10-07-2009, 20:12 | #1 |
Mustafa KARAALİOĞLU "Aslında herkes o listenin içinde "
Belki her zaman istenilen netice, istenilen süratte ve muhtevada gerçekleşemiyor ama hiç olmazsa konuşuyoruz. Sadece sorunları değil tabuların ve yasakların her türlüsünü de konuşabiliyoruz. Konuşmak ve dolayısıyla da kulak aşinalığı yaratmanın demokrasi kültürünün derinleşmesinde büyük önemi var. İnsan yıllarca yasaklanan, uzak durulması istenen kişileri, konuları, kurumları, fikirleri sıklıkla duyuyor, onların aslında gayet normal şeyler olduğuna kanaat getiriyor.
Sadece sıradan insanlar değil, kamu görevlileri, askerler, savcılar, hakimler de... İçinde yaşamakta olduğumuz huninin dar ağzı olan devlet esniyor, genişliyor ve böylelikle herkes daha rahat nefes alma imkanına kavuşuyor. Konuşmak, tartışmak ve bunu yaparken de lafı eveleyip gevelemeden gerçeği olanca çıplaklığıyla ortaya koymak, devleti ve devlet adına yetki kullananları da eğitiyor. Yıllardır bu ülkede nelerin anlamsız yere yasaklandığına bakılırsa, mahkemelerin hangi fikir eylemlerine ceza verdiğine bir göz atılırsa; bugün en azından istatistiklerin daha iyi olduğu görülür. Ve elbette, değişim hele zihinlerdeki değişim başlamışsa doğal olarak direnç de artacaktır. Türkiye’yi 90’lı yılların başında Meclis’ten polis zoruyla vekil çıkartılan bir ülke ayıbına mahkum eden hastalığın; birdenbire, üstelik de “açılım” bahsinin tam ortasında nüksetmesinin başka bir izahı olabilir mi? Gözlerimizi dört açalım, değişim hızlandıkça unuttuğumuz başka eski zaman garipliklerini tekrar karşımızda bulabiliriz. Demokratikleşmenin, hukukileşmenin, şeffaflaşmanın inadına... Ama, bütün işaretler Türkiye’nin geri dönüşsüz hayırlı bir yola girdiğini de gösteriyor. Bu ülkenin Kürtçe konuşmayı kompleks yapmayan bir Başbakanı var. İşkence için devlet adına özür dileyen Adalet Bakanı, işkenceci memurunun gözünün yaşına bakmayan İçişleri Bakanı var. Kürtçe televizyon kanalı için elini taşın altına koymaktan çekinmeyen bürokratları var, zamanın ruhunu anlayan, kalıpları kırabilen cesur savcıları ve hakimleri var. Devletin, başını kuma gömmeyen; darbeyle Ergenekon’la yüzleşen bir güvenlik sistemi var. En önemlisi de ne biliyor musunuz? Bu ülkenin, atılan her adımı yetersiz bulan, istedikçe isteyen ve iyi de yapan bir kamuoyu var. Yetinmemeyi öğrenen ve bu yeni kazandığı beceriyi de kendisinin, çocuklarının daha iyi bir Türkiye’de yaşaması için tepe tepe kullanan bir toplum var. Bir açılıma fit olmayan, bir iyi örnekle yetinmeyen, bir Ergenekon hücresinin ortaya çıkarılmasıyla tatmin olmayan, Başbakan’ın saydığı isimleri az bulan sivil, arzulu ve takipçi bir irade... Baksanıza Erdoğan’ın adını andığı ve bugüne kadar başbakanların, cumhurbaşkanlarının konuşmaktan imtina ettikleri isimler bile yetersiz bulunur oldu. Bunlar demokratik yarışın alametleri. Cin şişeden bir kere çıktı velhasıl... Başbakan, nasıl bir değişime öncülük ettiğini ve toplumun da bu değişim sürecinde hangi dozdan aşağısına rıza göstermeyeceğini biliyor. Ahmedi Hani, Nazım Hikmet, Said-i Nursi, Ahmet Kaya, Cem Karaca, Necip Fazıl, Pir Sultan Abdal... Ya da Şivan Perwer. Ya da Neşet Ertaş veyahut Sabahat Akkiraz. Kimi devlet baskısıyla, kimi toplum baskısıyla, kimi de tarihin hükmüyle mazlum olmuş isimler. Çok daha fazlası var ama Başbakan sonuçta bir mazlumlar ansiklopedisi yazmıyor. İfade ettiği her isim zaten bir sembol ve her biri de söylenmesi, taşınması en zor isimler. Dolayısıyla, Erdoğan’ın listesi; aslında aynı acıyı çeken, sevenlerinde aynı sürgün duygusunu uyandıran herkesi içine alıyor demektir. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e kadar haksızlığa uğramış, devlet baskısına maruz kalmış, yasaklanmış, unutturulmaya çalışılmış ama yine de toplumun gönlündeki yerini korumuş herkesi. Başbakan’ın topluma sunduğu altı imzalı üzerine bu ölçüler içinde herkesin yazılabileceği beyaz ve temiz bir kağıttır aslında.
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|