06-17-2009, 10:14 | #1 |
Son Altın Ok – II.Abdülhamid
Son Altın Ok – II.Abdülhamid
Bilecik’ten geçiyordum,gözlerim doldu. Gözlerime doldun. Gözlerim seninle doldu. Sen gözlerimden boşaldın. Bir afiş kekeliyordu ismini. Vaktiyle yaptırdığın İdadi binası,şimdi Belediyenin yeni mekânı olmuş. Giyinmiş,süslenmişti ;ışıl ışıl gülüyordu akşamın alacasına. İlk günkü kadar dinç görünüyordu. Cephesinde çarşaf büyüklüğünde bir Türk bayrağı nazlı niyazlı dalgalanıyordu. Ya sen nerelerdeydin Sultanım ? Neden oralarda yoktun ve hatırlanmamıştın acaba ? 25.cülus yıldönümünde bizzat senin irade-i seniyye’nle yaptırılan saat kulesi de uzaktan bir gelin kadar mahcup,ışıklara bürünmüş , göz süzüyordu. Bir ışık sütunu gibi dineliyordu Şeyh Edebali’nin omuz başında. Lakin bir tek sen yoktun. Yok muydun gerçekten de? Hallerine bakılırsa kimseler de bilmiyordu eserlerin altına limon suyuyla attığın imzayı. Onu okuyacak durumda dahi değillerdi aslında. Görünmez mürekkeple mi içirmiştin ismini mermere yoksa ? Özel gözler görsün diye mi miydi bu delicesine kıskançlığın ? Söyle: Arkasına dönüp bakanı kör eden Medusa’nın gözleri misin yoksa ? Bilecik’ten geçiyordum. Gözlerin kör olduğu bir şehir gibiydi burası. Sen yoktun ama güzel hatıran şehrin sinir uçlarını bir sis gibi sarmıştı. İnsanların sinesinde bir bahar muştusu gibi inatla dolaşıyordun. Merkez Camii’nde iki genç, cemaat olmuşlar, senin yenilettiğin bu mabedde Allah’ın en güzel isimlerini ağızlarında akide şekeri gibi eziyorlardı. Loştu caminin içi ve pencereden sağılan küf yeşilinde ikisi de pek genç olan bu iki çift dudak, gönülleri yekvücut, O’nun adını sayıklıyordu sayende. Senin adını okunmaz olmuş harflerin karınlarına emanet eden kitabede ise bu camiyi ihya ederek cümle âlemin gönlünü kazandığın yazıyordu. Sene 1316… Böyle diyor kitabe. 1900 yılına mı denk geliyor ne ? Yani “imparatorluğun en uzun yüzyılı” na. Yani asıl Orta çağ’a girdiğimiz 19.asrın son senesine. Senin ismin ve resmin yoktu yeni Bilecik Belediyesi binasında gerçi. Lakin çelebi gönüllü şehir sakinlerinin fakir ama pak gönüllerinde bir sarmaşık gülü gibi açtığın ayan beyan görülüyordu. Geziyordun sereserpe gözlerin pırıltısında,iç geçiren göğüslerde,dudakların kavsinde. Adın süngüleştirmeye yetiyordu tutuklanmış hafızaları. İsmin anılınca cemi cümlemizin sevdası cezvedeki telve gibi kabarıyor, köpük köpük dökülüyordu Bilecik’in gözyaşları kanallarına. Ertuğrul Gazi’yi son uykusuzluğunda memnun eden zatın sen olduğunu biliyorlardı pekala. Hayme Ana’yı,Bala Hatun’u,Şeyh Edebali’yi ve sair alperenleri gündeminin baş sırasına alanın sen olduğunu da. ‘Köklere yeniden değmek için çırpınan bu adam ne mübarek bir zatmış’,diyorlardı kesik dilleriyle.. Abdestsiz adım attığın görülmemiş. İnan,bundan adları gibi emindiler. Hatta yatağının baş ucunda hususî bir tuğla bulundururmuşsun Kerbela toprağından mamul. Abdestsiz yatağa girmediğin yetmezmiş gibi,sabah kalktığın vakit abdestsiz yere basmamak için önce bu tuğla ile teyemmün edip ondan sonra gidermişsin lavaboya. Anladım ki, bu halk senden seni de aşan bir zümrüt kadeh yontmak sevdasına düşmüştü. Geleceği ayağa kaldırmak için… Asırlardır kaybettiği ‘kutlu taş’ı nedense özellikle sende bulmayı umuyordu. Kayıp değerlerini seninle telafi etmeyi, daha doğrusu. Öz babasını arayan üvey evlat gibi… Gönüllerine Tarık bin Ziyad’dan,Alparslan’dan,Fatih’ten yontulmuş gülümsemeler aşk eden bir özge lider. Etlerine saplanan kurşundun onların nazarında. Sadaktaki son oktun. Kuğudaki son çığlık. Kuyudaki son hû. Son şarkı ? Belki. Ama yanık olduğun kesin. Belediye binası yapılan Hamidiye İdadisi soğuktu ama cami, için için yanıyordu. Bilecik kör değildi artık. Görünüyordun açık seçik. Şeyh Edebali’nin kubbesinden kopan rüzgâr gibi Kanatlarımızdaki tozları silkeliyordun. Bilecik’ten geçiyordum, gözlerime doldun. Gözlerim seninle doldu. Sen bana boşaldın. Türkiye’nin hangi bucağına gittimse ikinci bir Mimar Sinan gibi gölgen beni takip etti tütrek adımlarımı. Mahmudiye köy camisinin veya Mihaliç Caddesi’nin kitabelerinden isminin kazıyabilirlerdi belki. Ama bu elleri hâlâ Osmanlı mayası kokan halkın gönlünden izlerini silmeyi başarabilecek bir babayiğit var mıydı ? Fethini ? Rüyanı ? Duanı ? Bilecik’ten geçiyordum, boşalmış sadağına bir altın ok gibi düştüğünü gördüm. 18 Mart 2006 Mustafa Armağan “Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı “ kitabının giriş kısmından alıntıdır.
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
06-17-2009, 10:16 | #2 |
Allah razı olsun kardeşim.....
Bu şiiri hatırlattığın için Sağol....+ |
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|