|
![]() |
#1 |
![]() Peygamber Efendimizin S.A.V. Hayat Kronolojisi 2
-------------------------------------------------------------------------------- İnsanlığın İftihar Tablosu’nun Hayat kronolojisi -2- Hz. Muhammed (s.a.s.)'e en çok düşmanlık yapanlar... Müşrikler, gerek Peygamberimize gerekse müslümanlara eziyet etmekten geri durmuyorlardı. Peygamberimize en çok düşmanlık yapanlar şunlardır: 1- Ebû Leheb: Peygamberimizin öz amcası olmasına rağmen İslâm'ın en büyük düşmanı idi. Daha ilk günden itibaren Peygamberimize karşı çıkmıştı. Karısı da Peygamberimizin geçeceği yollara her fırsatta diken koyardı. Tebbet sûresi bu ikisi hakkında inmiştir. Ebû Leheb, Bedir savaşında müslümanların zafer kazandığını öğrenince kahrından ölmüştür. Ebû Leheb'in oğlu Uteybe bir defasında Peygamberimize hücum etmiş, yakasından tutarak gömleğini yırtmıştı. Peygamberimiz onun bu hareketinden son derece üzülmüş ve: "Ya Rab. Uteybenin üzerine canavarlarından birini musallat et" diye dua etmişti. Allah Sevgili Peygamberinin duasını kabul etti. Uteybe Şam'a giderken yolda bir arslan çıkıp onu parçaladı. Böylece Peygambere yaptığı hakaretin cezasını bulmuş oldu. 2- Ebû Cehil: Peygamberimize en çok düşmanlık edenlerin başında gelir. Müslümanlara çok eziyet etmiş. Ammar b. Yâsir'in annesini inancından dolayı öldürmüştür. O da, Bedir savaşında öldürülerek cezasını bulmuştur. 3 - As b. Vail: Peygamberimize düşmanlıkta ileri giden bu adam, Peygamberimizin oğlu Kasım öldüğü zaman, "Muhammed'in soyu kesildi" diyerek alay etmiş, evlat acısıyla yüreği yanan Peygamberimizi çok üzmüştü. Kevser süresindeki, "Asıl soyu kesilen, ismi unutulan, sana kin ve düşmanlık eden kimsedir" ayeti bunun hakkında nazil olmuştur. As b. Vail, Mekke civarında bir dağ geçidinden geçerken bindiği hayvan onu yere düşürerek bacağını ısırmış ve bu yaradan ölmüştür. 4-Velid b.Muğire, 5-Ümeyye İbni Halef, 6- Utbe b. Rebia da Paygamberimize düşmanlık yapanların başında gelenlerdendir. Kureyş’in İslâm'a düşman olmasının sebepleri 1- İslâm dini sınıf farklarını ortadan kaldırıyor, insanların bir tarağın dişleri gibi eşit olduğunu, köle ile efendinin Allah katında bir olduğunu ilan ediyordu. Kureyş'in ileri gelenleri, bu eşitliği kabul etmemiş, mevkilerinin ellerinden gideceğinden korktukları için İslâm'a düşman olmuşlardı. 2- Arapların ticaret merkezi Mekke idi. Mekke'de bulunan Kabe'nin içinde 360 kadar put vardı. Arapları oraya çeken şeyin putlar olduğunu, İslâmiyet putları kaldırınca Mekke'ye kimsenin gelmeyeceğini, dolayısıyla geçimlerini sağladıkları ticaretin ortadan kalkacağını sanıyorlardı. 3- Arabistan'da yüzyıllardan beri putlara tapma kökleşmişti. İyi ile kötüyü birbirinden ayırdetmekte güçlük çeken ilkel milletler, atalarından gördükleri şeylerden kolayca vazgeçmezler, yeniliklere düşman olurlar. İşte İslâm dini arapların alışageldikleri puta tapmayı ortadan kaldırıyor, tek Allah inancını getiriyordu. 4- Araplarda millete başkan olabilmek için liyakat, fazilet, yetenek gibi nitelikler aranmazdı. Sadece iki şart aranırdı. Bunlardan biri zenginlik, diğeri de çok evlat sahibi olmaktı. Hz. Muhammed'de bunlar yoktu. Öyleyse onu kendimize önder kabul edemeyiz diyorlardı. Ayrıca Haşimiler ile Emeviler arasında eskiden beri devam eden kabile reisliği rekabeti vardı. Hz. Muhammed (s.a.s.), Kureyş'in Haşimi kolundan olduğu için kendisine düşmanlık edenlerin çoğu Emevilerdendi. Müşriklerin Ebû Talib'e başvurmalarıAmcası Ebû Talib, Peygamberimizi çok severdi. İslâm'ın yayılmasında yeğenine daima yardımcı oluyor ve O'nu himaye ediyordu. Müşriklerin ileri gelenleri Ebû Talib'e başvurarak, "Ya yeğenini İslâm davasından vazgeçir, ya da himaye etmekten vazgeç" dediler ve onu tehdit ettiler. Ebû Talib, durumu yeğeni Hz. Muhammed (s.a.s.)'e anlatınca O, şöyle cevap verdi: "Ben Allah tarafından Hak dini tebliğ etmekle görevliyim. Ben kendiliğimden bir şey yapmıyorum. Ben Allah elçisiyim. Ey amcacığım, bu işten vazgeçmem için güneşi sağ elime, ayı sol elime verseler yine de bu vazifeyi bırakmam." Ebû Talib, bu cevabı dinleyince, "Sen işine bak oğlum, ben sağ oldukça onlar sana birşey yapamazlar" diyerek Peygamberimizi korumaya devam edeceğine dair teminat verdi. Hz. Hamza'nın Müslüman olması Peygamberimiz (s.a.s.) bütün güçlüklere rağmen vazifesine devam ediyor, müslümanların sayısıda günden güne artıyordu. Peygamberliğinin altıncı yılında idi. Birgün Safa tepesinde otururken oradan geçmekte olan Ebû Cehil, Peygamberimize küfretti. Onun bu terbiyesiz davranışına Peygamberimiz cevap vermedi. Bu üzücü olayı gören bir kadın, bu durumu Peygamberimizin amcası Hamza'ya anlattı. Hamza henüz müslüman olmamıştı. Fakat kardeşinin oğluna yapılan bu hakarete çok kızdı. Derhal Kureyş müşriklerinin toplandığı yere giderek Ebû Cehil'e hitaben: - Benim kardeşimin oğluna sövüp onu inciten sen misin? dedi ve yayını Ebû Cehil'in başına vurdu. Bu olaydan sonra Hz. Hamza, müslümanlığı kabul ederek Peygamberimizin yanında yer aldı. Hz. Ömer'in Müslüman olması Hz. Hamza'nın müslüman oluşu ve müslümanların günden güne kuvvetlenmesi Kureyş müşriklerini telaşa düşürdü. Bu duruma bir çare bulmak için "Daru'n-Nedve" denilen yerde toplandılar. Durumu gözden geçirdikten sonra Ebû Cehil'in teklifi üzerine Hz. Muhammed'i öldürmeye karar verdiler. Bu korkunç kararı uygulamak üzere içlerinde en cesur olan Ömer'i görevlendirdiler. O zaman 33 yaşında olan Ömer, kılıcını kuşandı, ve Hz. Muhammed'i öldürmek üzere yola çıktı. Müslümanlar, Erkam'ın evinde toplanmışlardı. Peygamberimiz de orada idi. Ömer yolda Nuaym'a rastladı. Nuaym, "Nereye ya Ömer?" diye sordu. Ömer: - Milleti birbirine düşüren Muhammed'in vücudunu ortadan kaldırmaya gidiyorum, cevabını verdi. Nuaym Ömer'e: - Zor bir işe kalkıştın, deyince Ömer: - Sen de mi Muhammed'den yana oluyorsun? diye çıkıştı. Nuaym: - Ya Ömer, sen beni bırak, kendi ailene bak, Enişten Said ile kızkardeşin Fatma müslüman oldular, deyince Ömer: - Önce onların işini bitireyim, diye yolunu değiştirip kızkardeşinin kapısını çaldı. O sırada kızkardeşi ile eniştesi, Peygamberimize yeni nazil olan "TâHâ" Suresindeki ayetleri okuyorlardı. Ömer'in silahlı geldiğini görünce korkup Kur'an sayfalarını sakladılar. Ömer içeri girince, ne okuduklarını sordu. Onlar da "Bir şey yok" dediler. Ömer'in öfkesi daha da arttı "Demek işittiklerim doğru imiş" diyerek eniştesini yakasından tutup yere çarptı ve döğmeye başladı. Kocasını kurtarmak isteyen kızkardeşi Fatma'nın yüzüne de bir tokat attı. Zavallı kadın ağzından burnundan kanlar akarak yere serildi. Fatma, imanının verdiği cesaretle Ömer'e şu sözleri söyledi: -Allah'tan kork. Bir kadına yaptıklarına bak. Ben ve eşim müslüman olduk. Başımızı kessen bundan dönmeyiz. Ömer: - Okuduğunuz şeyi bana getirin, dedi. Kızkardeşi çıkarıp verdi. Ömer, dikkatle okumaya, okudukça kalbi yumuşamaya başladı. Kur'an-ı Kerim'in eşsiz ahengi, manasındaki yükseklik, okunuşundaki tatlılık ve güzellik Ömer'in kalbini fethetti. Artık Ömer'in kalbi İslâm'a açıktı. Hz. Peygamberin yanına gitti. Önünde diz çöktü ve Kelime-i Şehadet getirerek müslüman oldu. Orada bulunanlar buna çok sevindiler. Hep birlikte Kelime-i Şehadet getirdiler. Ömer'in İslâm'a girmesiyle müslümanlık kuvvetlendi. Ömer: - Yâranımız kaç kişidir? diye sordu. - Seninle beraber kırk kişi, dediler. Ömer'in isteği üzerine, önde Peygamberimiz, olduğu halde müslümanların hepsi doğru Kabe'ye gittiler. Orada toplu olarak ve açıkta namaz kıldılar. Öte yandan müşrikler, Peygamberi öldürmeye gönderdikleri Ömer'in müslüman olduğunu öğrenince şaşkına döndüler. Peygamberimizi öldürmek için yola çıkan Ömer'in, merhametsiz ve taştan daha katı kalbini kızkardeşinin evinde okuduğu Kur'an ayetleri yumuşatmış karanlık gönlünü nurla doldurmuş. Peygambere olan düşmanlık duygularını dostluğa çevirmiştir. Müşriklerin Müslümanları boykotu Hz. Hamza ve Hz. Ömer'in Müslüman olmaları ve İslâmın günden güne yayılması müşrikleri iyice korkuttu. Bunun üzerine toplanıp müslümanlara karşı şu boykot kararlarını aldılar: "Bundan sonra müslümanlarla ve onları himaye edenlerle, Muhammed'in akrabası olan Haşimoğulları ile her türlü alakayı kesecekler, Onlarla hiç kimse görüşmeyecek, alışveriş etmeyecek, kız alıp-vermeyecektir." Müşriklerden Mansur b. İkrime bu anlaşmayı yazdı ve Birlikte Kabe'nin duvarına astılar. Boykot kararı üç sene devam etti; Bu süre içinde müslümanlar çok sıkıntı çektiler. Müşrikler, müslümanların toplu olarak sığındığı mahalleye yiyecek, içecek sokmamak için ellerinden geleni yaptılar. Müslümanlar, İslâm uğruna her türlü sıkıntıya, açlığa ve susuzluğa katlandılar. Ağaç yaprakları yiyerek yaşamak zorunda kaldılar. Açlıktan feryad eden çocukların durumu ise yürekler acısı idi. Bu insanlık dışı davranışlarla da müşrikler bir sonuç alamadı, İslâm nurunun yayılmasını engelleyemediler. Bu arada bir güve Kabe'nin duvarına asılan anlaşma metnini yiyerek "Allah" adından başka diğer yazıların tamamını yoketmişti. Ayrıca Mansur İbn İkrime'nin anlaşmayı yazdığı eli kurumuş ve çolak kalmıştı. O zaman "Besmele" yerine "Bismikellahümme" kullanılırdı. Sonunda Müşriklerden bir kaç kişi insafa gelerek zalim anlaşmayı indirip yırttılar. Böylece boykot kalkmış ve müslümanlar da büyük bir sıkıntıdan kurtulmuş oldular. Müslümanlara uygulanan boykot Peygamberliğin yedinci yılından onuncu yılına kadar üç yıl devam etti. Ebû talib ve Hz. Hatice'nin vefatları Boykotun kalkması ile Peygamberimiz ve müslümanlar biraz rahat nefes aldılar. Fakat aradan çok geçmeden Peygamberimizin amcası Ebû Talib, bir kaç gün sonra da hanımı Hz. Hatice vefat ettiler. Ebû Talib, Peygamberimizi öz evladı gibi sever ve korurdu. Hz. Hatice ise peygamberimize ilk inanan, en sıkıntılı zamanlarda O'nu teselli eden, yardımcı olan sadık ve vefakâr bir eş idi. Peygamberimiz, kendisine daima destek olan bu iki değerli varlığı kaybetmekten büyük üzüntü duydu. Bu sebepten bu yıla, üzüntülü yıl anlamına gelen "Hüzün yılı" denilmiştir. Ebû Talib ve Hz. Hatice'nin ölümünden sonra müşrikler, Peygamberimize eziyeti artırdılar. Bir gün sokaktan geçerken alçağın biri Peygamberimizin başına toprak atmış, Peygamberimiz o haliyle evine gitmişti. Kızı Hz. Fatıma babasını böyle görünce içi sızlamış ve üzerine atılan toprakları temizlerken ağlamıştı. Kızının ağladığını gören Peygamberimiz (s.a.s.) "Ağlama yavrum, Yüce Allah Babanı koruyacaktır" diyerek Allah'a olan güvenini dile getirmişti. Taif Yolculuğu Ebû Talib'le Hz. Hatice'nin vefatından sonra müşriklerin Peygamberimize eziyeti artırmaları üzerine Peygamberimiz Taif halkını İslâm'a davet etmek için ilk müslümanlardan Zeyd İbni Harise'yi yanına alarak Taife gitti. Taifliler İslâm'ı kabul etmedikleri gibi Peygamberimizin oradan çıkıp gitmesini istediler. Bununla da kalmayıp Peygamberimizi taşa tuttular. Atılan taşlardan ayakları yaralandı, kan içinde kaldı. Yürüyemeyecek hale geldi. Zeyd ise vücudunu Peygamberimize siper ederek atılan taşlardan korumaya çalışıyordu. Yol kenarında bir bağa sığınan Peygamberimiz burada biraz dinlendikten sonra üzüntü içinde Mekke'ye döndü. Peygamberimiz hayatının en büyük eziyeti ile bu yolculuk sırasında karşılaşmıştır. Ama bu olanlardan ümitsizliğe düşmedi. Asla yılmadı. Vazifesine devam etti. Akabe biatları Peygamber Efendimiz yıllarca Mekke halkını İslâm'a davet etmiş, ancak Mekkelilerin inatçı tutumu yüzünden büyük zorluklarla karşılaşmıştı. Ne varki, onların bu tutumu İslâm Peygamberini vazifesinden alıkoyacak değildi, İslâm'ın nuru insanlığı aydınlatmaya devam edecekti. Bunun için Yüce Allah yeni bir ufuk açtı. İslâm'ın yayılması için daha elverişli bir çevre hazırladı. Bu çevre Medine idi. Peygamberliğinin onbirinci yılı Hac mevsiminde Hz. Muhammed (s.a.s.) Mekke dışına çıktı. Medine'den gelen altı kişilik bir toplulukla karşılaştı. Onlara Peygamber olduğunu söyledi. Kur'an okudu. Allah'ın emirlerini anlattı. Onları Müslüman olmaya davet etti. Medineliler iyi düşünceli insanlardı. Peygamberimizin söylediklerinin akla uygun ve doğru olduğuna kanaat getirerek müslüman oldular. Medine'ye dönünce orada İslâm'ın yayılmasına çalıştılar. I. Akabe Biatı: (Peygamberliğin 