AK Gençliğin Buluşma Noktası
Forum Köşe Yazarlığı Ak Parti Forum Köşe Yazarları buraya.



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 02-18-2012, 19:58   #1
Kullanıcı Adı
alperen
Standart ATOM ÇEKİRDEĞİ
ATOM ÇEKİRDEĞİ


ALPEREN GÜRBÜZER


Çekirdek deyip geçmemeli. Çünkü bir çekirdekte koca bir âlem gizli. Nasıl ki bir tohumda koca bir çınar ağacın özeti varsa atom çekirdeğinin içerisinde de kâinatın özü mevcut. Zira kâinatta 1079 (10 üzeri 79)atom vardır. O halde atom da kendi çapında bir âlem. Şöyle ki matematik orantı kurulduğunda atom içerisinde yer alan proton ve elektron arasındaki uzaklık oranı neyse, dünya ve ay arasında uzaklık oranı da aynı olduğu görülecektir.
Peki, atom sadece kâinatın özü mü? Elbette hayır, canlının da temel taşı. Dile kolay bir hücre 100 trilyon cansız atomdan oluşmakta. Kaldı ki bu yapı taşı üzerinde yapılan çalışmalar sonucunda atomun içinde bile bir başka âlem olduğu gözlemlenmiştir. Dolayısıyla atomun kendisinden daha küçük parçaların tespit edilmesi bunu doğruluyor zaten. Nitekim ünlü Alman bilgini Albert Einstein; atomunda parçalanabileceğini ve müthiş bir enerji açığa çıkaracağını müjdesini vermiş, derken 1905 yılında E= m.c2 formülüyle bunu ispatlamışta.
Malumunuz atom maddenin en küçük birimi olmakla beraber temel yapısını elektron, proton ve nötron oluşturur. Bu temel yapının çekirdek merkezinde bulunan proton ve nötron taneciklerine nükleon denip, söz konusu tanecikler birbirlerine sıkı sıkıya bağlı durumdadır. Bu yüzden insanoğlu nükleon taneciklerin acaba kaçını bir araya getirirsek 1 gram ağırlığa tekabül eden bir rakam buluruz diye düşünüp taşınırken, sonunda çekirdek kısımda 6x 1023 avagadro sayısına denk düşen 1 gramlık kütle hesabına ulaşmıştır. Ayrıca insanoğlu birtakım matematiksel sonuçlar elde etmenin yanı sıra her hangi bir atom çekirdeğini radyum elementin yaydığı alfa, beta, gamma gibi ışınlara maruz bıraktığında, çekirdek içerisindeki proton ile nötron arasındaki sıkı bağın bir anda kopup ikiye ayrıldığını gözlemlemiştir. Böylece ayrılma işlemiyle birlikte atomun parçalanabiliyor olduğu fark edilmiştir. Hatta bu arada proton sayısı tek başına değil çok sayıda olduğunda pozitif yük olma avantajıyla birbirlerini itmesi sonucunda ortaya müthiş bir enerji çıkardığı tespit edilmiştir. Derken atom çekirdeğinde yaşanan bu tip zincirlemesine gelişen olayların diğer atomlara sıçramasıyla birlikte tüm dünya halkları atom bombası gerçeği ile yüzleşmiştir. İnsanoğlu atom bombasını yeni keşfede dursun bu olay zaten kâinatın oluşumunda yaşanmış. Öyle ki dağılan parçacıklar teorisine göre; kırk milyar yıl önce evreni oluşturan kaynak pusan’lar olup, belki de bu oluşum güneş sistemi dışında cereyan eden süper nova patlamalar sonucu etrafa fazla sayıda yayılan radyoaktif kaynaklı parçaların (kozmik radyasyon) bir noktadan kopup gelişmesiyle meydana gelmiştir. Bu yüzden Andrey Saharov; ‘Evren pusup kaybolan bir evrenin karşıt evreni olup, pusmuş haldeki evrenin bugünkü hareketli evrene nazaran daha dengelenmiş halidir’ der.
İnsanoğlu gelinen nokta itibariyle atom parçalanamaz fikri tartışmalarını geride bırakıp, çekirdekte bulunan protonların artı yüklü, yörüngede bulunan elektronların ise eksi yüklü olduğunu idrak ettikten sonra artık atomun dilini çözecek duruma gelmiştir. Hatta atom içerisinde var olan elektron, proton ve nötron üçlü kombinezon dengesinin kvant denen enerji birimin birer uyduları olduğu anlaşılmıştır. Yani bu üçlü kombinezon elektron ve manyetik alanlar arasında keşfedilen bağlantının spinidirler. Dahası atomik seviyede nükseden birçok fiziki olaylar kuvantum mekanik bilim dalında dalga hareketi (bir maddenin atomlar arasındaki titreşim hareketi) olarak karşılık bulur. Dolayısıyla bu durum bize ister istemez hem güneş sistemi etrafında dönen gezegenleri, hem ışığın dalga biçiminde yayılmasını, hem de Kuran’da ki Hunnes sırrını hatırlatır. Madem dünya ve diğer gezegenler bir seyyare halinde güneş etrafında dönüyorlar, o halde elektronların saniyede iki bin kilometre hızla kendi proton ekseni etrafında dönmeleri gayet tabiidir. Zira niye dönmesinler ki, baksanıza kvant’ın her hareketi manyetik bir çekim gücüne sahip.
Aslında başlangıçta atomları birbirine bağlayan birinci derece etken unsur Van der Waals yapıda zayıf fiziki kuvvetler olup bu aşamada atomlar elektrik yönünden yüksüzdürler. Yani proton ve elektronların sayısı birbirlerine eşit olduklarından yüksüz (nötr) kabul edilirler. Ancak herhangi bir atomun elektronlarından biri firar ederse o atom artık pozitif hale dönüşüp iyonlaşacaktır. Şayet dışarıdan serbest bir elektron alırsa bu sefer negatif yükler daha çok çoğalıp negatif iyonlaşma vuku bulacaktır. Böylece her iki durumda da elektrik yüklerin etkisiyle ikinci bir kuvvet diyebileceğimiz iyonik bağ içerikli ortam (iyonize) oluşacaktır. Dolayısıyla enerjinin dağılan parçacıklar teorisinden hareketle kozmik radyasyonun gitgide daha az kullanılabilir hale geleceğini söyleyebiliriz. Zira parçaların çarpışmaya başladığı andan itibaren her bir yıldız adeta termonükleer enerji santral gibi çalışır. Sonuçta bu santralın enerji kapasitesi ne kadar büyük olursa olsun bir gün tükeneceği muhakkak. Mesela Samanyolu galaksisi içerisinde hareket eden normal büyüklükteki güneş yıldızımız bir saniye içerisinde 616 milyon ton hidrojeni yakıt tankı olarak kullanıp, helyuma dönüştürdükten sonra tüm evrene hayat bahşediyor. Düşünebiliyor musunuz güneşin harareti merkeze doğru 16 milyon ton santigrat derecelik bir rakama tekabül etmekte. Bunun anlamı toplu iğnenin ucundan bile küçük bir güneş zerresinin 150 kilometreyi aşkın mesafede duran bir insanı yakıp kavuracak cinsten olmasıdır. Belli ki güneş plazması atom ve moleküllerle kaplı olmayıp, bilakis içerisinde serbest elektron ve çekirdekleri de barındırmaktadır. Dahası içerisindeki atom çekirdeklerin bir araya gelmesiyle “birlikten kuvvet doğar” misali daha ağır ve daha güçlü çekirdekler doğmaktadır. Nitekim 4 hidrojenin birleşmesiyle bir helyum çekirdeğinin meydana gelmesi bunu teyit ediyor zaten. Şöyle ki; atom çekirdeklerinin pozitif yüklü olmaları birbirlerini itmesine yol açmaktadır. Dolayısıyla bunların bir şekilde birleşmeleri için yüksek temparatüre ihtiyaç duyulup bu noktada Fusion bölünmeyle birtakım termonükleer reaksiyonlar start alabiliyor. Derken termonükleer reaksiyonlar sonucunda yakıtı hidrojen, ürünü helyum olan muazzam dev bir nükleer enerji meydana gelip, böylece bu dev santralinin çarkları zerreden kürreye her şeyin hayat öpücüğü olur biranda. Şayet güneşimiz kütle bakımdan bulunduğu konumdan daha büyük olsaydı nükleer reaksiyonlar ister istemez hızla çoğalarak yakıtını kısa zamanda tüketmiş olacaktı. Ya da güneşin kütlesi şuan ki normal durumundan küçük olsaydı bu seferde yanması devam etmekle birlikte yeryüzüne bugünkü gibi yeterli enerji ulaşamayacaktı. Belli ki Yaratıcı tarafından belli bir program dâhilinde her iki ihtimal dikkate alınarak güneş üzerinde denge ayarı yapılmış. Değim yerindeyse güneşteki füzyon son derece planlanmış çekim alanıyla kontrol altına alınmış durumdadır. Peki, kontrol altına alınmasa ne olurdu? Olacak malum yeryüzünün cehenneme dönüşmesi kaçınılmaz olacaktı. Fakat şu da bir gerçek bir gün gelip bu denge halinden eser kalmayacaktır. Yani güneşte her yaratılan gibi fani olup bünyesinde taşıdığı atomlarıyla birlikte parçalanarak er ya da geç bir gün enerjiye dönüşmesi sonucunda bir daha geriye dönüşü olmayan yörüngeye kayıp sönüp tükenmeye mahkûm kalacaktır. Mesela bir yıldızın belli bir zaman diliminde yer aldığı konumu belirlenip hesaplanabilirken, bir bakıyorsun o yıldız hedeflenen yerin dışında bir alanda olabiliyor. O halde Newton’un kesin matematiksel hesaplarla ortaya koyduğu belirlilik prensibinin (determinizm) dışında Allah’ın da şaşmaz bir hesabı olduğunu unutmamak gerekir. Aslında kırk milyar yıl önce evreni oluşturan atomun alt seviyedeki parçacıklar ile kâinatın geçirmiş olduğu zaman dilimi bizim boyut penceremizden bakıldığında büyük bir süre teşkil etse de Allah indinde “geçmiş, gelecek ve şuan” hepsi aynıdır. Değim yerindeyse sadece “ol” emrin gereği her şey olup bitmişlikten ibarettir. Belki de Yunus; “Bana seni gerek seni” derken dünya, cennet ve cehenneminde aynı ortak alanı paylaşıp mekânsız olduğu, an denilen şeyin aslında zamansızlık demek olduğunu kastetmiştir. Böylece “Malda yalan mülkte yalan var birazda sen oyalan” misali her şeyin mekânsız, zamansız ve fani olduğunu, baki olan ancak Allah'ın olduğunu idrak ediyoruz. Zira O bize şah damarımızdan daha yakındır. Ne mutlu yakini bilenlere ve idrak edenlere. O halde maddeyi mutlak varlık kabul edenlerin çok büyük yanılgı içerisinde debelenip durduklarını söyleyebiliriz.
