02-07-2009, 01:55 | #1 |
Aşk Denizinde, O'nun İzinde..
Bir seyir günü, sahilde… Denizin meltemlere karışıp gelen yosun kokusunu, tuzlu suyun rüzgârlara tutunup yükselen iyot kokusunu içime; içimin en tenhâ, en ücrâ hücresine çekiyorum. Okyanus ortasında küçük bir ada yalnızlığıyla kabaran kalbim, kan denizinin hüküm sürdüğü bedenimde süveydâ gibi kararıyor. Kabardıkça kararan ve karardıkça kabaran kalbimin dilinden Çamlıbel’in mısrâları dökülüyor:
Vurdukça bu engin su haricinde Kalbime denizler dolar, boşalır Asırlık kayalar gibi içimde En sonra oyulmuş koğuklar kalır Deniz… Büyük, geniş uçsuz bucaksız ve sonsuz bir giz… Seyrediyorum. Ufkumda kalp diyarını saklayan deryâ-yı aşkı Hüsn’ün Aşk’ıyla temâşâ ediyorum. Ateşten denizleri mumdan gemilerle geçen âşıkların âsumana sığmayan can ipliğini ufuk çizgisinde hayâl ediyorum. Şeyh Gâlib, alev alev yanan mısrâlarını kürek çeker gibi denize; ateş ateş yanan fermânlarını mektup yollar gibi şişeye bırakıyor. Şâirin bir dîvân sayfasında ebedîleşen kelâmını, yüzyıllar sonra bir sâhil kenarında buluyorum: Yine zevrak-ı derûnum kırılıp kenâre düştü Dayanır mı şişedir bu reh-i sengsâre düştü Gönül gemilerim kırılıyor, su alıyor ve deniz kıyısına vuruyor. Nâzenin şişelerim taşlı yollara, çakıl taşlarına isâbet ediyor. Hâl böyleyken deryâ-yı derdi taşımak kağıttan gemilere kalıyor. Gemiler yapıyorum; küçük, kağıt gemiler… Yelkenler yapıyorum gönül gemilerime... Kâle-i kâmla bezenmiş yelkenler… Kayıklar, sandallar yapıyorum. Ne var ki, Nûh’un gemisi bir nûn hükmünde geçerken sayfalara; benim gemilerim derûnumdaki fırtınalara, girdaplara dayanamıyor. İmdâdıma yine hayâller yetişiyor. Hayâller, Ali Mümtaz’ın kaleminden damla damla denize dökülüyor: Bir gemi yelken açtı hayal iklimlerine, Civarından çığlıkla yorgun martılar kaçtı; Rüzgâr sürüklenirken derinlerden derine, Hayal iklimlerine bir gemi yelken açtı. Damlaların öz yurdundan kaçarak kendini sâhile atması nedendir, bilmiyorum. İlim ehlinin gel-git dediği bu hâdisede ben, bambaşka mânâlar arıyorum. Sanıyorum ki; denizin yalnızlığından, sonsuzluğundan sıkılan damlalar Fuzûlî’nin de deyimiyle, başını taştan taşa vurarak kendine bir yâr arıyor. Oysa vahdet denizin içinde, damlalar bunu bilmiyor… Sanıyorum ki; tebdil-i mekân eylemek düşüncesiyle yola çıkan damlalar sâhil kenarında beni görünce, içimdeki ummanda yeni bir hayat düşlüyor. Oysa gönül denen virânede rahat yok, damlalar bunu bilmiyor. Sanıyorum ki; aşka susayan damlalar, müştak dillerini avutmak için gözümden süzülen hemcinslerinden medet umuyor. Oysa gözden akan yaş değil ateş, damlalar bunu bilmiyor… Dalgalar öz benliğinden sıyrılıp bir beşer kimliğine bürünüyor. Sâhile köpük köpük koşarak; başlarını sandala, taşa vurarak; şarabın tadıyla coşarak ilerleyen dalgalar, Uşaklı’nın “Deniz Şarhoşları”na meydân okuyor: Köpükten omuzları birbirine dayanmış, Yüksek, mağrur başları akşam rengiyle yanmış; Sahile koşuyorlar bak deniz sarhoşları!.. Bazen yırtık yelkeni bir sandala çarparak, Bazen ufkun kıpkızıl şarabına taparak Gitgide coşuyorlar bak deniz sarhoşları!.. Kesretin timsâliyle kıyıya vuran ve vahdetin visâliyle bir boşlukta toplanan dalgalar, Kaf Dağı’na uçuşan otuz kuş gibi kanat çırpıyor. Damlalar, bir araya gelen binlerce kelebek gibi deniz üstünde çırpınıyor. Su, özünden ayrılarak vururken mâsivâya; ben denizi, ben vahdeti düşünüyorum. Benim mi kimliğim deniz içinde, yoksa bir deniz mi var benim içimde?.. Sadef denizde ise inci kimin kalbinde?.. Gönül bir şişede hapsolmuşken taşlar hangi deniz elinde?.. Sularda değil suâllerde boğuluyorum. Deryâ içre deryâyı bilmeyen o mâhîlere ne de çok benziyorum. Yine, Uşaklı’nın sesi geliyor sularla karışık: Gözümde bir damla su deniz olup taşıyor, Çöllerde kalmış gibi yanıyor, yanıyorum. Bütün gemicilerin ruhu bende yaşıyor; Başımdaki gökleri bir deniz sanıyorum. Kuşların çığlıklarından, balıkların pullarından, gemilerin ağırlığından, kaptanların rotalarından âzâde ve kendim gibi âsûde bir denizin dalgalarca uzanan ellerine dokunuyorum. Deryâ-yı aşk diye bildiğim tuzlu suyu; yer ile gök arasında kalan, iki mavi ortasında kanayan gönlüme değdiriyorum. Ağır hastaya verilen su, ecelin müsebbibiymiş. Heyhât! Koca bir denizin ortasındayım. Âkıbetimi görüyor, sonumu biliyorum. Sonumun, sonsuz bir okyanusta beni beklediğini biliyorken… Ben âh… Damladan deryâya, çokluktan yokluğa geçmeyi arzuluyorken… Saklanıyorum nefsimin kayaları arasına... Kıyıların önünden ve kaygıların örümceğinden sıyrılıp saklanıyorum kayalar arasına. Başımı omzuna yasladığım bu kayalar, kayaya çarpan bu dalgalar dile geliyor. Dalgalar, âh şu dalgalar… Sanki bana Kısakürek’ten bir işaret yolluyor: Enginden engine koşarken rüzgâr Bende bir yolculuk heyecanı var… Yattığım kayaya çarpan dalgalar Çıkıver sonsuz bir sefere diyor alıntı..
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|