01-21-2012, 21:36 | #1 |
KALP ÂLEMİ
KALP ÂLEMİ
ALPEREN GÜRBÜZER İnsanoğlunda kalple ilgili ilk emareler anne karnında daha dört santimlikken nüksetmeye başlar. Hatta başlangıçta bir boşluk halindeyken sonradan bölmeler oluşup akabinde bölmeler arasında mükemmel bir şekilde açılıp kapanan kapaklar takılmaktadır. Derken kalp vücuttan gelen ve gidecek kanı ayırt edebilecek düzeye erişerek kendine özgü sevk donanımına kavuşur. Belli ki dolaşım cenin için hayati bir durum olsa gerek ki damarlar kalpten bile önce yaratılması tasarlanmış. Öyle ki kirli kanın filtre edilmesi ve artık maddelerin atılma işlemi için kalpten böbreğe açılan bir pencere düşünülmüşte. Nitekim bu pencere sayesinde kirli kan filtre edilerek temizlenir. Kalbe açılan bir başka penceremiz ise akciğer olarak tasarlanmış. Ki bu pencerenin minicik keselerine dolan oksijen sayesinde tüm hücreler bu temiz havadan nasiplenecektir. Derken dünyaya gelen bebek hava ile temas eder etmez akciğerler biranda işlerlik kazanmaya başlayacaktır. Şayet kalbimiz son derece hayati öneme haiz bu iki pencerede en ufacık emme tulumba sisteminde basınç hatasına yol açacak donanımla donatılsaydı gerek anne karnında gerekse dünyaya hayatımızda olsun her an her salise kanımız dışarı akacaktı, ya da temizlenmeden geri dönerek akıbetimiz ölümle noktalanacaktı. Dolayısıyla kalbin emme tulumba idmanı anne karnında başlayıp, dünya hayatıyla birlikte mükemmellik kazanan bir sisteme dönüşmektedir. Kalp ab-u hayat su mesabesinde kanı hücrelere pompalamak için yaratılmıştır. Yani kalp kanın pompalandığı merkezi bir organdır. Dolayısıyla kan kalbin kasılıp gevşemesi sayesinde kapalı bir devre içerisinde damarlar vasıtasıyla tüm vücudumuzu dolaşmakta. Zira kan pompalanırken kapaklar kapanır, kanın dokulardan dönüşü sırasında ise açıldığına şahit oluruz. Bu pompa sayesinde kalp dakikada bir matematik program dâhilinde 60–80 defa atar. Bunun anlamı yılda 40 milyon defa atmak demektir. Belli ki bu atımlar kalbin tüm kabiliyetlerini ortaya çıkarmak için atmakta. Zira koşacağımız hesap edilmiş, yürüyeceğimiz dikkate alınmış. Kalp aynı zamanda organizma için gerekli gaz maddeleri taşıyan, arter sistemi ile kanı dokulara sevk eden, dokular arasındaki madde alışverişini düzenleyip basınç temin eden bir mekanizmadır. Dahası insanoğlunun kendi eliyle yaptığı tulumbaya bile taş çıkartacak kadar etten donatılmış bir motorumuzdur. Şöyle ki; venüs'ler de (toplardamarlar) düşük basınç temin etme, artık maddelerin venüslere geçmesini sağlamak ve sonrada kirli kanı kendisine çekerek bir tür titreşim yapıp emme-basma tulumba görevi yapmaktadır. Hatta bu metotla kanı solunum havası ile temas etmek üzere enjektörün pistonu gibi basınç uygulayarak akciğere pompalar. Akciğere gelen temiz kan kalpten çıktıktan sonra yeniden aort atar damar kanalıyla arter sistemine gönderilir. Böylece bu sistem vasıtasıyla vücutta dolaşan kanı tekrar kendisinde (kalpte) toplanması için vakum misali emme işlevi yapar. Aslında bu harika düzeneği dört madde halinde özetleyebiliriz. Şöyle ki: —Gaz (O2), besin maddeleri ve vitamin gibi faydalı katı maddeler kalbin