|
![]() |
#1 |
![]() “Rabbimiz, içlerinden onlara bir elçi gönder, onlara ayetleri okusun, kitabı ve hikmeti öğretsin ve onlar arındırsın. Şüphesiz sen güçlü ve üstün olansın, hüküm ve hikmet sahibisin” (Bakara, 129).
Aynı zamanda Hz. İbrahim’in bir duası da olan bu ayet, kendisine Allah tarafından öğretilen, Hz. Peygamberin insan yetiştirme yönteminide özetliyordu. Hz. Peygamber çocukluğundan itibaren özenle yetiştirilmişti. Çünkü O’da ileride insanları özenle yetiştirecekti. O öncelikle emindi. Ve hepsinden önemlisi büyük bir ahlâk üzereydi. Allah, O’nu büyük bir olgunluk ve hikmetle yetiştirip, hikmetle davranabilme anlayışı vermişti. İşte o yüzden Kur’an’da da dediği gibi, etrafından dağılıp gitmemişlerdi. “Siz benim bildiklerimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız” diyordu. Özellikle tam bir insan olan O, insanları çok iyi görebiliyordu. Allah’ın ona bildirmiş olduğu bilgiler içerisinde şüphesiz ki insanın bilgisi de vardı. Çok uzun yıllar, insan yetiştirme eylemiyle geçecek olan bir güzel insanın, insanlarda güzelleştirme ve iyileştirme yöntemini bilmemesi düşünülemezdi. Her şeyden öte O’nu Allah terbiye etmiş ve yetiştirmişti. Çünkü Allah, ilgilenen tüm insanlarında terbiye olması ve “ideal” hale gelmesini murad etmişti. Allah kitabında, Hz. Peygamberin varlık sebebini ve aynı zamanda insanları yetiştirme yöntemini anlatırken, yazımızın başında okumuş olduğumuz ayete benzer ifadeler kullanıyordu. “Öyleki size, kendinizden, size ayetleri okuyacak, sizi arındıracak, size kitap ve hikmet öğretecek ve bilmediklerinizi öğretecek bir elçi gönderdik” (Bakara, 151). Sizinde dikkatinizi çekmiş olduğu gibi bir insan olan ve içlerinden cıkmış birisini Allah elçi olarak göndermişti. O’da yer içer, çarşı ve pazarda dolaşır diyordu Kur’an O’nun için. Çünkü iyi bir yetiştiricinin, yetiştirdikleri gibi olması (onları anlaması) gerekiyordu. Fizikî olarak hemen her açıdan onlara benzeyen O, ruhî ve ahlâkî açıdan onlardan bambaşkaydı. O’nun bu bambaşkalığı şüphesiz ki İlahî kaynaklıydı. Ancak bu O’nun kendisini geliştirme yönünde ki kişisel çabasına engel değildi. Allah’ın kendisinden beklediğinden bile daha fazlasını, O’nu en güzel şekilde yetiştirene sunma çabası içersindeydi. “Onlar iman etmeyecek diye neredeyse kendini helak edeceksin” diye Allah O’na hatırlatmada bulunuyordu. Çünkü O, Allah’ı ve görevini çok önemsiyordu. İşte tüm insanlardan farkı burada başlıyordu… O’nun ahlâkı Kur’an ahlâkıydı. İki kapak arasına yerleştirilmiş, bir hatırlatma ve öğüt kitabı olan Kur’an’ı, dürüst ve tam olarak yaşamak isteyen O’nun gibi oluyordu. Yada O’nun hayatını ve hikmeti anlamak isteyen Kur’an’a yaklaşıyordu. Her iki tarafta birbirini işaret ediyordu. Çünkü O, Allah’ın ahlâkıyla ahlâklaşmıştı! İşte bu yüzden, insanlara sürekli Allah’ın ahlâkıyla ahlaklanmalarını nasihat ediyordu. Ayrıca insanların dualarında da Allah’tan Allah’ı istemelerini tavsiye ediyordu. Çünkü O biliyordu ki insanlar Allah’a yaklaştıkça, başka şeylerden uzaklaşacaklardı… Ayrıca, ayette de devamla söylendiği gibi Hz. Peygamber, insanlara ayetleri okuyordu. Bu okuma şüphesiz ki düz bir okuma değildi, çünkü bunu onlarda yapabilirlerdi. O halde bu farklı bir okuma olmalıydı ki zaten de öyleydi. Onlara ayetlerin inceliklerini, kelime ve kavramların gerçek anlamlarını, birbirleriyle ilişkilerini, buradan çıkabilecek kişisel ve toplumsal nasihatları hep okuyordu. Tüm ayetleri derinlemesine bir şekilde, Allah’ın kastına ve muradına göre okuyorlardı. Bunlar ashaba daha sonra anlatırken, “Biz ayetleri okurken o kadar inceliklerine, o kadar derinlere dalardık ki bazen buraya nereden geldiğimizi unuturduk” diyorlardı. Onların başında Hz. Peygamber vardı ve yapılması gereken “ön zihni eğitim”in hakkı verilmesi gerekiyordu. Çünkü hakkı verilmeden yapılan tüm işler eksik demekti… Yine ayette devamla söylendiği gibi, Hz. Peygamber ideal insanı yetiştirirken, onların arındırılıp temizlenmesi gerektiğini çok iyi biliyordu. Çünkü bir insan hakikat ile karşılaşıncaya kadar yaşadığı süre içersinde mutlaka kirlenecekti. İşte bu, önce zihinde, sonra yürekte ve daha sonrada amelde oluşan kirlenmeler temizlenmedikçe, yaratılmış olan beşer, “insan” olamayacaktı. Onlar öncelikle gizli ve açık şirkten ve şirke götüren yollardan temizledi. Daha sonra içeriden, yani nefisten, gelen kirlenmelerden ve kötü huylardan temizledi. Çünkü tertemiz kalması istenen bir havuza, dışardan akan kirlerin kesilmesi yetmeyecekti. En az onun kadar önemli olan, içten gelen kirlenmelerinde önünün kesilmesi gerekiyordu. Bu, “kendini kınayıp duran nefse andolsun”. Yine, “İman ettiler, kendi hallerini düzelttiler” ayeti, Hz. Peygamberin yetiştirmiş olduğu o güzel ashabı üzerinde çok etkili olmuştu. “İki günü birbirine eşit olan ziyandadır” sözünü de onlar hiç unutmuyorlardı. Hz. Peygamber ve onun yetirtirmiş olduğu insanlar, Allah’ın kendilerinden ne beklediğinin çok iyi farkındaydılar. Sürekli daha iyi hale gelmek istiyorlardı. Kâmil bir imana sahip olup, kâmil bir insan olmak onların en büyük idealiydi. Allah Resulü onları çok iyi yetiştiriyordu. Eğitim yönteminin anlatıldığı ayette de ifade edildiği gibi onlara Kitabı ve hikmeti öğretiyordu. Kitap onlar için her şeyin üstündeydi. Sürekli Kitabı/ Kur’an’ı okuyorlardı. Özellikle kimsenin olmadığı mekânlarda (ortamlarda) Kur’an’ı tertil üzere düşüne düşüne okuyorlardı. Çünkü Allah onlara bu Kitabın düşünülmeden layıkı ile anlaşılamayacağını Hz. Peygamberle öğretmişti. Tertil üzere okumak düşünmek içindi, düşünmek anlamak için, anlamak ise Allah’ı gereği gibi takdir etmek olan yaşamak içindi. Sonuçta Kitabı düşünerek okumak onları Allah’a yaklaştıracak bir eylemdi. Hz. Peygamber onlara Allah’ı anlatıyordu. Çünkü O, Allah’ı yani dostunu çok iyi tanıyordu. Allah tanınmadan tüm terbiye sürecinin adeta ruhsuz ve eksik olacağını çok iyi biliyordu. Bu yüzden Allah onlardan razı olmuştu, onlarda Allah’tan razı olmuşlardı. Hz. Peygamber ashabını yetiştirirken eşyanın hakikatlerini ve inceliklerini bilmeleri için onların “hikmet”e ihtiyaçları olacağını biliyordu. İşte bu yüzden, Allah’ın kendisine vermiş olduğunu onlardan esirgemiyordu. Çünkü o biliyordu ki hikmetsiz bir ilim, kuru bilgiden yani malumattan öteye gidemeyecekti. Hikmet ise, eşyanın iç yüzünü bilebilmek ve görebilmekti. Ancak tüm bunlarla beraber, tüm eşyayı ve her şeyi yaratan Allah’ın hakkıyla tanınması içindi… O ashabına çoğu kez, “hikmetin başı Allah korkusudur (haşyettir)” diyordu. Bunu çok iyi anlayan ashabı, Allah’a büyük bir saygıyla korku duyuyordu. Bu haşyet duygusu onlarda, hikmetin elde edilebilmesi için ikinci bölüm olan takva, yani kendini “çift yönlü koruma” duygususunuda