04-30-2009, 15:24 | #1 |
Soğuk Bir Kış Gecesinden Hatırlarım Seni
Fatih SERDAR Soğuk bir kış gecesinden hatırlarım seni; gecenin yarısında buz gibi suda abdestini alırken. Sen ağlamıştın dua ederken, hıçkırıklara boğulmuştun, ben gizli gizli izlemiştim seni. Gecenin karanlığında karanlıkları boğmaya and içmiştin. Güzel bir ilkbahar gününden hatırlarım seni. Cebindeki son parayı da çocukları pikniğe götürmek için harcadığında. Sıcak bir yaz gününden hatırlarım seni, kampta yemek yaparken bizlere. Nerede hizmet adına bir vazife icab etse oradan hatırlarım seni, hep ilk safta. İlgilendiklerinden birini kaybetmişken hatırlarım seni, günlerce tebessüm bile etmemiştin, göz pınarların kurumuştu. Yaşın gelmişti, akranların evleniyordu ama ‘hizmet’ deyip kendini vakfetmiştin sen. “Bir canım var, onu da vakfettim!” demenden hatırlarım seni. Bizler için çırpınışlarından, şahsî hayatını hiçe sayarak bizleri adam etmeye çabalamandan hatırlarım seni. Ama sen, bize kayıpmış gibi gelen fedakârlıkları hiç aksettirmezdin dışarıya. Çehrende nuranî tebessümün vardı hep. Okurken bizlere “hizmet insanı gönül verdiği dava uğrunda.....” diye, ben karşımda o satırların tecessüm ettiği şahsı görürdüm. Belki iyi bir kariyer yapma hayalin vardı pek çokları gibi, belki ailenin senden beklentileri vardı. İyi bir üniversiteden mezun olmuştun, parlak bir kariyer bekliyordu seni, ama sen sana gelen iş tekliflerini geri çevirdin ve cüz'i bir para karşılığı eğitime adadın kendini. Bütün bunları elinin tersiyle bir kenara itmiştin; masivayı, dünyayı. “25 milyon insanımın imanını selamette görürsem cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım” diyen bir üstadın yolundaydın. Bir gün açmıştın hadis kitabını, “kardeşlerime selâm olsun”u okudun, ‘aleykûmesselâm’ der gibiydi gözlerin. Gözyaşların yeşertti ümit tohumlarını, geceleri ettiğin dualar aydınlattı yolumuzu. Kılı kırk yararcasına yaşardın, şüpheli şeylere el sürmezdin. Ben hep hayret ederdim, bir insan nasıl böyle zâhidane yaşayabilir diye. Gözünü haramdan sakındın, sağa sola nazarım kaymasın diye elektrik direğine çarptığını bilirim ben. Bir koza örüyordun etrafına, kozadan çıkan kelebekler sonsuza uçuyordu. Ben sana her baktığımda; “mü’minlerden öyle er oğlu erler vardır ki.....” âyeti gelirdi aklıma. Sen bir hayâl kahramanı değildin, mitolojiden fırlamış değildin, gerçektin sen. Bu dünyada bu gerçeklikte yaşıyordun. Herkesi kırıp geçiren, ezen bir gerçeklikte sen dimdik ayaktaydın. Seni görenler Allah’ı hatırlıyordu. Anlattığın şeyler havada kalmıyordu, sen bizzat yaşıyordun. Seni görmek ümit verirdi bizlere, böyle bir devirde Müslümanca, daha doğrusu insanca yaşamanın mümkün olduğuna dair bir ümit. Gerçekten nasıl becerdin bunu? Bizi sapır sapır döken ve tarumar eden bu dünya karşısında safvetini nasıl korudun? Senin elinin tersiyle ittiğin bu dünya, pekçoklarını kolayca avladı. Senin sırrın neydi? Senin nefsin yok muydu? Önüne çıkan ailen yok muydu? Yerde gezen bir melek miydin? Neydin sen? Yıllar geçti ve sen şimdi yoksun aramızda. Hicret ettin gittin buralardan. Ama ben her baktığım çehrede seni görüyorum artık. Attığın tohumlar yeşerdi dört bir yanda. Gittiğim evlerde, içtiğim çaylarda seni görüyorum, gözyaşlarınla sürgün veren filizleri görüyorum. Belki bilemedim değerini, senden öğreneceğim çok şeyler vardı. Ama bilmesi gereken zaten biliyor. Mahşerde sorarlarsa “sen vazifeni yaptın abi!” diyeceğim.
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|