XVII. yüzyılda kurulan ve mükemmel bir kurumlaşma örneği veren Jean Baptiste de la Salle'in Frerler okulundan kalan bir yığın kural ve yöntem laik okullarda yaşamaya devam ediyordu: Sınıftaki kürsü, öğretmenin çocukları titreten o "etkili bakışı", o "mutlak sessizlik", teneffüs saatlerinin ayarlanması, cinsellik üzerine o ilahi yasaklar, o kalem tutuş ve sıraya oturuş biçimleri, o sıralar... Jansenistlerin Port Royal'daki okullarında bütün öğrenciler aynı biçimde giyiniyorlar, Jules Ferry'nin okullarında saçları dibinden traşlı çocuklar siyah önlük ve beyaz yaka taşıyorlardı. Bir yüzyıllık bir sıçramayla Türkiye'de de bu üniforma taşınıyor. Bu düzen, bu disiplin, bu hiyerarşi nereden geliyor? Tanrı karşısında olduğu gibi devlet karşısında da çocuğun bu haddini bilmesini dayatan bu anlayış nasıl bu kadar kalıcı olabiliyor? Bütün bu söylemde çocuğu eğitici fakat gerçekte çocuğu aşağılayıcı düzen, disiplin ve hiyerarşi arayışı, doğal olarak, yalnızca okulda doğmadı. Fakat bütünüyle başka yerlerde doğup okullara da taşınmadı. Bütün bu değerler sistemi ve uygulamalar özellikle merkezi devletin işe karışmasıyla toplumun bütün kurumlarında aynı zamanlarda yeşerdi. Ailede okula hazırlanan çocuğu, okul orduya ve fabrikaya hazırlıyor. Hepsinin işlerini aksatmadan yapmaları gerekir ki, belli bir iktidar biçiminin taşıyıcısı insanlar şekillenebilsinler. Bu kurumları bütünleştiren devletin ideolojisi çok önemli değil. Önemli olan, çocukların artık devletin çocukları olduğudur.