01-20-2010, 21:38 | #1 |
Mustafa KARAALİOĞLU "Korku tünelinden çıkarken... "
Bu ülkede, kendilerinden başka hiçbir şeyi düşünmeyen, kendi şirketleri, kendi koltukları, kendi arkadaş çevreleri, kendi göz zevkleri ve kendi kariyerleri için ortalığı gözünü kırpmadan ateşe vermeye hazır bir küçük grup var. Gazete manşetlerinde, ekranlardan izliyorsunuz... Bağırıyorlar, öfkeleniyorlar; aslında hiçbir şey söylemeden çok şey söylüyormuş gibi yapıyorlar. Sıkışınca yalvarıyorlar vs. Herhangi bir iddiayı; mesela “Türkiye şeriata gidiyor”, “Türkiye Malezyalaşıyor” veyahut da “mahalle baskısı aldı yürüdü” gibi bin düşünüp bir söylenmesi gereken lafları manavdan domates ister gibi kolaylıkla söyleyebiliyorlar. Ve mesela “Türkiye sivil diktatörlüğe gidiyor” diyebildikleri gibi... Böyle bir iddianın delillere, bilgilere dayanması gibi bir sorumluluk hissetmedikleri gibi, karşı çıkanları da sahte bir ifade özgürlüğü hakkıyla yargılayabiliyorlar. Bütün bunları; Türkiye, Ergenekon’u sorgularken, Danıştay katliamını, topraktan fışkıran silahları, faili meçhulleri, Hrant Dink cinayetinin izlerini ararken, Kafes planlarının, irtica belgelerinin, andıçların, lahikaların, 27 Nisan bildirilerinin izini sürerken, Özel Harp Dairesi’nin kapısını aralarken, Kürt sorununun yakasına yapışmışken yapıyorlar... Biliyorlar ki bu ülke o karanlık örtüyü kaldırırsa resmi ideolojinin, askeri vesayetin ve Ergenekonvari ilişkilerin egemenliği bitecek. Gerçek anlamda bir demokrasi gelecek... Gerçek anlamda demokrasi ise niyet okuyarak, sahte korkular üreterek, derin çeteleri sokağa salarak, siyasi cinayetler işleyerek, banka hortumlayarak, ihale ayarlayarak, bir manşetle ocaklar söndürerek iş görebilmenin sonu demektir. Serbest oyla, ortak bir hukukla eşitlenmek demektir. Seçimle gelenin seçimle gitmesi ve seçimle gelenin seçim olmadan gitmemesi demektir. Dahası, seçimle gelenin seçimle gelemeyenler tarafından sevk ve idare edilememesi demektir. Tek parti geleneği için, Ergenekon ahfadı için, tek parti medyası için bundan daha “korkutucu” ne olabilir? Tam da bu nedenlerden dolayı Türkiye derinlerde gizli ama her zaman aktif karanlık iktidarlarından, cinayetlerden, çetelerden, sosyal mühendislik projelerinden yani gerçek korku düzeninden çıkmak için tarihi bir hamle yapmışken, ironik bir şekilde şimdi de “korku cumhuriyeti olduk” iddiasıyla bu değişime göğüslerini siper ediyorlar. Kendilerini tüketen bir ironi... Ergenekoncuların bile göze alamadıkları bir fedakarlık! Zira kendi kendisini de tüketen bir kampanya bu... Dün star’ın manşetindeki “manşetler”i gördünüz. Tam ondokuz-yirmi yıl öncesinden dönemin Başbakanı/Cumhurbaşkanı merhum Özal’ı hedef alan ağır cümleler. “Özal sivil diktatör” “Özal’ın tek adam olma hevesi” “Diktatörlere ibret olsun!” Bugün aynı manşetlerin hedefinde Erdoğan var. Diktatör olmakla suçlanan, tek adamlıkla itham edilen bugünün başbakanı... Kimler tarafından? 20 yıl sonra hala aynı köşelere sahip gazeteciler tarafından, 20 yıl sonra tek bir seçim kazanamadığı halde genel sekreterlikten genel başkanlığa “ebedi şef” misali hüküm süren politikacılar tarafından. Halka karşı hesap vermemek gibi doğuştan bir imtiyaza sahip olmanın dayanılmaz lezzetiyle... Böyle bir imtiyaza sahip olan gazeteci-politikacı grubundan iddialarında, tezlerinde gerçekçi olmaları beklenebilir mi? Bekleyen de yok zaten... Sadece bilinsin ki, Türkiye 20 yıl önceki Türkiye değil, medya 20 yıl önceki tek sesli medya değil, sivil toplum 20 yıl önceki gibi öksüz değil, siyaset kurumu da 20 yıl önceki gibi yalnız değil. Bilinsin de hiç olmazsa, Türkiye’yi 90’larda zannederek varlıklarını bugünün kampanyalarına adayanların düştükleri çukurdan çıkmak için yaptıkları vaveyla kulaklarımızı tırmalamasın...
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|