11-22-2008, 10:39 | #1 |
Gül’e hasretiz
GÜL’E HASRETİZ
ALPEREN GÜRBÜZER Allah Rasulünün bitkilerden en çok değer verdiği ve kokladığı “gül”, önce Mekke’de doğmuş, daha sonra o gül’ün kokusu bütün cihanı sarmıştır. Sevgiyle, fethedilemeyecek kale yoktur çünkü. Kılıcın yapamadığını çoğu kere gül tek başına yapabilmiştir. Gül, sevgilinin bakışlarındaki nur ve pırıltıdır. O pırıltıya, insanlar akın akın O’na koşar. O’nun sevgi dolu kollarında yeni bir hayata başlamanın sevincini yaşar. Gül’e sevgi dedik. Yani sevginin sembolü... Turi Sîna’da Musa (A.S)’a Allah (c.c.): “- Ya Musa benim için ne yaptın?” Musa (a.s.), bu hitap karşısında; “- Yarabbi, sizin için oruç tuttum, namaz kıldım, zekât verdim...” der. Allah’ü Teâlâ (c.c), Musa (a.s.)’a: “- Namaz, oruç, zekât vs. senin için.” Musa (a.s.) bir an şaşırır. “- Allah’ım, o halde sizin nezdinizde en makbul ibadet nedir?” Bunun üzerine Allah (c.c.): “- Ya Musa benim indimde en makbul amel, benim için bir kulu sevmektir..” Evet, bir kulu sevmek, Allah için en güzel amel. Öyle bir sevgidir ki: “Ya Habibim sen olmasaydın... Sen olmasaydın... Sen olmasaydın, Kâinatı yaratmazdım”(Bkz. Acluni; II:164; Hakim el Müstedrek, II:615) buyruğunda yer alan sır bir “gül”ün ifadesidir. Gül, aynı zaman da aşktır ve sevileni sevene, seveni sevilene bağlayan bir miski amber. Sevmenin alâmeti de sevenin sevdığine itaat etmesidir. Rasûlüllah (s.a.v.)’de, en yüce mertebede olduğu halde, “Emr olduğun gibi dosdoğru ol” uyarınca hep hareket etti. Böylece hilâl’in ışık kaynağı “gül” sayesinde mü’minler, vahye ve sünnete itaatkâr kaldılar.. Peygamberimiz(s.a.v) ümmetine; ‘amellerin en faziletlisi Allah için sevmek ve Allah için buğz etmektir” ferman buyurarak, ne yapmamız gerektiğine dikkat çekmektedir. Bizleri şu hadisi şerifleriyle uyarmıştır. “Şüphesiz yumuşak davranmak her şeyde olsa, onu süslendirir. Bir şey (söz, hal ve aşağıya hakeret) den alınırsa muhakkak onu lekelendirir.” Yine bir hadisi şeriflerinde; “Öğretiniz, kolaylaştırınız, bir de öfkelendiğiniz zaman sus” diye ikaz etmişlerdir. Sevmek, yumuşaklık ve sükût hali gül’ü tanımlar zaten. Allah (c.c.) ‘ın rızası iki şeyden ibaret: 1. Allah’ın yaptığını beğenmek. 2. Kalb kırmamak ve gönül yapmaktır. Allah (c.c.) Kur’an-ı Kerim’de; “İnsanlara iyiliği emrediyor, kendinizi unutuyor musunuz? Hâlbuki kitabı da okumaktasınız. Hiç mi aklınız ermiyor?” (Bakara Suresi: 44) buyurmaktadır. Ayeti celileden de anlaşıldığı gibi Rabbül âlemin başkalarına eziyet vermeyi men ediyor. Zaten insanlara eziyet vermek, haklarına tecavüz etmek nefsin “subuiye kuvvetinden”dir. Nefsin subuiye kuvvetinin fiiline: “münker” denir. Subuiye kuvvetinin terbiyesi için: —Yumuşak olmak, —Kendimizi kusurlu görmek, —Sükût etmek, —Abdest ve gusül almak, —Allah’ım şeytanın şerrinden sana