08-07-2009, 21:21 | #1 |
Mustafa KARAALİOĞLU "Bir zihniyetin şaşkın halleri "
Üçüncü Ergenekon iddianamesi yakın tarih üzerindeki karanlık örtünün büyük bir bölümünü daha çekiyor, gerçeklerin bir bölümünü daha ortaya çıkartıyor. İçinde darbe teşebbüsleri var, ve o teşebbüslerin hedefe ulaşması için suikastlerden provokasyona kadar her şey var. Tarihte ilk kez bir Genelkurmay Başkanı emri altındaki orduda yapılan darbe çalışmalarını anlatıyor, tanıklığıyla bir tabuyu yıkıyor.
Bir demokraside darbe teşebbüsünden daha elim ve vahim ne olabilir; üçüncü iddianame işte bunu delillerle anlatıyor. Belgeler, bilgiler, krokiler, raporlar, inanılır gibi değil... Ergenekon soruşturması derinleştikçe, parçalar tamamlanıyor ve resim netleşiyor. Bu soruşturmayı sulandırma çabaları da kaçınılmaz olarak daha da umutsuzlaşıyor. Nasıl sulandıracaksın? Darbeye teşebbüs edilmedi mi diyeceksin? Danıştay suikastı olmadı mı diyeceksin? O krokiler, gömülen onca silah aslında hiç yoktu mu diyeceksin? Askerler, emekli askerler, rektörler, onların taşaronları, tetikçileri gerçek değiller mi diyeceksin? Mümkün değil. Mızrak çuvala sığmaz. Hala, Ergenekon’u yok saymaya, sulandırmaya, magazinleştirmeye çalışanlar da bunu biliyor. Sarıkız, Ayışığı, Eldiven ve Yakamoz planlarını okurlarına duyurmayıp da şimdi iddianamenin satır aralarından çelişki aramaya kalkanlar pekala neyin ne olduğunu biliyorlar. Ama bir döneme, bir tarihe, bir sınıfa ait olmanın dayanılmaz ve kaçınılmaz yükü omuzlarında; özgürleşemiyorlar, demokratikleşemiyorlar, yüzleşemiyorlar. Darbeyi biliyorlar ama faillerine laf edemiyorlar. Ve mesela... Arazisine silah gömen adamı “yanılıp” savundular diyelim; gerçek ortaya çıkınca bile kritik edemeyerek bir döneme ve bir tarihe olan bağımlılıklarından sıyrılamıyorlar. Bu ilişkinin nasıl bir bağımlılık ve zihniyete sahip olduğunu bir örnekle anlatalım. HSYK üyesi Ali Suat Ertosun geçtiğimiz günlerde hayatta görülebilecek belki de en berbat basın toplantısıyla kamuoyunun önüne çıktığında Hayata Dönüş operasyonunda mahkumların katlini savunurken “O bir devlet kararıydı” demişti. Bir hukuk adamı hiçbir şartta, hiçbir kararla, hiçbir kurumun iradesiyle yargısız insan öldürülemeyeceğini söylemeliydi, o başka. Malum zat, ölümlere kendince yüksek değerde bir mazeret bulmayı tercih etti. Böyle söylenince herkesin susacağını “Madem öyle, tamam” diyeceğini zannediyordu. Kimse bunu demedi ama aslında haklıydı. Evet, gerçekten haklıydı. Zira ne demişti, Hayata Dönüş operasyonu sırasında Cumhurbaşkanı olan Demirel: “Devlet adam öldürür!” Bir dönemin zihniyeti budur. Devletin yargısız adam öldürebildiği ve buna da “devlet kararı” denildiği bir anlayışın hakim olduğu bir dönemden söz ediyoruz. O yüzden ölümlerle sonuçlanan operasyonun devlet kararı olmasını makul bir mazeret olarak takdim edenler temelde haklıdır. Bir felsefeyi temsil etmektedirler. Öyle görmüş, öyle bilmekte ve öyle inanmaktadırlar. Bugün Ergenekon örgütünün işlediği ve işlemeye niyetlendiği suçları normal gören ve “bunun neresi suç” edasıyla bakınanları da bu yüzden anlamak gerekiyor. Aslında demek istedikleri şudur: Yıllardır yapmakta olduğumuz, yapılmasına göz yumduğumuz şeyler ne zaman suç oldu ki! Darbe ne zaman suç oldu ki, irtica tehlikesi varmış gibi göstermek için adam öldürmek ne zaman suç oldu ki, halkı bilinçlendirmek için provokasyon yapmak ne zaman suç oldu ki, millet iradesi denilen ve aslında bir cehaletten başka bir şey olmayan olguyu yok saymak ne zaman suç oldu ki! Ergenekon davasının hızı, zihniyet değişimi hızının çok ötesindedir. Durum budur. star
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|