pompalamasıyla birlikte arter sistemini takiben kılcal damarlardan dolaştırılıp dokulara iletilir. Anlaşılan kan dokularla temasını kılcal damar ağıyla sağlayabiliyor. Yani kanımız kılcal damar ağı vasıtasıyla vücudun tüm noktalarına iletilmeseydi hayatımız son bulacaktı. Hatta Allah korusun, şayet beynimiz 10 saniye kansız kalsa bitkisel hayata dönmemiz an meselesi olacaktı diyebiliriz. — Atardamarların doku aralarına dağılarak oluşturdukları kılcal damar ağı bir zaman sonra tekrar birleşir ama, bu noktadan sonra kılcallarda dolaşan kanın dokularla içli dışlı olmanın neticesinde artık kan kirlenmiş halde bulunur. Böylece dokulara zarar verecek seviyeye gelmiş olan katı ve sıvı artıkların bir damar şebekesi içerisinde taşınması icap edecektir. Neyse ki bu işin üstesinden gelen toplardamar ağı devreye girerek bu mesele halledilmiş olur. Nitekim kalbin ven basıncını düşürmesi sayesinde kirli kan kolayca toplardamar sistemine (venüs) geçip yeniden kalbe dönüş gerçekleşir. Hatta toplardamarlar çok ince duvarlı olduklarından akan kanın geriye kaçmaması için aksi istikamete açılan kapakçıklar emre amade vaziyette tetikte beklemektedirler. Derken vücuda zararlı olan bu kirli kan geriye tepmeyecek şekilde akciğerde CO2 olarak dışarı atılıp yerine oksijen alınarak tekrar kalp tarafından özel bir basınç sistemi vasıtasıyla vücudumuzu kuşatan yaklaşık 60 milyar hücreye sevk edilirler. İşte bu özel basınç sistemine fizikte hemodinamik denmektedir. Öyle ki; hemodinamik sistemin iyi işleyebilmesi için damar cidarların pürüzsüz olmasının yanı sıra kapalı devre sisteminin tam takır çalışır olması gerekmektedir. — Kalp akciğerden dönen temizlenmiş kanı tekrar arter sistemine aktararak vücut dolaşımının devamını sağlar. Yani böbreklere giden kan, bünyesinde var olan zararlı maddeleri orada süzdürse de dolaşım sonlanmaz, yine dolaşım boylu boyunca bir su misali yatağında akıp gitmeye devam etmektedir. —Organizmanın değişik ortam ve şartlarda atım sayısı, kan hacmi (atım hacmi) veya kalp debisini ayarlamak (azaltma veya çoğaltma) ve bu yolla gerekli ihtiyacı karşılayacak dolaşım düzenini kurmak kalbe has bir özellik olsa gerektir. Fakat kalbinde gücü bir yere kadar, onunla birlikte diğer unsurlarında sağlıklı olması icap eder. Mesela kan seviyesinin yükselmesi veya düşmesi vücuttaki dolaşım sistemin bütünüyle negatif yönden etkilenmesi demektir. Dolayısıyla uyumluluk çok büyük önem arz etmektedir. Yukarıda sıraladığımız maddelerden anlaşıldığı üzere kan metabolizmasının yanı sıra solunum ve boşaltım sistemini birlikte dengede tutmak veya bir düzen içerisinde yürütme kalbin biricik görevi olduğu sonucu çıkmakta. Zira kalbin bu işleri yapabilmesi için geniş adaptasyon kabiliyetine haiz mükemmel bir damar ağının yanı sıra kusursuz bir şekilde işleyen kalp kaslarının teçhiz edilmesine, aynı zamanda bu yapının ileri derecede fonksiyonel olmasına ihtiyacı vardır. Ama nasıl? Gayet basit, damarları canlandıran vasomotor sinirleriyle elbet. Bir başka ifadeyle damarları çepeçevre saran kas tabakasını oluşturan kas lifleri elektrot aracılığıyla sinir sistemine doğrudan