AK Gençliğin Buluşma Noktası
Kitaplar ve Dergiler Kitaplar ve Dergi içerikleri, değerlendirme ve tavsiyeler.



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 01-01-2009, 00:31   #1
Kullanıcı Adı
Gökmen
Post KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ..
İnsan-ı Kâmil-2


İnsan-ı kâmil, Zât-ı Hak adına bir mücellâ ayna ve başkaları hesabına da, çevresinde peyklerin dönüp durduğu bir Kutup Yıldızıdır. O, kendi etrafında döndüğü aynı anda, bir yandan sürekli olarak kendi yörüngesinde O'na merbûtiyetini soluklayarak pervaz ederken, diğer yandan da
-Yol bulmada Allah size ne emâreler ne emâreler vaz' etti.. ve o yıldızla da onlar, dosdoğru yollarını bulurlar" (Nahl, 16/16) işaretiyle, âleme yolunu, yönünü gösterir ve hep bir işaretçi gibi hareket eder. Aslında o, her zaman bir mihrap, bir kapı, bir köprü vazifesi görür; doğruya yönelmeyi sağlar, doğruyu görmeye menfezler açar ve insanları, kendi dünyalarının darlığından sonsuzluk ikliminin genişliğine ulaştırır. İnsanlar, onun atmosferine girince üns esintileri duymaya başlar; o kapının önüne varınca öteden çağrılarla ürperir ve o köprüden geçince de, Hazreti Zât-ı Ehad ü Samed'le, en kâmil mânâda bir abd-Mâbûd münasebeti ufkuna yükselirler. Bu ufuk, külliyet plânında ve vâhidiyet çizgisi itibarıyla istivâ-i arş televvünlü, cüz'iyet dairesinde ve ehadiyet yörüngesi açısından da lâtife-i Rabbâniye buudludur. Bu ufkun yolcularının en önemli yol azıkları ve bir mânâda zâd u rahîleleri ise, kalbin her zaman lebriz edilerek pak ve temiz tutulması, başkalarının, ahvâlimize muttalî olamayacağı kutlu vakitler sayılan gecelerin o sihirli dünyasında da, secdelerle pusuya yatıp tecelli avlamaktır. İbrahim Hakkı:
Dil beyt-i Hüda'dır, ânı pak eyle sivâdan,
Kasrına nüzul eyleye Rahman gecelerde.

diyerek, yol alma adına gecelerin o serin ve ufku açık iklimini salıklar bizlere. Kenz-i Mahfî'ye uzanan gece koridoru veya helezonuyla alâkalı şu hoş söz de Mevlâna'ya ait:
-Eğer sen O Eşsiz Padişah'ı istiyorsan ve eğer O'nun yolunda sefere çıkmış isen, bu yolculukta uyumamak gerekir. İyi ve bahtiyar kimseler, Allah'ın sevgi ve merhamet gölgesinde uyurlar. Kardeşim, sakın başka yerde uyuma!" Uyuma ve insanı engin düşüncelere, lâhutî mülâhazalara çeken geceleri, ya kıyam edebi, ya rükû tâzimi, ya secde mahviyeti ya da evrad u ezkâr tazarruu ile geçir.

Bazı mutasavvifîne göre, her şeyin bir açık olan yanı vardır ki; ona zâhir denir; bütünüyle bu âlem, işte o zâhirdir. Bir de kapalı yanı vardır ki, ona da bâtın denir; o da mânevî, uhrevî ve bütün metafizik dünyalardan ibarettir. Bunlardan başka bir de, bu iki cepheyi câmi ve âlem ile esmâ arasında, zuhûrun butûndan, butûnun da zuhurdan ayrılma noktasında berzahî bir âlem vardır ki, o da insan-ı kâmil âlemidir. Hakk'ın kendi zâtına ilmi, bil-asâle kendisine aynadır. Zât-ı Hak da, tasavvurlarımızı aşkın bir mânâ ile o aynada müteayyindir. İnsan-ı kâmilin ilmi de, bit-tebeiye ve zılliyet plânında kendi aynasıdır. O da, bu ilim aynasında müteayyindir. Ne var ki, onun bütün sermayesi mevhibedir ve vâhid-i kıyasî zâviyesinden Hazreti Zât'ta bulunan şeylere birer delil ve birer emare mesâbesindedir..

