Şu “imza” meselesi... Temiz iş, 6 ayda çıkar! || Hasan Karakaya - Vakit
Türkiye’nin cadde ve sokaklarında henüz “kağnı”ların veya “at arabaları”nın dolaştığı, tarlaların “karasaban” veya “pulluk”la sürüldüğü, il veya ilçelerin “büyük bir köy” veya “kasaba” görünümünde olduğu “geri kalmışlık günleri”nde, “bürokrasi” de hızlı çalışmaz ve son derece “hantal” davranırdı... İnsanımız, işte bu “hantallık” ve “ağır işleyiş”i eleştirmek için, şöyle bir ifade kullanırdı:
“Temiz iş, altı ayda çıkar!”
Yani, “bürokrasi”ye müracaat edip de, bir “iş”inin hallolmasını bekliyorsan, “6 ay” bekleyeceksin!..
Tabiî, ömrün yeterse!..
Sonraki yıllarda, bu “6 aylık bekleme” süresi daha da kısalıp, “Bugün git, yarın gel” seviyelerine ulaştı ama yine de, maalesef “kaplumbağa hızı”yla yürüyen kuruluşlarımız var.
Hem de; “teknoloji”nin zirveye ulaştığı, her alanda yetişmiş “uzman”ların cirit attığı, “sabıka kayıtları”na saniyeler içinde ulaşıldığı ülkemizde!..
BU İŞ, BU KADAR MI ZOR?
Sözü “AK Parti’yi devirme” ve “Fethullah Gülen’i bitirme” amacıyla hazırlanan ve altında Deniz Kurmay Albay Dursun Çiçek’in imzası bulunan “eylem plânı”na getirmek istiyorum...
Malûm, “belge”nin yayınlandığı 12 Haziran Cuma gününden bu yana “tam 7 gün” geçti...
Bu kadar “uzun zaman”a rağmen, belgenin “sahte” mi, “gerçek” mi olduğu hâlâ tesbit edilemedi!..
Ya da, biz öyle sanıyoruz!..
Allah aşkına söyleyin;
“Kağnılı yıllar”da mıyız, “karasabanlı günler” mi yaşıyoruz ki; belgenin altındaki imzanın sahibini hâlâ ortaya çıkaramadık!..
Bu nasıl iştir, anlayan beri gelsin!..
Ortada bir “belge” var mı?..
Var!..
Belgenin altında “imza” var mı?..
Var!..
O halde, yapılacak iş gayet basit!..
Çağırırsın albayı, attırırsın “imza”sını!..
Sonra da, götürürsün bir “kriminoloji” uzmanı veya “grafolog”a gösterirsin imzayı!..
Dersin ki;
İşte “belgedeki imza”, işte “albayın imzası!”
Bakın bakalım;
“İki imza” da aynı mı?..
Haaa, albay “uyanıklık” yapıp da “çok farklı bir imza” mı kullandı?.. O zaman da, “daha önceki imzaları”nı serersin önüne... Böylece, bir “sahtekârlık” yapma ihtimalini de ortadan kaldırmış olursun!..
Tabiî, şu da olabilir:
“Belgedeki imza” ile “albayın imzası” birbirini gerçekten tutmayabilir!..
Yani, “darbe plânı” yapan birileri, albayın imzasını “taklit” etmiş olabilirler!..
O zaman da, “TSK içindeki cuntacılar”ın peşine düşülür ve onlar “deşifre” edilip, hakettikleri cezaya çarptırılırlar!..
Ama, görüyorsunuz işte;
Türkiye’de bunca “kriminoloji” uzmanı, bunca “grafolog” varken, hâlâ bir sonuç alınamadı!..
Ya da alınmak istenmiyor!..
Veya alındı da, açıklanmıyor!..
Sebep her ne olursa olsun; “iki günde” alınacak bir neticenin, aradan “7 gün” geçmesine rağmen alınmaması; sürekli “çağdaş” olduğunu vurgulayan, “teknoloji”yi çok iyi takip ettiğini söyleyen ve hatta “PKK kampları”nın artık birer “BBG Evi” gibi gözetlendiğini ifade eden bir “ordu”ya hiç yakışmıyor!..
Yıpranan TSK oluyor!..
Buna, hiç kimsenin hakkı yok!..
YA NOTA VEYA ÜLTİMATOM OLSAYDI?
Biraz “uç bir örnek” olacak ama, şöyle bir olayın cereyan ettiğini varsayalım:
Almanya ve Fransa, Türkiye’ye çok “gıcık”lar ya, “AB üyesi” olmamızı istemiyorlar ya; “bu işi toptan halledelim” deyip, Türkiye’ye savaş ilân etmeden önce bir “nota” veya “ültimatom” verdiklerini farzedelim!..
Çünkü “ültimatom”un sonunda; “Bu bir savaş ilânıdır” ifadesi var!..
Bu “savaş ilânı”nı da, bir “yazı” ile bildirdiler Türkiye’ye!..
Ne yapacak Türkiye?..
“Reste rest!” deyip “savaş” kararı mı alacak, yoksa “du bakali” vurdumduymazlığı ile yazının “sahte veya gerçek” olduğunu araştırmaya mı başlayacak?..
O araştırmanın da günler veya haftalar sürdüğünü farzedelim!..
Düşünebiliyor musunuz manzarayı;
Almanya veya Fransa üzerimize “füze”ler fırlatıp, “bomba”lar yağdırıyor ama biz hâlâ “yazı”yı araştırmakla meşgulüz!..
“Merkel’in imzası”na benziyor mu?..
Bu imzayı Sarkozy mi attı?..
Biz “sahte-gerçek” araştırması yaparken, bir de bakmışız ülke elden gitmiş!..
ŞİMDİ DE “KİM SIZDIRDI” TARTIŞMASI!
Baştan söyledim, “uç bir örnek” diye...
Ama, söyler misiniz;
Şu “belgedeki imza” işine yoğunlaşılmış olması da “matrak” değil mi?..
Açık ve net söyleyeyim;
“AK Parti’yi devirme, Fethullah Gülen’i bitirme plânı” başarıya ulaşmış olsaydı, plânı hazırlayan albay, bugün “kahraman”dı, “baştacı”ydı!..
Ama “deşifre” olunca;
Hemen “imza”yı tartışmaya başladık!..
“Sahte” mi, “gerçek” mi?..
Yahu, bırakın “imza”yı da, “plân”ı tartışın, plânı!.. Böyle bir plânı, “asker içindeki cuntacılar”dan başka kim hazırlayabilir, ona cevap verin!..
Sorulara cevap yerine, yine “sulandırma” ve “bulandırma” taifesi girdi devreye ve başladılar “çarpıtma” ve “hedef saptırma”ya!..
Meselâ Ergenekon Terör Örgütü tutuklusu Serdar Öztürk’ün avukatı Hasan Gürbüz, dün polisler hakkında “suç duyurusu”nda bulunup demiş ki;
“Belgenin Emniyet tarafından sızdırıldığı kanaatindeyim!.. Bulunduğu iddia edilen belgenin söz konusu gazeteye verilmesi, soruşturmanın gizliliğini ihlâl etmiştir!”
Şu hâle bakın;
“Belgenin muhtevası”nı değil, şimdi de “kim sızdırdı”yı tartışıyoruz!..
Neymiş, “gizlilik” ihlâl edilmiş!..
Tam bir saptırma!..
Tam bir çarpıtma!..
BİZ, BU FİLMİ GÖRMÜŞTÜK!
Malûm, bu tür “saptırma” ve “çarpıtma”lara sık sık tanık oluyoruz.
Meselâ, “Uğur Dündar olayı”nda...
Biliyorsunuz; “Ergenekon dâvâsı klasörleri”nde yer alan bir “belge” üzerine, Uğur Dündar ekranlara çıkmış ve demişti ki;
“Benim eşim, evlendikten sonra hiçbir zaman tek başına yurt dışına çıkmadığı gibi, hayatında Brezilya’ya gitmedi. Evliliğimiz döneminde Brezilya’ya gittiğini biri çıksın ispat etsin, ben şu dakikada görevimi bırakacağım. Hatta intihar bile ederim. Bu bir namus meselesidir!”
Bu “hodri meydan” üzerine Vakit muhabirleri harekete geçip, “Yasemin Hanım’ın, yanında Uğur Dündar olmadan defalarca yurt dışına çıktığını” gün gün, saat saat ortaya koymuşlar ve bir “çağrı”da bulunmuşlardı;
“Kendini asma, cevap ver!”
Ne oldu sonra?..
Olan şu:
Uğur Dündar tekrar ekranlara çıkıp, dedi ki;
“Eşimle uğraşıyorlar!.. Yapılan bu haberler, özel hayatın gizliliğini ihlâldir!”
Hoppalaa!..
Arkadaş, “ispat et” diyen sen değil misin?..
Bunun bir “namus meselesi” olduğunu, eğer ispat edilirse “istifa” veya “intihar” edeceğini söyleyen sen değil misin?..
Eee, şimdi nereden çıktı bu “özel hayatın gizliliği” meselesi?!?..
Ekranda efelenirken, işin ucunun oralara varacağını düşünmedin mi?.. O “giriş-çıkış listesi” olmasaydı, senin iddian nasıl çürütülecekti?..
Bu da, böyle bir mesele!..
GELİN, “DARBE PLÂNI”NI KONUŞALIM!
“Askeri bürokrasi”miz; “kaplumbağa hızı”yla hareket edip “ipe un sermeye” çalışır ve hâlâ “imza”yı araştırırken, şimdi de “avukat” çıktı başımıza!..
Neymiş;
“Belgenin sözkonusu gazeteye verilmiş olması, soruşturmanın gizliliğini ihlâl”miş!..
Buyur, burdan yak!..
Söyleyin Allah aşkına;
Biz, neyi tartışıyoruz?..
Ya da, neyi tartışmalıyız?..
Ortada, “AK Parti’yi devirme, Fethullah Gülen’i bitirme” amacıyla hazırlanmış bir “eylem plânı” var!..
O plânda deniliyor ki;
“AK Parti içindeki ajanlar harekete geçirilecek!.. Ergenekon sanığı olan subaylar savunulacak!.. Milliyetçi partilerin tabanı genişletilecek!.. AK Parti’nin şeriat devleti kuracağı vurgulanacak!.. Fethullahçılar’da silah ve mühimmat bulunması sağlanacak!.. Medyada her tür kara propaganda yapılacak!..”
İşte bu “dehşet strateji”yi tartışmamız gerekirken biz ne yapıyoruz?..
Tam bir haftadır “imza”yı araştırıyoruz!..
“Sahte” mi, “gerçek” mi?..
O da yetmiyor;
“Kimin sızdırdığını” araştırıyoruz!..
O da yetmiyor;
Bu “dehşet belgesi”nin “soruşturmanın gizliliği”ni ihlâl edip etmediğini araştırıyoruz!..
Bu, neye benzer biliyor musunuz;
“Değirmenin sele gittiğine” aldırış etmeyip, “şakşağını” aramaya benzer!..
Bırakalım bu “saptırma”ları da;
Gelin, “darbe plânı”nı konuşalım!..
Çünkü, öyle görünüyor ki;
Bu “imza”nın sahteliği veya gerçekliği araştırması “6 ay”dan önce sonuçlanmaz!..
Malûm, burası Türkiye!..
Bu ülkede “temiz iş, 6 ayda çıkar!”
Bu çağda, bu hız!..
Hayret doğrusu!..
================
ATA... GATA... ATTAA!
Ergenekon Terör Örgütü soruşturması kapsamında gözaltına alınan veya tutuklanan bazı komutanlarımız; malûm, ne kadar “Atatürkçü” olduklarını ispat etmek için, “miting”ler düzenlemişler ve Anıtkabir’e gidip “ATA”yı ziyaret etmişlerdi!..
Ne var ki; rahat durmayıp “darbe girişimi”nde bulundukları ortaya çıkınca, tutuklanıp “cezaevi”ne konuldular!..
Aaa, o da ne?.. Tutuklanmadan önce “ATA”yı ziyaret edenler, bu defa da “Ergenekon hastalığı”(!)na yakalanıp, birer birer GATA’nın yolunu tutmaya başladılar!..
Bizler; “Önce ATA, şimdi GATA, bu ne iş?” diye sormaya başlamıştık ki; bir de ne duyalım;
Komutanlarımız “hafıza kaybı” gibi uyduruk raporlar alıp, “ATTAAA”ya gitmeye başlamışlar!..
Sırada ne var acaba?.. “GATA”dan rapor alıp “ATTAAA”ya giden komutanlarımızın, bir süre sonra da “YATTA” keyif sürdüklerini duyarsak, hiç şaşmayalım!..
Baksanıza; maşallahları var, “turp” gibiymişler!..