|
![]() |
#1 |
![]() Theodor Herzl ile canlanan siyasi Siyonizm, 19. Yüzyıl sonlarında Avrupa devletlerinin de desteği ile, Filistin’de bir Yahudi Devleti kurma yolunda yoğun bir faaliyete başladı. Herzl: “Biz Filistin’de Avrupalılar için, Müslüman Asya’ya karşı bir kale burcu, aynı zamanda uygarlığın barbarlığa karşı bir ileri karakolu olacağız” diyerek, Batı emperyalizmini arkasına alarak işe başladı.
Adını Filistler’den alan Filistin’in, ilk halkı Filistler, Gibonlar ve Kenanlılar idi. Tarih öncesinin ilk medeniyet merkezlerinden biri olan Erika beldesinde ilk buğday mahsulünün alındığı da bilinmektedir. Kur’an-ı Kerim’de adı geçen birçok Peygamberân-ı İzâm ve Evliyâ-i Kirâma da maddî-mânevî beşiklik eden Filistin’de başta Asurlular, Babilliler, Nebatiler, Persler, Romalılar ve Bizanslılar olmak üzere birçok devlet; bölgede tarihlerinin muhtelif zamanlarında hükümranlık kurmuşlardı. Ancak -Hz. Davud (Aleyhisselam) ve Süleyman (Aleyhisselam) dönemleri hariç- hemen hemen bütün bu yönetimlerin hükümranlıkları devrinde, inananlar zulme, işkenceye uğramışlar; başta Hz. Yahya ve Hz. Zekeriya olmak üzere yüzlerce peygamber ve veli şehid edilmişlerdi. Müslümanların Filistin‘e ilgi duymasının bu şehâdetlerle birlikte, daha başka birçok dinî ve tarihî sebebi vardır. Şüphesiz ki bu sebeplerin en mühimi; Kudüs’teki Mescid-i Aksa’dır. İsrâ Sûresinde de beyan buyrulduğu üzere Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) mîrâç için semâya oradan yükseltilmiştir. Bera bin Azib (Radıyallâhü Anh)’dan nakledilen bir hadis-i şerifte bildirildiği üzere Müslümanlar tam 17 ay ilk kıblemiz olan Mescid-i Aksa’ya yönelerek namaz kılmışlardır. Ayrıca Hz. Ömer (Radıyallâhü Anh)’ın bizzat teslim aldığı ve kendi adıyla anılan cami-i şerifi inşa buyurduğu Kudüs, 638’den 1097’ye kadar fasılasız tam 459 yıl Müslümanların elinde kalmıştır. 1097–1243 yılları arasında vahşi Haçlı sürülerine karşı İslam mücahitleri tarafından kahramanca savunulan Kudüs-ü Şerif, sadece I. Haçlı seferi sırasında İslam davasına tam 70 bin şehid vermiştir. Haçlılar; Batılı tarihçilerin de itiraf ettikleri gibi yalnız bu 70 bin Müslüman’ı şehid etmekle kalmamış; onların cesetlerine saldırarak çiğ etlerini yeme yamyamlığında bile bulunmuşlardı. Selahaddin-i Eyyûbilerin kahramanlığı sayesinde Kudüs-ü Şerif ve çevresi 1243’den sonra yeniden Müslümanların eline geçmiş ve bundan sonra da yeniden İslam şehri olarak kalmaya devam etmiştir. 1516’da Filistin, Yavuz Sultan Selim Han’ın Mercidabık Zaferi’yle bu kez Osmanlı Devletine bağlanmıştı. Hâdimü’l-Haremeyn olmakla müftehir olan Yavuz Sultan Selim, Kudüs-ü Şerif ve çevresini de Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere gibi mukaddes kabul etmiş. Şehirde özellikle Mescid-i Aksa’ya hizmet için birçok müesseseler kurmuştu. Hz. İbrahim adına kurulan “Halil-i Rahman Vakfı” başta olmak üzere tarihi müesseseleri de yeniden canlandırmıştı. Siyonizm Hortluyor Filistinli Yahudiler ise; kendilerine gönderilen peygamberlere yaptıkları haince iftiralar ve kurdukları komplolar sebebi ile tarih boyu hep cezalandırılmışlardı. Hz. Musa (Aleyhisselam)’ı takip ederek geldikleri Filistin’den, Müslümanların Kudüs’ü fethinden yıllarca önce çıkarılmışlar, bundan sonra dünyanın birçok yerine dağılarak, gittikleri yeni yerlerde de gerçek kimliklerini saklayarak yaşamak mecburiyetinde kalmışlardı. Bu göçmen ve yurtsuz Yahudilere sadece Osmanlılar tolerans göstermiş ve sadece ecdadımız insanca muamelede bulunmuştu. Batılılar ise onları uzun süre insan bile kabul etmemiş, hatta Yahudi olduğunu açıkça söyleyenleri zorla Hıristiyanlaştırmış ya da katletmişlerdi. Endülüs’teki Yahudi katliamı bunun en büyük örneği idi. Müslümanlar zamanında Endülüs’e göçen Yahudiler, buraya Hıristiyanların hâkim olması üzerine katliama uğramış ve zorla Hıristiyanlaştırılmışlardı. Bundan kurtulabilmek için birçok Yahudi önce Hıristiyan olarak Vatikan’a sığınmış, ardından da Osmanlı ülkesine sığınarak Yahudiliğe tekrar dönmüşlerdi. Orta ve Yeniçağ’daki birçok Hıristiyan Avrupa ülkesi ise kapılarını Yahudilere hiç açmamışlardı. Bu sebeple Yahudiler ancak 1657’de İngiltere’ye 1776’da Amerika’ya, 1789’da Fransa’ya, 1796’da Hollanda’ya, 1821’de Prusya’ya, 1868’de İspanya’ya, 1870’de İtalya’ya, 1871’de Almanya’ya, 1874’de İsviçre’ye Yahudi kimliği ile kabul edilmişler, bu tarihlere kadar bu ülkelere “murdar” oldukları gerekçesiyle alınmamışlardı. Bu dışlanmışlık sebebi ile de Avrupa ve Amerika’daki siyasî ve sosyal inkılâp hareketlerinde, Komünizm, Kapitalizm, Masonluk, Milliyetçilik ve Laikliğin ortaya çıkışında Yahudi filozofların rolü büyük olmuştur. Dünya’da Siyonizm fikrini ilk defa 1845’te “Yahuda’nın Teklifi” adlı kitabıyla Haham Alkalia ortaya atmıştı. Haham Kalischer ise 1862’de yazdığı “Siyona Bakış” adlı kitabında siyonizmi daha da sistemleştirmişti. Ancak, sistematik siyonizmin ilk önemli fikir babası, Yahudi Marks ve Engels’in de akıl hocası olduğu için “Komünist Haham” olarak meşhur olan “Moses Hess” olmuştu. Fakat Hess’in faaliyetleri Siyonist aleyhtarlığı olan “Anti-seminizm” hareketini güçlendirmiş, Avrupa ülkelerinde -özellikle Almanya ve Rusya’da- Yahudilere karşı şiddet hareketlerinin ortaya çıkmasına sebep olmuştu. Siyonizm’e karşı gösterilen bu tepkilerin gerekçesini Almanya’nın Göttingen Üniversitesi Profesörlerinden Paul şöyle anlatıyordu: “Yahudiler mikrop taşıyıcılarıdır. Milli kültürü kirletirler. Onlar, ev sahiplerinin beşeri ve maddi kaynaklarını kurutur, inançlarını yıkar, liberalizm ve materyalizmi yayarlar.” 1881’de Rusya Yahudilerinden Dr. Prusker, Siyon Âşıkları Cemiyeti’ni kurarak siyasi siyonizmi başlatır. Siyasi siyonizmin asıl önderi ise Dinsiz Abdullah Cevdet’in, sahibi olduğu İçtihad mecmuasında “Peygamber” ilan ettiği Theodor Herzl olacaktı. 1895’te “Yahudi Devleti” adlı kitabı ile bir İsrail Devleti nin kurulması için Yahudilerin Filistin’de toplanmaları gerektiğini yazan Herzl; 1897’de İsviçre’nin Basel şehrinde toplanan I. Siyonist Kongrede ise “ en geç elli yıl içinde Siyonist İsrail devletinin kurulacağı” kehanetinde bulunacaktı. Herzl; 1898’de yine Basel’de, bu kez II. Siyonist Kongreyi toplamaya çalışmıştı. Bu iki kongrenin temel hedefi ise Siyonist Yahudileri Filistin’e yerleştirebilmekti. Yahudiler Filistin’e Tekrar Nasıl Döndüler? Osmanlı ülkesinde; Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan beri Yahudiler yaşamakta, bunlar arasında Torlak Kemal, Yakup Çelebi, Sabatay Sevi, Yasef Nassi, Ester Kira gibi devletin başına gaileler açan meşhur Yahudiler de bulunmakta idiler. Bunlardan “Filistin’de vatan kurmayı” ilk defa telaffuz etme cüretini gösteren Yasef Nassi olmuştu. Ancak Osmanlı bu konuda en küçük bir teşebbüse bile razı değildi. Bu yüzden de Yasef Nassi; bu gizli planının karşılığını kellesi ile ödemişti. Ancak 19. Yüzyılın başlarında ehil olmayan sadrazam ve vezirlerin elinde yavaş yavaş Avrupa’ya çark eden Osmanlı Devletinin içinde bulunduğu durum, Yahudilere cesaret verecek, onlar da yavaş yavaş Filistin’e olan ilgilerini açıklayacaklardı. 1800’de Napolyon’un kendilerini Filistin’e yerleştirmek istemesini, Osmanlı Devletinin ise bu durumu isyan kabul ederek kendilerini cezalandırmasından korkarak reddeden Yahudiler, 1830 sonrası Yafa başta olmak üzere Filistin’e göç etmekte tereddüt etmeyeceklerdi. Bunda İngiltere’nin önemli bir rolü vardır. Özellikle Yahudiler tarafından para ile Siyonizmin hizmetine sokulan İngiltere Dışişleri bakanı Lord Palmerstan, sık sık Yahudilerin Filistin’de yeni bir vatan kurması gerektiğini savunur olmuştur. Zaten bu İngiltere’nin dış politikasına da çok uygundu. Bu sebeple 1838’de İngilizlerce Kudüs’e Yahudi-sever bir konsolos tayin edilerek, Yahudi göçünün daha organize hale getirilmesi düşünülmüştü. 1839 Tanzimat Fermanı, bu gayenin tahakkukunu daha da kolaylaştırmış, İstanbul’da yaşayan Yahudi Komandorlar ailesi, zenginliklerini de kullanarak Tanzimatın baş aktörü Mustafa Reşit Paşa’yı avuçlarının içine almışlardı. Ve böylece, bölgeye Yahudi göçünün kolaylaşması için gerekli bütün izinler alınmıştı. Ancak ne talihtir ki, dünya Yahudilerinin bu işi organize edenleri “bir avuç maceracı” olarak değerlendirmeleri, Osmanlı ülkesinde Filistin meselesinin daha bu yıllarda tam anlamı ile ortaya çıkmasına mani olmuştur. II. Abdülhamid ve Filistin Theodor Herzl ile canlanan siyasi Siyonizm, 19 Yüzyıl sonlarında Avrupa devletlerinin de desteği ile Filistin’de bir Yahudi Devleti kurma yolunda yoğun bir faaliyete başlamıştı. Herzl; “Biz Filistin’de Avrupalılar için, Müslüman Asya’ya karşı bir kale burcu, aynı zamanda uygarlığın barbarlığa karşı bir ileri karakolu olacağız” diyerek Batı emperyalizmini arkasına alarak işe başlamıştı. O, gayesine ulaşmak için Sultan II. Abdülhamid nezdinde beş ayrı teşebbüste bulunmuştu. İlki 1893’te İngiliz sefiri Lord Rosebery vasıtasıyla yapılmış, Filistin’de bir yurt karşılığı II. Abdülhamid’e büyük miktarda para teklif edilmişti. II. Abdülhamid Büyükelçiye çok sert bir red cevabı vermişti. İkinci teklif Haziran 1896’da yapılmıştı. Theodor Herzl; Yahudi gazeteci Newlinsky ve Haham Moşe Levi vasıtası ile II. Abdülhamid’le görüşecekti. Bütün Osmanlı borçlarını ödeme karşılığı II. Abdülhamid’den Osmanlı kontrolünde bir yurt isteyen Herzl’e, Sultan II. Abdülhamid’in cevabı kesindi: “Filistin’i 100.000 şehid’e aldık. Ancak aldığımız fiyata verebiliriz.” Yahudi Araştırıcı Avram Galenti’nin anlattığına göre, II. Abdülhamid görüşmeden bir gün sonra Yahudi Haham Levi’yi huzuruna çağırtmış, 3 gün arka arkaya akşama kadar mabeyin’de ayakta bekleterek, kabul etmemiş, üçüncü gün Levi ağlayarak huzura girmiş ve padişahın ayaklarına kapanmış, padişah ise; “kalk hain, ne yüzle ülkemi satıyorsun” diyerek onu azarlamıştı. Meseleyi bilmeden aracı olduğunu söyleyerek özür dileyen Levi hadise sebebi ile kırk gün hasta yatmıştı. Üçüncüsünde ise Ekim-Kasım 1898’de Theodor Herzl, Alman İmparatoru II. Wilhelm’in İstanbul ziyaretinde onun aracılığı ile padişah ile görüşmek istemiş, ancak Sultan II. Abdülhamid onu artık huzuruna bile kabul etmemişti. Mayıs 1901’de Theodor Herzl yeni bir İstanbul ziyareti yapmışsa da, dördüncü teşebbüsü yine kabul edilmemişti. Herzl’in Şubat 1902’deki son İstanbul ziyareti de başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Herzl, hatıralarında bütün bu teşebbüslerini naklettikten sonra; Siyonistler için Filistin’e yerleşmenin son çaresi olarak şunları yazacaktı: “Aklıma bir tek plan geliyor. Sultan’a karşı, onun aleyhine büyük bir kampanya açmalı, bunun için de sürgün prens ve Jön Türklerle temas kurmalıyız.” II. Abdülhamid’in Tedbirleri II. Abdülhamid Herzl’in bu tekliflerini red etmekle kalmamış, Filistin’e Yahudi göçünü önlemek için de birçok tedbir almıştı. Bu tedbirleri iki grupta toplamak mümkündür. I) Filistin’e yönelik Siyonist propaganda faaliyetlerini önlemek ve dünya kamuoyunu Siyonizm’e destek olmaktan vazgeçirmek: II. Abdülhamit ilk önce Siyonizm ve Siyonistlerin faaliyetleri hakkında ayrıntılı bilgi toplayarak işe başlamıştı. Bu amaçla ilk önce Washington, Berlin, Viyana, Londra ve Paris’teki Osmanlı sefirlerini harekete geçirmişti. 1897’de İsviçre’nin Basel Şehri’ndeki I. Dünya Siyonist Kongre’sine, Berlin Sefirimiz Ahmet Tevfik Paşa’nın talimatıyla giden ve İbranice bilen bir Türk istihbarat görevlisi, Kongrenin bütün safahatını ve konuşmalarını not ederek Sultan’a bildirmişti. II. Abdülhamid’in aldığı bu yeni bilgilerden sonra Herzl’i bir daha huzuruna kabul etmemesi dikkatleri çekmektedir. Ayrıca Yıldız istihbaratının Avrupa’daki beyni olan Paris Sefirimiz Münir Salih Paşa vasıtası ile bütün Avrupa basınını, İngilizlerin birkaç gazetesi hariç- hepsini satın alan Sultan II. Abdülhamid, böylece Avrupa’da Siyonizm’e destek veren bir kamuoyunun oluşmasını önlemek istemişti. Bu dönemde öncelikle Fransa ve Rusya’yı “Siyonizm” meselesinde yanına alan II. Abdülhamid, Yahudi dostu Alman imparatoru II. Wilhelm’i de Siyonizm’e destek vermeme hususunda ikna ederek İngiltere’yi yalnız bırakmıştı. Özellikle Fransa’nın, Filistin’de bir Yahudi devleti kurmak isteyenlerle savaşacağını açıklaması, II. Abdülhamid’in başarılı dış politikasının önemli neticelerinden birisi olarak dikkati çekmişti. Siyonizm’e destek veren ABD ise çok kurnazca bir siyaset ile etkisiz hale getirilmiştir. Misyonerlerin etkisinde dindar ve fanatik Hıristiyan başkanlar -ki Wilson da dâhil çoğu papaz çocuğudur- yönetimindeki ABD, İslamiyet’e savaş açmış, bu sebeple Osmanlı devletini yıkmayı temel politika haline getirmişti. 1819’da İzmir’de rıhtıma ayak basan misyoner Levi Parsons, Boston’daki merkezine: “Güçlü günah imparatorluğunu (Osmanlıyı) yıkmak için daha büyük arzu duydum” diyerek, bu dönem Amerikan kamuoyunun hislerine tercüman olmuştu. ABD yönetimi de, İstanbul’a sürekli Oscar Strauss ve Henry Morgenthau gibi misyonerleri açıkça destekleyen Yahudi asıllı büyükelçiler tayin ederek aynı hisleri paylaştığını göstermişti. Amerika’da Ermeni, Rum ve Yahudi cemiyetleri, Amerikan yönetiminin de desteği ile sürekli birlikte hareket etmişler; “Ermeni soykırımını protesto ve Yahudilerin yurtlarını kurtarma” kampanyası yürütmüşler, bunun için Amerikan halkından para ve propaganda desteği de görmüşlerdi. II. Abdülhamid’in bu gelişmeler karşısında Ali Ferruh Bey gibi zeki bir diplomatı Washington’a sefir olarak gönderdiği görülmektedir. Ali Ferruh Beyin bu dönemde - özellikle Manila’da konsolos iken Müslüman olan Amerikalı Muhammed Webb vasıtası ile- hem Ermeni meselesinde, hem de Siyonizm meselesinde Amerikan kamuoyunda bir hayli olumlu bir imaj oluşturduğu görülmektedir. II. Abdülhamid’den maddi- manevî büyük bir destek gören, hatta aylık maaş da alan Muhammed Webb, ABD’de Ermeni meselesinde lehimize ilk broşürü yayınladığı gibi 1898’de de Amerika’daki Siyonist liderleri -başta ABD Siyonist Federasyon lideri Göttheil olmak üzere- Filistin’e gitmemek üzere ikna etmiş, hatta onlara bu konuda kamuoyuna bir açıklama bile yaptırmıştı. Abdülhamid’in Siyonist liderleri bu işten vazgeçirme teşebbüsü sadece ülke dışında olmamış, 1901’de de Osmanlı ülkesindeki Yahudi cemaati ileri gelenleri, dünya kamuoyuna Siyonizm’e karşı olduklarını, Filistin’in kendileri için fazla bir şey ifade etmediğini açıklamak, zorunda kalmışlardı. II) Filistin’e Yahudi göçü ve iskânını önlemek için alının hukuki tedbirler: Filistin’e Yahudi göçü ve iskânını önlemek için 1871’de aldığı bir kararla Filistin’in bir kısmını devlet arazisi haline getiren, Filistin’e Yahudi göçü ve iskânını yasaklayan Sultan Abdülaziz bunu şehâdetiyle ödemişti. II. Abdülhamid’in, Filistin siyaseti ise daha temkinli ve daha