11-19-2008, 20:40 | #1 |
Yatalak
-Evini çok merak ediyorum kızım.
‘Mekân değiştirmek’ farklılık olacaktı, vücudunun dörtte üçüyle kalmış bir yatalak için. -Kolay mı seni götürmek anne? Boş ver! Görmesen de olur. Daha yumuşak bir cevap beklerdi. Hassas oluyor ne de olsa insan, hasta olunca. Çaresizce muhatap bırakıldığı yer yatağının içinde, hassas olmak en büyük lüksü sayılırdı. Doğrulmak için duvara sağlamca iliştirilmiş tokmağın ipine yüklendi. Bedeninin yanında mahcubiyetinin ağırlığı, tartılsa daha fazla çekerdi. Safiye gözleriyle, annesinin hantallaşan vücudunu rahatsız edecek şekilde gezindi. Yordamsız rüyaların hayra çıkmamış sabahındaydı sanki. Yattıkça artıyordu kilosu gibi mutsuzluğu da. Ne canının istediğini yiyebiliyor ne de istediği bir yere gidebiliyordu. Ah şeker! Onu sağlığından ve dahası bacağından etmişti. Hala pembelik barındıran yüzü, yaşına göre gergin sayılırdı. Gülümsemeye değer hiçbir fırsatı kaçırmıyordu. Tebessümü, ‘yıldızlara nergis kokusu taşıyan güzelliğinden’ kalan son hatıralardandı. Parıltılı, koyu kahve gözleri matlaşmaya başlamıştı. Bir zamanlar tükenişlerin yanından yel gibi geçen bacağını, iptila olmuş bir hastalığa kaptırmıştı. Güzelliğini konuşan diller; ‘vah’lar ‘tüh’ler eşliğinde, yakalandığı çaresiz hastalıklarını öykünüyorlardı. Arnavut kaldırımlarına, aceleci kundura sesleri bırakan genç ve güzel kadının, ihtişamlı cüssesini, ‘kanser’ habersizce, sinsice devirmişti. İkinci ölümcül hastalığından bihaber, evlatlarının insafında çilesini dolduracaktı. Yaptığı dokuz doğumun ardından elinde yalnızca yaşayan iki evlat kalmıştı. Birçok kez boş beşiklere bakıp ağlamış, az giyilmiş patikleri koklamıştı. İlk göz ağrısı Safiye’nin göstermelik ziyaretleri, mesafeli duruşu, nedense canını daha çok acıtıyordu. Oğlu Harun ve gelini seve seve ilgileniyorlardı. Safiye’yi en çok seviyordu yine de. Vefasızdı. Kırıcıydı da… Olsun! Buğulu camlarda terleyen bekleyişini, arada bir dindiriyordu ya. Her anne gibi mantıksızca seviyordu yavrusunu. Kim aile mezarlığına uğrasa, bacağını soruyordu geriye takılacakmış hassasiyetiyle. Nereye gömüldüğünü, kimin mezarına ne kadar yakın olduğunu… Beyhude sorulara, sabır tavsiyeli cevaplar alıyordu. Hıçkırığa, yatağına olduğu kadar mahkûmdu. Depresif genleri bünyesinden sıyırmış, ömrünce muti bir eş olmuştu. Bu tahminsiz hasat zamanında huzurluydu… Evvel zaman içinde, kol kola girdiklerinde çok yakıştırılan, çiftin diğer teki, elinden geleni yapıyordu müebbet sevdiğine. Tülbentinin beyazlığında yolunu kaybediyor ve kızıl ötesi bir maharetle tüm acılarını, mahcubiyetini, sıkılganlığını, umutsuzluğunu kendi içinde hissediyordu. Torun, oğul, gelin ve misafirler açısından dinamik bir ev sayılırdı. Diğer ahali için pişirilen, tadı tuzu yerinde yemekler, burnuna alaycı kokular taşıyordu. O da etimeklerine ve tatlandırıcılarına bakıyor, odasında eskittiği havayı içine çekiyordu. Seslerle avunabiliyordu. Can hıraş çalışan motosikletin pedalına takılıyordu bazen hayalleri. Bazen şaşkın bir martının kanadına… Düzensiz anten siluetlerini, çanaklardan görünmez olan çatıların maviliğe baş kaldırışını, şehrin beton soğukluğunu, kalabalığını gezer, gelirdi yine, imdat kokan nevresimlerinin içine. Her fırsatta değiştiriyordu. Hizmet ederken hiç şikâyet etmiyor, en doğal göreviymiş gibi huzurla yapıyordu. Gelin hanımın en zorlandığı şey; pijamaların sol tarafını keserken ve katlayıp içinden dikerken içinin çok acımasıydı. İyi niyetli akça pakça, sabun kokulu bir gelindi Ayşe hanım. Bezdirmeyen dozda titiz sayılırdı. Kayınvalidesini yatağa savuran hastalığa üzülüyordu. Sayılı zenginlerden, düzeyli hayatların kadını Safiye’den daha merhametliydi şüphesiz. Çocuklarını nur yüzlü bir ninenin masallarıyla büyütüyordu daha ne isteyebilirdi. Olmayan bacağıyla geceleri, dünyaya çelme takıp, namazla yardım alma hakkını kullanıyordu. Tevazu ile secdeye kapanıyordu aklı, fikri. ’Bedeninin acizliğine inat.’ Rahatlık tuzağına düştüğü günler için af diliyordu. Ardından gökleri tutuşturan bir yangınla, Allah’a yakarıyordu. İçine düştüğü bu durumdan, ışıktan bir ip sarkıtması ve çekip kurtarması için. Safiye her düştüğünde, annesinin dizleri kanardı. Bu sefer kanayan yüreği idi. Kan revan bir yürekle yalvarıyordu. Ağlıyordu… En yalın haliyle icabet buldu duası. Titrek bir suskunlukla yutkundu, ölüm karşısında herkes. Yarın devam edilecek masallar yarım, Safiye ve Harun öksüz kaldı. Hangi gerekçeyle bilinmez evlerinin yakınında bir kabristana defnedildi. Bacağından çok uzağa… Yeni adresinde süresini doldurmak ve mahşer telaşında iki bacağı da tastamam diriltilmek üzere… Zaman ipinden kurtulmuş bir topaç gibi dönmeye devam etti… Safiye anladı geç kalmışlığın ızdırabını. ‘Şefkatli annesinin’ O’nu her koşulda affedebileceğini bilmeden ince bir sızı duydu ömrü boyunca. Betül ŞATIR
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|