hayvanlar büyük olanlarına dokunmaktan çekinirler, ama yavru olanları afiyetle yemekten de geri durmazlar. Hele ceylan ve benzeri kara hayvanlar su içmek için gelmeye dursun, bir anda timsahın kuyruk darbesine maruz kalıp kendini hem suda bulmakta hem de avlanıp gıda olmaktadır. Böylece timsah avını avlayıp beslenmenin ardından güneş altında uzanarak güneşlenmeyi de ihmal etmemektedir. Yani ehli keyf hayvanlardır. Ayrıca timsahlar ekinlere zarar vermekle dikkat çekmektedir. Dolayısıyla çiftçiler timsahları ekinlerden arındırsalar bile bu sefer de su aygırların çoğaldığı gözlemlenmiştir. Demek ki ekolojik dengeyle pek oynanmaya gelinmiyor. Bu arada timsahların en çok muzdarip olduğu şey diş etleri arasına dolanan sülüklerdir. Neyse ki Gergedan ve manda olayında olduğu gibi bu seferde onların imdadına yağmur kuşları koşmaktadır. Zira timsahların ağzını gören korkuya kapılmasına rağmen bu kuşlar hiçbir endişeye kapılmaksızın içerisine girip timsahın muzdarip olduğu sülükleri hem temizlemekte hem de kendisine ziyafet çekmektedir. Karşılıklı bu jestten her iki hayvanda memnun bir şekilde hoşça vedalaşırlar. İşte hayvanlar arasında karşılıklı iş bölümünün tipik misali bu olay olsa gerektir. Keza bu iş bölümü bazı balıkların üzerinde parazit yaşayan canlıları temizleyen küçük balıklar içinde geçerli bir kuraldır. Bu arada timsahların üremesi yumurta yoluyla olduğunu da unutmamak gerekir. Bakmayın siz timsahın canavar görünümlü olmasına. Gerektiğinde onlar şike varı da olsa gözyaşı dökebilmektedir. Belli ki halk arasında “Timsah gözyaşları dökmeyin” sözü boşuna söylenilmemiş. RAKUN Rakun için suyolları, göller ve batak çevresi gibi yerler vatan sayılmakta olup, aynı zamanda Amerika’da yaşayan iyi bir yüzücü hayvan olarak bilinmektedir. Tabiî onun iyi bir yüzücü olması deniz hayvanı olduğu anlamına gelmez. Bilakis o ya bir ağaç kovuğu, ya da mağarada hayatını yaşamakta olup genellikle kendisi küçük ayıgil olarak bilinir. Bu arada suya dalmışken iyi bir yüzücü olmanın gereğinin yapıp balık, tatlı su kerevidesi, kurbağa, semender ve midye türü canlıları avlamayı da ihmal etmez. Hakeza karada yumurta, kuş, böcek, fare ve yerde sürünen her ne tür canlı varsa kemali afiyetle yemekten de geri durmaz. Onun ayrıca etabor özelliğinin yanı sıra ceviz, çilek, böğürtlen ve başka çeşit meyvelere düşkünlüğü izleyenlerin gözünden kaçmaz. Hatta mısırlar olgunlaştığı zaman, mısır tarlaları da bu kemali ziyafetten nasibini almaktadır. İlginçtir Rakun yiyeceği eti yemeden önce mutlaka suya batırıp yıkadıktan sonra yemektedir. İşte bu özelliğine binaen kendisine yıkayıcı anlamına gelen lotor denilmiştir. O halde temizlik hususunda Rakun’dan alacağımız nice dersler olsa gerektir. Rakun geceleri yiyecek aramakla gündüzleri ise dinlenmekle geçirdiği yaz mevsiminin ardından ta ki ilkbaharda uyanmak üzere kış uykusuna yatar. Fakat ara sırada olsa çiftleşmek veya karnını doyurmak için uyandığı da bir vaka. Erkek rakun kış ortasında çiftleştikten sonra izdivacına son verir. Belli ki o da tıpkı ayı gibi aile sorumluluğundan uzak bir hayat tarzı tercih etmektedir. http://www.facebook.com/pages/Alperen-G%C3%BCrb%C3%BCzer/141391522610124?sk=info
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|