bağlanarak iç ve dış tesirlerin etki derecesine göre genişleyip daralabiliyor. Bir başka ifadeyle madem kalp motor konumunda, o halde bu motoru gerektiğinde yavaşlatan gerektiğinde ise hızlandıran bir sistem olmalı. O sistem hepimizin sıkça duyduğu otonom sinir sisteminden başkası değildir elbet. Dahası bu sistem sempatik ve vagus sistem adı altında faaliyetlerini yürütmektedir. Zira sempatik sistem heyecan, korku, öfke durumlarında kalp ritmini hızlandırırken, diğeri ise üzüntü ve psikolojik problemlerin yaşandığı durumlara bağlı olarak kalbi yavaşlatıcı hale getirmektedir. Mesela enfeksiyon durumlarında damarlar genişleyebilirken uyku gibi relax durumlarda daralabiliyor. Demek ki vücutta tüm mevcut kaslar beyinden gelen bir sinir (vagus) başkanlığında parasempatik sinir sistemi (yavaşlatıcı sinir sistemi) start alıp bu sistemin ikinci ayağı olan sempatik (hızlandırıcı sistem) ve omurga çevresinde var olan kendine özgü ganglionlar tarafından uyarılmaktadır. Fakat kalp kasları bundan istisnadır. Çünkü ilahi kudret kalbin hiçbir vasıtaya ihtiyaç duymadan bile kalp içerisine yerleştirdiği minicik sinir düğümler kanalıyla kasların ritmik hareketini devam ettirebilecek şekilde ayarlamış. Sadece kalp bu iki sistemin (sempatik ve parasempatik) hipotalamus vasıtasıyla gönderdiği mesajlardan etkilenir, dolayısıyla bunların kalbe doğrudan bir katkısı yoktur. Hatta kalbe yansıyan bir takım dış etkenler maddi ve manevi nedenlere bağlı olarak bir anda iç bünyemizin sözcülüğüne dönüşebiliyor. Keza ateşli hastalıklarda kalbin fazla çalışması, heyecanlı anlarda çarpması ve neşeli durumlarda şen şaklak huzurlu olmamız gibi örneklerin her biri içimizin fotoğrafını ortaya koyan unsurlardır. Öyle ki kalp birtakım maddi ve manevi sebeplerden dolayı ortaya çıkan sonuçlar bakımdan zararlı veya kazançlı çıksa da her halükarda formundan yine de bir şey kaybetmiş sayılmaz. Belli ki sol memenin altında yer alan gönül aynamız damar ve sinirlerle donatılarak iyi bir şekilde korunmaya alınmış. Korunması da gerekir. Çünkü Peygamberimiz (s.a.v); “İnsanda bir et parçası (kalp) vardır, o iyi olursa bütün vücut iyi olur” buyurmakta. O halde onu hem manen hem de madden iyi beslemek gerekir. Aksi takdirde ruhi ve asabi faktörler damarları kuşatan sinirlere menfi yönden tesir edip damar hastalıklarına yol açacaktır. Kalbin tepe tarafından bulunan ön yarısı ventriküllerden kaide kısmının arka yarısı atomlardan meydana gelmiştir. Kalp her insanın kendi yumruğu büyüklükte olup, ağırlığı erkekte 325 gr, kadında 275 gram kadardır. Hacmi belirli ölçüde değişip genellikle ortalama 14–15 cm uzunluğunda, 12–13 cm genişliğinde ve 6–8 cm kalınlığındadır. Yine de kalp boyutları kan emilimi sırasında (inspirasyon) veya pompalama (expirasyon) esnasında değişebiliyor. Zira kalp kanı emerken kasılıp, bu kasılma esnasında kalbin yanlarında bulunan perikard (kalp zarı) ve pleura (akciğer zarı) ise ona komşuluk eder. Kalbin arkasında bulunan özafagus ise sola kaymıştır. Bu arada kalbin yukarıda ve arkada akciğerlerden ve kalpten çıkan damarlar bir ağ meydana getirirler. Ayrıca kalp thorax boşluğuna taksim edilmiştir. Bazı insanlarda kalp nadirende olsa 2/3 si sağ tarafta bulunabiliyor. Mesela astenik tip denilen uzun boylu ve dar göğüslü kimselerde kalp daha dik durumdadır. Keza piknik tiplerde (kısa boylu ve geniş vücutlu) diğerlerine göre kalp yatıktır. Dahası ister yatık ister dik olsun kalp yumruk büyüklüğün ötesinde kendisine bağlı damarlar ve elektronik sistemiyle bütünlük arz etmektedir. Nitekim bir insanın kalbini sökmeye kalkıştığımızda vücuda dağılan en ince parçalara kadar neredeyse tüm vücuda müdahale etmiş sayılırız. Anlaşılan kalbe bağlı kan damarlarını birbirine ilave ettiğimizde 150.000 kilometrelik yol mesafesiyle karşılaşırız. Ki, bunun anlamı kılcal damarları da uç uca eklediğimizde dünyayı dört tur yapmak demektir. Buradan hareketle kalbi yumruk büyüklüğünde et parçası diye tarif edip işin içinden biranda sıyrılamıyoruz. Bilakis kalp kâinatın özü mesabesinde bir âlem olduğunu fark ediyoruz. Bilindiği üzere kalbe ait faaliyetlerin tespiti veya teşhisinde 4 metot vardır, bunlar: —Dinlenme yöntemi, —Perkolasyon yöntemi, —Radyografik yöntemi, —Elektrokardiyografi yöntemi diye tasnif edilir. Dinlenme yöntemi Kalp aslında kendinde var olan gücün onda bir oranında faaliyetini sürdürmektedir. Belli ki geriye kalan dokuzunu olağan üstü durumlar için bir köşede bekletilmektedir. Özellikle olağan üstü durumlardan doğan arızalar neticesinde kalp kasları dermansız kalınca ister istemez vücuda ne kan gönderilebiliyor ne de geri emilmesi sağlanabiliyor. Ki bu durum kalp yetmezliği olarak tarif edilir. Yani kalp damarlarının esnekliğini yitirmesi, kalp damarlarının daralması ve kalp dokusunun gıdadan yoksun kalması damar sertliğinin bir neticesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yüzden güç çok önem arz etmektedir. O halde güç tazelemek için dinlenmekte gerekir. Zira dinlenme devresinde kalbin sesleri normal ritimli olup, daha çok valvüler denilen kalp kapaklarının kapanmasından meydana gelen bu sesler birinci ve ikinci kalp sesleri olarak isim alırlar. Hatta bu sesler eşliğinde kalp kapakların veya ostiumların durumları hakkında bilgi edinilir. Normal olmayan ritillerin alışkanlık olarak fazla dinlenmesi halinde hekimleri hastalığa tanı koymada yanıltabiliyor. Aslında bileğimizdeki atar damar üzerine elimizi koyarak kalbin ne kadar çarptığını belirleyebiliriz. Çünkü kalp isteğimiz dışında ve sürekli olarak çalışan bir organımızdır. Hatta bu organımız bize zarar vermeyecek şekilde çalışırken dinlenir de. Özellikle her kasılıp gevşemesinden sonra yarım saniyelik bir mola verir de. Nitekim uyanıkken dakikada zaman zaman 80 ritme çıkan kalp atışlarımız, uykuda iken 50–55 dakikaya kadar düşüp, ama asla faaliyetini tamamen durdurmazlar. Zaten kalbin durması ölüm demektir. Beyin ise kalpten farklı olarak ancak uyku moduna geçtiğinde dinlenerek kendi iç ayarını yapma şansını elde eder. Sonuçta kalpte bir can sayılır, onun da dinlenmeye hakkı var. Kolay değil kanı her atışta 1/10 litre pompalamaktadır. Yani bunun anlamı bir günde 10.000 litre kanı vücuda transfer etmek demek olup, bu aynı zamanda bir insan ömür sürecinde takriben 250.000 ton litre kanın vücudun en ucra köşelerine kadar ulaştırma işlemi demektir. Neredeyse bu hizmet 6000 nüfuslu bir beldenin bir yıllık su şebekesinin faaliyetine denk düşmektedir. Perkolasyon yöntemi Perkolasyon ile kalbin büyüklüğü hakkında bilgi sahibi olabiliriz. İçerisi kanla dolu olduğu için parmakla kalbin bulunduğu göğüs boşluğuna vurulursa mat bir ses verir. Bu sesi anlamak için önce içi hava dolu organımız akciğere vurulmalı ki titremeli bir ses alınabilsin. Nitekim perikard (kalp torbası)’ın iltihaplanması durumunda sürtünme olayı gerçekleşeceğinden ister istemez doktor bu sürtünmeden kaynaklanan sesleri çok kolay duyabilecektir. Elektrokardiyografi yöntemi (EKG) Bilindiği üzere kalpteki her kasılma refleksi elektrik akımının bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Ama nasıl? Şöyle ki; kalp hücrelerinin iç yüzeyleri negatif, dış yüzeyleri ise pozitif yüklüdürler. Bu yüklülük bir anlamda kalp hücrelerinin pil veya şarj görevi yaptığına işaret etmektedir. Dolayısıyla hücre zarında herhangi bir kısa devre hadisesi yaşandığında ister istemez hücrelerin mevcut elektrik yükleri yer değiştirip, iç pozitif, dış negatif hale dönüşecektir. İşte bu dönüşüm kalbin bütünüyle kasılmasını beraberinde getirir ki bu olaya depolarizasyon denmektedir. Tabii kasılma işlemleri bittiği anda hücreler tekrar orjinal yüklerine kavuşacaklardır. Ayrıca kalbin kasılmasıyla ilgili kendine özgü bir taşıma sistemi mevcut. Yani kalbin sağ kulakçığında yer alan sinüs düğümü denilen hücre topluluğu kalbin kasılmasına katkıda bulunan ilk sinyallerin start aldığı mühim bir nokta olması hasebiyle kalp kası buradan çıkan sinyallere kayıtsız kalmamaktadır. Bilakis uyumlu pozisyon alıp, böylece kasılma vuku bulmaktadır. Hatta bu arada elektrik ikazının sinüs düğümünden çıkıp sinyallerin kalp kasına sirayet etmesiyle birlikte iletilen elektrik sinyaller sayesinde kalbin iyi beslenip beslenmediği ya da tıkanıp tıkanmadığının ipuçlarını elde edebiliriz pekâlâ. Bunun hekimlikteki pratik adı kalp elektrosu (EKG- elektro kardiyografi ) olup, kalp hastalıklarının teşhisinde en güvenilir bir metotların başında gelmektedir. Bu metot daha çok damar tıkanıkları ve kalp beslenmesi yetersizliğinden kaynaklanan hastalıkların teşhisinde %100 doğruluk derecesinde kalpteki tüm elektrik akımların kâğıt üzerine kayıt imkânı vermektedir. Bundan da öte kalp ameliyatları bu tür yöntemlerden gelecek veriler ışığında gerçekleşmektedir. Hatta bu olayı Peygamberimiz (s.a.v)’in yaşadığı bir olayla örneklendirerek birazda ruhumuzu terennüm edebiliriz. Bilindiği üzere Allah Resulü Taif dönüşü semadaki melekler, dağ, taş, toprak, kâinat ve vicdan sahibi her insan Allah Resulüne yapılan muameleden incinmişti. Her şeyden öte Kâinatın efendisi Habib-i Kibriya Efendimiz (s.a.v) üzülmüştü. Öyle ki dönüşte üzüntüden hane-i saadetine bile gitmeyip Kâbe’nin Hatim adı verilen kısmında yatıp uyumuştu. Yani yorgun ve bitap düşmüştü. Dile kolay acımasız eller tarafından taşlanmıştı. Üstelik kan revan içinde kalmıştı. Neyse ki uykudayken Allah-ü Teala Cebrail’i göndererek Habibi’nin yorgunluğunu üzerinden alacak seyahat için uyandırılır. Hatta Seyr-ü sefere çıkmadan önce Cibril Emin, Efendimiz (s.a.v)’in göğsünü yarıp zemzemle yıkanır da. Sonrası malum, Burak adı verilen bir binekle Kudüs’e varılır ardından Miraç hadisesi gerçekleşir. İşte Miraç öncesi göğsün yarılıp kalbin çıkması bir mucizenin ötesinde, sanki gelecekte kalp ameliyatının yapılacağına işarette var gibi. Kelimenin tam anlamıyla zemzemle yıkanmanın soyut manası olabildiği gibi ameliyat öncesi hem hastanın narkozla bayıltılması hem de ameliyat sonrası enfeksiyon riskine karşı pansuman tekniklerini hatırlatan somut manasını düşündürmektedir elbet. Kalp tabakaları Kalp duvarı üç tabakadan yapılmış olup dıştan içeriye doğru sırasıyla perikardium, myokardium ve endokardium olarak tasnif edilir. Epikardium (perikardium) Esasen kalp perikard dediğimiz adeta bir gelinlik içerisinde son derece narin ve zarif bir zar içerisinde durmaktadır. Bu zarın diğer organlardan farkı etrafına temas etmeden gayet kolayca kalp çarpıntısını gerçekleştirmiş olmasıdır. Çünkü epikardiumun dış yüzü bir sıra mezotel (gevşek mezoderm tabakası) tabakasıyla döşelidir. İşte bu iki zar arasında akışkan bir sıvı var ki, bu sıvı kalbin kendisinin ürettiği sıvıdan başkası değildir. Şayet bu sıvı fazlaca salınırsa iki zar arasında basınç yapmasına yol açıp ister istemez kalbin yorgun düşmesine neden olacaktır. Tam tersi diyebileceğimiz sıvı azlığında ise bu seferde kalbin sefillere uğrayacağı kaçınılmaz kılacaktır. Dolayısıyla kalbi yaratan en ince ayrıntı noktalarına kadar hataya meydan vermeyecek bir programla donatmış. Bu arada perikardium tabakası miyokardiuma kan damarları, sinir ve subepicardial bir doku (yağ dokusu için) vasıtasıyla bağlanarak vücuda yayılır. Öte yandan diğer dallarıyla kalbin göğüs boşluğunda tespitini sağlar. Belli ki perikard epitelyum hücreleri bıkmadan usanmadan sürekli çalışan kalbin yorulmaması için çevresinde bulunmayı görev bilmişler. Nitekim kediler ve memelilerde epikardium tabakası çıkarıldığında kalpte büyüme görülmüştür. Esasen perikardiumu içten örtülmesini sağlayan mezotel karakterde kollojen lifler, elastik lifler, fibroplastlar ve makrofajlardan yapılmış bir bağ dokusudur. Zira kalp zarı iltihaplarında makrofajlar (monositler) tabii bağışıklık yapan koruyucu unsurlar olarak rol oynamaktalar. Miyokardium Miyokardium kalp içerisindeki boşluklu bir tabakadır. Kalp bu bakımdan dış ve iç yüz diye ikiyüzlüdür. Dış yüz perikard, iç yüz ise endokard ile örtülüdür. Perikard ve endokard hücreleri birbirlerine sıkı bir şekilde kenetlenmiş durumdadırlar. Miyokard ise kalbin esas fonksiyonu ile ilgili kas tabakasıdır. Kalp içerisinde ki seslerin teşekkülüne, kapakların kapanması esnasında meydana gelen titreşimlere, kalp boyunca yayılan titreşimlere ve dinlenme sırasında kalbin genel durumu hakkındaki bilgiye myokard sayesinde erişiriz. Miyokard arasındaki boşluklarda özel intersellular artıklar yüksek nispette miyozin bulundurarak depolanırlar. Her kapalı boşlukta lokal enerji kaynağı olan miyozinin parçalanmasıyla bolca ATP sentez edilir. Bu ağ şeklindeki kas liflerinin (miyozin) birleşme bölgelerinde (discus intercalarius) bir ritmik halinde sistol (gevşeme) ve diastolun (kasılma) gerçekleşmesini destekler. Endokardium Endokardium atrium ventrikülün içini döşeyen parlak ince bir membrandır. Özellikle sol atriumda daha kalın, ventriküllerde ise daha incedir. Atrium içerisinde beyaz renkte olup ventrikül de ise ince olduğundan kalp kasının rengini geçirdiği için kırmızı görünür. Damarlar kalbe girip çıkarken endokardiumda 3 lamina yaparlar: —Endotel tabakası, —Subendotelium tabaka, —Subendokardial tabaka. Kalp Hastalıkları Damarları sadece etten yapılmış birer boru olarak düşünürsek yanılabiliriz. Tam aksine yapılan incelemeler sonucunda damar iç kısmının gayet pürüzsüz bir şekilde akışkan bir endotel tabakasıyla kaplı olduğu, ortasının kas liflerinin oluşturduğu kas tabakası içerdiğini, en dışının ise damara adeta can veren damarcıklar ve sinirlerin yer aldığını anlamış oluruz. Bu kusursuz yapının arıza vermesi ister istemez merkezi organımız kalbi doğrudan etkileyecektir. İlginçtir vücudumuz damar ağıyla örülmesine rağmen kalp kapakçıklarında damar yoktur. Sakın ola ki unutulmuş olabilir demeyesiniz. Çünkü damarlar olsaydı kapakçıklar çok kolayca yıpranacaklardı. Dolayısıyla kapakçıkların her halükarda elastiki ve sağlam yapıda yapılması önceden belirlenmiş. Bu mükemmel koruyucu kapakçıkların varlığına rağmen bir şekilde kapaklara mikropların yerleşmesi sonucu özellikle mafsal ağrıları ve kalp romatizması gibi kendini hissettiren birçok kalp kapakçığı hastalığı nüks edebiliyor. Hatta streptokok bakteri türevleri de kalp kapağı arızalarına neden olmaktadır. Kapaklar ciddi manada hasar görmüşse açık kalp ameliyatı kaçınılmaz bir şekilde yakamızı bırakmayacaktır. Netice itibariyle kapakçıkların romatizma geçirmesi kalp yetmezliklerine kadar götürebiliyor. Zaten kalp yetmezliği ile birlikte kalbin pompalama fonksiyonunu yitireceğinden ister istemez akciğerlerde, kanda ve bacaklarda su birikerek birtakım şişkinlikler oluşturacaktır. O halde kapakçık deyip geçmemeli. Zira kalp kasları hep veya hiç kanuna tabiidirler. O çalışırsa tüm kalp çalışır, çalışmazsa tüm kalp faaliyetleri de durabilmektedir. Bir başka ifadeyle kalp kasılıp gevşedikçe ona paralel olarak tıpkı göz kapaklarımızın açılıp kapanmasında olduğu gibi kapakçıklarda açılıp kapanmaktadır. Zaten açılıp kapanmaların son bulması kalp düzeninin altüst olması anlamına gelip, aynı zamanda hayata veda etmek demektir. Aortun çıkış yerinde koroner adı verilen iki küçük damarın bir takım nedenlerle tıkanması halinde göğüs anjini, sıkışması durumunda ise kalp spazmı (enfarktüs) meydana gelmektedir. Yani damarların büzüşmesiyle açığa çıkan kalp hastalıkları kalp spazmı olarak değerlendirilir. Kalp spazmı geçirenlerde ansızın yere çakılmalar, terleme, yorgunluk tarif edilemez derecede can çekilmesine benzer krizi tetikleyen birtakım haller meydana gelir. Bilindiği üzere damarın büzüşmesine bağlı olarak daralmanın aşırı boyutlara taşınması veya tıkanma sonucunda enfarktüs oluşur ki, bu durumda ani ölümle karşı karşıya kalmak riski doğabiliyor. Yinede tıkanma hadisesi tali