Evet, insanın zâtı, Zât-ı Hak'a, sıfatları da sıfât-ı Sübhaniye'ye dayandığı gibi, bunlardaki izafîlik ve sınırlılık ya da zılliyet ve cüz'iyet de tamamen, Cenâb-ı Hakk'ın evsafındaki hakikîliğe, nâmütenâhîliğe, asliyet ve külliyete delâlet etmektedir veya delâlet etmek içindir.

Zât-ı Hak'la bu çerçevedeki münasebet açısındandır ki, insan-ı kâmil mertebesine ulaşan müstaid bir müntehî, aynı zamanda hilâfet-i tâmme mertebesine de yükselmiş sayılır. Bunun üstünde ise, vücub-imkân arası bir nokta diyebileceğimiz "ev ednâ" payesi vardır. Ve o payenin de, gelmiş-gelecek bütün insan-ı kâmiller arasında bir tek mümessili olmuştur; o da mertebe-i ekmel veya Hazreti Ehadiyet'in tecelli-i etemmine mazhar bulunan Hazreti Rûh-u Seyyidi'l-Enâm (sallallâhu aleyhi ve sellem)'dır. O'nun bu ölçüde "aksa'l-merâtib"i ihraz buyurması, yüksek ahlâkı; davranışlarındaki istikameti; Rabbiyle münasebetlerindeki derinliği; dünyevî-uhrevî konulardaki dengesi; ilâhî ve kevnî hakikatlerin esrarına nüfuzdaki ısrar ve kararlılığına lütfedilmiş peşin bir teveccüh-ü Rahmânîdir. Bu itibarla da, O'nun dışındaki bütün kâmillerin kemâlâtı O'na nispeten izafî, tâlî ve O'na tebeiyete bağlıdır. Evet, semâ-i risâletin ayları ve güneşleri sayılan başımızın tâcı bütün o büyük insanların nur ve ziyası, Hazreti Rûh-u Seyyidi'l-Enâm'ın içinde bulunmadığı zaman itibarıyladır. Busayrî:
diyerek, O Zât'ın, güneşin üstünlüğünü hâiz olduğunu, diğerlerinin ise, O'na nispetle peykler mesâbesinde bulunduğunu ve O'nun olmadığı dönemlerde çevrelerine nurlar saçıp etraflarını aydınlattıklarını söyler ki, yerinde bir tesbittir.

Her şeyden evvel, Hazreti Rûh-u Seyyidi'l-Enâm (aleyhi ekmelü't-tehâyâ), varlığın hem çekirdeği hem de meyvesi olması itibarıyla, hilkat ağacı mebde'den müntehâya hemen her faslında sürekli O'nunla münasebet içinde olmuş ve O'na bağlı gelişmiştir. Aslında O, meyvenin de ötesinde, hilkat ağacının özü, usâresi ve rûhudur. İsterseniz, O'na (aleyhi salavâtullâhi ve selâmuhû) varlık bulamacının en temel unsuru da diyebilirsiniz. "Hilkat-i âlemden maksad-ı a'lâ / Dünyaya gelmiş ol mihr-i muallâ.."

Evet, Cenâb-ı Hakk'ın esmâsının bütününden ibaret olan mâhiyet-i mücerrede-i vücûdun âyinedarlığından arz ve semânın içtinab etmeleri, taayyünlerinin bunu aksettirmeye tam müsait olmayışındandı. İnsanın taayyünü ise, bil-kuvve bunu aksettirecek donanımda idi. İşte, insanoğlu, böyle önemli bir gayeyi gerçekleştirmek için vücud-u hâricî ile şereflendirildi. İnsanların bazıları itibarıyla, böyle önemli bir âyinedarlık vazifesini tam temsil edememeden ötürü bir zulüm ve cehalet söz konusu olsa da, o potansiyel cehalet ve zulme düşmeme de, yine böyle bir âyinedarlığa terettüp eden duyarlılık, sorumluluk ve temsilden geçiyordu. Yani insan, mâhiyetindeki zulüm ve cehalet açığını vahy-i semâviyle harekete geçireceği vicdan mekanizmasıyla kapatacak ve kaybetme alanını kazanma pazarı haline getirecektir. İnsanların bir bölümü itibarıyla da bu, böyle oldu. İşte
-Biz, emaneti (teşriî açıdan değil, tekvinî zâviyeden) göklere, yere, dağlara teklif ettik de, onlar bunu yüklenmekten çekindiler ve böyle bir sorumluluktan korktular. (Mâhiyet ve donanımı itibarıyla) bu emaneti insan üzerine aldı. Doğrusu (pek çoğu itibarıyla) insanoğlu, (bu emanetin hakkını gözetemediğinden), çok zalim ve çok cahil bir duruma düştü." (Ahzab, 33/72) âyeti, bu umûmî serencamenin esrarlı bir tercümanıdır. Arz, semâ ve bütün eşyanın hakikat-ı uzmâyı görme, gösterme ve aksettirmede zarurî birer eleman olan kalb, irade, şuur, his ve bunların "lâtifeler" unvanıyla diğer fakülteleri bulunmadığından, o yüce hakikat adına ne tam temessül kabiliyetleri, ne de temsil aktiviteleri vardır; zira, taayyünleri fevkalâde dardır. Dolayısıyla da, ayna olacakları şeyi mâhiyet-i insaniye ölçüsünde zengince ifade edebilmeleri mümkün değildir. Ancak insandı ki, tekvinî donanımı teşriî emirlerin temsiliyle derinleştirerek bu misyonu edâya yeterli olduğunu ortaya koyuyordu.. ve bu misyonu ortaya koyabilenler de, zulümden ve cehaletten kurtuluyordu.

Evet her insanın bu vazifeyi yerine getirmediği veya getiremediği gerçekti ama; yaratılış gayesinin şuurunda olan ve insan-ı kâmil olma yolunda teşriî dairede rehabiliteden rehabiliteye koşan bir kısım müstesna fertler de bulunacaktı. Ki bunlar, istidâtlarını inkişaf ettirme ve bil-kuvve kemallerini bil-fiile çevirme istikametinde her zaman insanoğlunun yaratılmasına gaye teşkil eden "iman-ı billâh", "mârifetullah", "muhabbetullah", "aşk u şevk", "cezb u incizab", "zevk-i rûhânî".. gibi dairelerde ebediyetlerin dantelasını örecek ve bu ilâhî maksadı gerçekleştireceklerdi. İşte, dünya ve ukba âlemlerinin birleşik noktasına taht kurmuş bu gönül sultanları, mâhiyetleri mâhiyet-i beşeriyeyi aşkın, canları Cân'ın nefahâtıyla dipdiri, ufukları üns esintileriyle üfül üfül hep kemâl yolunda kemâl soluklamada ve berzahî vücudlarıyla her an yeni bir çerçeveye oturmaktadırlar. Mevlâna, her zamanki o sehhâr ifadesiyle, kemâl semasının bu üveyklerini şöyle resmeder:
-Hak yolunun erleri, bu candan başka bir can ile diridirler. Onun havasından kanat çırpıp uçan kuşların ayrı bir yuvası vardır. Beyhude bu gözle bakma, onları göremezsin; onlar, iki dünya ötesinde başka bir âlemdedirler."

Allah, ef'âl ve esmâsıyla mâlûmdur; esmânın tecelli alanı da, varlık ve hâdiselerdir. İnsan ise, varlığın hem nüvesi, hem de meyvesidir. İnsan-ı kâmile gelince o, her şeyin özü, usâresi ve rûhudur. Öyle ise, mebde' itibarıyla varlığı mülâhazaya almadan, insanı düşünmeden, insan-ı kâmil ufkuna yönelmeden, Allah'ı kâmil mânâda bilmek de mümkün değildir. Zira insan-ı kâmil, Zat, sıfât, esmâ ve ef'âl dairesiyle alâkalı câmi bir lisandır.. ve vücud mertebesinin en son halkasını teşkil etmesi açısından, bütün vücud mertebelerinin enmûzeci mâhiyetindedir. Bu itibarla da diyebiliriz ki, Cenâb-ı Hak, kendi azamet ve celâline uygun şekilde ancak insan-ı kâmille bilinir. Onunla görülür, onunla işitilir ve onunla duyulur. Diğer taraftan, insan-ı kâmil de, her şeyi O'nunla görür, O'nunla bilir, O'nunla tutar ve O'na bağlayarak münasebete geçer. Ne var ki, bu görmelerin, duymaların, işitmelerin, işlemelerin, başlamaların ve münasebette bulunmaların asliyet plânında bir tek mümessil ve kahramanı vardır; o da, Hakikat-ı Muhammediye (sallâllâhu aleyhi ve sellem)'dir. Zira O'nun hakikati, bütün hakikatlerin câmii bulunan vâhidiyet hakikatine dayanmaktadır. "Allah" ism-i zâtı, O'nun -mürebbisi mânâsına- Rabb-i hâssıdır. Ve bu ism-i şerif, bil-mutabaka, bil-iltizam ve bid-delâle bütün esmâ-i hüsnâ ve sıfât-ı Sübhaniye'yi de tazammun ettiğinden, Hazreti Rûh-u Seyyidi'l-Enâm (aleyhi ekmelü-t tehâyâ)'ın, hem esmâ-i İlâhiye'ye, hem sıfât-ı Sübhaniye'ye, hem de şuûnât-ı Zâtiye'ye mücellâ bir ayna olduğu kendiliğinden ortaya çıkar. Bu itibarla da, "Mir'ât-ı Muhammediye'den Allah görünür dâim" sözü mübalâğa değil, vâkıa tam muvafıktır. Diğer bütün büyükler bu ölçüde bir mazhariyete sahip olamadıklarından -
- onların mir'atiyetleri de izafîdir. (Cum'a, 62/4)