12. yılı) Ertesi yıl Mekke'ye gelen Medinelilerden 12 kişilik bir grup, Mekke yakınında Akabe denilen yerde Peygamberimizle görüştü. Reisleri Esad b. Zürare idi. Aralarında bir yıl önce Müslüman olmuş beş kişi de vardı. Bunlar, "Allah'a şirk koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, yalan ve iftiradan sakınmak, Peygambere karşı gelmemek" hususunda Peygamberimize biat ettiler, söz verdiler. Buna I. Akabe Biati denir. Medineliler kendilerine İslâmiyeti öğretecek bir kimse istediler. Peygamberimiz de bu görevi yürütmek üzere Mus'ab'ı gönderdi. Mu'sab, Medine'de İslâm'ın öğretilmesi ve yayılmasında büyük hizmetler gördü. II. Akabe Biati: (Peygamberliğin 13. yılı) Bu yıl Medine'deki müslümanlardan 75 kişilik bir grup Mekke'ye geldi. Bunların ikisi kadındı. Akabe denilen yerde Peygamberimizle görüştükten sonra ikinci Akabe Biati gerçekleşti. Buna göre, Medineliler; kadınlarını, kızlarını nasıl koruyorlarsa Peygamberimizi de öyle koruyacaklarına söz verdiler. Hepsi ellerini peygamberimize uzatarak biat ettiler. Bundan sonra Peygamberimiz aralarından 12 kişiyi temsilci seçmelerini istedi. Onlar da 12 kişiyi temsilci olarak seçtiler. Hepsi de Hz. Peygambere: "Darlık ve genişlik zamanında, her hal ve durumda itaate, sözün daima doğrusunu söylemeye ve Allah yolunda herhangi bir şeyden korkmamaya" söz verdiler. Akabe biatları İslâm'ın yayılmasında önemli bir dönüm noktası oldu. Mî'râc mucizesi Mi'rac sözlükte; Yükseğe çıkmak, İsra da; Geceleyin yürümek demektir. Peygamber Efendimiz hicretten bir buçuk yıl önce Recep ayının 27. gecesi Mekke'deki Mescid-i Haramdan Kudüs'teki Mescid-i Aksa'ya götürülmüş, oradan da göklere yükselmiş, Melekût alemini seyretmiştir. Allah'ın sonsuz kudretinin bir eseri ve Peygamberimizin en büyük mucizelerinden biri olan Mi'rac hadisesine müşrikler inanmadılar. Çünkü onlar, yüce Allah'ın büyüklüğünü, kudretinin genişliğini anlamaktan acizdiler. Onlar, sınırlı bir düşünce ve batıl bir inanca sahip olduklarından Mi'raç mucizesini kavrayacak seviyede değildiler. Müminler hiç tereddüt etmeden Mi'racı kabul ettiler ve inandılar. Hz. Ebû Bekir'e Mi'rac olayı anlatıldığı zaman O; "Bunu Muhammed söylüyorsa doğudur" dedi ve Peygamberimizi tasdik etti. Bundan sonra kendisine "Tasdik edici" manasına gelen "Sıddık" unvanı verildi. Mî'râc hediyesi namaz Herhangi bir seyahatten dönen kimse yakınlarına hediyeler getirdiği gibi, Peygamberimiz de mukaddes Mi'rac yolculuğundan önemli müjdeler ve hediyelerle dönmüştür. Mi'rac gecesi Peygamberimiz (s.a.s.) yükseldiği yüce makamda Allah'a kavuşmuş, arada hiç bir vasıta olmadan İlâhi Vahye (hitaba) mazhar olmuştur. Bu makamda kendisine üç şey verilmiştir: 1- Bakara sûresinin son iki ayeti, (Âmenerresûlü) 2- Ümmetinden Allah'a şirk koşmayanların cennete gireceği müjdesi. 3- Mi'rac hediyesi olarak beş vakit namaz. İslâm'ın şartlarından biri ve dinin direği olan namaz, Mi'rac gecesinde farz olmuştur. Mağaranın girişine bir örümceğin ağ germiş olduğunu gördüler. Mağaranın içine girip aramak istediler ise de içlerinden biri; "içeriye insan girseydi, burada örümceğin ağı ve güvercinin yuvası olmazdı" deyince dönüp gittiler. Müşrikler mağaranın önüne geldikleri sırada Hz. Ebû Bekir endişelenerek; - Bizi görecekler Ya Resûlellah, dedi. Peygamber Efendimiz: - Üzülme, Allah bizimle beraberdir, diye karşılık verdi. Mağaranın ağzına örümceklerin ağ germesi, orada biten bir ağacın dallarına güvercinlerin yuva yaparak yumurta bırakması birer mucizedir. Yüce Allah, sevgili Peygamberini bu mucizelerle korumuş, mağaranın ağzına kadar gelen düşmanları gizli bir kuvvet geri çevirmiştir. Peygamberimiz ve Hz. Ebû Bekir mağarada üç gün kaldıktan sonra Medine'ye gitmek üzere yola çıktılar. Onları takip etmekte olan Süraka adında bir pehlivan izlerini buldu. Bütün gücüyle atını üzerlerine sürdü. Onlara iyice yaklaştı. Tam bu sırada atının ayakları sürçtü. Kendisi de yere yuvarlandı. Yeniden toparlanarak var kuvvetiyle atını tekrar ileri sürdü. Fakat bu defa atının ayaklan dizlerine kadar kuma battı. Olduğu yerde çakılıp kaldı. Gizli bir kuvvet atını geri çekiyordu. Süraka bu durumu görünce korktu. Yaptığına pişman oldu. Peygamberimizden af diledi ,ve geri döndü. Arkadan gelenlere de: "Ben buraları aradım kimse yoktur" diyerek onları geri çevirdi. Süraka daha sonra müslüman olmuştur. Sevgili Peygamberimiz bir hafta süren tarihi yolculuğunu tamamlayarak bir pazartesi günü Medine yakınındaki Kûba köyüne ulaştı. Burada büyük bir sevgi ile karşılandı. Peygamberimiz burada on günden fazla kaldı. Kûba Mescidini yaptırdı. Mescid yapılırken mübarek elleriyle taş taşıdı. Bir işçi gibi çalıştı. İslâm tarihinde yapılan ilk mescid budur. Peygamberimizden üç gün sonra Mekke'den ayrılan Hz. Ali'de burada Peygamberimize yetişti. Peygamberimizin Medine'de karşılanması Beraberindeki müslümanlarla birlikte Peygamber Efendimiz bir cuma günü Kûba'dan Medine'ye hareket etti. Salimoğulları yurduna geldikleri zaman öğle vakti olmuştu. Peygamberimiz Cum'a namazının farz kılındığını müslümanlara bildirdi. Orada ilk Cum'a namazını kıldılar. Peygamberimiz namazdan sonra Medine'ye doğru yoluna devam etti. Medineliler bir bayram sevinci içinde bu şerefli misafiri karşılamak için yolun iki tarafına sıralanmışlardı. Peygamberimiz geçerken "Buyurun Ya Resûlellah" diyorlar, mini mini yavrular da "Allah elçisi geldi" diye sevinç çığlıkları atıyorlardı. Medine'de büyük bir sevgi ile karşılanan Peygamberimiz, Halid b. Zeyd, yani Ebû Eyyüb Ensari Hazretlerinin evinde misafir oldu ve burada yedi ay kadar kaldı. Mescid-i Nebevi'nin inşası Ebû Eyyüb Ensari'nin evinin yanında boş bir arsa vardı. Peygamber Efendimiz bu arsayı satın alarak üzerinde bir mescid ve etrafında da kendisinin oturması için odalar yaptırdı. Sonra da misafir olarak kaldığı evden buraya taşındı. Bugün, müslümanlar tarafından ziyaret edilen Medine'deki "Mescid-i Nebevi" işte burasıdır. Bu mescid yapılırken de Peygamberimiz sırtında ker*** taşımış ve bizzat çalışmıştır.
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|