AK Gençliğin Buluşma Noktası
Forum Köşe Yazarlığı Ak Parti Forum Köşe Yazarları buraya.



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 01-18-2012, 23:35   #1
Kullanıcı Adı
alperen
Standart KAN DOLAŞIMI
KAN DOLAŞIMI
ALPEREN GÜRBÜZER
Anne karnında dolaşımla ilgili ilk emareler daha 19 günlükken oluşmaya başlar. Hatta cenin bir aylık dönemine girdiğinde yaklaşık yarım santimken kendine özgü kan dolaşımına kavuşur. Belli ki dolaşım cenin için hayati bir durum olsa gerek ki damar ve kalpten önce yaratılması tasarlanmış. Hatta kirli kanın atılma işlemi bile bu safhalarda düşünülmüş. Nitekim kirli kan göbek kordonu üzerindeki damarlar vasıtasıyla plasentaya gelip burada annenin karnında özel bir sistemle muameleye tabi tutulmanın ardından temizlenip tahliye edilmektedir. Ta ki bu özel durum doğuma kadar sürer de. Derken dünyaya gelen bebek hava ile temas eder etmez akciğerler biranda işlerlik kazanmaya başlar. Böylece dolaşım anne karnında başlayıp, dünya hayatıyla birlikte mükemmellik kazanan bir sisteme dönüşür.
İnsan vücudunda 10 bin km uzunluğuyla konumlanmış dolaşım sistemi daha çok vücut şehrine kan nakli ve taşımacılık işlemlerini yürütme işlemini gerçekleştirir. Öyle ki bu dağıtım şebekesinin vücut sınırları içerisinde ulaşamadığı tek bir nokta yoktur diyebiliriz. Malumunuz mevcut sistemin merkezi karargâhı ise kalptir. Zira kalp göğüs boşluğunun sol tarafında yer alan otomatik bir cihazı andırır adeta. Zaten bu otomatik sistem sayesinde kalbin dakikada 70 defa atmasıyla birlikte kan pompalanması gerçekleşmiş olup, böylece bu sayede vücut hayat bulmaktadır.
Aslında kalbi şöyle tarif edebiliriz;
Kalp; sert bir kasla birbirinden ayrılan iki bölümden meydana gelen etten yapılmış emme basma tulumba diyebileceğimiz toplam dört gözenekli odacıklardan ibaret güçlü bir makinedir. Bu tariften de anlaşıldığı üzere kalp kası diğer kas hücreleri gibi yan yana dizilerek meydana gelen bir doku parçası değildir, tam aksine manevra yapabilen tek bir sert doku yapısından ibaret bir aygıttır. Dahası kan kalp kaslarının kasılmasıyla birlikte damarlardan bütün vücuda yayılabiliyor. Ayrıca kalbin her iki yakasında altlı üstlü, sağlı sollu iki odacık vardır. Üsteki odacığa atriyum (kulakçık), alttakine ise ventrikül (karıncık) denmektedir. Hatta bu odacıklar arasında yukarıdan aşağıya doğru açılıp kapanan mükemmel yapıda kapaklar da vardır. Anlaşılan kalbin sağ cenahı daha çok kirli kanı, sol cenahı ise daha çok temiz kanın işlenmesi için dizayn edilmiştir.