Evet, bu büyüklerden her biri, birkaç ism-i şerifin ya da sıfat-ı Sübhaniye'nin mazhar u meclâsı ise de, her isimden nasibi aynı ölçüde değildir. "Herkesin kabiliyetine vâbestedir âsâr-ı feyzi" fehvâsınca, semâ-i risalet ve velâyetin ayları, güneşleri sayılan bu insanlar, ne ölçüde büyük olurlarsa olsunlar, yine de kendi istidât ve kabiliyetleriyle mukayyettirler. Bunlar, kendi arş-ı kemâlâtları itibarıyla müntehî, Hazreti Ekmel-i Kümmelîn (Kâmiller Kâmili)'e nispetle mütevassıt ve mübtedîdirler; vazife ve misyon açısından değil, mir'âtiyet ve meclâiyet açısından mübtedîdirler. Ârifler, iman-ı billâh, mârifetullah, muhabbetullah ve zevk-i rûhânîde derece derece birbirlerinden farklı oldukları gibi, esmâ-i ilâhiyenin mütefavit derecedeki tecellilerine mazhariyet açısından da insan-ı kâmil mertebeleri hep farklı farklı olagelmiştir. Evliyâ, asfiyâ, ebrâr, mukarrebînin, dinin yoruma açık yanlarıyla alâkalı, yani fürûâtta ortaya koydukları teviller, tefsirler de, o kâmil insanlara dair böyle bir farklılığın tezahürüdür.

Enbiyâ ve mürselîn arasındaki farklılığa gelince,
-Biz, bilinen bu peygamberlerin kimini kiminden üstün kıldık" (Bakara, 2/252) mazmununca, ilâhî takdire bağlı olmak üzere, yine esmâ-i ilâhiyenin farklı dalga boyundaki tecellilerinden kaynaklanmaktadır. Hz. Âdem'in mazhar olduğu icmalî "ilim", Hz. İbrahim ve İsmail'deki "ilim"le beraber "hilm", Hz. Mesih'deki "kudret", başkalarına nispeten ileri seviyededir ve bu yüce kâmetlerin hususiyeti gibidir. Hazreti Rûh-u Seyyidi'l-Enâm (aleyhi ekmelü's-salâti ve etemmü't-teslîmât)'da ise, bütün enbiyâ ve mürselînde icmal edilen esmâ ve sıfât-ı Sübhaniye'nin tafsilî bir şekilde ve a'zam derecede tecellisi söz konusudur.

Herkes kendi çerçevesinde kâmildir ve kemâli de onun istidât ve mârifet gayretiyle mebsuten mütenasip (doğru orantılı)'tir. Evet, bütün kâmil insanlarda beyan ve burhanın yanında irfan da önemli bir derinlik ve zenginliği teşkil etmektedir. Bu hususlardan herhangi birindeki bir kusur, kemâl adına da ciddî bir eksiklik sayılır. Kur'ân ve Sünnet temel yörünge; mantık ve akılla istidlâl, beyana bağlı bu konunun bir burhan ayağı; irfan ise, böyle bir istikametin semeresidir.

Son söz: "Savm u salât u hac ile zâhid işin biter sanma / İnsan-ı kâmil olmaya lâzım olan irfan imiş."

 

Gökmen isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi