|
![]() |
#1 |
![]() SİNİR SİSTEMİ ALPEREN GÜRBÜZER Sinir sistemi embriyolojik sürecin 5 haftalık veya 9 mm uzunluğunda bir ceninde bile gelişmeye başlayan elektrik yüklü çok önemli bir örgü ağımızdır. Hatta embriyonal süreçte ektoderm, mezoderm ve nöral olmak üzere üç çeşit sinyalizasyon katmanın olduğu artık bir sır değil. Nitekim blastula safhasında bu üç ayrı tabaka içerisinde faaliyet gösteren hücrelerce protein içerikli sinyallerin salındığı belirlenmiştir. İşte bu sinyaller sayesinde komşu hücrelerle iletişim sağlanarak gerekli değişim ve dönüşümler gerçekleşir. Bilindiği üzere vücudun kas, sindirim, dolaşım, solunum gibi ana organların faaliyetleri sinir sistemi sayesinde olmakta. Yani dış dünyamızdan her hangi bir duyu organına (reseptör) gelen bir mesaj (uyaran), o reseptörle ilgili sinirin dendritin de (bilgi giriş kolları) elektrik akımı oluşturmaktadır. Öyle ki bu elektrik akımı sırasıyla önce sinir hücresinin gövdesine, daha sonra aksona iletilir. Aksondan sonra da elektrik yüklü mesajlar çeşitli snapslardan (terminaller-kod çözücü) geçerek merkez icra organımız beyne aktarılır. Bu arada beyinde değerlendirmeye tabi tutulan sinyallerin lüzumsuz olanları elenir, lüzumlu olanlar ise sentezlenerek başlangıçtaki uyarana karşı cevap olarak sahne alır. Peki, tüm bu faaliyetler için bu kadar güç sarf edildiğine göre sinir sistemi için gerekli olan bu enerji nerden temin ediliyor? Böyle bir soru karşısında verilecek cevap sinir sisteminin tek enerji kaynağı olan saf halde ki glikoz yakıtı sayesinde elbet. Burada dikkat ettiyseniz özellikle yakıcı oksijenden bahsetmeyip sadece glikoz için yakıt ifadesi kullandık. Tabii ki bu durum glikozun oksijenle yakılıp sonra enerji elde edilebileceği gerçeğini ortadan kaldırmayacaktır. Şurası muhakkak vücudun bütün sinir ağları (sinir lifleri-telgraf telleri) kas katmanları içerisine gömülüdür, sadece dirseğimizdeki bir sinir yüzeysel olup derinin hemen altından geçer. Nitekim dirseğimiz en ufak bir darbede sızlar ve ani bir refleksle hop oturur hop kalkarız. Burada dirseğimiz reseptör konumunda olup, ilk anda çekmeye sebep olan unsur ise şuursuz reaksiyon dediğimiz refleks olayıdır. Dolayısıyla alınan bir darbe ile dirsek reseptörünce elektrik akımına çevrilip sinir hücresinin gövdesine ve aksona aktarılır, oradan da bir snaps aracılığı ile motor sinirin dendtrit ve gövdesine transfer olur. Böylece motor sinir icra organı kas lifiyle irtibata geçmesi sonucunda refleks olayı gerçekleşir. Demek ki basit bir uyarılmayla dahi kas lifinin kasılması ya da aktifleşmesi gerçekleşebiliyormuş. Dahası ya hep ya hiç kanunuyla başka bir sinir hücresi tarafından tüm uyartılar durdurulabiliyor. Çünkü gücünün üstünde bir eşik değerle problem aşılamıyorsa her şey yok farz edilir, değim yerindeyse boşa kürek sallanmaz. Mesela aktif halde bir sinir hücresi dışardan sodyum iyonlarını hücre içerisine alabilecek durumdaysa uyarılan nokta negatifleşir, zar boyutunda ise pozitif hale geçer. Böylece bu iki zıt iyon etkileşimi sayesinde meydana gelen akım sinir aksonu boyunca ilerleyip lüzumlu olan mesajlar doku ve organlara ulaştırılabiliyor. Ki; bu noktada mesajlar iletilen yerin durumuna göre bazen kas kasılması, bazen de tükürük salgılaması vs. tarzında tezahür eder. Sinir hücresi (nöron) deyip geçmemeli. Zira her birinin belli bir giriş ve çıkış kapısı olduğu gibi mükemmel bir şekilde organize olmuş uçakların kara kutusunu andıran kapalı sisteme sahip bir durumda söz konusudur. Bu kapalı kutunun merkezi hiç kuşkusuz beyindir. Beyin ortalama 10 milyar sinir hücresinden meydana gelmiş devasa bir santral. Aynı zamanda bu santrale bağlı milyar rakamlarla sayılamayacak kadar sinir lifleri dediğimiz sinir ağı mevcuttur. Dolayısıyla merkezi rol oynayan beyin, beyincik ve omurilik tek başlarına bir anlam ifade etmezler. Mutlaka bunların vücut doku ve organlarıyla irtibatını sağlayacak sinir tellerine ihtiyaç var. Bunun anlamı ortalama 10 milyar sinir hücresini birbirine bağlayan sayılamayacak derecede sinir liflerinden teşekkül etmiş takriben 10 milyar sinir santralinin devrede olmasıdır. Ki; bunların ileteceği total mesaj sayısı 210.000.000.000 olarak hesaplanmıştır. Dahası sinir sistemi merkezi ve periferal iki alt sisteme ayrılmakta. Bunlardan merkezi sinir sistemi omurilik ve beyinden ibaret bir mekanizma olup, periferal sinir sistemi ise ganglion ve sinirlerden oluşan bir örgü ağıdır. Zira omuriliğe gelen sinyaller anlık olarak ara nörondan geçtikten sonra motor nörona aktarılmakta ve buradan da iki snaps aralığından aşarak gelen mesajlar analize tabi tutulup refleks (aksetme-yansıma) şeklinde cevaba dönüşür. Temelde bu iki yapı ve fonksiyon bakımdan birbirini tamamlayan bir mekanizma olarak işlev görmekle beraber, görev alanları farklıdır. Bu bakımdan sinir kelimesi daha ziyade merkezi sinir sistemi için kullanılmakta. Çünkü bilgilerin işlenmesi, değerlendirilmesi merkezde gerçekleşir hep. Sonuçta her bir sinir merkezinin kararları diğerleri tarafından değerlendirildikten sonra tek bir icra organına havale edilmektedir. Yani bir hareket ilk önce iradeli bir şekilde fonksiyon kazanmakta, sonra bir kez o iş öğrenilince bu sefer iradesiz otomatik eyleme dönüşüp sinir sisteminin bir elemanına devr olunmaktadır. Zira on parmak klavye kullanmanın ilk aşamasında bilincimiz içerisinde tuşlara dokunuruz. Ne zamanki bu öğrenme meleke haline gelir o zaman bilinç dışı reflekslerle parmaklarımızın otomatikleşerek hızlıca klavye tuşlarını çalıştırdığına şahit oluruz. İşte merkezi sinir sisteminin marifetleri bu olsa gerektir. Bilindiği üzere sinir dokusu nöronlardan yapılmıştır. Mesela iki nöronlu (bir snapslı) sıçramalı mesajların cevabının verildiği merkez motor nöron gövdesidir. Üç nöronluların (iki snapslı) merkezi ise, ara nöron ve motor sinir hücresi gövdesi kapsam alanında cereyan etmektedir. Dolayısıyla sinir sistemi çeşitli nöron gruplarının devreye girmesiyle birlikte daha yüksek merkezlere bağlanıp, tıpkı kitle iletişim ağları gibi mesajların değerlendirildiği veya cevaba çevrildiği bir örgü ağı olarak adını duyuracaktır. Sinir lifleri ise vücudun özel kısımlarını birbirine bağlayan ara kablolarımız olarak