İnsanoğlu barajları inşa ederken bu arada kapakçık yapmayı da ihmal etmemiş, iyi ki de ihmal etmemişler. Çünkü muhtemel su taşkınların yol açacağı durumlarda bu kapaklar adeta can simidi görevi yapmaktadır. Peki, ne dersiniz barajlarda mevcut olan kapakçıklar insan vücudunda var mı? Ya da barajlara akan su arıtma tesisleri vasıtasıyla bir dizi arıtım işlemlerinden geçip devasa su kanalları yoluyla evimize konuk olduktan sonra musluklarımızdan içecek hale gelen donanımın bir benzeri vücudumuzda cereyan ediyor mu acaba? İzleyip görelim, bakalım buna benzer kalbi bir baraj ya da hidroelektrik santralı var mı? Elbette ki var. Bilindiği üzere kalpteki kan dolaşımı şu şekilde gerçekleşir. Vücutta ki tüm dokularda dolaşımını tamamlayan kan baraja akan su misali kalbe döndüğünde sağ kulakçıktan içeri girmektedir. Bu esnada sağ kulakçıkla sağ karıncık arasındaki kapak kapalı kalır. Kulakçık tamamen kanla dolduktan sonra kapak açılmaya başlar, derken akan kan buradan sağ karıncığa geçer. Tabii doğal olarak sağ karıncıkta biriken kirli kan akciğere bağlı adına pulmoner arter denilen geniş damara doğru itilir. Bu itilme sonucunda damar başlangıcındaki kapak açılarak kan dolaşım seyri akciğere doğru kayar. Akciğer ise barajlarda su arıtma tesislerinin gördüğü işleme benzer bir metotla kandaki karbondioksidi dışarı atıp, yerine oksijen almak suretiyle arınma işlemi gerçekleştirir. Dahası akciğerde temizlenmiş olan kan önce sol kulakçığa, sonra sol karıncığa geçip, daha sonra en büyük damar (aort damar) kapağının ayaklarında ki papiller kas denilen ince perdelerin (teller) titreşim marifetiyle vücuda dağılır. İşte bu noktada kalp atışı denilen olay, sağlı sollu kulakçık ve karıncıkların ardı sıra dolup boşalmaları esnasında cereyan eden kasılma, itilme ve büzülme gibi reflekslerin meydana gelmesiyle gerçekleşir. Allah korusun kan akışı sırasında emme- basma-tulumba kuvvetler topluluğu arasındaki ahenk alt üst olsa kanın tekrar geriye dönmesi söz konusu olup kalbin durmasına neden olacaktır. Zira yetişkin bir insan kalbi bu mükemmel uyumluluk sayesinde dakikada 70–80 defa atmaktadır. Dolayısıyla söz konusu bu otomatik atım koordinasyon merkezlerinin birinci sacayağı aortun tabanında konumlanıp, diğeri kulakçık duvarında, bir diğeri ise karıncıkların uzantılarında ki ağ demetinde yer alırlar. Keza aklımıza gelebilecek her türlü fiziki ve ruhi faaliyetler bu merkezlerden yansıyan elektromanyetik dalgalarla cereyan ettiği düşünülmektedir.
Bu arada kan damarlarını bütün şehrin ihtiyacını gören su kanalları olarak ta düşünebiliriz. Kaldı ki bu damarlar ne bir plastik boru, ne de elektrik kablosuyla kıyas edilemeyecek kadar mükemmel yaratılmış borulardır. Dolayısıyla herhangi bir kan damarından enine kesit alıp incelediğimizde, damar sisteminin tıpkı kalp gibi iç içe dokulardan örülü üç tabakadan meydana geldiği görülecektir. Nitekim en içte bir sıcak epitel tabakası, onun üstünde damarın asıl kalınlığını meydana getiren kas tabakası yer alır. İşte bu iki tabakanın kasılıp gevşemesi ile birlikte kanın akış şiddeti ayarlanır. Fakat kan damarlarında mevcut esnekliğin kaybolması halinde damar sertliği meydana gelir ki, bu durum ister istemez birtakım kalp hastalıklarına yol açacaktır. Zaten ihtiyarlığın bariz alametlerinden biri de damar sisteminin tedrici olarak aktivitesini yitirmesi olsa gerektir.
