04-21-2018, 20:44 | #1 |
Yıldıray Oğur - Bana Suriye Hakkında Ne Düşündüğünü Söyle...
Yıldıray Oğur
Bana Suriye hakkında ne düşündüğünü söyle... Türkiye’de muhaliflerin Suriye meselesinde ortaya koyduğu tavır, kalabalık muhafazakâr kitleler gözünde onlarla ilgili güven sorunlarını artırmaktan başka bir işe yaramıyor. Türkiye’de beka kaygısı gerekçe gösterilerek yapılan hukuki ve siyasi uygulamaları eleştirirken, Esad’ın beka kaygısıyla yaptıklarına anlayış gösterenlerin tutarsızlığı bir tarafa yazılıyor. Döne Kuvvet'in kızı Nadire, Reyhanlı Belediyesi yakınında bir hediyelik eşya mağazasında çalışıyordu. Öğle yemeği için eve gelmişti. O sırada evde o gün şehir dışından ziyaretlerine gelmiş diğer kızı Kübra ve henüz 1.5 yaşındaki kızı Fatma Nur da vardı. Fatma Nur, teyzesiyle birlikte gitmek istedi. Torunun başına kırmızı kurdelasını bağlayıp teyzesiyle dükkâna gönderen Döne hanım, biraz sonra büyük bir gürültüyle sarsıldı. Belediyenin yanına doğru koştu. Yer yarılmıştı. Kızını ve torununu birbirine sarılmış olarak buldu, ceset parçalarını kendi eliyle topladı. İsyan ederken çekilmiş o fotoğrafı Reyhanlı Katliamı'nın da sembolü oldu. 11 Mayıs 2013 günü Reyhanlı'nın en merkezi noktalarında üç dakika arayla patlayan iki bomba yüklü araç, Döne hanımın kızı ve torunu gibi 55 insanı aramızdan aldı. Katliamın failleri yakalandı. Başta bir numaralı sanık Nasir Eskiocak olmak üzere dokuz sanık 53’er kez ağırlaştırılmış müebbet cezasına çarptırıldılar. İddianameye göre saldırının arkasındaki isim Suriye istihbaratı Muhaberat’ın yöneticilerinden Ebu Firas kod adlı Anas Asalieh’di. 1 Mart 2013 günü Anas Asalieh (Ebu Firas), Hatay Yayladağ kara hudut kapısından Türkiye'ye gelmiş, görüşmeler yapmış, 16 Nisan 2013 günü ise patlayıcıların illegal yollardan Türkiye'ye getirilmesinde görevlendirilen Yusuf Nazik ve Nasir Eskiocak, Suriye'ye gitmişlerdi. 2 Mayıs 2013, katliamın organizatörleri tekrar Suriye’ye giderek Beşar Esad'ın halasının oğlu, Suriye muhaberatında çalışan Abu Hafız ile görüşmelerde bulunmuştu. Aynı günün sabahı katliamın bir numaralı ismi Nasir Eskiocak, Kesep'teki Şebbiha komutanıyla telefonda görüşmüş, öğleden sonra da bir kez daha Yayladağ Kara Hudut Kapısı'ndan Suriye'ye çıkış yapmıştı. Nasir Eskiocak 9 mayıs günü sabah saatlerinde Yayladağ Kara Hudut Kapısı'ndan tekrar Türkiye'ye giriş yapmıştı ve bu kez yanında patlayıcılar da vardı. Saldırı ile ilgili ihbarlar gelmiş ama istihbarat-Emniyet-savcılık arasındaki koordinasyon sorunları nedeniyle Eskiocak’ın sınırı geçmesi engellenememişti. İzini kaybettirmeyi başaran Eskiocak, patlayıcıları daha önce hazırlanan iki transit aracın özel bölümlerine yüklemiş ve ihbarlarda hedefinin Ankara olduğu söylenen iki bomba yüklü araç Reyhanlı merkezde ard arda patlatılmıştı. O gün Reyhanlı’da 55 masum sivilin başına gelen, yedi yıldır Suriye’de her gün Suriyelilerin başına gelenlerin bir benzeriydi. Ama nedense 40 yıldır ayakta kalmak için kendi vatandaşlarını topluca öldürmekten, terör örgütlerine ev sahipliği yapmaktan, komşularını terörle tehdit etmekten imtina etmemiş bir rejimin bunu yapabileceğine bazıları bir türlü inanmak istemedi. Hadi 500 bin Suriyeli’nin gözlerimizin önünde jetlerle bombalanan şehirlerde öldürülmesi umurunda olmayanların hayallerindeki emperyalistlere karşı bağımsızlık savaşı veren laik Esad imajını, 55 vatandaşımızın ölümü bile bozamadı. Herkese vatanseverlik dersi vermeye kalkanlar, bir istihbarat devletinin ülkemizde yaptığı katliama seyirci kalmaya ya da kör testereyle kesilmiş komplo teorilerinin arkasına saklanıp bu gerçeği inkâr etmeye devam ettiler. Türkiye’de bir parkın korunması için direniş başlatanlara devletin sert müdahalesine karşı sokağa çıkanlar, haklı olarak OHAL’ın kaldırılmasını isteyenler, her türlü muhalif hareketin kriminalize edilmesini, komplolarla karşılanmasını eleştirenler, 40 yıldır bir ailenin diktatörlüğü altında yaşayan insanların diğer Arap ülkelerinde başlayan isyanlar üzerine sokağa çıkıp isyan etmesiyle empati kurmaya çalışmadılar. Kendileri hakkında yapılmasından hoşlanmadıkları, dış güçlerin maşaları komplo teorilerine inanmayı tercih ettiler. 15 yıldır demokratik seçimlerle iktidarını sürdüren bir iktidarı otoriterleşmeyle suçlayanlar, eleştirilerinde çok rahat diktatörlük kelimesine başvuranlar, komşumuzdaki 40 yıllık diktatörlüğün yanında yer almaktan çekinmediler. Yedi yıldır yaşanan savaşı görmeyenler, Ruslar tarafından bombalanmamış toprak parçası kalmayan bir ülkede olan bitene ses çıkarmayanlar, rejimin askerî tesislerine düşen ilk Amerikan bombaları üzerine, savaşa hayır pankartlarını kaldırıp küflü anti-emperyalist sloganları atmayı tutarsızca bulmadılar. O yüzden muhaliflerin yenildiği, her tarafını ayrı bir ülkenin kontrol ettiği, Rus generallerin itip kaktığı Esad’ın sarayında huzur içinde oturduğu bir Suriye’yi konuşurken artık sadece Suriye konuşmuyoruz. Türkiye’de nasıl bir dünya, gelecek tasavvur ettiğimizi, demokrasi, insan hakları, hukuk isterken ne kadar samimi olduğumuzu, Türkiye’deki demokrasiye yönelik eleştirilerimizin cemaatsel, mezhepsel, ideolojik ve tepkisel mi yoksa herkesi kuşatan bir ahlâki ve siyasi zemin üzerinden mi olup olmadığını da konuşuyoruz. Tabii ki Türkiye’nin Suriye ile ilgili dış politikası eleştirilebilir. Türkiye’nin kurduğu ittifaklar, destek verdiği gruplar, pozisyondaki zikzaklar üzerinden bu eleştiriler dillendirilebilir. Açık kapı politikasının zararları, mülteci politikası da bu eleştirilerin hedefi olabilir. Ama bütün bunları yaparken bir diktatörü, emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesi veren, “dinci”lere karşı laikliği temsil eden adam gibi görmek bambaşka bir siyasi tercihe, sadece Suriye ile ilgili değil Türkiye ile ilgili de siyasi tercihlere tekabül ediyor. Türkiye’de muhaliflerin Suriye meselesinde ortaya koyduğu tavır, kalabalık muhafazakâr kitleler gözünde onlarla ilgili güven sorunlarını artırmaktan başka bir işe yaramıyor. Türkiye’de beka kaygısı gerekçe gösterilerek yapılan hukuki ve siyasi uygulamaları eleştirirken, Esad’ın beka kaygısıyla yaptıklarına anlayış gösterenlerin tutarsızlığı bir tarafa yazılıyor. Hukukun, demokrasinin, adaletin tek bir harfinin bile olmadığı, 40 yıllık bir diktatöre söylenemeyen sözler, Türkiye’deki demokratik yollarla seçilmiş meşru iktidarın uygulamalarına ettikleri sözlerin değerini düşürüyor. Belki çok da umurlarında değil, kitleleri ikna etmek gibi bir dertleri yok. Birlikte yaşadığımız 3.5 milyon Suriyeli'nin bu pozisyonlarıyla ilgili ne düşündüğünü de belki hiç umursamıyorlar. Ama en azından Reyhanlı katliamında kızını ve torununu kaybeden Döne hanımın onları dinlediğini arada hatırlamalılar. Kaynak Serbestiyet 16.04.2018
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|