Büyük Fransız düşünür Descartes Felsefenin Esasları isimli kitabında; “..şurası bir gerçek ki; Kadir-i Mutlak olan Allah maddeyi bir defada halk etmiş, bunun bir kısmını hareket halinde, bir kısmını da sükunet halinde bulundurmuştur. Böylece madde, kâinat içinde, ilk yaratıldığı andaki gibi muhafaza edilmektedir” der demesine de zaten bu tespit Kur’an’da çok önceden bildirilmiştir. Şöyle ki Kur’an’ı Mucizü’l Beyanda; “Hayır! Kasem ederim Hunnese, Künnese, akıp gidenlere” (Tekvir suresi, ayet:15–16) diye belirtilen Hunnes yukarıda bahsi geçen pusanlara (bağrında devasa sinerjik güç saklı pusmuş çekirdeğe), Künnes ise yörüngeye, yani orbite işarettir. Evet, ‘akıp gidenler’ derken gerçekten de atomların devamlı hareket halinde olduğunu asırlar öncesinden bize bildirilmiş durumda. Üstelik devamlı hareket halindeyken sürekli kabuk değişiyor olmalarına rağmen aslını koruyabiliyorlar. Mesela ab-ı hayat suda yer alan hidrojen atomu ile güneşin içerisinde var olan hidrojenin aynı olması bunu teyit ediyor. Her şeyden öte bir tek atom bir bakıyorsun kana karıştığında oksijen transferi gerçekleştirebilecek alyuvar düzeneğine dönüşebiliyor, gözümüze konuk olduğunda dünyanın en büyük optik cihazlarına meydan okuyabilecek yapıya bürünebiliyor. Keza bir başka atom ısı ve ışık nakli gibi pozisyonlara girebiliyor. Tüm bunlar akıl ve zekâdan yoksun atomun insanı hayretler içerisinde bıraktığı kayda değer işlerdir. Şurası muhakkak atomlar da bir yerlerden emir almışlar ki emrin gereğini yapıyorlar. Anlaşılan fiziğin en temel kanunlarına ters düşmeyecek şekilde atom çekirdeğinden tutunda, takriben 100 milyon galaksi ve 40 milyar yıldız ihtiva eden Samanyolu galaksimize kadar birçok sırlarına ermediğimiz atomik olaylar nevrimizi döndürmektedir. Tabiî ki atomların esrarengiz sırlarına tam manasıyla akıl erdirmek mümkün değil. Olsun sırlarına vakıf olamasak ta yaratılış gerçeğine yönelik işaretler var ya o yetmez mi? Öyle ki işaretlere baktığımızda her bir gezegen hem kendi ekseni yörüngesinde, hem de güneş etrafında itme ve çekme kuvvet sistemleri sayesinde seyri âlem eylemekte. Allah korusun çekim kuvvetlerinin sahneden çekilmesi dengenin yok olması demektir. Çekim denen etkileşimi graviton denen kütlesiz taneciklerin (ruhi varlığa benzer bir yapı) sırtlandığı artık bir sır değil. Dikkat edin kütlesiz tanecik diyoruz, yani bir tür manevi bağlardan söz ediyoruz. Mesela Gönüller Sultanı Mevlana’mız bir çekim merkezi ya da çekirdekse, onun etrafında dönen semazenlerde ötelere akıp giden yörünge demektir. Bir başka ifadeyle atomun çekirdeği Mevlana’yı hatırlatıyor, etrafında deveran olan elektronlar ise dervişlerin Mevla’ya giden yolda semah halkasını ispatlıyor. İşte bu halkanın merkezinde bulunan mürşidi kâmil çekirdek görevi yapıp etrafında elektron misali dönen müritleri kendine çekerek kurda kuşa yem olmalarını önlemekte. Hakeza Hünkâr Hacı Bektaşi Velinin cemi de öyledir.
Peki ya dünyamız, malum onun kendine has dönüş turlarının varlığı incelemeye değer bir bambaşka seyri âlem konusudur. Nitekim dünyamız batıdan doğuya saniyede 30 km. bir hızla güneş etrafında semazen misali pervane olup, bir turunu “365 gün 6 saat 9 dakika 11 saniye”de tamamlamaktadır. Nitekim Allahü Teala; “ Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratan O’dur. Bunların hepsi kendi yörüngesinde yüzmektedir” (Enbiya, 33) diye beyan buyurmakta. İkinci hareketi kendi ekseni etrafında 24 saatlik semazenim dönüşümü tamamlamasıyla birlikte gece ve gündüzü oluşturduğu döngü hareketidir. Üçüncü hareketi 26 bin senede kutup yıldızıyla kesişen noktada sağlı sollu bir eğim sonucu yalpa yapıp ekseni doğrultusunda gerçekleştirdiği topaç döngüsüdür. Zira hızla dönen bir topaç asla şarampole yuvarlanmaz. Dördüncü deveran; ayım çekim gücünün etkisiyle oluşturduğu salınım varı nutasyon hareketidir. Beşincisi; kendi ekseni üzerindeki 23 derece 27 dakikalık eğimiyle sürekli küçülme eğilimine doğru giden hareketidir. Ki; bu tip eksen dönüşü dünyamızın güneş etrafındaki yörüngesinin raydan çıkmamasını sağlar. Altıncısı; güneşin etrafında çizdiği elips yörüngesinin zamanla daire şekline dönüştüreceği harekettir. Yedincisi; güneş sistemi içerisinde saniyede 20, saatte 72 bin kilometrelik hızla Vega burcuna doğru yol aldığı rotadır. Dokuzuncusu ise tüm galaksilerle birlikte gerçekleştirdiği, aynı zamanda merkezkaç kuvvetiyle ortaya çıkan çekim kuvveti ve jiroskopik dengeye dayalı döngüdür. Zira jiroskopik veya santrifüj kuvvetine dayalı denge sistemi diye tanımladığımız itme ve çekme kuvvetleri arasındaki bağlantıların bir anda ortadan kalktığını var saydığımızda bu durum kainatın tarumar olması anlamına gelecektir. Demek ki hız artıkça zaman kısalmakta veya sıkışarak yavaşlayıp durma noktasına gelmekte. Böylece ayın dünyaya, dünyanın güneş üzerine hallaç pamuğu misali savrulmasına neden olacaktır. Hatta belki bu olay kâinatın Big-bang öncesi tek bir dev atom haline dönüşmesini beraberinde getirecektir. İşte kısaca bahsetmeye çalıştığımız birbirinden farklı bu muhteşem seyri âlemlik turlara ulaşabilmek her yiğidin harcı olmasa gerektir. Anlaşılan Peygamberimiz miraç mucizesiyle her ne kadar sema kapılarının açılabileceğini işaret etmişse de günümüz en modern hızlı uzay araçlar vasıtasıyla ancak Venüs'e 4,5 yılda, Jüpiter'e 76 yılda, Satürn'e 152 yılda, Plüton'a ise 700 senede varılabileceği hesaplanmış. Kim bilir çoğumuz dünyamızdan 1 milyon 300 bin misli büyüklükteki güneş sisteminin tamamında seyri âlem yapmayı ne kadar çok hayal etmişizdir. Oysa bu seyahati gerçekleştirmek bırakın bir insan ömrünü, belki 15 insan ömrü yetmeyeceği malum. İnsanoğlu şimdilik sadece aya çıkmayı başarabilmiştir. Şayet insanoğlu bir gün ışık hızıyla yol kat eden araçlar keşfederse hayaller biranda gerçeğe dönüşüp uzay yolculuğu en be an gerçekleşebilir. Neden olmasın ki, ilim Allah’ın, yeter ki gayret edilsin.
Aslında bütün kâinat bir çekirdek etrafında deveran olup kendi hal lisanı ile zikrederek akıp gidiyor ötelere. Sanki gizli bir el, ya da gizli bir orkestra şefinin elinde raks ederek hep birlikte seyri âleme doğru yol kat ediyoruz. Allah-ü Teala: “Göklerin ve yerin arasındakilerin ve güneşin doğduğu yerlerin Rabbin’den başka kim olabilir?” (Saffat 5) beyan buyurmakta. Tabiî ki anlayana.
Velhasıl; Kur’an-ı Mucizül Beyanda mealen ; “Siz kıyameti kavramak için önce pusan ve akıp giden evrenlere bakın” buyuruyor çünkü.
Vesselam.
http://www.facebook.com/pages/Alperen-G%C3%BCrb%C3%BCzer/141391522610124?ref=ts

 

alperen isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
webmaster blog çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi