![]() |
#1 |
![]() ![]() Hattat hâfız Müşerref hanım, 1915 doğumlu. 2 yaşında İstanbul’a gelmişler. Ve geliş o geliş. 92 yıllık uzun ve bereketli ömrü hep hayırlı hizmetler ve gayretle geçmiş. Bu arada onlarca hanım talebe yetiştirmiş. Hat, tezhip, minyatür, ebru gibi geleneksel sanatlarımız günümüzde, özellikle kadınların ilgisi ile yeniden hayat buluyor. Ancak, yakın zamana kadar kadim sanatlarımıza karşı bu kadar ilgi gösteren yoktu. 1928’de yapılan harf devriminden sonra ‘eskimez’ yazı Osmanlıca’nın yazılıp okunmasının tamamen unutulacağı ihtimali devrin önde gelen münevver insanlarını endişelendirmişti. 1950’ye kadar devam eden tek parti dönemi, Allah demenin, dinini öğrenmenin suç sayıldığı zamanlardı. Bu yüzden o devirde Kur’an öğrenmek, çocuklarına dinini öğretmek isteyen aileler çok farklı yollara başvururdu. Mesela, Erenköy’de ikamet eden Ahmet Hamdi Topbaş, çocuklarına Kur’an öğretmesi için evine aldığı bir hafızı çevresine bahçıvanı olarak tanıtmıştır. Halk arasında da İslam’ın gereklerine göre yaşamak isteyenlere karşı açıkça alay edilir; uzun etek, kalın çorap giyen kadınlar en yakınları tarafından bile eleştirilirdi. Yıllarca gerçek ezan sesi bile duymadan büyüyen bir nesil, eski olan her şeyle beraber dinini de bir kenara atmayı marifet bilir, çağa ayak uydurmak gerektiği her fırsatta dile getirilirdi. Böyle bir zamanda Kur’an-ı Kerim’i okumakla yetinmeyip ezberlemek ve Kur’an yazısı olan hat sanatını yaşatmaya çalışmak, hele de bir kadın için önemli bir başarıdır. Bu yüzden, iki çocuk annesi iken hafız olan, kızlarıyla birlikte hat sanatında önemli çalışmalar yapan, onlarca genç kıza bu sanatı öğreten cumhuriyet döneminin ilk kadın hattatı Müşerref Çelebi, bizim için tarihin canlı şahididir. Müşerref Çelebi, bugün 92 yaşında, oğlu Vefa Çelebi’nin evinde yaşıyor. O, çağdaşlaşma adına yüzlerce yıllık geleneğin, kültürün ve bunlara damgasını vuran, şekillendiren ve ruh veren İslam dininin hayattan uzaklaştırılmaya çalışıldığı dönemlerde, bu milletin sahip olduğu yüksek değerleri korumaya çalışan seçkin kişilerin arasında yer almıştır. Eşi Nazif Çelebi’nin teşviki ile hat sanatını ta’lim etmeye başlamış, üç kızı ile birlikte hat sanatını yeni nesillere aktarmada köprü olmuştur. Her ne kadar tevazu gösterip ‘icazet bile almadığını’ söylese de, yetiştirdiği talebeler ve onlarla açılan yeni dönem, bugün hat sanatının hâlâ yaşıyor olmasının temel sebeplerindendir. Müşerref Hanım, aynı zamanda Süleymaniye’de Osmanlı konak geleneğini sürdüren nadir bir ailenin içine dahil olmuş ve 45 sene bunu yaşatmış bir hanımefendidir. Müşerref Hanım, kendi hayatıyla birlikte milletimizin yaşadığı son yüzyılı bir film gibi seyredip hatırladıktan sonra “Ne günler gelmiş geçmiş” diyor, gayri ihtiyari. Aslen Konya Kadınhanı kökenli Ahmet Hamdi Topbaş’ın 1915 doğumlu kızı Müşerref Çelebi, 1934’te yine eşraftan Nazif Çelebi ile evlenip Erenköy’den Süleymaniye’ye gelin gidince, dinini ve geleneğini yaşama hassasiyetini bu ailenin içinde de bulur. 20 yaşında kucağında ilk bebeği Nükhet varken hafızlığa çalışmaya başlayan Müşerref Hanım, üç yıl içinde bu gayretini başarıyla tamamlar. Hafızlığı Süleymaniye Camii’nde dinlenir. Nükhet, Güzide, Sütude, Melike, Vefa, Ahmet ve Nuriye isimli 7 çocuk sahibi olan Müşerref Hanım’ın kızlarından Nükhet ve Güzide hanımlar da hâfızdır. Ahmet Hamdi Topbaş, 1917’de Müşerref Hanım 2 yaşında iken ailesini alıp İstanbul’a yerleşmiştir. Geniş bir aile olan Topbaşlar Sultanhamam’da manifaturacılık yapar. Müşerref Hanım, 1999’da vefat eden son devrin değerli alimlerinden Musa Topbaş’ın da ablasıdır. İlkokul mezunu olan Müşerref Hanım, ailesinin de gayretleri ile devrine göre iyi bir eğitim almıştır. Kumaş tüccarı olan eşi, dinini ve geleneğini yaşamada çok titiz, bu mânâda çevresini bilinçlendirmede de çok gayretli bir kişiliktir. 1951’de kurulan İlim Yayma Cemiyeti’nin kurucularından olan Nazif Çelebi, 1950’lerde bir tur şirketi kurup birçok kişiyi uçakla hacca da götürmüştür. Dil konusunda çok hassas olan Nazif Bey, Türkçe’yi yanlış kullananları nerede olursa olsun uyaran, konuşmasının arasında Avrupa dillerinden kelimeler katanları ikaz eden açık sözlü bir kişidir. Öztürkçecilik çalışmalarını eleştiren bir kitap bile yazmıştır. Eskimez yazının tarihe gömüleceği, bu yazıyı okuyup yazanların kalmayacağı endişesini taşıdığı için eşini ve kızlarını hat öğrenmeleri konusunda teşvik eder. Devrin önde gelen hat üstadı Halim Özyazıcı’dan ders almaya başladığında Müşerref Hanım 45 yaşındadır. Kızları Nükhet, Güzide ve Sütude de onunla birlikte hat meşk eder. İbnülemin Mahmut Kemal İnal, Son Hattatlar adlı kitabının son bölümünde bu dört hanıma birer sayfa ayırır. Eserlerinden örnekler vererek çalışmalarını takdir ettiğini belirtir. Her pazar günü çocuklarını da alıp Süleymaniye’den Topkapı Cevizlibağ’a Halim Özyazıcı’nın evine derse giden Müşerref Hanım, Özyazıcı’nın 1964’te vefat etmesinden sonra hattat Hamit Aytaç ile derslerine devam eder. Hocalarından icazet almaya lüzum görmemiştir; ama en çok nesih yazıda çalışmalar yapar. Kur’an-ı Kerim’i yazmaya başlar ama tamamlamak kısmet olmaz. 86 yaşına kadar yazmaya sürdürür ve bu arada birçok genç hanıma da hat dersi verir. Zaten biz de kendisini talebelerinden Derya Aydın hanımla ziyaret ettik. Yazdıklarını hediye etmeyi seven Müşerref Hanım “Her evde benim yazılarım vardır; ama kendi evimizde yoktur. Çocuklar evlendikten sonra yazı işi bana kaldı.” diyor. ![]()
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
#2 |
![]() Nazif Çelebi çok gayretliydi
Kendisi hat bilmese bile eşinin ve çocuklarının eğitimini çok önemseyen Nazif Çelebi her gün çalışma defterlerini kontrol eder. Dini bilinçli yaşayanların çok az olduğu 1950’li, 60’lı yıllarda ailesinin muntazam bir hayat yaşamasına çalışır. Hem kendi çocuklarını hem de çevresindeki gençleri yetiştirmek için mücadele eder. Kendi gençlik yılları ile bugünü kıyaslayan oğlu Vefa Çelebi, babasının gayreti hakkında şöyle konuşuyor: “O zamanlarda toplumun üzerinde farklı bir hava vardı. Eski yazı yazılmazdı. Gençler hiç bilmezdi. Başörtülü hanımların sayısı yok denebilecek kadar azdı. Babam bunları gördükçe muazzam bir mücadele içine girdi. Şimdi hakikaten muhafazakâr bir gençlik yetişiyor. Birçok hizmet grubu çalışıyor. Birlikte çalışmaların yapılamadığı o dönemde babam bunların eksikliğini duyan ve başlatan kişi oldu. Öncelikle ailesinin duyarlı olmasını ve iyi yetişmesini isterdi.” Bundan 50 yıl önce dini yaşamaya karşı bugünkü kadar hoşgörü olmadığını belirten Müşerref Hanım’ın gelini Mesude Çelebi, başını örten biraz uzun etek veya kalın çorap giyen genç kız ve kadınların eleştirildiğini anlatıyor. Konakta çarşamba sohbetleri gelenek olmuştu Bir tarafta böyle bir soğuk bakış varken, Süleymaniye’de Çelebiler’in konağında dersler, toplantılar, okumalar devam eder. Nazif Çelebi’nin devrin önemli aydınlarından oluşan çok geniş yelpazedeki dostları başta olmak üzere üniversite öğrencileri ve Süleymaniye Camii’ni gezmeye gelen turistlere varıncaya kadar konağın kapısı herkese açıktır. Her salı günü Nazif Çelebi’nin, her çarşamba günü de Müşerref Hanım’ın kalabalık ev toplantıları olur. Onlarca hanımın katıldığı, her hafta bir cüz Kur’an okuyarak mukabele yapılan Çarşamba toplantıları, konaktan ayrıldıktan sonra bile Haseki ve Erenköy’de yakın zamana kadar devam ettirilir. Müşerref hanım o günleri şöyle anlatıyor: “Şimdi kadınların eğitimi, hizmetleri daha iyi. O dönemde bir şey anlatacak, okuyacak kimse de yoktu. Hafız sayısı çok sayılı idi. Gençler de çok meraklı değildi. Her hafta evimde mukabele okurduk. En az 50 kişi olurdu. Ramazan’da bu kalabalık her gün toplanır mukabele yapardık. Ayrıca her Ramazan’da akraba olsun olmasın yatılı misafirlerimiz olurdu. Konağın kapısı Ramazan boyunca açıktı. Standart bir yemek pişer, bahçeye sofralar kurulur, gelene ikram edilirdi. İftar vakti ev, bahçe dolar taşardı.” Çarşamba sohbetlerini çok önemseyen Nazif Çelebi, ayrı evde yaşayan bütün çocukları ile birlikte ailesinin her salı konakta toplanmasını ister. Gündüz hat dersi vermeye gelen Hamit Aytaç’tan dersler alınır. O gece herkes yatılı kalır. Ertesi gün öğlen vakti diğer gelenlerle birlikte okumalar takip edilir. Dersten sonra ailece yemek yenir ve herkes evine döner. Mesude hanım, kayınpederinin gece kalma konusunda imza defteri tutacak kadar titizlendiğini anlatıyor. 1949’da hacca giden Müşerref Hanım, hacdan döndükten sonra daha mazbut bir hayat yaşamaya başlar. 42 yıl boyunca (77 yaşına kadar) mübarek üç ayları oruçlu geçirir. Ailece her sabah namazını Süleymaniye Camisi’nde cemaatle kılarlar. Bu güzel adet ailenin konaktan ayrıldığı 1979’a kadar devam eder. Bir de uzun yıllar boyu her sabah namazından önce kalkıp tesbih namazı kılar eşiyle. Ayrıca pazar günleri ailece sabah namazına başka camilere giderler. Müşerref Hanım, Zal Mahmut camisi imamı Hilmi Efendi’nin okuduğu Kur’an’ı bugün bile hatırlıyor. Müşerref Hanım’ın hayatındaki asıl dönüm noktası 45 yaşında Hacı Zehra anneyi tanımasıdır. O’nu tanıdıktan sonra zaten muhafazakar, dindar bir yaşantısı olmasına rağmen, bunu biraz daha ileri götürüp daha mütevazı yaşamaya, dünya ile bağlarını en aza indirmeye çalışır. Bütün dolaplarını boşaltıp kıyafetlerini, takılarını, çoraplarına varıncaya kadar çevresine dağıtır. Kendisi uzun bir manto, siyah çorap ve örtü ile sokağa çıkmayı tercih eder. Nefsi adına dünyadan elini eteğini çeker genç yaşta; ama çevresine iyilik yapmaya, muhtaçlara yardım etmeye, okumaya, yazmaya, misafir ağırlamaya, evinde sohbet düzenlemeye devam eder. Bediüzzaman Hazretleri’nin talebesi olan Hacı Zehra anne Müşerref Hanım’dan iki yaş büyüktür. İlk zamanlar konağa çok sık gidip gelir. Ardından, kendisi için hazırlanan bir odada 10 sene kadar aile ile birlikte yaşar. Müşerref Hanım’la birlikte geceleri ibadetle geçirirler. Daha sonra Medine’ye yerleşen Hacı Zehra anne birkaç sene önce orada vefat etmiştir. Nazif Çelebi’nin şeker hastası olmasından sonra aile 1979’da konaktan Haseki’de bir apartmana taşınır. (Çelebilerin konağı restore edildikten sonra Suffa Vakfı’nın merkezi olur.) Haseki’deki hayatları Nazif-Müşerref Çelebi çiftinin yaşlılık dönemleridir. Buna rağmen çarşamba sohbetleri geleneği devam eder. Nazif Çelebi 1988’de, 81 yaşında vefat eder. Müşerref hanım da Erenköy’e, kendi semtine döner. Konuşmamız boyunca, çocukluğunu, genç kızlığını, evliliğini, hafızlık çalıştığı günleri, hat hocalarını, sohbetlerini, ağırladığı değerli misafirlerini tek tek gözlerinin önüne getirip anlatan, bir asırlık ömrü kare kare tekrar yaşayan Müşerref Hanım son sözlerinde hayatını şöyle anlatıyor: “Hayatım mutlu geçti. Çok titizdi ama çok da severdim kocamı. 7 tane çocuk doğurdum. Çok titizdi ama çok cömertti. Namaz vakti Nazif Bey zile basar herkes odasından çıkıp hazırlanır, cemaatle sabah namazı kılınırdı. Evimizde bütün vakitlerde cemaatle namaz kılınırdı. Kılmayanlara ‘sizin 27 kat sevaba ihtiyacınız yok tabii’ derdi. Gençler uzun okuma diye takılırdı. Ne günler gelmiş geçmiş.” Üniversite gibi konak Şu anda Suffa Vakfı’na ait olan Nazif Çelebi konağındaki toplantıların müdavimleri arasında bulunan bazı isimler şunlardır: İbnülemin Mahmut Kemal İnal, İ. Hami Danişmend, H. Basri Çantay, Nurettin Topçu, Celal Ökten, A. Şeref Güzelyazıcı, Ö. Nasuhi Bilmen, Nevzat Yalçıntaş, Necmettin Erbakan, Asaf Ataseven, Genelkurmay Başkanı Org. Nurettin Baransel, DP’li Celal Bayar, Güzide Zorlu. Korg. Faruk Güventürk gibi 27 Mayıs 1960 ihtilalini yapan askerlerden bile gelen olurmuş bu konağa. İhtilal sırasında evi aranıp bir süre gözaltında tutulan Çelebi’ye asker dostları “Biz seni çok seviyoruz yoksa seni de götürürdük.” bile demişler. Vefa Çelebi, babasının dostlarının bu kadar farklı kesimlerden olmasını onun cesaretine bağlıyor. Üniversite talebelerini sürekli evine davet eden Çelebi, C. Rifat Atilhan, Ziya Uygur gibi fikir adamlarının kitaplarını alıp gençlere dağıtmasıyla da meşhurdur. Kaynak: Şemsinur Özdemir, Zaman Gazetesi, Ailem |
|
![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|