07-14-2008, 12:26 | #1 |
AH-İ EVRAN
AH-İ EVRAN
ALPEREN GÜRBÜZER Allah Rasulü nübüvet yönünün yanısıra, bir sosyal özelliği de ticaret insanıydı, Ticari Kervanın başına getirilen Peygamberimiz Hz. Hatice anamız’ın dikkatini çekmiş ve bu teveccüh evliliğe dönüşmüştü. Dolayısıyla İslamiyet’in doğuşunda ticaret hayatın önemli rol oynadığını söyliyebiliriz. Kervan yolları, kervansaraylar deyip geçmeyelim medeniyetlerin oluşmasında ve fütuhatta fevkalede aksiyona sahiptirler. Aynı durum, yine ipek yolu üzerinden gelen bir medeniyet akışıyla Orta Asya bozkırlarından Anadoluya göç eden Türkler içinde geçerli. Her göç yeni bir başlangıç demekti. Bu yüzden göçmen kabilelerin gözü kulağı hep bu yollar üzerinde idi. Niye olmasın ki bu yolların kesiştiği noktalar büyük gelir kaynağı idi. Yolların ticari kervanlara kazandırdığı tecrübe ilerde ahilik’in doğmasına ilham olacaktır. Batı medeniyetinde ahilik yoktur, lonca teşkilatları vardır. Batı medeniyeti ticari hayatını dini tavırdan soyutlamış, yani örgütlenmesini din dışında gerçekleştirmiştir.. Oysa bizde Ahi teşkilatı manevi iktisadi kurumsallaşmanın adıdır. Onüçüncü yüzyıl Anadolusuna baktığımızda umut ve umutsuzluk iç içedir. Nitekim, Moğollarla Bizanslılar arasında kıyasıya mücadeleler umudu umutsuzluğa dönüştürmüş, gel-git (med-cezir) manzaraları sıkça görülür hal almıştır.. Bu durumda bir ruh hamlesi devreye girmeliydi, girdi de. Malumu olduğu üzere Horasan Erenlerin yetiştirdiği Mevlana, Yunus, Hacı Bektaş-i Veliler Anadolunun yeni kalp ustalarıdır. Ahiliğin kaynağı olan Aki’lik Orta Asya’dan getirilip İslamla harmanlaşarak tasavvufi mahiyete kavuşmuş, hatta musiki, sanatda tasavvufi ruhdan nasiplenmiş. Ahiliğin kökeni Abbasi Halifesi Nasır lidinillah’ın (1180–1225) kurduğu futuvvet teşkilatına dayanır. Ahilik Horasan Erenlerinden aldığı ruhla giriştiği ticari ve ahlaki inşada başarıya ulaşır. Ahilik bir zenaat teşkilatın ötesinde bir terbiye ocağı, bir sivil meslek örgütlenmesi, aynı zamanda Erenler ocağıdır. Halife Nasır Lidinillah önderliğinde müesseseleşen fütüvvet organizasyonu İslam dünyasına hızla yayılır.. Böylece İslam toplumunda feta, ya da fityan diye anılan organizasyonun, Irak, İran ve Horasan bölgesinden çıkması fütüvvetin sufilikle kolayca kaynaşmasına zemin hazırlamıştır.. Halife Nasır bu organizasyona girişirken Şahabeddin Es Suhreverdi’den faydalanmıştır. Fütüvvet kavramı VIII. yüzyıldan itibaren bir tasavvuf terimi olup, Fütüvvetin ilk teması Birinci Gıyaseddin Keyhüsrev zamanındadır.. Halifenin çalışmaları çerçevesinde Anadolu Selçuklu Hükümdarı, Hocası Mecdüddin Ishak’ı Bağdat’a elçi olarak görevlendirmiş, bir yandanda Muhyiddin Arabî, Evhaduddin-i Kirmani gibi büyük Evliyaları Anadolu’ya getirdi. Hatta Ahi Evran’ın Kirmani’in damadı olması Ahilikle fütüvvetin ya da tasavvufi bağlantısını ortaya koyar. Böylece Ahilikle özdeşleşen esnaf’a, mesai sonrası Tekke ve zaviyelerde şeyh mürid ilişkisiyle konumuna farklı boyut kazandırılıp, terim olarak Ahilik esnaf ve sanatkârlar birliğine dönüşür. İran’ın Batı Azerbaycan kasabasında 1171(H.567) yılında dünyaya gelen Ah-i Evran’ın yetişmesinde Fahreddin Razi ve Hace Ahmed Yesevi’nin talebelerinin çok büyük katkıları sözkonusudur. O’nların bereketiyle yüksek makamlara ulaştı. Hatta O, Şahabeddin Es Sühreverdi gibi büyük bir âlimin sohbetlerinde de bulundu. Bir Hac yolculuğunda da Evhadüddin Hamid Kirmani (Kezmani) ile tanışıp vefatına kadar O’nun terbiyesi dairesinden hiç ayrılmadı. Bir gün Konya’da Sadreddin-i Konevi’nin babası Mecdüddin İshak’ın daveti üzerine Muhyiddin Arabî ve Şeyh Evhadüddin ile birlikte Anadolu’ya gelir. Burada Şeyhi Kezmani’nin kızı olan Fatıma Bacı ile evlenir. Şeyhi ile birlikte Anadolu’yu karış karış gezerek, özellikle vaazlarını esnafa yönelik yaparak dünya ve ahiret işlerini tebliğ eder. Böylece üstün hizmetleriyle tasavvuf yolunda manevi mertebeler kat eder, öyle ki Şeyhinin vefatından sonra da irşad görevini daha da hızlandırıp, yaklaşan Moğol kasırgasına karşı halkın bilinçlenmesini sağlamayı da ihmal etmez. Bununla da yetinmeyip, esnafın gönlünü kazanarak şehir ve kasabalarda milis kuvvetleri oluşturdu. Kurduğu teşkilatlar sayesinde aç’a aş, açığ’a bez verme anlayışıyla halkın önce güvenini elde etti, ardından da Moğollara karşı kahramanca mücadele edebilecek halk milisleri doğdu. Nitekim ileriki günlerde gazi dervişler çok büyük mücadele örneği sergilediler. Ahi Evran, ahiliğin Anadoludaki kurucusu. Kendisi dahi ustalığı ile ün salmış bir debbağ(derici) idi. Ahi Evran; esnaf sanatkârlarını cömertlik, ahlak, yardım severlik, misafirperverlik etrafında birleştirip bir sivil toplum örgütü haline getirmeyi başaracaktır. Bu yüzden, O otuz iki meslek örgütünün Pir’i olarak kabül görür. Fütüvvet mensubu olmak, meslek için şart değildi, ama ahilikde ise önemli bir haslet. Ahiler gündüzleri esnaf, geceleri ise tabir caizse herbiri birer derviş, gerektiğinde de heran istilacılara karşı birer milis idiler. Şeyhin siyasi gücünden korkan yöneticiler O’nu çeşitli şehirlere sürmüş, göz hapsinde tutmuşlar, derken bir bahaneyle gittikçe çoğalan nüfuzundan rahatsız olanlar ilgili yerlere şikayet ederler ve Ahi Evran, böylece beş yıl tutuklanarak hapiste yatar.. Bu sırada fırsatı ganimet bilen Moğollar Kayseri’yi kuşatma altına alırlar. Kuşatılan halkın bir kısmı şehit, bir kısma da esir düşerler, esirler arasında Ahi Evran’ın hanımı Fatıma Bacı’da vardır. Bütün bu olumsuzluklara rağmen Ahiler Moğollara karşı mücadeleden yılmadılar, zaman zaman gerilla türü savaş diyebileceğimiz taktikle karşı koyup savaştılar. Ah-i Evran’ın beş yıl tutukluğunun ardından Denizli’ye gider ve ardından Sadreddin Konevi’nin isteği üzerine Konya’ya dönerek irşadla meşgul olur. Konya’da Şemsi Tebrizi’nin şehid edilmesi olayından sonra Kırşehir’e (Gülşehri) yerleşir. Yerleşir yerleşmez hızla çevresinde pek çok kimse toplanmaya başlar. Hatta herkesin korkarak kaçıştığı Evran isimli büyükçe bir yılanın kendisine itaat etmesini görenler Ahi şeyhine yılanın kardeşi anlamına gelen Evran, İslamiyete yaptıkları hizmetlerinden dolayıda Nasıruddin lakabı verildi, ama O Ahi Şeyhi, ya da Ahi Evran olarak anılır hep. Moğollar, sevenlerin çığ gibi büyümesinden endişe duyup, Kırşehir Emir’ine baskı yaparak Ahi şeyhinin vücudunun ortadan kaldırılmasını isterler. Nihayet baskıların ardı sırası kesilmeyince, asıl adı Nasıruddin Mahmut olan Ahi Evran; Moğollara karşı başlattığı mücadele sonucu 1262 (H.660) yılında Kırşehir de şehid edilir. Ahilik Anadoluda teşkilatlandı, ama Asyadaki hatıraları da unutulmadı. Anılar tazelenince ahilik insanı kardeş yapmış ve toplumsal aydınlatmayı gerçekleştirmiştir. XIII. yüzyılda Ahi Evran’ın Hanımı Fatıma Bacı’nın yetiştirdiği bacılarda Bacıyan-ı Rum adılı örgütlenmeyle Söğüt cıvarında Kayı Boyundan gelen Ertuğrul Gazi’nin açtığı sancağın etrafında toplanan uçbeylerine dâhil olarak, Ahilerle birlikte ilerisi için ümit kaleleri oldular. Öyle ki zaman içerisinde Osman Gazi, Ahi Şeyhi Şeyh Edebali’nin kızı ile evleniyor ve bu evlilik sayesinde beyliğin ahilik ile sessizce kaynaşması gerçekleşiyor. Böylece ahiler; Ahi Şeyhi olan Şeyh Edebali ile Osman Gazi arasında oluşan akrabalık vasıtasıyla Osmanlı ile bağlarını daha da güçlendiriyorlardı. Hatta ahiler doğudan gelerek Osmanlılara katılan Türkmenleri de terbiye ederek Osmanlının gücünü artırıyorlardı. Hele hele Fatma Bacı’nın yetiştirdiği bacılarda Bacıyanı Rum teşkilat ağı ile tıpkı diğer Ahiyan-ı Rum ve Gaziyan-ı Rum örgütlenmesi gibi fonksiyonel nitelik kazandılar. Ahi teşkilatına girebilmek için ilimle sanatla meşgul olmak gerektiği gibi, birtakım kaide ve kurullara da uymak zorunluluğu vardır. Yani alçak gönüllü, fakirleri seven, beylerin ve zenginlerin kapısına gitmememe gibi bir dizi kurallara riayet şarttır. Bazı araştırmacılar Divani Lügatit Türk’de geçen ‘akı’ sözcüğünün, cömert, eli açık anlamına gelen ahiliğe dönüştüğünü ileri sürerler. Bir Ahi’nin üç şeyi açık olmalı; eli açık, sofrası açık ve kapısı açık (misafirperver) olmalı. Yine Bir Ahi’ni üç şeyi de kapalı olmalı; gözü kapalı, dili bağlı, beline sahip olan olmalı. Sanki Hünkâr Hacı Bektaş Veli’nin; eline, diline ve beline sahip ol düsturu esas alınmış… Osmanlı kurulduğu dönemde göç olaylarından dolayı karmaşa içerisinde idi. Ahiler tüm bu keşmeşeye rağmen tasavvufi prensipler çerçevesinde faaliyetlerini sürdürüyorlardı. Fakat bütün bu faaliyetlerin umrandan uygarlığa dönüştürecek bir erk’e ihtiyaç duyuluyordu. Dönemin meşayihi, uleması, umerası ve onlara bağlı eli kabza tutmuş gazi alperenleri ve halkı, kartal yuvasından(selçuklu coğrafyasından) çıkarak, Söğüt burçlarında el ele, gönül gönüle verip ihtiyaç duyulan devletin Osmanlı olduğuna karar kılındı. Bundan dolayı Osmanlı’nın kuruluşunda birinci derecede rol tasavvuf erbabına aittir. Osman Gazi etrafında Türkmen Babaları, Evliyalar daha ilk günden itibaren birbirlerine kenetlenerek gaza mahiyetini almış ve bir gaziler devleti kurulmuştur. Dolayısıyla Osmanlı, ulema ve meşayıhın görüşleri dışında adım atmamış, bu yüzden ilerde en üst düzeyde medeniyet hamlesi gerçekleştirecek güce kavuşacaktır. Osmanlı’lar Ahi Evran’ın torunlarının hizmetlerine karşılık onların tarih sahnesinde mümtaz yerini alacak şekilde faaliyetlerinin devamını sağladı. Ahi teşkilatlarının toplumu aydınlatan ruh sayesinde, Fatih tebdili kıyafet eyleyüp esnafı denetlediğin de, esnaflardan biri; efendim ilk siftahı yaptım, diğer alışverişleride yan komşumdan yap demesi padişahı sevindirmiştir. Fatih Sultan Mehmed bu durum karşısında Allah’a şükreder, böyle halkım olduğu sürece devlet ilelebet payidar olacak der. Kelimenin tam anlamıyla Ahiler Osmanlı’nın Kuruluşunda maya oldular, zaman zaman Ahilere padişahların bir kısmı Pirlik de yapmışlar ve onların öncüsü durumuna geçmişlerdir. Ahilik böylece Osmanlıyı zirveye taşımıştır. Ahiler Osmanlının genişleme döneminde göçebe toplulukları şehirleştirerek onları yerleşik kılmıştır. Devlet gaza yapmak, bürokratik ve teknik işlerle uğraşmamıştır bu yüzden. Bu işler ahilere bırakılmıştır. Bayındırlık, sağlık, imar, yardımlaşma, şehir hizmetleri, iş güvenliği gibi faaliyetler Ahilerin kurduğu müesseselerle işletilmiştir. Yani Anadolu ile Osmanlı arasında köprü ahiler olmuştur. Osmanlı kuvvetlenip Anadolu’ya hâkim olduktan sonra Ahiler’in siyasi faaliyetlerine sonverince, esnaf loncaları şeklini alır. Ahilik Usta çırak ilişkisine dayalı bir sistem olup, zanaat öğrenmek için ustaya teslim olmak şarttır. On yaşından küçük olanlar çıraklık ve kalfalık sürecinde geçerek mesleğin inceliklerini öğrendikten sonra peştamal kuşanarak ustalık diplomasına hak kazanırlardı. Esnaf birliklerin başında şeyh, halife veya onun tayin ettiği yardımcısı nakibler bulunuyordu. Afrika’dan gelerek 14. yüzyıl ortalarında dolaşan İbn-i Batuta gittiği şehirlerde gördüğü ahiler ve zaviyelerden etkilenerek seyahatnamesinde: ’’Ahi; kardeş, Ahilikde kardeşlik demektir. Bunlar sanat sahibi kimseler olup dünyanın hiçbir yerinde benzerlerine rastlamak mümkün değildir’’ sözleriyle ahiliğin güçlü bir sivil toplum örgütü olduğunu vurgulamıştır. Ahilik ekolünde eşya bir nesne değil ruhidir, aynı zamanda, kar beklentisinden uzak anlayışla fakirler gözetilir, gerektiğinde yerleşim alanlarının güvenliği için seferber olunur bu ocakla. Mal ve kalite kontrolü, fiyat ayarlaması ahilik teşkilatı aracılığı ile yapılıyordu. Kaliteli ve ucuz mal imal etmekte aksi davranan esnaf kurumca cezalandırılıyordu. Halk arasında pabucu dama atılmak deyimi ahilik kayıtlarına bu şekilde geçmiştir. Meslek sahibi olmak ahiliğe girmenin olmazsa olmaz ön şartıdır. Velhasıl, ahilik hala adından söz ettiren geleceğede ışık veren sivil bir organizasyondur.
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
07-15-2008, 11:40 | #2 |
AH-İ EVRAN
yorum yokmu
|
|
08-03-2009, 21:12 | #3 |
yorum olmamasına rağmen yine de teşekkür ederim
|
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|