kararlı olmuştu. Önce Filistin’e halka çok yatkın, dindar yöneticiler göndermiş, bunlara en önemli vazifelerinin Siyonist tehlikeyi önlemek olduğunu açıkça bildirmişti. Özellikle Kudüs-ü Şerif mutasarrıfları Mehmet Şerif Paşa (1877–89), İbrahim Hakkı Paşa (1890–1897) ve Ali Ekrem Bey (1905–1908) Müslüman Arap halka kendilerini sevdirerek Siyonizm’e karşı sistemli bir mücadele politikası izlemişler, II. Abdülhamid’in “Hilâfet” siyasetinin de tesiri ile Müslüman Arapların Osmanlı bayrağı altında kenetlenmesini sağlamışlardı. II. Abdülhamid önce 1882’de yayınlanan Duhûliye Nizamnamesi ile Yahudilerin Filistin’e girmelerine sınır koymuş, 1883’de ise, Yahudilerin Filistin’den arazi satın almalarını yasaklamıştı. 1891’de Filistin’e Yahudi iskânını yasaklayan Sultan II. Abdülhamid, 1892 ve 1893’de Filistin ile ilgili yasakları daha da sertleştirmişti. Öyle ki, Yahudilerin İngiliz ve Amerikan tebaası olarak Filistin’e yerleşme teşebbüslerine karşı, Milliyetler Nizamname-sinin 6. ve 9. maddelerinde kesin tedbirler açıklanmış, buna uymayanların şiddetle cezalandırılacakları vurgulanmıştı. Bu tedbirlerle de yetinmeyen II. Abdülhamid, Yahudilerin Filistin’i ziyaretini bile zor hale getirmiş, kırmızı pasaport uygulaması ile Yahudilerin ziyaretleri 3-5 gün ile sınırlandırıldığı gibi, ziyaretlerine müsaade edilenler ise çok yakın takibe alınarak; bunların kimlerle temas kurduğu bile tespit edilmişti. II. Abdülhamid–Siyonizm Hesaplaşması II. Abdülhamid’in bu siyaseti bölgedeki Müslüman Arap halk tarafından memnuniyetle karşılanmış, bu sebeple Beyrut, Suriye İncil Koleji’nin organize ettiği Arap halkçılığı iflas etmişti. Arap Hilâfeti isteyen Selefiyeci Arap aydınlar, çareyi İngiliz işgalindeki Mısır’a sığınmakta bulmuşlar, Orada II. Abdülhamid’e karşı İngiliz ve Siyonistlerle el ele vererek; yıkıcı bir kampanya yürütüp, Sultan II. Abdülhamid’i “zalim” ilan etmişlerdi. Filistin halkı ve onun temsilcileri ise hiçbir zaman bu kanaatte değillerdi. II. Abdülhamid’in Siyonizm’e karşı politikasında danışmanlığını Şamlı Şeyh Ebu’l- Hûda ve Filistinli Arap İzzet Paşa yürütmekte idiler. İngiliz işgali döneminin Kudüs müftüsü Emin El-Hüseyni de açıklamalarında sık sık II. Abdülhamid’i takdirle yâd ederek, bütün belaların ona karşı Müslümanların gösterdiği sadâkatsizlikten ileri geldiğini söylemekteydi. Günümüzde ise; vefatı öncesi Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) Başkanı Yaser Arafat ve örgütün eski Ankara temsilcisi Faruk Kaddumi de, Sultan II. Abdülhamid’i Filistin’in Yahudi yurdu olmasını önleyen bir “kahraman” olarak kabul ettiklerini, yazı ve konuşmaları ile açıklamışlardı. 1988’de faaliyete geçen ve Filistin’in kurtuluşu için mücadele eden İslamî Hamas Partisi de kuruluş beyannamesinde aynı ifadelerle II. Abdülhamid’i selamlamıştır. Osmanlının son döneminden günümüze kadar Şekib Arslan, Enver el-Cündi, Albert Havranî, Muhammed Harb vb. birçok Arap münevveri de aynı gerçeği dile getirmişlerdir. Abdülhamid’in, Filistin meselesindeki millî ve dinî hassasiyeti; Yahudilerin II. Abdülhamid’e olan düşmanlıkları ve onun tahttan indirilmesindeki rolleri ile de açıkça ortaya çıkmaktadır. Herzl’in 1902’den sonra başlattığı kampanya gittikçe genişleyerek devam etmiş, Yahudilerin kurduğu “Cemiyet-i İsrâiliyyeler” yanında, Yahudilerin Üstâd-ı Âzamlık yaptığı Mason locaları -başta Selanik’teki Veritas- II. Abdülhamid’in tahtan indirilmesi için var güçleriyle çalışmaya başlamışlar, başta Matr Salem olmak üzere Yahudi zenginleri II. Abdülhamid’in kabul etmediği paraların çok küçük bir kısmını Rumeli’deki bazı subaylara vererek, önce II. Meşrutiyetin ilanını, daha sonra da II. Abdülhamid’in tahtan indirilmesini sağlamışlardır. 1909’da 31 Mart Vak’asını bastıran ordunun Komutanı Mahmut Şevket Paşa bir Yahudi mektebinde yetiştirilmişti. Ordusunun ağırlığı ise Bulgar, Sırp, Rum, Ermeni ve Yahudi çetecilerinden oluşuyordu. Yahudiler de 1200 kişilik bir güçle bu orduya katıldıkları gibi ordunun masraflarını da karşılamışlardı. Yine Selanik meydanında “Hürriyet elden gidiyor” toplantıları yapan Veritas Locasının Üstad-ı Azamı Emanuel Karasso; II. Abdülhamid’e hal’ini bildirmek için giden 4 kişilik heyetin de üyesi olacaktı. Emanuel Karasso, Nesim Mazliyah, Nesim Russo, Vitali Fereci, Behar Efendi vb. Siyonistler milletvekili olarak II. Meşrutiyet sonrası oluşan Osmanlı Parlamentosuna girerken, İttihat ve Terakki Hükümeti; Siyonist faaliyetlerde fazla aktif olmadığı gerekçesi ile Dünya Siyonizm örgütünün arzusu istikametinde Hahambaşı Levi’nin yerine, daha aktif bir Siyonist olan Hayim Nahum’u tayin edecekti. Bu İttihatçı – Siyonist işbirliğinin bir sonucu olarak Basel’deki örgüt merkezinin talimatı ile ilk iş olarak Filistin’e Yahudi göçü serbest bırakılmış ve kırmızı pasaport uygulamasını kaldırılmıştı. Bu dönemde Siyonistler ve İttihatçılar oldukça içli-dışlı olmuşlardı. Nitekim Siyonist Moiz Kohen ve Parvus Efendi İttihatçıların “Türkçülük ve milli ekonomi” konusunda en önemli ideologları olurken; Avram Galenti, İttihatçı liderleri Yahudi peygamberlere benzeterek, bu ilişkileri daha da güçlendirmeyi hedeflemişlerdi. Dahası birçok Siyonist örgüt gibi Dünya Siyonizm Örgütü Başkanı Jacobson da, Meclis-i Mebusan’ın 1908’deki açılışına alkışlarla karşılanan bir tebrik telgrafı göndermişti. Bununla da kalmayan Jacobson; hemen temsilcisi Nordau’yu İstanbul’a göndermiş, Nordau; İstanbul’da sadece Siyonistlerle değil, İttihatçı gazetecilerle de temas kurmuş, Celal Nuri İleri ile “Jön Türk” adlı Siyonizm taraftarı bir gazete çıkarması konusunda anlaşmıştır. Nordau gördüğü ilgiden ve gelişmelerden memnuniyetini şu cümlelerle ifade etmiştir: “Eğer Theodor Herzl bu gün yaşasaydı, meşrutiyetin ilanı için; “bu benim beraatım” derdi.” Copyright © Arifan Dergisi Tüm hakları saklıdır.
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|