06-21-2011, 19:37 | #1 |
Stockholm Sendromu... Soykırımcısına aşık olan genel başkan! (Hasan Karakaya)
Hani, her zaman derim ya;
“Katranı kaynatsan da olmaz şeker, Cinsini sevdiğim, cinsine çeker!” CHP, bir “katran”dır!.. Onu, istediğiniz kadar kaynatın, asla ve kat’a “şeker” olmaz!.. Çünkü CHP, “yedisinde” neyse, “yetmişinde” de odur!.. “Yedisi”ndeyken diyorlardı ki; “Hiç üniversitedeki profesör ile dağdaki çobanın oyu bir olur mu?” Yani, “beyzade”ler istiyordu ki; “Profesör”ün verdiği oy, “iki, üç ve hatta beş” sayılsın!.. Öyle ya; “Çoban” dediğin ne ki?.. Ne “yazması” var, Ne de “okuması!” Yani, “cahil”in teki!.. Ama “profesör” öyle mi?.. “Okullara” gitmiş, “boyunca kitaplar” okumuş, “dirsek”ler çürütmüş!.. O halde; Onun “oy”u “iki” sayılmalı!.. Hatta, 3-4-5!.. “Yedisindeki CHP”nin kafası buydu!. Çünkü, “çoban”lar, “köylü”ler ve “çiftçi”ler, nihayetinde “halk”tı!.. “Memur”lar, “müdür”ler, “mühendis”ler ve “profesör”ler ise “vatandaş”tı!.. Dolayısıyla “ayrıcalıklı”ydılar!.. Onlar, “imtiyazlı sınıf”tandı!.. Halk, “taş gibi kuru ekmek” ve “soğan”a talim ederdi... “Vatandaş” ise “pasta-börek” yerdi!.. Halk, köyündeki “dere”lerde “çimse” de olurdu... Ama vatandaş, “deniz”lerde yüzmeliydi!.. Eğer, “halk, plajları doldurur” ise, vatandaşa yüzecek yer kalmazdı!.. “ULAN ÖKÜZ ANADOLULU!” O gün, bugündür ki; “Plaj”ları “halk”a kaptırmak istemeyen “vatandaş”lar; plajların dibine ve deniz kenarlarına “yalı”lar ve “villa”lar inşa etmişler, “halk”ın denize girmesini engellemişlerdir!.. Sadece “halkın denize girmesini” değil, “yönetime girmesini” de engellemişlerdir!.. “Halk”ın önüne sadece “yalı ve villa” dikmekle kalmamışlar, “halkın çocukları”nın önüne “katsayı engelleri” ve “örtü yasakları” gibi duvarlar örüp, “devlet yönetimi”ne geçmesini önlemişlerdir!.. Hem, “halk” dediğin “cahiller yığını” ne anlar ülke yönetmekten?.. Ülke yönetilecekse “vatandaş” yönetir, her şeye vatandaş karar verir!.. CHP’nin Ankara Valisi, CHP’nin Ankara İl Başkanı ve aynı zamanda CHP’nin Belediye Başkanı olan, yani “bir koltukta 3 karpuz” birden taşıyan Nevzat Tandoğan, tutuklanıp huzuruna getirilen merhum Osman Yüksel Serdengeçti’ye, 3 Mayıs 1944’te öyle demişti ya; “Ulan öküz Anadolulu!.. Sizin milliyetçilikle, komünizm ile ne işiniz var?.. Milliyetçilik lazımsa, bunu biz yaparız... Komünizm gerekirse, onu da biz getiririz... Sizin iki vazifeniz var: Birincisi, çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek... İkincisi, askere çağırdığımızda askere gelmek!!!” “CHP zihniyeti”nin temsilcisi ve sözcüsü olan Nevzat Tandoğan, aslında “CHP’nin halka bakışı”nı yansıtıyordu!.. CHP’ye göre; Anadolu halkı bir “öküz”dü!.. Bir “öküz”(!) milliyetçilikten veya komünizmden ne anlar?.. Hem, ülkeye bunlar lâzımsa, onu getirmek de “CHP’nin işi”dir!.. “Halk” denilen “cahil yığını”nın iki görevi vardır; “Çiftçilik” yapıp, “mahsûl” üretmek ve de çağrıldıklarında “asker”e gitmek!.. Yani, “Anadolu halkı” iki iş yapacak: Bir; “mahsûl” üretecek, iki “asker” yetiştirecek!.. Kısacası, CHP’ye; halkın sadece “el”i ve “bel”i lâzım!.. “El”iyle mahsûl, “bel”iyle asker yetiştirecek!.. “Kafa”, nasıl olsa CHP’de var!.. “Milliyetçilik” istemek, “Komünizm” istemek veya “dini haklar” talep etmek, “halk”ın neyine?.. Sen “halk”sın; “haddini bileceksin!” “Köylü”sün, köylü kalacaksın!.. “Cahil”sin, cahil kalacaksın!.. KILIÇDAROĞLU, UMUT VERMİŞTİ! Peki, “yedisinde” böyle olan CHP kafası, “yetmişinde” değişti mi?.. Yedisinde “laiklik, devrimler, çağdaşlık, ilericilik” diyen CHP, yetmişinde bu kafayı değiştirdi mi?.. Ne yalan söyleyeyim; Deniz Baykal’ın, bir “zina kaseti” ile gitmesinden sonra, “Eski CHP” döneminin bittiğini, onun yerine bir “kaset imalatı” olan Kemal Kılıçdaroğlu’nun gelip de “Yeni CHP” demesiyle, “CHP kafası”nın değiştiğini sanıp, umuda kapılmıştım!.. Öyle ya; Bay Kılıçdaroğlu, artık “sadece lâiklik” demiyor, kaynağını açıklayamasa da “proje”ler sunuyordu!.. Üstelik, “Herkes için CHP” demeye başlamıştı... Demek oluyordu ki; “halk” da, “vatandaş” da “eşit” olacaktı!.. Tabiî, dağdaki “çoban” ve üniversitedeki “profesör”ün verdiği “oy”lar eşit görülecekti!.. Gerçi, eski CHP için “ruhsuz beden”, yeni CHP için “bedensiz ruh”, Bay Kemal Kılıçdaroğlu için de “dış gebelik” ya da “yalancı hamilelik” benzetmesi yapılıyordu ama, öyle veya böyle, Baykal’ın “zina kaseti”nden, “Kılıçdaroğlu” gibi bir genel başkan doğmuştu!.. Ve bu genel başkan; “Sadece laiklik, illâ da laiklik” demeyi bir kenara bırakmıştı... Artık, “kök”leriyle bağını da koparmıştı!.. “Asker idaresi” yerine “halk iradesi” demeye başlamıştı!.. STOCKHOLM SENDROMU! Ama, öyle bir lâf etmiş ki; “CHP’nin değişmediğini” göstermiş!.. Efendim, olay şu: 15 Haziran Çarşamba günü; CHP’nin 12 Haziran’da yaşadığı “seçim hezimeti” tartışılmış... 6 saat süren Merkez Yürütme Kurulu toplantısında, Bay Kılıçdaroğlu; “AK Parti’ye oy veren yüzde 50” için, yani “Türkiye’deki iki kişiden biri” için demiş ki; “Halk, Stockholm Sendromu’na yakalanmışsa, biz ne yapabiliriz ki?” Lütfen dikkat; Bay Kılıçdaroğlu, AK Parti’ye oy veren yüzde 50’lik kitleyi “Stockholm Sendromu”na yakalanmakla suçluyor. Stockholm Sendromu nedir, bilir misiniz?.. Adını, 38 yıl önce Stockholm’deki “başarısız bir soygun girişimi”nden alan, sonrasında da ilişkiler temelinde, sosyoloji ve psikiyatri literatürüne giren bir kavramdır bu... Kavrama adını veren olay şudur: 1973 yılında Stockholm’de Kreditbanken adlı bankaya giren soyguncular, polis tarafından kuşatılınca dört banka çalışanını rehin alarak, altı gün boyunca direnir... Altı gün sonunda, polis operasyon yaptığında ise beklenmedik bir durumla karşılaşır. Rehineler, kurtarılmaya aktif biçimde direnir ama, kurtarılırlar. Sonrasında rehineler, mahkemede soyguncu aleyhine ifade vermekten kaçınır. Dahası, aralarında para toplayıp soyguncuların savunmasına yardımcı olurlar... Kurbanın kendisini, baskıcının yerine koyup olayları onun gözünden görmesini anlatan Stockholm Sendromu, bugün savaş esirleri, aile içi şiddet mağdurları gibi farklı durumlarda bir anahtar kavram olarak kullanılıyor. Kısaca ifade etmek gerekirse; Stockholm Sendromu, “bir kadının tecavüzcüsüne aşık olması” veya bir “idam mahkûmu”nun “cellat”ına aşık olması gibi bir şeydir!.. Bay Kılıçdaroğlu’na göre; “Halk, hayatından memnun değil”dir, “halkın gelecek ümidi yok”tur, “halkın dağ gibi sorunları vardır” ama gidip AK Parti’ye oy vermiştir!.. Yani halk; kendisini “rehin” almasına rağmen “AK Parti’ye aşık” olmuş ve oyunu ona vermiştir!.. Kabaca, “iktidara teslim” olmuştur!.. İşte bu kafa; “CHP kafasının değişmediğini” gösteren bir kafa yapısıdır!.. Burada, resmen ve alenen “halkın yüzde 50’sine ağır bir hakaret” vardır!.. Demek oluyor ki; CHP, “Eski tas, eski hamam”dır!.. “Yedisinde” neyse, “Yetmişinde” de odur!.. En başta dedim ya; “Katranı kaynatsan da olmaz şeker, Cinsini sevdiğim, cinsine çeker!” Söyleyin, öyle değil mi?.. “Eski CHP” de “halkı aşağılıyor” ve “hakaret” ediyordu, “Yeni CHP” de!.. “Eski CHP” de halkı “öküz” yerine koyuyordu, “Yeni CHP” de!.. Halk, “Eski CHP”ye göre de “cahil”di, “Yeni CHP”ye göre de!.. CHP’NİN BAŞINA NİYE GEÇTİN? Halkı, “Stockholm Sendromu”na yakalanmakla itham eden Bay Kılıçdaroğlu’na sormak lâzım: Siz de “Postal Sendromu”na yakalanmadınız mı?.. “Dersim Soykırımında katledilen bir dedenin torunu” olmanıza rağmen; “kendi soyuna kast eden” bir CHP’ye “genel başkan” olacak kadar “aşık” olmadınız mı?.. Halk, AK Parti’ye oy verdi diye “hastalıklı bir ruh hali”ne sahipse, “soykırımcı CHP”ye genel başkan olmak, “sağlıklı bir ruh hali” midir?.. Eğer “hasta” arıyorsanız, geçin “ayna”nın karşısına, kendinize bakın!.. Ya da Dersim’e bakın!.. Çünkü, “soykırımcısına aşık” olan, ona “oy” veren sizlersiniz!.. Yani, “hiç değişmeyen” sizler!.. Haa, şunu da söyleyeyim; Yatın-kalkın da, aldığınız yüzde 26’ya dua edin!.. Çünkü, “alacağınız en yüksek oy oranı”na ulaştınız!.. Görüp-göreceğiniz oy budur!.. Hele de bu “kafa”yla!.. “Buraya da AK Parti gelsin!” İki gündür, Adapazarı’nın Akyazı ilçesine bağlı Kuzuluk beldesindeydim... Kuzuluk’a gidilir de “yayla”lara çıkılmaz mı?.. Kuzuluk’un AK Partili Belediye Başkanı Bilal Soykan ile Ali Asan kardeşim; yazarımız Mehmet Koçak ile beni alıp, Çiğdem Yaylası’na götürdüler... Yanımızda, “Başkanın 4 yaşındaki oğlu Ahmet” de vardı. “Yayla”ya doğru çıkıyoruz ama, aralıksız yağan yağmur, yolları mahvetmiş... Bazı yerlerde “çukur” değil, adeta “yarık”lar oluşmuş!.. Bazı yerlerde ise, “çamura saplandık” ve zor çıktık. Babasının, “beldenin yollarını asfaltlattığını” gören “küçük Ahmet”, bozuk yolları görünce ne dedi biliyor musunuz; “Babacığım, buraya da AK Parti gelsin!..” “Çocuk” deyip, geçmeyin... Malûm, atalarımız; “Çocuktan al haberi” derler... 4 yaşındaki Ahmet’in kafasına kazınmış ki; “AK Parti’nin gittiği yere su gider, park gider, asfalt gider!”... Kısacası “hizmet” gider... Küçük Ahmet, babasına; “Buraya da AK Parti gelsin” derken; “beldenin yolları” gibi, “yayla yolu”nun da asfaltlanmasını istiyordu ki; Bilal Soykan; arkaya dönüp; “Tamam oğlum, mesajı aldım” dedi... Yakında, “grayder”ler gönderip, “yayla yolları”nı da düzeltecek, oraya da “AK Parti”yi götürecek!..
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 2 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 2 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|