adından söz ettirecektir. Ara kablolar malum, gelen mesajları bir yandan ara nöronlar aracılığıyla motor hücresine iletirken diğer yandan da daha üst basamak olan beynin duyu organlarıyla iletişime geçerler. Anlaşılan o ki sinir sistemi nöronlardan yapılmış olup, aralarında snaps denen boşluklar vardır. Belli ki elektrik devrelerindeki işleyiş mekanizması snapslardan örnek alınmış. Nitekim beyinde 50 milyon nöron olduğu tahmin edilmektedir. Bir o kadara yakın da snaps bulunmaktadır. Üstelik her nöron gerekli bilgilerin alınması noktasında ortalama 20 sinapsla temas halindedir. Tabiî ki bu sıradan bir temas değil. Tam aksine kuvvetli bir temasla 1 trilyon civarında aktiviteyi başlatacak bir yapıya sahipler. Bunun manası herbir nöron aynı anda 20 çeşit iletişime uygun tarzda en güzel cevabı verecek nitelikte tek başvuru merci makamı konumunda olmasıdır. Hatta bunu internet âleminde server (sunucu) ve client (istemci) arasındaki iletişime de benzetebiliriz. Ayrıca snapslar hayatın işleyişinde en mühim noktalar olduğundan nikotin, tütün gibi zehir saçan birçok maddeleri bile doğrudan etkileyecek hücreleri de bünyesinde bulundururlar. Mesela merkezi sinir sisteminde bulunan boz, ak madde, glial yapıda yardımcı bezler bunun tipik misalini teşkil ederler. Hatta bu yardımcı bezler sinir hücreleri arasındaki bağlantıları sağlamanın yanı sıra çeşitli görevler üstlenmişliğin bilinciyle muhtemel sinir sisteminde nüksedecek yaralanmalara karşı fagostik karakterde iyileştirme gibi özelliklere de sahiptirler. Bu yüzden yardımcı hücreler nörilenma diye de zikredilir. Nörilenma bir nevi glial hücre demektir. Dahası beynin ekseriyatı nörilenma hücresinden yapılmıştır. Keza beyinden türeyen sinir tümörleri de nörilenma menşelidir. Beyin tümörlerinin diğer kaynakları ise meningiler, kan damarları ve tükrük bezleri olup metastaza aracılık yapmaktalar. Talamus Beyne bağlanan duyu mesajları yol ayrımında çaprazlaşarak beyinde talamus adı verilen çekirdeklerde değerlendirmeye alınmak üzere misafir edilirler. Bir başka ifadeyle beynin üst kısmında iki sinir hücresi var ki bunların her birine Talamus adı verilir. Dolayısıyla dokunma, acı, soğuk, sıcak, tat, görme, duyma ve işitme gibi birçok duyular talamus tarafından ayırt edilerek organize edilir. Yani insan beyni ve beyin yarımkürelerinin en yüksek karar seviyesine erişme işlemi talamus sayesinde gerçekleşir. Eğer beyin yarımküre hücrelerinde bozulma, herhangi bir zedelenme olursa bu organizasyon talamus tarafından yapılmaktadır. Dolayısıyla bu durum Talamik sendrom olarak bilinir. Talamus genelde acıları ve kederleri başkalarıyla paylaşmayıp gerekli yerlere iletmez de. Ancak hoş mutluluk veren duygular olduğunda beynin bazal ganglion ve ön beyin kısımlarına iletmeyi görev bilir. Anlaşılan duyu hücrelerine seçicilik özelliği de verilmiş. Talamusun hemen altında şeker parçası büyüklüğünde hipotalamus bulunup gerek kalp, gerek nefes ritimlerini ve gerekse uyku dönemlerini düzenleyen bir bölüm olarak dikkat çekmektedir. Hipotalamus aynı zamanda otonom sinir sisteminin lider kontrol merkezidir. Mesela sarsılma anında düşmeyi önleyecek denge hareketi, hatta vücudun su dengesi gibi hususlar hipotalamus tarafından düzenlenir. Hipotalamusun zedelenmesiyle hemen ölüm olmaz, ancak uzun yıllar insanın bitkisel hayat yaşamasına neden olmaktadır. Üstelik tedavisi şimdilik mümkün gözükmüyor da. Beyin kökünün her iki yanında ise birbiri üzerine kapanmış talamusu örten beyin yarımküresi vardır. Bunlar beynin % 80’inini oluşturur. En ileri beyin faaliyetleri, basit ve otomatik hareketlerimizin dışında bütün faaliyetlerin kontrolünün planlanması, ruhi faaliyetler gibi fonksiyonlar beyin yarımküresi tarafından yürütülür. Her iki yarım kürenin tabanında birkaç büyük sinir hücre kümesi yerleşmiş olup, bunlara bazal gangliyon denir. Bazal gangliyonun başlıca görevi ritmik yürüme, yüzme gibi basit faaliyetlerin kontrolünü yapmaktır. Bazal gangliyonda çıkabilecek bozukluklar ise ameliyatla veya talamektum tedavisi denen bir usulla giderilmeye çalışılır. Fakat talamektum tedavisinin herzaman iyi bir sonuç alınamamaktadır, bu durumda ister istemez beyne kan akışının aksaması sözkonusudur. Dolayısıyla beyin hücreleri yeterince kanla beslenemediğinden bu hastalık zekâ geriliği şeklinde kendisini gösterir. Hatta bu sendrom gençken Talamektum, yaşlılarda Pallidektum adını alır. Keza bu durum beyinde parkinson hastalığı olarakda bilinir. Bazal ganglionun tam cerrahi tedavisi şimdilik tamamen çıkartılıp alınması şeklinde uygulanmaktadır. Korteks Bilindiği üzere beyin sayesinde hem sinir hücreleri şarj (dolmakta) olmakta, hem de saniyede 5–10 defa aralıklarla deşarj (boşalmakta) gerçekleşmektedir. Bu yüzden Shcrington elektrik akımı ileten stimülatör aracı ile beynin çeşitli yerlerine yokladı, sonunda birtakım hareket ve his türünden cevapların alındığı beyin kabuğunu tespit etmiştir. Daha sonra Kanadalı Wilder Panfield, Jasper ve diğer birçok bilge insan beynin uyarılma noktalarını tespit edip mesela şakak kısmını uyararak insanın geçmiş hatıralarını tekrardan canlandığını gözlemlediler. Böylece beyne ait hatıra ambarı da kayıtlara geçmiş oldu. Meğer beynin kendi kimyasal depolarında insanı hayrette bırakacak hayaller saklıymış. Dahası Talamusa gelen mesajlar değerlendirilip ayırt edildikten sonra beyin kabuğunda (korteks) her duyumla ilgili iletiler merkezlere taşınarak mutluluk, stres gibi birçok tanınma faktörleri tezahür etmektedir. Bu yüzden beyin yarımkürelerinin her ikisini dıştan örten zara korteks denmektedir. Korteks baz maddelerden teşekkül eder. Halk değimiyle zekililikle alakalıdır. Hatta korteks beyin yarımküresinin üzerinde daha fazla biriktiği alanları teşkil ettiğinden mental kabiliyetle yakından ilgilidir. Korteksin kalınlığı ise beyin bölgelerine göre değişebiliyor. Bu anlamda korteks üç bölgeye ayrılır: 1-)Uyartıları doğrudan alan ve alt organlara ileten motor sinirler, görme, işitme, koklama, tatma ve dokunma ile ilgili bölgeler. Yani bu bölgeler beynin orta kısmında, omuriliğin üst bölgelerine kadar uzanan ağ cismi denilen retiküler’in uyanıklıkla ilgili bölüm olduğu belirlenmiştir. Böylece ağ cismin icraatı sayesinde beyin kabuğuna gelen sinyaller devamlı uyanık halde bulunmamızı sağlar. 2-)Beynin önden arkaya doğru uzanan üç boşluk ruhun merkezi mesabesinde bir yer olsa gerektir. Bir başka ifadeyle burası zihni faaliyetlerin ruhi yönlerini organize eden kompleks fikirlerin dönüp dolaştığı bölgedir. Böylece bu merkezden dağılan sinir ağları vasıtasıyla ruhi talimatlar kolayca çevreye yayılabiliyor. Her ne kadar ruhi faaliyetleri görmesek de onların yok olduğu anlamına gelmez. Çünkü onu idare eden bizim dışımızda manevi bir güç olduğu muhakkak. 3-) Yukarıda bahsi geçen birinci ve ikinci maddede belirtilen hususlarla ilgili yapılan işlerin beraberce yürütüldüğü yüksek organizasyon bölgesidir (sessiz bölge). Yani sinir ağı vasıtasıyla iletilen bilgiler beynin hard diskine kayd edilerek hafızada depo edilirler. Bu kısım aynı zamanda elektrikle uyarıldığı zaman bile herhangi bir cevap alınamayan bölgedir. Yine bu üçüncü kısım kelimelerin depolanması, konuşma, yazma, anlama ve anlaşma işlerin yürütüldüğü özel bölgedir. Zaten bunların bozulması sonucu Aphasia denen mental bozukluklar ortaya çıkar. Neyse ki hafıza merkezimizin bir tarafı bozulsa bile diğer taraf normal faaliyetine devam edebiliyor. Özellikle sol yarımküre zedelenirse sağ tarafta felçler görülüp, sessiz bölgede çeşitli hafıza kayıplarına yol açmakta. Bu tip arızaların gençlerde tedavisi mümkün, fakat yaşlılarda hafıza kayıpların telafisi tedavi edilemez noktalardadır. Omurilik İnsanoğlu iletişim yönünde teknikleri keşfetmeden önce belki de bizatihi kendi vücudunun iletişim ağı ile örülü olduğundan habersizdi. Belli ki bir bilge insan; “İlim ilim bilmektir, ilim kendini bilmektir, sen kendini bilmezsen, bu nice okumaktır” diye boşuna dememiş. Her ne varsa, şunu iyi bil ki kendi vücut sarayımızda mutlaka bir tasarımı var. Yeter ki insan kâinatın özü olduğunu idrak etsin, bir şekilde vücut sarayının iletişim ağını açıklamak elbet kolay olacaktır. İşte bu şuurla iletişim şebekemiz olan sinir sisteminin beyin, omurilik ve otonom sistemi gibi muhteşem iletişim ağı sayesinde düzenli çalıştığının farkına varıyoruz. Şimdiye kadar merkezi iletişim organlardan bahsederken sırasıyla talamus dedik, ardından korteks dedik. Bunların ötesi de var. Şöyle ki; yukarıda bahsettiğimiz aşamalardan geçen dış dünyaya ait birtakım duyumlarla ilgili mesajlar filtre edildikten sonra nihai emir olarak omurilikteki motor sinir hücresi gövdesine aktarılması da söz konusudur. Zira motor hücresi gövdesi kendisine iletilen emrin yerine getirilmesi için motor hücrenin aksonu vasıtasıyla dışarıya yansıtacak eylemi kas gibi spesifik yürütme organlara havale ederek çözmektedir. Bilindiği üzere omuriliğin asıl görevi tıpkı radar sistemi gibi beyinden vücuda dağılan sinyallere geçitlik yapmak, iç organlar ve salgı bezlerin faaliyetlerini kontrol ve idare etmektir. Ayrıca omurilik sadece beyinden gelen sinyallere açık bir kanal olmayıp aynı zamanda ikinci bir başka kanal dediğimiz omurilik içerisindeki ara nöron vasıtasıyla refleks hareketlerini yapmak görevi de üstlenmiş durumda. Nitekim elimizi yanlışlıkla sıcak bir sobaya dokunduğumuzda ani bir refleksle elimizi çekeriz. Çünkü parmaklarımızdaki sinirler derhal durumu omuriliğe bildirir, omurilik ise gereğini yapıp parmağımızı çekme konusunda talimat verir, bizde gereğini yapıp çekeriz de. Omuriliğe bu mesaj iletilince haberin beyne anında ulaşılması beklenilmez zaten. Zira vakit kaybına yol açacağı muhakkak. Ancak beyne sonradan gelen bu haber sadece acı olarak hissetmek şeklinde yankı bulur. Böylece omuriliğin talimatı doğrultusunda fazla yanmaktan kurtulmuş oluruz. Tıpkı bu olay gözümüze ani ışık geldiğinde göz kapaklarımızı kapatmak, biber koklayınca hapşırmak, karanlıkta ansızın birisi karşımıza çıktığında ürpermek gibi reflekslerin de olduğu gibi cereyan etmektedir. Öyle anlaşılıyor ki tüm bu refleksler vücudumuzda otomatik korunma sisteminin varlığına işaret etmektedir. Buradan hareketle omurilikle günümüzde kullanılan radar sistemi arasında ilişki kurabiliriz. Bilindiği üzere radarın kullanıldığı yerlerde uçakların bulunduğu uçuş yüksekliğini belirleme, dağların yerini bulma, gemilerin yerlerini belirleme, hatta diğer gemilerin yerini bulma gibi bir dizi alanlarda kullanılır. Dolayısıyla omurilikte merkezi sinir sisteminin en küçük parçası olarak buna benzer işlere imza atmaktadır. Ayrıca bu en küçük entegremizin hemen altında dışarıya uzanan sağlı sollu sinir çiftleri diyebileceğimiz sinir sisteminin en ilkel lifleri de bu iş için vardırlar. Bir başka ifade ile üçüncü kaburganın altında bulunan dışarıya uzanan sinir çiftleri basit refleks hareketleri yapmak için kendi kendine çalışan kordonlar olarak sahne alırlar. Zira omurilik nöron ihtiva edip, beyine birtakım duyu mesajları (duyu sinirleri) taşımaktalar. Nöronlar beyinden organlara mesaj getiren motor sinirlerin birleşiminden yapılmıştır. Eğer sinir kordonu kısmen veya tamamen zedelenirse mesajlar kaybolup bu durumda ister istemez iletişim kontrol dışında kalacaktır. Hatta bir sinir hücresinin çekirdeği öldü mü felç kaçınılmazdır. Çünkü mesaj alamayan kaslar işlevsiz kalır artık. Dolayısıyla zedelenen omuriliğe ait sinirlerin tedavisini imkânsız kılacaktır. Bu yüzden omuriliğin çok mühim bir aza olduğu şuradan belli ki; Yaratıcı omurilik sinirlerinin muhtemel darbeler maruz kalıp zedelenmesi halinde görev yapamayacaklarını ezeli ilmiyle bildiğinden vertebral omurla destekleyip koruma altına almıştır. Anlaşılan o ki haberleşme sistemi beyne otomatikman gönderilmekte. Ateş Bu arada baş ağrısı da büyük bir nimet. Bu ağrı aslında hastalık olarak nitelense de aslında ağrı değil beklenen anormalliğin habercisidir. Bu haberleşme sayesinde insanın derhal harekete geçip önlemini alması gerektiği sinyali verilir. Bu yüzden önlem alınmazsa tehlike çanlarının kapımızı çalması muhtemeldir. Başımız ağrıdığında alnımıza elimizi koyar ateşimiz var mı diye kontrol ederiz. Oysa ateşin yükselip yükselmediğini sadece alnımızdaki sıcaklıktan anlamayız, bunun başka türlüde hissederiz. Bilindiği üzere beden harareti 36,5 derece ile sınırlıdır. Şayet bu sınır aşılmışsa doğal olarak ateşimizin yükseldiğini fark edip sık sık idrarımızın artmasından veya vücut sıvı kaybından söz ederiz. Anlaşılan sıvı kaybıyla hücrelerin içerisinde mevcut olan suyun azalması bir alarmmış. Meğer bu alarmla hücrenin büzüşmesi hedeflenmiş ki bu yolla hararet kaybı önlensin. Yani damarlar devamlı şişkin kalsa mikroplara karşı verilen mücadele sonucunda büyük ölçüde zarar göreceği muhakkak. O halde damarlar büzüşmeli ki hem adalelerin titremesiyle birlikte hararet artırılmaya çalışılsın hem de mikropların manevra alanı daraltılıp etkisiz hale getirilebilsin. Zaten öylede yapılır. İşte bu noktada ateşin büyük bir nimet olduğunu anlamış oluruz. Aslında vücut dengesini bozacak her türlü biyolojik ve psikolojik alarm canlılığın devamına yönelik çabalardan başkası değildir. Zira denge durumundan firar etmek isteyen, ya da hedefini şaşıran her türlü etken, sinir sisteminin olaya el koyma diyebileceğimiz refleksine tabii tutularak vücut dengesi sağlanmaya çalışılır da. Tüm bunlar canlı olan her şeyin ölüm anına kadar entropisinin artmasının önüne geçilme adına yapılmaktadır. Yine de her şeyi sinir sisteminin kontrol mekanizmalarına bırakmamak gerekir, ilaveten dışardan serbest enerjinin verilmesi işlemlerine de başvurmalı. Elbette ki vücudumuzun ateşini düşürmek istediğimizde bunun kontrolü yine sinir sistemi tarafından yapılmaktadır. Fakat siz siz olun dışarıdan bir takım takviye edici önlemlere başvurduğunuzda vücudu ısıtıyorum derken fazla ısıtmak, ya da tam tersi uygulamalarla kaş yapım derken göz çıkarmak cinsten lüzumsuz girişimlere tevessül etmeyin. Demek ki kontrol sistemi vücudumuzun bir gerçeği olarak karşımıza çıkmaktadır. Keza kan şekeri düştüğünde adrenalin hormonu beyinde var olan uyanıklıkla alakalı sinir merkezlerini derhal haberdar ederek kontrol mekanizmalarının harekete geçmesine vesile olmaktadır. Böylece salgılanan adrenal hormonu sayesinde bir yandan kandaki glikojen depoları serbest hale gelirken diğer taraftan sinirlerinin uyarıcı etkisiyle açlık ve gıda arayışı duygularının devreye girmektedir. Böylece şeker seviyesinin normal seviyelere gelmesi sağlanır. Yine bir örnek verecek olursak bilindiği üzere göz bebeği ışık arttığı zaman küçülüp, ışık azaldığı zamanda büyüyen bir yapıya bürünmektedir. Aslında bu büyüme ve küçülme reflekslerinden amaç ışık miktarını retina tabakasında sabit tutmak içindir. Belli ki bu amaca hizmet eden en önemli faktör sinir sisteminin merkezinden gönderilen talimat içeren sinyallerden başkası değildir. İşte gelen bu sinyaller sayesinde göz bebeği gerektiğinde daralır gerektiğinde genişleme gibi reflekslerine tabi tutulur. Derken retina tabakasında ışık dengesi sağlanmış olur. Velhasıl, günde ortalama 50–100 bin sinir hücresi mevta olmakta ve bir daha yenisi gelmemekte, tamamı öldüğünde ise zaten bizde ölmüş oluyoruz. Anlaşılan ömrü bedenimizin ömrü ile hemen hemen yaşıt olan sinir sisteminin tüm iletişim ağlarının bağlantılarını ölümden başka hiçbir güç kesememektedir. Vesselam. http://www.facebook.com/pages/Alperen-G%C3%BCrb%C3%BCzer/141391522610124?sk=wall
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|