Aslında dolaşım sistemi sadece bugün değil, geçmişte birçok bilim adamlarının da merakını celp eden bir husus. Bakın Aristo; kanın karaciğerde teşekkül ettiğini, oradan kalbe gidip akabinde kalbe bağlı damarlarla vücuda yayıldığı şeklinde görüş bildirmiştir. Erasistratus da; “Ana damarların bir çeşit hava veya ruh taşımaktadır” demiş. Galan ise; “Arterler hava değil kan taşımaktadır, dolayısıyla kan merkezi karaciğerdir” diyerek konuya yeni boyut kazandırmıştır. Hakeza W. Harvey bu açıklamaların ötesinde bugünün bilgilerine yakın bir yaklaşımla kanın hareketi daima bir daire halinde olduğu, kalp çırpınışları eşliğinde kanın kalbin sol tarafından arterler vasıtasıyla vücudun en uç bölgelerine yayıldığını, daha sonra toplardamarlar vasıtasıyla sağ tarafa dönüş yaptığını ispatlamaya çalışmıştır. Derken Harvey bununla da yetinmeyip kalbin bir saat içerisinde dört bin defa çarptığını, vücuttaki topyekûn kan miktarından daha fazlasını pompaladığını göstermeye çalışmış, ancak mikroskobu olmadığı için maalesef kanın atar damar ve toplardamar ağının geçtiği kılcal damarları görememiştir. Fakat yine de böyle kanalların olabileceğini düşünebilmiştir. Neyse ki Marcello Malpighi bu düğümü William Harvey’in ölümünden birkaç yıl sonra kurbağalarla yaptığı deneyler sonucunda kılcal damarlar ağının varlığını ispatlayarak bu meseleyi bir çırpıda halledebilmiştir.
İşte bu ve buna benzer çalışmalar sayesinde kalbin sol karıncığından çıkan temiz kanın bütün vücudu dolaştıktan sonra kirlenip kalbin sağ kulakçığına dönmesi süreciyle neticelenen olayın büyük kan dolaşımı olduğunu, kalbin sağ karıncığından çıkan kirli kanın akciğerde temizlendikten sonra kalbin sol kulakçığına gelmesiyle tamamlanan serüvenin ise küçük kan dolaşım olduğunun farkına vardık. Kelimenin tam anlamıyla kalbin sol karıncığından büyük atardamara (aort) geçmesinin akabinde atardamarlar tarafından pompalanan kan, vücudumuzu kuşatan kılcal damarlara kadar yayılıp, oralarda gerekli oksijen ve gıda alışveriş işlemlerinin tamamlanmasıyla birlikte kirlenmiş halde toplardamara geçer. Keza toplardamarlar boyunca ilerleyen kan kalbin sağ kulakçığına, sağ kulakçıktan sağ karıncığa geçiş yaparak tekrar kalbe dönmüş olur. Böylece kalp kirlenmiş kanı temizlenmek üzere akciğer atardamar kanalıyla akciğere pompalar. Derken pompalan kan oksijenle pırıl pırıl temizlenmiş halde bu sefer kalbin sol kulakçığına oradan da sol karıncığa aktarılır. Yani bu devri daim bir döngü şeklinde her dem her salise ölene dek tekrarlanıp yoluna devam eder. Kalbin marifetleri bu kadarla sınırlı değil elbet. Anlaşılan o ki; et tırnak misali kalpsiz kan, kansız kalp birbirinden ayrılamaz ikiz kardeş gibidirler. O halde kalp ve kanın el ele gönül gönüle verip ortaya koydukları müşterek görevleri şöyle özetleyebiliriz. Şöyle ki:
—Kılcal damarlar vasıtasıyla tüm doku hücrelerine gerekli olan besin maddeleri, madenleri ve hormonları ulaştırmak.
—Besinlerin yavaş yanma denilen bir olayla yakılması sonucunda enerjiye dönüştürülmesini sağlayacak olan oksijeni hücrelere ulaştırmak.
—Hücrelerde biriken CO2 (karbondioksit) ve artıkları hem böbreklere hem de akciğerlere nakletmek.
—Vücuda hariçten girip hastalığa yol açan mikroplara karşı savunma hattı oluşturmak.
—Vücudun iç kısımlarındaki fazla sıcaklığı yüzeye taşıyarak normal vücut sıcaklığı korumasını sağlamak gibi bir dizi faaliyetlerde bulunmaktır.
Kan damarlarında mevcut esnekliğin kaybolması halinde damar sertliği meydana gelir ki bu durum daha çok yaşlılarda görülür. Hatta bu arıza damar duvarlarında yağ ve aşırı derecede Ca (kalsiyum) birikmesi neticesinde ortaya çıkar.
Aortun (atardamarın) çıkış yerinde koroner adı verilen küçük bir atardamar daha var ki, bu damarların herhangi bir sebeple tıkanması halinde göğüs anjini, sıkışması halinde ise kalp spazmı, ya da kan pıhtılaşması nükseder ki bu durum en şiddetli enfarktüs cinsten hastalıkların meydana gelmesine neden olacaktır. Nitekim şiddetli seyreden enfarktüslerle ölüme yol açabiliyor.
Belli ki kalbin pompalama faaliyetleri sonucu olarak bel kemiği boyunca aşağı inen aorttan akan kan vücuda dağılıp kılcal damarlar vasıtasıyla bütün dokulara ulaşmaktadır. Derken kılcal damarlarda dokularla temas eden kan, doku ve organlardaki hücrelere oksijen taşımanın yanı sıra besin alışverişi gerçekleşir. Tabii ki bu alışveriş sıradan alışveriş değildir, bilakis kılcal damarlar çeperinden süzülmek suretiyle kandaki besin ve oksijen ihtiyaç miktarınca dokulara pay edilerek cereyan etmektedir. Bu arada doku hücrelerinde biriken arta kalan artık maddeler veya karbondioksit ise kılcal damarlar yoluyla vücuda dağılırlar. Yani kılcal damarlar dokular arasında ağ oluşturup, meydana getirdikleri ağın devamında tekrar birleşerek toplardamarlar halinde kalbe dönüş yaparlar. Burada atardamarların besin ve oksijen taşımasına karşılık toplardamarlar da artık madde ve karbondioksit taşıma hizmeti yaptıklarını anlamış oluruz. Kısaca atardamarlar oksijeni bol kan, toplardamarlar da karbondioksidi bol kan taşırlar.
Ayrıca kalple akciğerler arasında cereyan eden bir kan dolaşım var ki, bu dolaşıma küçük kan dolaşımı denmektedir. Bir başka ifadeyle toplardamar yoluyla kalbe gelen kirli kanın akciğerlerde temizlenerek tekrar kalbe dönmesiyle tamamlanan bir dolaşım olarak ta tarif edilir. Bu arada küçük kan dolaşım süresi kanın kalpten çıkmasıyla birlikte vücudu turlayıp bacaklardan ayak parmakları uçlarına, sonra ayak parmakları uçlarından tekrar kalbe gelmesi 18 saniye bir zaman diliminde vuku bulmaktadır. Yine kanın kalpten beyine ve beyinden tekrar kalbe dönüşü 8 saniyede gerçekleşmektedir. Hakeza kanın vücudun tamamında gerçekleştirdiği bir devir süresi ise 23 saniyedir.
Bilindiği üzere kan damarlarda dolaşırken damar çeperlerine muayyen aralıklarla bir basınç uygulayıp, Tıp dilinde bu basınca tansiyon deriz. Normal olarak kan basıncımız 12–14 mm cıva basıncı arasında olması gerekir. Çünkü bu rakamlar tansiyonun dengede tutulması için Yaratıcı güç tarafından ayarlanmış ideal rakamlardır. Dolayısıyla kan basıncının normalin üzerine çıkması halinde damarların büzüşmesine neden olan birtakım olaylara kapı aralayacaktır. Yani damarların iç çeperinin sertleşmesiyle birlikte hipertansiyon (yüksek tansiyon) oluşacaktır. Tabi bu arada hipertansiyonda kalpten dokuya basınç denilen büyük tansiyon ve dokudan kalbe basınç denilen küçük tansiyon şeklinde alt gruplara ayrılmaktadır. Elbette ki kalbin en çok yorulmasına neden olan yüksek tansiyon cinsi kanın doku vasıtasıyla yaptığı basınçtır. Nitekim böbrekler iyi filtre edemiyorsa, damarlar büzüşmüşse küçük tansiyonun yükselmesi kaçınılmaz olacaktır. Dolayısıyla büyük tansiyonun yüksek olması fazla kafaya takılacak durum olmasa da, asıl düşündüren küçük tansiyonun 100 mm Hg'yı geçmesi olayı olup, bu vücut için kırmızı alarm demektir. Söz konusu kırmızı alarmdan en çok etkilenen hiç kuşkusuz böbrek ve damarlarımızdır. Her ne sebeple olursa olsun sonuçta yüksek tansiyon anormallikleri böbrek ve damarları yeyip bitiren bir hastalıktır. Tansiyonun normalin altına düşmesi halinde ise damarların genişlemesine paralel hipotansiyon (düşük tansiyon) oluşur. Hipotansiyon ister istemez kalbin hızlı çalışmasıyla birlikte kalp kasının gücünü kaybetmesine neden olup çarpıntıya yol açacaktır. Dolayısıyla yetişkinlerde 120 mm cıvaya denk düşen tansiyon normal kabul edilir. Şayet bu olay normalin dışında seyrederse buna bağlı olarak birtakım psikomatik hastalıkların doğacağı muhakkak. Dolayısıyla moral çok önemli faktör olsa gerektir. Aksi takdirde demoralize durumlarda yemek yerken bile stresin mide damarlarının büzüşmesine yol açacağı muhakkak, bu da hepimizin bildiği ülser demektir. Dahası dolaşım sisteminin kısa bir süreliğine de olsa çalışmaması demek yaşanan hayatın sona ermesi demektir.
Biraz da kalbimizi metafizik anlamda değerlendirmeye çalışalım, ne dersiniz. Biliyorum objektif kriterler sıkıcı olabiliyor, fakat objeye subje kazandırabilirsek konu bir anda ruh kazanabiliyor.
Malum olduğu üzere atomun merkezi çekirdek, gezegenlerin merkezide güneştir. Zira gezegenler güneş etrafında dönerler. İnsan vücudunun merkezi ise kalptir. Gönüller Sultanı Mevlana’mız bir merkez ya da çekirdekse, onun etrafında dönen semazenlerin ötelere akıp giden yolculuğu da yörünge demektir. Dolayısıyla atomun çekirdeği etrafında deveran olan elektronlar hem Mevlana’yı hatırlatıyor hem de dervişlerin Mevla’ya giden yolda semah halkasını ispatlıyor. Hakeza Hünkâr Hacı Bektaşi Velinin Cem'i de öyledir.
Kalp sayesinde göz ve kulak gibi organlarımıza sürekli duygu sağınımı gerçekleşir. Bazen duygulandığımızda gözyaşımıza sahip olamayız, neden acaba, hiç düşündünüz mü? Çünkü gözyaşı kalbin otoritesiyle salgılanır, akılda beyin mekanizmasında sahne alır adeta.
Bu yüzden gönlümüzün dile gelmesi kalp sayesinde gerçekleşir her dem. Kur’an ayetlerini derinlemesine incelendiğinde Yüce Allah'ın insan kalbini muhatap kabul ettiği görülecektir. Zaten vahyi ancak kalp anlamaktadır. Yani O’nu ancak kalp hissedip ‘Amenna saddak' der, ardından Mevla’ya teslim oluruz. Zira Kuran’da geçen; ‘Allah kalplerini ve kulaklarını mühürlemiş, gözlerine bir perde inmiştir ve bunların hakkı azim bir azaptır’(Bakara suresi ayet:17) ayetini Dr. Haluk Nurbaki Allah-ü Teala; sanat şaheserim olan bu kalbe imza attım. O’nu imanla ve sevgiyle doldurmazsanız mühürlerim şeklinde yorumlamıştır. Hatta Rabbül Âlemin; ‘Ben yere göğe sığmam Mü’min kulumun kalbine sığarım’ beyan buyurarak bu manaya işaret etmiştir.

http://www.facebook.com/pages/Alperen-G%C3%BCrb%C3%BCzer/141391522610124

 

alperen isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
webmaster blog çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi