![]() |
#1 |
![]() Siyasal hareketler, gerek kendi içlerinde farklı ses üretme kapasiteleri ve aykırı düşüncelere tolerans gösterme yetenekleri, gerekse dışarıdan gelen eleştirilere karşı duyarlılık sergileyebilmeleriyle farklılaşırlar. Siyasal oluşumlar, işte tam da bu noktadaki tutum ve tavırlarıyla sürekli yenilenebilirler ve böylece gelişerek büyürler veya yokolur giderler.
Aydın kesim, demokratik yaşamın olmazsa olmazları olan siyasal partilere, hele iktidar serüvenlerinde “yol gösterici”, “vizyon belirleyi ci”, “uyarıcı” ve “kimlik dönüştürücü” olarak düşünsel hizmet vermek durumundadır. Bu, toplumsal taleplerle devlet hassasiyetleri arasında cereyan eden siyasal alanın çerçevesinin çizilmesinin de şaşmaz pusulasıdır. Aydınlar, gayet tabii ki toplumun önünde giden kimlikleri olarak, fikirsel öncülerdir. Onlar derin sezgileriyle sınıfsal kırılma, sosyal tehlike, kurumsal çatışma ve aynı zamanda toplumsal fırsatlara karşı birer işaret fişekleridir. Her türlü düşünsel oluşum gibi siyasal hareketler de kendi içine kapandıkça eskir ve zamanla tartışılmaz dogmalar haline gelir. Bu açmaz, onları “zamanın dışında kalma” sonucuna iter. Peki bundan nasıl korunulur? Eleştirel bakış açısıyla. Sözüne ve fikrine güvenilir kesimlerden gelecek eleştirel bir yaklaşım, “tarih dışı kalma” hastalığının en etkili ilacıdır. Acıdır ama kesinlikle şifa vericidir. Yakın siyasal tarihimiz net olarak gösteriyor ki; bizim iktidarlarımızın temel sorunu bu eleştirel bakış açısından mahrum olmalarıdır. Entelektüel kesim, maalesef bu misyonunu yerine getiremiyor. İktidarlar da zaten teşne oldukları “tek sesli, alkışa duyarlı siyaset üretimine” en uygun zeminin konforuna kendilerini bırakıveriyorlar. Yaşadığımız çalkantılı dönemde iki entelektüel isim saygı duyulacak bir profil sergiliyor. İşi, Ankara’da olup biten siyasal gelişmeleri izlemek olan bir gazeteci olarak bendeniz, Cumhurbaşkanlığı seçiminden bu yana, türban düzenlemesi ve parti kapatma davasıyla doruk noktasına çıkan türbülans içinde İstanbul’dan seslenen Nuray Mert ve Ruşen Çakır’ın yaklaşımlarından etkilendiğimi söylemeliyim. Nuray Mert ve Ruşen Çakır’dan öğrendiğimiz Zihin dünyamızın rotasını tayin edenler içinde çoğunluk “bir siyasal cephenin savunucusu” rolüne soyunmuş durumda. Bu kesim, ideolojilerini her şeyin merkezine alıyor, siyasal yaklaşımlarını tamamen ideolojileri penceresinden yorumluyor. Bu uğurda “büyük ve çetin kavgaları”, “tehlikeli meydan okumaları” salık veriyorlar. Savaş tamtamları çalıyorlar. Oysa aradığımız “entelektüel namus” olaylara eleştirel bakan, ideoloji yerine insanı merkeze alan, böylece yakınlık ve sempati duyduğu idelolojilerin üstünde evrensel bir kimlik inşa etmeyi gerektiriyor. Toplumsal ve kurumsal uzlaşmaya giden yol ancak böylesi bir kimliğin dilinden, kaleminden açılabilir. Bu, elbette zor bir duruştur. “Amma da ortadan konuşuyorsun” derler, “sen de mi karşı tarafa geçtin?” diye sorarlar. “Zor zamanda davayı satıyorsun” diye çıkışırlar. “Entelektüel yalnızlık zor zanaattır.” Bizde aydın kesim gruplar halindedir ve takım tutma zihniyetine sahiptir. Ayrıca, eleştirirken belli bir üslup seviyesini tutturmanız gerekir. Ancak böylece eleştiri konusu yaptığınız nesneyle aranızdaki mesafeyi koruyabilir ve muhataplarınızı en derinden etkileme olanağına kavuşabilirsiniz. Nuray Mert ve Ruşen Çakır’da, işte bu erdemleri görüyoruz. Onların yorumlarını neden sevdim? Çünkü bireysel entelektüel tavrı sergilediler. Bu, o kadar sahici oldu ki; bire bir yaşadığımız siyasal gelişmelere dair en gerçekçi sezgileri, onlar daha uzaklardan, daha yukarılardan seslendirdiler. İktidar partisi içinde çok yakın görüştükleri isimler vardı, gerçekçi gözlemlere sahiptiler. Bunu yaparken angajmana girmeyip, mesafeyi korudular ve politik sapmalarda, ana yörünge değişikliklerinde uyarı görevi üstlendiler. “Kadrolaşma başladı, bu tutum partiye zarar verir” dediler, “madem türban için riske girilecekti, bu Gül’ün Köşk’e çıkması için değil, başörtülü genç kızlarımız için olmalıydı” eleştirisini getirdiler, “Gül türban düzenlemesini onaylayacak” diye haber verdiler, ama tarihe not düşmek bakımından şunu da eklediler: “Bu onayla herkesin cumhurbaşkanı olma şansını kaybedecek.” Öncesinde AKP’nin bütün olumlu adımlarını gönül rahatlığı ile desteklemişler ve reformist kimliğine alkış tutmuşlardı. Yani, eleştirme haklarını “doğruya alkış” tutan tutarlılıklarından damıtmışlardı. Onlar, entelektüelin bir siyasal akımla tam bir mutabakat içinde olamayacağını ve bir alanda uzmanlaşmanın o alana nesnel bakabilmeyi zorunlu kıldığını kanıtladılar. Evet, adaleti arıyoruz. Adalet hiç kimseye, hiçbir kampa, hiçbir partiye ait değildir. Adalet, onu savunacak adil kişiler olduğu sürece bir değerdir. İsmail Küçükkaya Akşam
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|