damarlarda nüksetmişse tedavi imkânı vardır. Bu tür hastalar için hiç kuşkusuz moral en iyi tedavi yöntemidir. Çünkü en ufak üzüntüyü kalp kaldıramamaktadır. Bilindiği üzere kalbe ait özel damar sistemi içerisinde kalp hücrelerine kan servis eden iki adet damara koroner damar denmektedir. Bu sistem herhangi bir kalp damarının kiriz geçirmesi durumunda emniyet supabı görevi yapmaktadır. Dolayısıyla koroner sisteme rağmen damar sertliği insanlara özgü bir hastalık olup özellikle atardamarlarda rastlanan bir arızadır. Damarların içerisinde irili ufaklı kabarcıkların (aterom plakları) görülmesi damar sertliğine işarettir zaten. Yani aterom plakçıkların içerisinde kolesterin maddesinin birikmesiyle birlikte pıhtılaşmaya yol açmaktadır. Bu durum aynı zamanda damarın beslendiği doku bölgesinin oksijensiz kalması demektir ki, daha çok kendisini kalp yetmezliği veya nefes darlıkları şeklinde gösterip, ileri aşamalarda felç olmaya kadar götürebiliyor. Dolayısıyla damar hastalıklarında gerektiğinde damarın yenilenmesini bile gerektirebilir. Allah’a şükürler olsun ki; nasıl ki elektrik sinyal taşımacılığının göz bebeği olan sinüs düğümünün arızalanmasıyla birlikte yedek olarak A-V düğümü devreye giriyorsa, aynen ayağımıza yedek olarak konulan safena denilen damar da adeta bu günler için muhafaza altına alınmıştır. Sanki lüzumu halinde bunu alın ihtiyacınızı görün denilmiş. Şayet damar tıkanmadığı halde damar eklenirse kaş yapım derken göz çıkarma durumu ortaya çıkabilir. Hatta kişiyi ölümün eşiğine bile getirme söz konusu olacaktır. Gerçek anlamda tıkanmış damara damar eklendiğinde ise hiç kuşkusuz ameliyat başarılı olacaktır. Tansiyona bağlı kalp arızaları kan basıncı hastalıkları olarak nitelendiği gibi ruhsal bozukluklarda öyledir. Özellikle kalp nevrozu denilen hastalıkların sinirlerle doğrudan ilgisi var diyebiliriz. Nitekim kan basıncının düşmesiyle birlikte ani şoklarda tezahür edebiliyor. Kalp hastalıkları her ne sebeple olursa olsun üzüntüden uzak kalmakta fayda var. Bu yüzden Müslüman ülkeler bu yönden şanslı sayılırlar. Çünkü 5 vakit abdest alarak damarlara jimnastik etki yaptırmanın yanı sıra tevekkül hali de onları zinde tutmaktadır. Anlaşılan maneviyatın kalple doğrudan köprü bağı var. Dolayısıyla kalbe sadece et parçası diyenler büyük yanılgı içerisindeler. Müminin ferasetinden sakınınız hadisi şerif bunu doğruluyor da zaten. Feraset aynı zamanda bir gönül yanmasıdır. Gönlü sevgi ile dolu olanlar kalben mutludurlar, bu böyle biline. Kalpteki ritim bozuklukları ekstra sistol denilen kalp duraklamasına neden olur. Halk dilinde ise çarpıntı denilir. Özellikle böbrek rahatsızları, ateşli hastalıklar, akciğer hastalıkları ve kronik bronşit çarpıntıya yol açan basamaklardır. Velhasıl; kalp kanımızı sağ kulakçık, sağ karıncık, sol kulakçık ve sol karıncık diye anılan dört odalı bir yapı içerisinde atar, toplar ve kılcal damarlar yoluyla vücudun en ucra noktalarına kadar dolaşımını yaptıran mükemmel bir şaheserdir. Vesselam. http://www.facebook.com/pages/Alperen-G%C3%BCrb%C3%BCzer/141391522610124
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|