05-02-2009, 01:51 | #1 |
Silah fışkırmaz da, şüheda fışkırır mı? || Hasan Karakaya - Vakit
Hatırlarsınız... “Topraktan silâh fışkırma” ifadesini belki de ilk kullanan gazeteci ben oldum... 27 Nisan Pazartesi günkü yazımda, merhum Mehmed Akif Ersoy’un, İstiklâl Marşı’nda “Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda” dediği topraklardan artık “şehitler” değil, “silâhlar”ın fışkırdığına dikkat çekmiş ve bunun en son örneklerinden birisinin de “Bedrettin Dalan’ın İSTEK Vakfı’na ait tapulu arazisinde yapılan kazılar”da bulunan silahlar olduğuna işaret etmiştim... Hatta bu silahların; Genelkurmay tarafından da, firar ettiği ABD’den açıklama yapan Dalan tarafından da “sahiplenilmediğine” dikkat çekip, bu silâhların “cami avlusuna terkedilen bebek” gibi “sahipsiz” kaldığını yazmıştım...
Kanal D Haber Sunucusu Mehmet Ali Birand, silâhlarla ilgili “fışkırma” tabirini benim yazımda mı gördü, yoksa kendi aklına mı geldi, bilmiyorum... Ama nasıl olmuşsa olmuş, bu “fışkırma” tabirini kullanınca, başına gelmedik kalmamış!.. BİRAND, NİYE GERİ ADIM ATTI? Nasıl mı?.. Bakın, anlatayım: Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ’un “sadece akredite gazeteciler”in davet edildiği 29 Nisan günkü toplantıda, M.Ali Birand ile Org. Başbuğ arasında “ilginç bir diyalog” yaşanmış!.. Birand’ın, Dalan’ın arazisindeki kazılarla ilgili soru sorarken, “topraktan fışkırma” ifadesini kullanması üzerine Başbuğ demiş ki; “Sayın Birand, siz en duayensiniz. Fışkırma lâfı doğru mu? Bu kazmayı vur, fışkıracak demek!” Diyalog, şöyle gelişmiş: Birand: Peki topraktan çıkacak diyelim o zaman. Başbuğ: Gerçekten güzel bir tabir mi? Birand: Peki, geri aldım. Başbuğ: Bunu kamuoyunda korku, karamsarlık haline getirmek doğru mu? Birand: Ama başka ülkede bulunmuyor bu kadar? Başbuğ: Ne biliyorsunuz?.. İşte bu konuşma, ertesi günkü gazetelerde farklı şekilde değerlendirildi... Kimi, “Başbuğ ile Birand arasında ilginç diyalog” şeklinde başlık attı, kimi de “Başbuğ’dan Birand’a fırça!” ifadesini kullandı!.. Birand, bu “fırça” kelimesine çok üzülmüş olmalı ki; önceki geceki “32. Gün” programında kendini savunup, “fırça yemediğini” anlatmaya çalışıyordu. Başbuğ’un sözleri “fırça” mıydı, “sitem” miydi, yoksa “tatlı sert bir ikaz” mıydı, değerlendirmeyi sizlere bırakıyorum... Ama, Birand’ın yerinde ben olsaydım, “fışkırma” tabirinde ısrar eder, Başbuğ; “Bu tabir doğru mu?” dediğinde “sözü geri almak” yerine, “Merhum Akif’in İstiklâl Marşı’nda kullandığı ifade”yi hatırlatır ve derdim ki; “Merhum Akif’in şehitler için kullandığı fışkırma tabiri, şehitlerin çokluğunu anlatmak içindir... Ben de, silâhların çokluğunu anlatmak için bu tabiri kullandım!” Bunu demediğine göre; belli ki Birand’ın İstiklâl Marşı ile pek bir ilgisi yok!.. İşin garibi; Org. Başbuğ’un da, “fışkırma” tabirinin İstiklâl Marşı’nda geçtiği hatırına gelmemiş olmalı ki; “fışkırma”nın “kazmayı vurmak”la olacağını söyledi!.. Oysa, merhum Akif; “Toprağı sıksan bile şüheda fışkıracağını” söylüyor!.. Yani, “şehit”ler o kadar çok!.. Tıpkı, “silah”ların çokluğu gibi!.. Kamuoyunun huzuruna çıkıp “soru” soranlar ve onlara “cevap” verenler; “Batılı kavramlar”ı bildikleri kadar, dilerim “yerli kavramlar”ı da öğrenirler!.. EMNİYET: SİLAHLAR BİZİM DEĞİL Bunu böylece ifade ettikten sonra, “fışkırma”dan hareket edip, gelelim “silâhlar” meselesine!.. Dalan’dan ve Genelkurmay’dan sonra, Emniyet Genel Müdürlüğü de dün bir açıklama yapıp, dedi ki; “Son günlerde basında mühimmat konusunda bazı haberler yer almaktadır. Bu bağlamda Emniyet Genel Müdürlüğü kayıtlarında herhangi bir eksik mühimmat bulunmamaktadır.” Şimdi, gelin de sormayın; “O silahlar kimin?” Şu garabete bakın; Ortada bir “çocuk” var ama, sahibi yok!.. Ne “baba”sı belli, ne “ana”sı!.. Tıpkı, “cami avlusuna terkedilen bebek” gibi, ortada kaldılar!.. Söyleyin Allah aşkına; Bölgedeki “SAT komandoları” tarafından “yasak bölge” ilân edilmiş bir araziye girmeye, hele hele oraya “silah gömmeye” hangi insan “cür’et” edebilir?.. ORAYA GİTTİK, “YASSAH” DEDİLER! Herhalde siz de izlediniz... Bedrettin Dalan’ın; “Oraya siviller giremez!.. Oraya giren sivil, ölü çıkar... Kendi arazimiz olmasına rağmen oraya biz bile giremiyoruz” sözlerine cevap veren Org. İlker Başbuğ, özetle dedi ki; “O arazi, iddia edildiği gibi Milli Savunma Bakanlığı’na ait bir arazi değildir!.. Nedir peki? Bir vakfa ait olan bir arazi. Arazinin statüsü nedir? Statüsü, ikinci derecede kara askeri yasak bölgedir. Arazinin sahibi Milli Savunma Bakanlığı değildir. İkinci derece kara askeri yasak bölgelere, sadece yabancılar giremez. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı herkes girer. Hatta vatandaşlar gerekli izinleri alırlarsa burada bina da yapar, oturur, faaliyet de yapar. (...) Oraya herkes girebilir. Buna, Bakanlar Kurulu kararı ile kısıtlama konulabiliyor. Ama burayla ilgili Bakanlar Kurulu’nun herhangi bir kısıtlama kararı yok.” Mu acaba?!?.. Peki, “doğru”yu söyleyen kim?.. Başbuğ mu, Dalan mı?.. Vakit Yayın Kurulu olarak biz, “doğruyu kimin söylediği”ni yerinde tesbit edebilmek için, muhabirlerimiz Üsame Karakış ile Süleyman Temurhan’ı o “arazi”ye gönderdik!.. Önceki günkü Vakit’te de okuduğunuz gibi; Muhabirlerimiz; Org. İlker Başbuğ’un “O araziye herkes girebilir” sözlerinin yer aldığı gazeteyi “nöbetçi asker”lere gösterip; “Bizler Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyız... Araziye gidip, gezmek istiyoruz” dediler!.. Ne var ki; “Araziye kimseyi sokmayın!” emri aldıkları anlaşılan askerler, “yassah” dediler; “Yassah hemşerim, yassah!.. Emir aldık, içeri kimseyi sokmayız!” Söyleyin Allah aşkına; “İzin alarak bile” içeri kimsenin sokulmadığı bir araziye; kim “izinsiz” girebilir ve o silahları toprağa kim gömebilir?!?.. DALAN’IN AVUKATI DİYOR Kİ! Ben, önceki gün muhabirlerimizden gelen “ilk bilgi”ler üzerine bunları düşünürken, aynı günün akşamında 32. Gün programına katılan Dalan’ın avukatı Hüseyin Uğur Poyraz’dan “ürkek bir açıklama” geldi... “Ürkek” diyorum; çünkü Dalan’ın avukatı Poyraz; hem “Ergenekon’un yeni avukatı” ve “Apoletli Başbakan” olmakla suçlanan Org. İlker Başbuğ’u karşısına almak istemiyor, hem de “müvekkili” Dalan’ın suçsuzluğunu kanıtlamak istiyordu... Mealen diyordu ki; “Evet, o arazi İSTEK Vakfı’nın ama tasarrufu vakfa ait değil!.. O arazi askeri bölgede ve sivillerin girişi yasak!.. Dalan da o araziye giremiyor!.. Peki, Dalan’ın giremediği arazide bulunan silahlar, nasıl Dalan’a ait olabilir?!?.. Kaldı ki; bir çivi bile çakamadığımız o araziyi elden çıkarmak için, iki yıldır Milli Savunma Bakanlığı ile temas halindeyiz!” Bunları söyleyen Av. Hüseyin Poyraz, arkasından ekliyordu; “Benim işim Dalan’ı savunmak ama bunu yaparken, bir başkasını suçlamak değil!” Yani, “Hedefim Başbuğ değil” demeye çalışıyordu!.. DİĞER SÖZLERİ NE KADAR DOĞRU! Bu açıklamalardan sonra ortaya çıkıyordu ki; Org. İlker Başbuğ’un sözleri “inandırıcılıktan uzak”tır!.. Evet, Başbuğ’un “arazi” hakkında verdiği bilgiler, “kesinlikle doğru değil”dir!.. Bunu hem Av. Hüseyin Uğur Poyraz’ın ağzından duyduk, hem de oraya gidip, gözlerimizle gördük!.. Dilerim, sayın Başbuğ, bir daha böyle bir basın toplantısı düzenlemez!.. Düzenlese bile “Askerî sınırlar”ı aşıp da, “Başbakancılık” oynamaya kalkışmaz!.. Kalkışırsa da; “dersine iyi çalışır” ve öyle çıkar kamuoyunun huzuruna!.. Zira, “kurmayları” tarafından kendisine verilen “bilgi”ler ya “eksik”tir, ya da “yanlış”tır!.. Sadece “arazi ve silah” konusunda değil, “GATA” ve “helikoptere alınmayan Cihan muhabiri” konusunda da, Org. İlker Başbuğ’un verdiği bilgiler “yanlış”tır!.. Sayın Başbuğ; bundan sonra ya “görevini ve yetkisini aşan” konulara girmekten kaçınmalı ya da “bilgi”lerini test etmelidir!.. Yoksa kendi şahsında Genelkurmay ve TSK tartışılmaya başlanır ki, herhalde bunu istemez!.. Bir vatandaş olarak söyleyeyim dedim!.. ==================== Esaslı bir değişiklik Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından dün açıklanan “Kabine Revizyonu” konusunda elbette farklı yorumlar yapılacaktır... Ama, bu revizyon “sürpriz” değil... Çünkü, Tayyip Bey, “29 Mart seçimleri”nin hemen arkasından, “Kabine’de değişiklik” yapılacağını bizzat kendisi açıklamıştı. Bu değişiklikte; 29 Mart seçimlerinde “başarılı” olan veya AK Parti’ye “yenilgi” yaşatan isimlerin rol oynayıp oynamadığını bilemiyorum... Olaya bu açıdan bakanlar; Sayın M.Ali Şahin ve sayın Hüseyin Çelik ile sayın Hilmi Güler’in kabine dışı bırakılmasını Antalya, Van ve Ordu’daki yenilgilere bağlayabilirler... Bunlar, elbette önemli sebeplerdir ama Tayyip Bey’in “değişiklik” yapmasında “başka kıstaslar”ın da rol oynadığı kanaatindeyim... Dilerim, Hükümet; “yeni gelenler” ile “yer değiştirenler”in estireceği rüzgârla, “daha iyi icraat”lara yelken açar... Açık söyleyeyim: “Gidenler” arasında çok sevdiğim insanlar olduğu gibi, “yeni gelenler” arasında da çok sevdiğim insanlar var!.. Gidenlere de, yeni gelenlere de başarılar diliyorum...
Konu FarukARSLAN. tarafından (05-02-2009 Saat 17:25 ) değiştirilmiştir.. |
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
05-02-2009, 03:11 | #2 |
Bu ilkeri gözüm tutmuyor var bir pislik kokusu çıkar...
|
|
Konuyu Toplam 2 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 2 Misafir) | |
|
|