sığınırım, yani“Euzübillahimineşşeytanirracim” demek — Kalbi zikirle meşgul etmek, —Gazaplanmada ölçüyü aşmamak, bir hiddete kapılıp da yüze vurmamak ve sükûtla meclisi terk etmek lazımdır. Resûlüllah (s.a.v.): “Biriniz gazaplandımı hüküm etmesin” buyuruyor. Hadisi şerif’ten de anlaşıldığı üzere, insan her an nefsin subuiye kuvvetine kapılıp gazaba gelebilir, bu durumda sükût etmenin etkili bir çözüm olduğu ortaya çıkıyor. Gönül, kalbin köşelerinden bir köşedir. Gönül konusunda Muhammed Şemseddin (k.s.) “Miftah’ül kulub” adlı eserinde uzun uzun bahseder. Gönüller açan bu kitabında özetle şu ifadeler yazılıdır: “Kalbe ilahi tecelli geldiği zaman, o gönül titremeye başlar. Titrerken de Allah’dan özel bir hediye ihsan edilir. Gelen hediye yumurta şeklinde bir cevher şişe olup, içi nur doludur. Rastgele bir kimse o gönüle dokunsa da o gönül kırılsa nurlar dökülür. Sıçrayan parçalar dokunan adamın, kalbine saplanır. İşte batını hastalıklar dokunan adamın kalbine bundan hâsıl olur.’’ Bu ifadelerden de anlaşıldığı üzere gönül kırmak Allah korusun öldürücü zehir gibidir. O halde Allah cümlemizi kalp kırmayıp gönül yapanlardan eylesin. Gönlün dili “gül” dür zira. Karanlığı aydınlatan ışık ise Nübüvvet kokusudur. İslâm’da bir gönül kırmanın beşbin defa Kâbe’yi yıkmaktan daha ağır olduğu vurgulanmıştır. Yunus Emre Rabıtayı şöyle tarif eder: “Bin defa hacca gidip geleceğine bir gönle girmeye bak.” Yani Yunusumuz Yunusçasına “Bu yol bir gönlün içine girmektir” diyerek gönlün ehemmiyetini belirtmiştir. Nasıl belirtmesin ki. Bakın Hz. Ebubekir sıddık (r.a.) mağarada Peygamber (s.a.v.)’le baş başa bulunduğunda, Resûlüllah (s.a.v.): “- Ya Ebubekir, gönlünü gönlüme bağla” demiş, böylece “Rabıta”nın ilk dersi mağarada verilmeye başlıyor. Gönlü gönle bağlamak rabıtaymış meğer.. Hakeza Necip Fazıl’ın, “O ve Ben” eseri ile “rabıtayı şerife” kitabı da bu anlamda gönlü gönle bağlamak için okunmaya değer iki müthiş eser. Arifler bu konuda tam anlamıyla: “Kamil insanın gönlünü, Hakkın aynasıdır” tarzında ifade ediyorlar çünkü. Kudsi hadis’de: “Ben kulumu sevdiğim zaman onun işiten kulağı, gören gözü, yürüyen ayağı ve tutan eli olurum”(Bkz.Buhari,Rikak,38;İbnu Mace, Fiten,16; İbnu Ebi-d Dünya, Kitabu’l-Evliya,No.1;Beğavi,Şerhu’s-SünneI,142.)beyanları “Rabıta” olayını, teyid eder zaten. Tabiî ki hadisi kutside geçen el, dil, göz mecazidir elbet. Evet, bu konuda gül’e hasret bir nesil olarak bizde diyoruz ki: Gönlü muhabbet ateşiyle yanmayan ya cehennem ateşiyle, ya da kabir ateşiyle yanacaktır. Başka ateş yok zaten. Ya gönlü Hz. İbrahim’in aşk ateşin de “gül”e çeviririz, ya da dünyanın (Nemrutun) hevası ateşinde (Allah korusun) cehenneme... Hakeza Sina Çölü’nü aştıran ruh da, “gül”dü. Demek ki insan iki ateş arasında... Aşk ateşini tercih edenler gül deryasına dalıp, Allah aşkıyla sonsuzluğa kanatlanacak. Dünyanın hevası ateşine talib olanlar ise, zulmet bataklığına dalarak gayya çukuruna saplanacak, başka seçenekte gözükmüyor gibi. O halde gül zulmü bertaraf eden tek gönül silahı. Nübüvvet nuru ise ışık kaynağımız, bu böyle biline. Güneşin dışı aydınlık, içi karanlıktır. İç aydınlık yalnız insanda... İnsan onun için cümle aleme “eşrefi mahlûkat” ilan edilmiş.. Yani yaratılmışların en üstünü. Sevginin çilesi yalnız insanda. Bu günkü insanlık düştüğü girdabtan çıkabilmek adına sevgiye hasret kalmış. İnsanlık kaybettiklerini tekrar yakalamak çabasında... Batı teknolojik seviyenin en üst doruğuna ulaştı, ama vücud tekniklerini keşfedemedi. Batının bu konuda rehberi bizim kültürel kaynaklarımız oysaki. Bu yüzden Pir-i Türkistan Ahmet Yesevi, Mevlâna ve Yunus Emre, bizden daha çok batıda yankı buluyor. Çünkü batı ruhunun boşluğunu, bu Gönül sultanlarıyla telafi edebileceğini idrak eder gibi. Biz ise kendi kıymetlerimizin kıymetini bilemedik hala. Müslümanların bu günkü perişanlığı, sevginin tükenmesi dolayısıyladır. Sevginin tükenmemesi için Allahın güllerine yönelmemiz gerekiyor. “Gül”ü inkâr, insanı inkâr demek. Siz siz olun sakın ola Allahın güllerini inkâr etmeyin. O güller solmasın, inşallah solmayacakta. Bizim güllerimiz böyle. Başka var mı? Elbette var, fakat bir eksiği var; ilahi soluk yok içinde. Zira ay füzesini yapan da, aya ilk ayak basan da sevgi ile dolu idi. Demek oluyor ki; sevgi fikrin, ilmin ve hemen hemen her şeyin ilham kaynağı. İnsanlık ancak bu kaynakla hamle yapabilmektedir. Bakın ateistler manevi sübjektif değerleri inkâr etseler de farkına varmadan bir tür romantik Nazım Hikmet’in meyvelerini topluyorlar. Bizim ülkemizle taban tabana zıt olsa da, İsrail’in kendi dünya görüşleri açısından “Arzı Mevudu”da, bir tür romantizmdir. Anlaşılan romantizm menfi fikirleri bile harekete geçirebiliyor. Aziz Nesin ateistti. Hatta ateizme gönül bağladı ve davası uğruna vakıflar yaptırdı, konferanslar tertip ettirdi, yüzlerce kitap yazdı bu uğurda. Bu arada Hekimoğlu İsmail, haklı olarak; “Aziz Nesin bunları yaparken benim müslümanım ne yapıyor?” sorusun sormak zorunda kalıyor, uyanalım diye. Bu gün inanan insanın en büyük eksikliği sevgiyi, aşkı, romantizmini kısaca “gül”ünü yitirmesidir. İnsanların gönlünü fethedemeyen toplumlar, insanın bedenine hâkim olmaya çalışmaktadırlar. Batıda görülen “Neron” adlı vahşi insan tipleri, boğa güreşleri, Kazıklı Voyvoda ve insanların arslana yem verilmesi hep “gül” den (sevgisizlik) yoksunluğun göstergesidir. Batının orta çağda engizisyon mahkemeleri “gül”ü adeta giyotine vermiştir. Bizim tarihimizde ne kazıklı Voyvodo, ne Neron, ne giyotin, ne şu ne bu... Bu tür insanlık dışı unsurlar görülmez. Bizde düşmana bile bir ölçü tayin edilmiştir. Denilir ki, dostla düşman iki ayak gibidir. Düşman gidince tek ayakla kalınır. Tek ayakla da bir yere varılmaz. Her şey zıddıyla bilinir. Gül, zıdlıkları bile hoş görü ile karşılar oysaki.. Gül’e hasret bir nesil yetiştirmek şarttır, şarttan da öte bir vazife. Başta da zikrettiğimiz gibi Hadis’i Kutsi diye rivayet edilen levlake… Hadisinde: “Habibim eğer sen olmasaydın bunca felekleri yaratmazdım” buyuruyor. Allah (C.C.), en evvel O’nun cevherini (gül) yaratmıştı. Onun nuru Kâinatın aslıdır. Nitekim Annesi Âmine Hatun, dedesi Abtulmuttalib’e: “- Doğan çocuğumu secdede olduğu halde gördüm. Sonra ellerini semalara kaldırarak bir şeyler söyledi” der. Bunun üzerine Abtulmuttalib: “- O’nun çok yüce bir makam sahibi evlat olacağına inanıyorum” diyerek, “Adı güzel, kendisi güzel Muhammed (s.a.v.)”in ta doğarken nübüvvetini seziyor. Öyle bir gül kokusu ki, kısa zamanda etrafın dikkatini celbediyor. Bir gün, Allah Resulü (s.a.v.) sordular: “- Beni severmisin ya Ali? “- Severim ya Resûlüllah.” “- Hasan’la Hüseyin’i severmisin?” “- Severim.” “- Kızım Fatıma’yı sever misin?” “-Severim ya Resûlüllah.” Bu karşılıklı soru cevap ikileminde, en son olarak Fahri Kâinat (s.a.v.) Hz. Ali (k.v.)’e tekrar sorar: “- Peki ya Ali üç sevgi kalpte nasıl birleşir?” Bu suale Hz. Ali (k.v.) şaşırıp cevap veremez. Eve gelen Hz. Ali (k.v.) düşünceli durmakta. Duruma bir anlam veremeyen Hz. Fatıma anamız: “- Ne düşünüyorsun? Bir şey mi oldu?” Hz. Ali (k.v.) durumu anlatınca, anamız Hz. Fatıma tebessüm ederek, “-Buna cevap veremedin mi?” Ve ilave ediyor: “- İnsanın Allah (c.c.) ve Resulüne (s.av.) sevgisi kalbi, zevcine (eşine) olan sevgisi nefsi, çocuklarına olan sevgisi ise tabii ve fıtridir.” der. Ertesi gün Hz. Fatıma anamız’dan, akıl dolusu sözleri sayesinde bir gün önce veremediği Allah Resulüne iletince, Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdular ki: “- Bu cevapdan nübüvvet kokusu geliyor. Ya Ali!” Evet, gül kokusu ve nübüvvet kokusu gelen bu eve Ehl-i Beyte sonsuz bir sevgi duymak kadar tabi ne olabilr ki? Gül kokusu, daha Kâinat yaratılmadan önce vardı. Peygamber (s.a.v.) Hatemül Enbiya ama aslında ilk Hilâl. Yani sonun başlangıcı. Gül, kokusu kıyamete dek sürecek. Nübüvvet nuruda ışık vermeye devam edip böylece ötelere uzanacak. Sevmek gül’e hasret kalmaktır, taassubculuk değildir asla. Başkasını küçümsemek hor görmek taassubculuktur. Tanışmak, sevgi dolu olmak toplumda dayanışmayı ve ünsiyeti sağlar. Hz. Fatih’in İstanbul’u fethetmedeki kumandanlık meziyeti olduğu gibi, Fatih’in gül koklarken kendini resimlenmesi de bir o kadar manidar olsa gerektir. Her nedense günümüzde Moğol serdarlarına benzeyen gülden mahrum kuru kahramanlara imreniyoruz habire. Oysa önemli olan savaş yerine ilim, üretim, aşk, sanattır. Kuru kahramanlık o devrede vazifesini tamamlamış tekrar o misyonu zamanımızda canlandırmanın ne anlamı var ki. Deli Dumrul mu? Mimar Sinan mı? Cengiz Han mı? Elinde gül koklayan Fatih mi? Ve hangisi zamanımıza ışık tutuyorsa tercihimizi o yönde kullanmalıyız. Göçebe dinamizmi yerine, bigi ve teknikte maharetli ideal insan tipi oluşturalabilir pekâlâ. Alp’lik tarihte “kılıç”tı, şimdi ise Alplik misyonumuz bilgisayar olmuş, stratejik silahlar olmuş, kalem olmuş, meslekler ve meşrebler olmuştur. Erenlik ise tarihte de, bugün de değişmeyen tek olgu. Pir-i Türkistan Ahmet Yesevi’nin temellerini attığı Horasan kültürünün en büyük yönü; değişmeyeni kavrayabilmesidir. Erenlik dün de “gül”, bugün de “gül”dür. Gül nübüvvet kokusu, gül zikir, gül hadimiyet, gül maneviyat ve kısaca gül vücud’un iç dinamikleridir. Gül, iç dünyaya akıp değişmeyen tek hakikat-ı gevher. Ki Allah kalplerini ve kulaklarını mühürlemiş ve gözlerine bir perde inmiştir ve bunların hakkı azim bir azaptır (Bakara suresi ayet:17) ayetini Dr Haluk Nurbaki Allah’ü Teala; “Sanat şaheserim olan bu kalbe imza attım. Onu imanla ve sevgiyle doldurmazsanız mühürlerim” şeklinde yorumlamıştır. Gönül mühürlenince gerçekte her şey biter. Gönül gözü ile görmeyen bir şey görmüş sayılmaz. Hadis’i Kudsi’de: “Kulum bana bir karış yakın olursa ben ona bir zira olurum, o bana yavaş gelirse ben ona süratle rahmetimi ona yağdırırım. Eğer o süratle gelirse bende onun kulağına, gözüne, eline, ayağına kuvvet veririm. O da kuvvetimi işitir, görür, tutar, yürür” buyurmaktadır. Zaten kalbe ait olan en önemli gerçek olgu; beynin bilgisayarın hard diskine yazılmış olanlarını hissetme sanatı denilen “önsezi” dir. Nitekim iç sıkıntı sevinme buna misaldir. Cenab-ı Allah’ın (c.c.) akıl ile kavranması mümkün değildir. Akıl beş duyunun çerçevesinden hareket eder, kalp ise sezer. Bu yüzden Kur’an-ı Muciz’ül beyan doğrudan kalbe hitab eder: ‘’Allah kalplerini ve kulaklarını mühürlemiş ve gözlerini perdelemiş ve gözlerine perde inmiştir ve bunların hakkı azim bir azaptır (Bakara Suresi ayet 7).” Onun için Evliyaullah, metod olarak akıldan çok, kalbden hareket ederek insanları irşâd ederler. Bu metodları sayesinde beşeriyet Ehlullah’a, gönül sultanları demişlerdir. Allah dostları, ümmetin “gül” koklayıcılarıdır. Evliyaullah, aynı zamanda kalp uzmanları olup, manevi tasarruf sahipleridir. Gerçek irşâd kutuplarıdır onlar. Evliyaullah’ın elinde ki gül ne kadar anlamlı, düşünebiliyor musunuz? Kalp: gül, irşâd ise Nübüvvet nuru demek, anlayana tabiî ki. Topluma fuhşu ve kinle düşmanlığı hâkim kılan nefsin “vehmi kuvveti”dir. Vehmi kuvvet, kalb’in yetmiş küsur şubelerini bozar. Resûlüllah (s.a.v), “Kanın dolaştığı yerde muhakkak şeytanda dolaşır. Onun dolaşmaması için en kuvvetli silah “Lailahe illalahul-fealu’dur” buyurmakta ve hadisi kudsi’de ise; “Kim gazaplandığı zaman beni anarsa ben de gazap ettiğim zaman onu hatırlar mahv etiğim kimseler içerisinde (zikir) edeni mahv etmem” beyan ediliyor. İşte şifa budur. Fikrimizde zikrimizde O’dur. İnsan Allah’ı zikrederek fikrinin gülüne ulaşabiliyor ancak. Fikrinin gülünü elde edebilen insan vehmi kuvvetini de yenmiş olur böylece. Zira gül her derde devadır. Allah adı anılınca kalpte güller açmaya başlar nitekim. O halde karanlık dünyamızı gül zikriyle Nübüvvet nuruna (ışığa aydılığa) çevirmek mümkün. Fıtraten insanda üç sevgi vardır: 1. Allah sevgisi 2. Nefis sevgisi 3. Mahlûk sevgisi. Allah Resulü “Kişi sevdiği ile beraber haşrolunacak”(Bkz.Buhari, Edep,96;Müslim, Birr,165;Tırmizi,Zühd,50;Hakim,Müstedrek,IV,171.)b uyurmakla kendimizi Allah sevgisine ulaştıracak sepeblere yapışmamızı beyan etmektedir. Yine Peygamberimiz (s.a.v): “Kişi kendine dost edindiği kimsenin dini üzerinedir. Dikkat edin ki, siz kiminle dostluk yapıyorsunuz” beyan buyurmakta. Gül ağacının gülleri dostlara, dikenleri ise düşmanlar içindir. Fakat insan, bazen aşırı derecede sevdiği kimseye her türlü zayıf tarafını da açabilir. İlerde bir düşmanlık meydana gelirse onlara silah vermiş olabilir. Bunun içindir ki; “Düşmandan bir defa, dostan bin defa sakının” sözü hükema tarafından tavsiye edilmiştir. Resûlüllah (s.a.v) “Bir şeyi aşırı sevmen seni kör eder ve sağır eder (hatalar görünmez) buyurarak bu konuda ölçüyü ortaya koymuştur. Hatta aşırı sevgi insan iradesinide bozar. Her şey de olduğu gibi sevgide de ölçülü olmak gerek. Yine Peygamberimiz dostluk konusunda: “Kiminle arkadaşlık yaparsan güzel arkadaşlık yap” buyurmuşlardır. Arkadaş edindiğimiz arkadaşlara karşı güler yüzlü, tatlı dilli olmak zaruridir. Çünkü Hz. Ali (k.v.)’e isnat edilen bir şiirde “okların açtığı yaralar iyileşip kaynaşır, ama dilin açtığı yara ne iyileşir ne de kaynaşır” bir uyarı niteliğinde sözler olup insanlarla ilişkilerde nasıl davranılacağı hususunda bizlere işaret vermekte adeta. Aynı zamanda gül ölçüdür. Nübüvvet nuru ise o ölçünün kandilidir. Gül’e hasret bir nesil yetiştirmek bugün değilse ne zaman? Oysaki bütün meseleler “gül”den uzak kalmamızdan kaynaklanmakta. Beşeriyetin bir an evvel özlediği “gül”e ulaşmasında ne var ne yok bütün imkânlar seferber edilmelidir. Gül’e ulaşan insanlık ister istemez Allah Resulünün de şu sözlerine muhatap kalacaktır: “Allah bir insanı sevdimi Cibril’e şu emri verir, “Ben filan adamı severim.” Cibril de semada olanlara filan oğlu, filanı Allah sever siz de onu sevin der. Yerdekiler de artık onu sever.”(Bkz.Buhari, Edep,41;Müslim; Birr,48;Beğavi, Şerhu’s-Sünne, XIII,55–56;Malik, Şear,15;İbnu Hıbban; Sahih, I,291) İşte hakiki sevgi bu. Allahın kulu sevmesiyle birlikte halkında onu sevmesi ne güzel bir duygu seli. Peygamberimiz (s.a.v) âlemlere rahmet olarak gönderildi. Daha önce de Peygamberler geldi. Hepsi çeşitli çilelere maruz kaldı. Nuh (a.s) kavminin helak olması için dua etti, helak oldular. İbrahim (a.s.) da mülk âlemine baktı, asilerin isyanını görünce onların aleyhinde dua etti, onlarda helak oldular. Resûlüllah (s.a.v) çok cefa çekti, ama beddua etmedi, aksine O: ümmeti... Ümmeti... Ümmeti... Dedi. Yani helak olunuz demedi, af edilmeleri için niyazda bulundu. Hadis’i Kudsi’de: “Rahmetim gazabımı geçti” düsturunca hareket etti. Ve Resûlüllah (s.a.v) kendisine yapılan her türlü eza karşısında; “Allah’ım ümmetime hidayet eyle, onlar bilemiyorlar” dedi. İşte gül Peygamber’in (s.a.v) kitapla, kalemle, akılla izah edilemeyecek tavırları bu. O deryayı ummandır. Hz. Ebubekir gül Peygamberi için şu sözleri söylüyor: “Hz. Peygamber’e salâvat getirmek, günahları yok etmek bakımından sudan daha fazla temizleyicidir.” Gerçekden de Gül, gönülleri temizleyen tek ilaç. Aynı zamanda O’nun tenindeki gül kokusu en büyük nuru maneviyedir. “Gül”ü tarif etmek zor olsa gerektir. Karınca kararınca biraz aralayabildiysek, şükürler olsun. Sözün özü; “Nebi” “gül”e âşık, gül de Nebi’yi Ekrem’e âşık, Allah Rasulü’nün kalbi gül’dü, nitekim çocuk yaşta sütannesi Halime’nin evindeyken melekler tarafından göğsü yarılıp gül suyu ile yıkanmıştı, bu yüzden o kalp gül’e hasret, gülde Ona müştak. Bizlerde Gül’e kavuştuğumuzda gönüller durulacak elbet. Hâsılı kelam İnşallah demekten başka sığınacak gül dalımız yok. Vesselam.
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
11-29-2008, 11:48 | #2 |
Sivri dikenlerin istilasını bile Gül'e benzetilmen yolunda görmezden geldiğimiz...güllerin en güzeline sana hasretiz Ya Resulullah (sav)..hiç kimse senin kadar özlenmedi,senin kadar sevilmedi..Gülün dikenini senin için sevdik,koklarken seni düşündük,gül'ü gül yapan değer sendin bizim için...gül'ü bizim için sıradan bir çiçek olmaktan çıkaran Ey Nebi..güzel kul olma yolunda hayatını inancına, ümmetine adayan Resul...bizler sana layıkmıyız..seni sevmeden, bilmeden "sevgi bağı"nın esas sahibi Yaradana ulaşmamız mümkün değil..
Bizler gül'den(sevgi)den uzaklaştık...uzaklaştıkça benliğimizden ve yaşantımızdan ödün verdik..uhrevi hayatta yüzüne nasıl bakarız bilinmez Ya Resulallah.. Gül'e hasret nesiller yetiştirme ve onun sevgisiyle bütünleşme yolunda kaleme aldığınız yazı için sonsuz minnet olsun...+ |
|
11-29-2008, 20:57 | #3 |
sonsuz teşekkürler.
|
|
11-30-2008, 13:52 | #4 |
Evet sevgiyi hayatın merkezine yerleştirmek gerekir, değerli paylaşımın için gülce selamlar.
|
|
10-03-2009, 16:56 | #5 |
slm
Gül medeniyeti bugün değilse ne zaman?
|
|
01-09-2010, 22:27 | #6 |
gül peygaberininin nefesine herdaim muhtacız.
|
|
04-01-2010, 19:33 | #7 |
Muhsin Başkan gülü çok severdi.
|
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|