beraberinde getiriyordu. Artık onlar çok titiz olup, attığı her adımda “Allah buna ne der” duygusuyla yaşıyorlardı, Yediğine, içtiğine, gözlerine ve sözlerine çok dikkat eder olmuşlardı. Onlar bu duygularla iyice yoğrulurken, Hz. Peygamber sürekli onları gözlüyordu. Onlardan gelebilecek her türlü soruya, onların faydasına olacak şekilde cevap veriyordu. O, insan psikolojisini doğal olarak çok iyi bildiği için, kendisine gelen kişinin haleti ruhuyesini ve içinde bulunduğu durumu göz önünde tutarak cevap veriyordu. O, ashabını yetiştirirken bir kusur görürse, bulunduğu mecliste kişiye özel değil, genel olarak söylerdi. Böylece herkes kırılmadan ondan kendisine bir pay çıkarırdı. O, ibadetlere, özellikle de namaza çok dikkat ederdi. Ona “gözümün nuru” demişti. Ashabı bunun ne anlama geldiğini çok iyi biliyordu. Öyle ki; onlar namaz kılarken adeta kendinden geçecek gibi oluyorlardı. Namazın Allah’ın yanına çıkmak olduğunu unutmuyorlardı. Hayat merkezine, adeta Kâbe gibi, Allah’ın adını yerleştirmeden ideal hale gelinemeyeceğini Hz. Peygamber onlara çok iyi öğretmişti. Hz. Peygamber’in “eğitim” yöntemi 1. Karşısındaki kişinin aklına ve seviyesine göre konuşuyordu. 2. Özlü ve akıcı konuşurdu. 3. Yaşayarak anlatır ve öğretirdi. 4. Aklı ve mantığı konuşurdu. 5. Ayetlerin inceliklerine ve hikmetlerine inerdi. 6. Ayetlerdeki her kelime ve kavramı aslına, yani “Allah’ın muradına” uygun olarak açıklardı. 7. Ayetleri temsille (örneklerle) anlatırdı. 8. Ashabını ayetler üzerinde sürekli düşünmeye ve uygulamaya teşvik ederdi. 9. Ashabının kendi aralanandaki anlaşmazlığa düştükleri konularda onlara açıklamalar getirirdi. 10. Onlara sık sık öğüt verirdi. 11. Onlara bilmediklerini öğretirdi. 12. Zaman zaman ashabına sorular sorardı. Yanlış bir cevap verilirse onu hemen düzeltirdi. 13. Onları maddi ve manevi pisliklerden arındırmaya çalışırdı. 14. Onları sürekli ilme teşvik ederdi. 15. Allah Resulü bir şey anlatır yada izah ederken yere şekiller çizerekten anlatırdı. 16. Bütün ayetleri yada konuları sonuçta Allah’a ve olgun bir imana çıkacak şekilde izah ederdi. 17. Ashab on ayeti alır, onu enine boyuna düşünür ve hayatına aktarır ve diğer ayetlere geçerdi. 18. Onlar hayatlarında sürekli Kur’an okur ve Hz. Peygambere sorular sorarlardı. 19. Ayrıca ashab bir araya geldiklerinde sürekli Kur’an’dan bahseder ve ayetleri daha iyi anlamaya çalışırlardı. 20. Yine ashab kusur ve günahlarına çok dikkat eder ve sürekli onları düzeltmeye uğraşırdı. 21. Ashab hayatlarında Allah’ı her şeyin üstünde tutar ve en çok Allah’ı severlerdi. Sonuçta 23 yıllık koca bir sürede Hz. Peygamber onları Allah’ın ahlâkıyla ahlâklandırmış, Allah’ı her şeyin üzerinde tutan bir ideal insan olarak, elinden ve dilinden insanların emin olduğu, gizli ve açık her türlü şirkten tamamen uzaklaşmış, nefsinin eğikliklerini çok iyi tanımış ve onları çok iyi arındırmış, Allah’tan ve O’nun yolunda mücadele etmekten, malını ve canını asla sakındırmayan, Kur’an’ı çok okuyup düşünen, hikmete ve gayrete yönelen, onların Allah’ı sevdiği, Allah’ında onları sevdiği ideal bir nesil olarak yetiştirmişti. Ne mutlu onlara benzemeye çalışanlara… Abdülhamit Kahraman
![]() |
|
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
#2 |
![]() Güzel bir yazı paylaşmışsınız.
ALLAH razı olsun. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|