04-25-2008, 02:19 | #1 |
Osmanlıca sözlük (D)
DÂB: 1. Adalet, doğruluk, 2. İhsan, vergi.
DÂBBE: Yük ve binek hayvanı. DÂBBETÜ'L-ARZ: Kıyâmet alametlerinden olup topraktan çıkan varlık. DÂD-I HAKK: 1. Allah vergisi. 2. Veriş, satış. DÂFİ': 1. Def' eden, savan, savuşturan, iten. 2. Cenab-ı Hak. DÂĞ-DÂR: 1. Kızgın demirle nişanlanmış, dağlanmış. 2. Pek müteessir, çok üzgün. DÂİN (DÂYİN): Borç veren, alacaklı. DAKİK: 1. İnce, ufak, nâzik. 2. Toz haline getirilmiş şey, un. 3. Dikkatli ölçülü davranan titiz kimse. DALÂLÂT-I BEŞERİYYE: İnsanlığın sapıklığı, beşerî sapıklık. DALÂLET: Hak yoldan sapma, sapıklık, azgınlık. DALÂL-İ MUBÎN: Apaçık sapıklık. DÂLL Bİ'L-İŞÂRE: İşaretle delâlet etme. Sözün işaretle mânâya delâlet etmesi. DÂLL U MUDILLE : Doğru yoldan çıkanlar ve çıkaranlar, sapanlar ve saptıranlar. DÂLLÎN GÜRÛHU: Sapıklar, azgınlar topluluğu. DÂLLİN: Doğru yoldan sapmış olanlar, azgınlar. DÂR: Ev, yer, yurt, dünya. DARBE-İ AZÂB: Azap darbesi, azap verici vuruş. DARB-I MESEL: Ata sözü. DÂREYN: İki dünya: Dünya ve ahiret. DÂR-I DÜNYA: Dünya. DÂR-I HARP: Müslümanlarla savaş halinde olan gayri müslim ülke. DÂR-I İSLÂM: İslâm ülkesi. DÂR-I KÜFÜR: Gayr-i müslimlerin ülkesi. DÂR-I SAADET: Mutluluk yeri. DÂR-I UHRA: Ahiret yurdu. DARÎRU'L-BASAR: Kör, âmâ. DÂRU'N-NEDVE: Mekke şehir meclisi. DÂRU'S-SELÂM: 1.Selamet yurdu, cennet. 2. Bağdat şehrinin ünvanı. DÂRÜ'L-HİLAFET: İstanbul. DE'B-İ KADÎM: Eski gelenek, eski usûl, eski âdet. DEBÛR: Batı rüzgarı, batı taraftan esen yel. DECCÂL: Kıyametten az önce çıkacak, insanlardan bir kısmını sapıtacak ve daha sonra Hz. İsa tarafından öldürülecek olan şahıs. DEF': Öteye itme, savma, savulma. DEF-İ İHTİYAÇ: İhtiyacın giderilmesi, ihtiyacın karşılanması. DEF-İ MAZARRAT: Zararı giderme. DEF-İ MEFSEDET: Fesadı ortadan kaldırma. DEFTER-İ A'MÂL: Amel defteri, insanların dünyadaki hayır ve kötülüklerin kaydedildiği defter. DEHA: 1. Olağanüstü zeka ve anlayış kabiliyeti. 2. Olağanüstü zeka sahibi kimse. DEHLİZ: Hol, koridor. DEHRİ: Dünyanın sonsuzluğuna inanıp ahireti inkâr eden kimse Materyalist. DELÂLET: Yol gösterme, kılavuzluk etme. DELÂLET-İ AKLİYYE VE MANTIKIYYE: Akıl ve mantık yardımıyla, akıl ve mantığın yola göstermesiyle. DELİL: 1. Kılavuz, yol gösterme. 2. Kanıt. DELİL-İ NAKLÎ: Naklî delil, Kitabî delil. Kur'ân-ı Kerim ve Hadis-i şeriflere istinad eden delil. DELÎL-İ ŞUÛDÎ: Görgüye dayanan delil. DEM: 1. Kan, 2. Soluk, nefes. 3. Zaman, an. DEM': Göz yaşı, göz yaşı dökme, ağlama. DEM-İ MESFUH: Dökülmüş kan. DENÂNET: Alçaklık, zillet. DENÎ: Alçak. DERMİYÂN: Ortada. DERPİŞ: Göz önünde, en önde. DERS-İ İNTİBAH: Uyandırma dersi. DERÛN: İç taraf, dahil, kalp. DEVR-İ CÂHİLİYYE: Cahiliyye devri, İslâm'dan önceki devir. DEVR-İ SABAVET: Çocukluk çağı. DEYN: Borç. DEYYÂN: Mükâfatlandıran veya cezalandıran, hâkim. Allah. DEYYÂR: 1. Manastır sahibi. 2. Biri, bir kimse, fert. DÎBÂCE: Başlangıç, önsöz, mukaddime. DİĞERGÂM: Başkalarını düşünen, bencil olmayan. DİL-ÂVÎZ: Gönül çeken, câzip. DİL-NİŞÎN: Hoşa giden, kalpte yerleşen. DÎN U DİYÂNET: Din dindarlık, din ve din duygusu. DÎNÂR: Bir altın liranın dörtte bir değerinde olan eski bir para. DÎN-İ HAK: Hak din İslâmiyet. DİRAYET: Zekâ, iktidar, beceriklilik. Akıl ve ilim yoluyla yapılan çözüm. DİRHEM: 1. Okkanın dörtyüzde biri olan eski ağırlık ölçüsü. 2. Gümüş para. DİVAN: Arap şiiri, Divan-ı Arab, Arab'ın şiir külliyatı. DÛN: 1. Alçak, aşağılık. 2. Aşağı. 3. Altta. DÜBB-İ ASGAR: Küçük ayı (yedili yıldız grubu). DÜBB-İ EKBER: Büyük ayı (yedili yıldız grubu). DÜLDÜL: Hz. Muhammed (s.a.v.)'in Hz. Ali'ye verdiği beyaz at. DÜSTÛR: Kânun, kaide, kural, esas.
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|