07-10-2011, 03:02 | #1 |
Süleyman Yaşar - Cari Açık Nedir ve Nasıl Kapanır?
Süleyman Yaşar
Cari açık nedir ve nasıl kapanır? Cari açık bir ülkenin ürettiğinden fazla harcaması anlamına gelir. Ürettiğinizden fazla yaptığınız bu harcamayı diğer ülkelerden borçlanarak karşılarsınız. Gelelim ürettiğinizden fazla harcadığınız paranın niteliğine... Bu harcama, tüketim için de yapılabilir, yatırım için de. Eğer ürettiğinizden fazla harcamayı kazançlı yatırımlar için yapıyorsanız, borçlarınızı ödersiniz. Yok eğer bu harcamayı ancak uzun sürede geri dönüşü olabilen kamu yatırımlarında ya da bütçe açığını kapatmada kullanıyorsanız, dışarıdan bunun için borçlanıyorsanız, işte o zaman cari açık mutlaka sorun olur. Çünkü politikacı ve bürokratlar bu açığı iyi yönetmez. Gelelim Türkiye'nin cari açığına... Türkiye'nin bu yılın ilk dört aylık 29.6 milyar dolar tutan cari açığı, kamu harcamalarının finanse edilmesi sonucunda ortaya çıkmadı. Devlet bütçesi son beş ayda açık vermiyor ki, dışarıdan borçlanmalar bunun için kullanılsın. Üstelik devletin kısa vadeli dış borcu da oldukça düşük, 4.3 milyar dolar seviyesinde bulunuyor. Bu borcu devlet hiç zorlanmadan ödeyebilir. Peki cari açık yok mu? Var. O halde bu cari açık kamunun değilse kimin cari açığı? Özel sektörün cari açığı... Yani Türkiye'nin cari açığı, bizim özel sektörün ürettiğinden fazla harcamasından kaynaklanıyor. Özel sektör, siyasiler ve bürokratlar gibi değildir... Özel sektör, yatırımını, tüketimini iyi yönetecek beceriye sahiptir. Çünkü daha verimli çalışır ve tüm sorumluluğun kendi üzerinde olduğunu bildiği için de parasına şahin kesilir ve işinde iyi bir izleme yapar. Dolayısıyla özel sektörün hesapsız bir borçlanmaya girmeyeceği varsayılır. Nitekim öyle oluyor ve özel sektörün borcunun bir kısmı, yurt dışında kendisine ait paraların kendi şirketine borç verilmesi yöntemiyle oluşturuluyor. Daha az vergi ödemek için bu yol tercih ediliyor. Borcun diğer kısmı ise dünyada para hâlâ ucuz olduğu için alınıyor. Bu gerçeği bilince de, özel sektöre ait olan cari açığın pek büyük bir risk olmayacağı düşünülüyor. Gelelim cari açığın nasıl kapatılacağına... Cari açığın diğer bir tarifi de tasarruf - yatırım farkı olmasıdır. İç tasarruflar arttığı takdirde, dışarıdan yatırım için borçlanmaya gerek olmaz. Bu nedenle de tüketimi kısmak için faizlerin artırılması düşünülür. Oysa faizlerle tasarruflar arasındaki ilişki sanıldığı gibi kuvvetli değildir. Çünkü insanlar sürekli gelirlerine göre harcama yapar, ancak düzensiz gelirlerini tasarruf ederler. Bu nedenle faiz artışı yapmak, tasarrufu artırmak yerine, Türkiye'ye mevcut küresel ortamda daha fazla sıcak para girmesine neden olabilir. Kaldı ki tasarrufları artırmanın cari açığı kapatacağı söylemi de pek doğru değildir. Çünkü Japonya'da tasarrufların milli gelire oranı yüzde 0.5 hatta 2011'de 1.3 oranında eksiye gideceği tahmin ediliyor. Çünkü yaşlanan nüfus birikimlerinden harcıyor. Oysa Japonya, 177 milyar dolar cari işlemler fazlası veriyor. Demek ki cari açık tasarrufla pek ilgili değil. Keza Almanya'da da tasarrufların milli gelire oranı % 11.3. Yani Türkiye'nin tasarruf oranı olan % 13.4'ten geride. Buna karşın Almanya 189 milyar dolar cari işlemler fazlası veriyor. Anlayacağınız "Faizi artırıp tüketimi azaltırım ve tasarrufu çoğaltırım. Böylece cari açığı kapatırım" hesabıyla davranmak, ekonomiyi yanlışa götürür. O halde ne yapmalı? Cari açığı kapatmak için ithal malların pahalı hale gelmesi, ülke içinde dış ticarete konu mal ve hizmet üretiminin çoğalması ve ihracatın rekabet gücü kazanması şart. İşte bunun için Türk parasının aşırı değeri alınmalı. Halen Türk parası, tüketici fiyatları temel alındığında % 17 aşırı değerli. Dolayısıyla Türk parasının fiyatı, temel para birimi dolar karşısında bir lira 60 kuruşun altına gerilememeli. İşte bu nedenle, faiz lobisinin ısrar ettiği faiz artırımından kesinlikle uzak durmak gerekiyor. Sıcak paracılar için Türkiye'nin cazibesini azaltmakta, hatta Türkiye'den sıcak paranın çıkışına destek vermekte büyük fayda var. Kaynak: http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/yas...-nasil-kapanir Sabah 17.06.2011
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
07-10-2011, 03:37 | #2 |
Süleyman Yaşar - Faiz Düşerse Cari Açık Azalır
Süleyman Yaşar
Faiz düşerse cari açık azalır Merkez Bankası'nın toplantısı öncesinde faiz lobisi harekete geçti. "Cari açık için faiz artırılsın" tezi öne sürülüyor. Ancak faiz artarsa ülkeye daha fazla döviz gelir. Bu da döviz kurunu düşürür. Dolayısıyla ithalat artar. Faiz düşerse tersi gündeme gelir. Son dönemde ekonomiyle ilgili olumsuz beklentiler cari açık üzerinden kurgulanıyor. Şunu hiç unutmayalım: Cari açık bir ülkenin ürettiğinden fazla harcaması demektir. Türkiye'de ekonomik krizlerin yaşandığı dönemlerde, devlet büyük bütçe açıkları veriyor ve bu açıkların finansmanını da yurt dışından yapıyordu. Yani bu cari açık, devletin bütçe açığından kaynaklanıyordu. Oysa şimdi durum tam tersi! Bugünkü cari açık, özel sektörün ürettiğinden fazla harcamasından kaynaklanıyor. Sermaye hareketlerinin serbest olduğu Türkiye'de, faizleri yükselterek cari açığı kapatmak artık mümkün olamaz. Nedeni de, dünyada dolar, euro ve yen faizleri çok düşük. Türkiye faiz yükselttiği takdirde, yurt dışından daha fazla sıcak para hemen Türkiye'ye gelir ve bu da piyasada para arzını artıracağı için talep beklenenin aksine çoğalır. Bir de Türk parası gelen döviz nedeniyle değer kazanacağı için ithalat talebi umulanın tam tersi daha da artar. Peki Merkez Bankası faiz arttırırsa niye daha fazla döviz gelir? Nedeni çok basit. Borçlarını ödeyemeyen Yunanistan'da üç ay vadeye % 1.49 faiz verilirken, Türkiye'de aynı vadeye verilen faiz % 8.92 oranında seyir ediyor. İki ülkenin enflasyon oranları farklı diyebilirsiniz. Evet euro kullandığı için komşuda enflasyon daha düşük olabilir ama ya ekonomisinin durumu? Yunanistan'ın ekonomik riski bu kadar yüksek düzeyde bulunurken Türkiye'de kısa vadeye daha da yüksek faiz vermek akıl kârı değildir. O halde ne yapmalı? Türkiye cari açığını kapatmak için faiz indirimine giderek ülkeye sıcak para girişini önlemeli. Böylece Türk parasının üzerindeki aşırı değerli kısmı almalı. Aksi takdirde faiz artışı Türk parasını daha da değerli yapacağı için cari açık bugünkü seviyesinden daha da yükseğe çıkabilir. Hatırlatalım, faiz artışı bazılarının hâlâ savunduğu gibi tüketimi de kısamaz; çünkü insanlar tüketip tüketmeyeceklerine sürekli gelirlerine bakarak karar verirler. En son yayınlanan tüketici güven endeksi verilerine göre, iş bulma olanakları önceki döneme göre yaklaşık bir puan artarak 92.85'e çıktı. Vatandaş iş bulma ve işinde kalma ihtimali arttıkça ve sürekli gelire kavuştukça tüketecektir. O halde şu anda yapılacak faiz artırımı iç talebi kısmayacak demektir. Hatta munzam karşılık artışı, taksit sayısını azaltma yoluyla kredileri kısıtlama önlemleri bile bu koşullarda tüketimin kısılmasında istenen sonucu vermez. Kaynak: http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/yas...ri-acik-azalir Sabah 21.06.2011 |
|
07-10-2011, 03:44 | #3 |
Süleyman Yaşar - İç Talep Döviz Kuru Artarsa Kısılır
Süleyman Yaşar
İç talep döviz kuru artarsa kısılır Gelelim iç talebin nasıl kısılacağına… İç talep ancak ithal mal fiyatları yükselirse kısılabilir. İthal mal fiyatlarını yükseltmenin yolu da döviz kurlarının bir miktar yükselmesinden geçiyor. Eğer durum buysa, faiz artışını kim istiyor peki? Faiz lobisi istiyor. Çünkü onlar kolay para kazanmaya alıştılar. Merkez Bankası'na baskı yaparak faiz arttırıp rekabet etmeden para kazanıyorlar. Kendilerine göre ekonomiyle ilgili olmadık riskler dile getirerek faiz artırımının yolunu açmaya çalışıyorlar. AK Parti'ye her iki seçmenden birinin oy vermesi bile bir risk onlara göre. Hatta faiz lobisine göre, Türkiye'nin demokratik anayasa yapması da bir risk. Oysa Türkiye'nin kamu maliyesi Avrupa'nın en sağlam ülkesi Almanya'dan bile daha iyi durumda. İç ve dış şoklara gayet dayanıklı bir mali yapı var. Almanya'nın bütçe açığı % 5.1, borç yükü % 79.5, büyüme hızı % 3.2 iken, Türkiye'nin bütçe açığı % 3'ün altında, borç yükü % 40 ve büyüme hızı en düşük tahmine göre % 4.5 olacak bu yıl. Bu tablodan çıksa çıksa faizleri düşürme kararı çıkar; ama onlar bu tabloyu görmezden gelip faiz artışı istiyorlar. Artık adını koyalım. Bu, düpedüz Türkiye'den haraç istemektir. Başbakan Erdoğan'ın seçim sürecindeki "sıfır reel faiz" önerisini dikkate alıp kimseye haraç vermeyelim. Küresel faiz çetesi ve yerli uzantıları kendilerine başka kapı bulsunlar. Kaynak: http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/yas...rtarsa-kisilir Sabah 21.06.2011 |
|
07-13-2011, 17:06 | #4 |
Seyfettin Gürsel - Cari Açık Nasıl Azaltılır?
Seyfettin Gürsel
Cari açık nasıl azaltılır? Cari açığı arzulanan ölçüde daraltmak için gelir vergisi kaçağı üzerine de kararlılıkla gitmek ve elde edilecek geliri yine tasarruf etmek gerekiyor. Bu soruya iktisatçılar farklı yanıtlar veriyorlar. Bugün açıklanan 1. çeyrek büyüme, cari açık oranının % 8’in üzerine çıktığını resmen tescil etmiş olacak. Bu rekor açığın yarattığı riskler yeterince tartışıldı. Açığı yaratan başlıca etkenler üzerinde de geniş bir mutabakat var: Aşırı tüketim, değerli TL ve yüksek enerji fiyatları. Bu etkenlere bir de dış talepteki zafiyet eklenebilir. İhracatımız dış talep yetersizliği nedeniyle yeterince hızlı artmıyor. Doğru, ama daha yüksek ihracat, daha yüksek ara malı ithalatına neden olacaktı, unutmayalım. Esas anlaşmazlık, 60 milyar doları aşan cari açığın hangi ekonomik politikalarla 40 milyar dolarlara çekileceği. İhracat cephesi fazla ümit vermiyor. Ortadoğu giderek ısınıyor. AB ise Yunanistan’ın yarattığı büyük baş ağrısının ilacını bulabilmiş değil. Açığı daraltmanın tüm yükü ithalat üzerinde. Temelde iki yöntem var: Birinci yöntem, ithal mallarının nispi fiyatlarını yükselterek taleplerini kısmak. Yani TL’ye değer kaybettirmek. İkinci yöntem, iç talebi kısarak ithalatı azaltmak. Becerebilirseniz her iki yöntemi de bir arada kullanmanın bir sakıncası yok. İthalatı kısmanın yolları Birinci yöntemin cazip yönü, ihracatı arttırıp ithalatı yerli mallarla ikame etmesi. Böylece büyümeden taviz vermeden cari açığı azaltabilirsiniz. Ancak iki sorunumuz var: Bir, ihracatımız fiyata fazla duyarlı değil. Yani mallarımızın döviz fiyatı düşürüldüğünde talebi az artıyor. İki, sofistike aletler, lüks otomobiller gibi pek çok ithal malının yerli muadili yok. Yine de TL’nin değer kaybetmesinin cari açık üzerindeki etkisini küçümsememek gerekir. İyi de, TL’ye değer kaybettirmenin bir yolu var mı? Mevcut dalgalı kur rejiminde pek yok. Ama umutsuz olmayalım. Son dönemde TCMB’nin döviz kurunda belirsizlik yaratan yeni politikası ile birlikte bizzat cari açığın yarattığı risk, TL’ye bir miktar değer kaybettirdi. Kur şokunun yaratacağı sert düzeltme durumu hariç TL’ye kontrollü bir şekilde daha fazla değer kaybettirilebilir mi? Sanmıyorum. Bu durumda esas sorumluluk ikinci yöntemin, yani iç talebin kısılmasının sırtına biniyor. Şu anda bu yöntem kredilerin çeşitli yollardan kısılmaya çalışılması ile uygulamada, ama tek başına yeterli olacağına kimse inanmıyor. Bir diğer yol, TCMB’nin faizleri arttırması. Ancak bu çok tartışmalı. İki nedenle: Bir, çıktı açığı kapanmış değil. Dolayısıyla olmayan talep baskısına karşı faiz silahını çekmek ne kadar anlamlı? İki, faiz artışı sıcak parayı azdıracağından TL’yi yeniden değerlenme sürecine sokabilir. Maliye politikasının iki yönü Geriye maliye politikası kalıyor. Ancak bütçe açığını azaltmanın cari açık üzerindeki etkisi de çok tartışmalı. Kamu harcamalarının ithal kapsamı düşük. Dolayısıyla harcamaları kısarak cari açığı azaltmak akıllıca bir yol değil. Buna karşılık vergi gelirlerini arttırarak doğrudan iç talep üzerinde etkili olabilirsiniz. Bu açıdan önümüzdeki üç yıl eşsiz bir fırsat var: Vergi ve prim affından 50 milyar TL bekleniyor. GSMH hesabıyla yılda yaklaşık 1,5 puanlık ek vergi demektir. Bu ekstra gelir harcanmayıp tümüyle tasarruf edilebilirse, gerek tüketim malı, gerek yatırım malı ithalatı üzerinde hissedilir azaltma yaratacaktır. Ancak cari açığı arzulanan ölçüde daraltmak için bu yetmez. Gelir vergisi kaçağı üzerine de kararlılıkla gitmek ve elde edilecek geliri yine tasarruf etmek gerekiyor. Söylendiği kadar kolay değil. Kaynak: http://www.radikal.com.tr/Default.as...icleID=1054565 Radikal 30.06.2011 |
|
07-13-2011, 17:30 | #5 |
Murat Üçer - Cari Açık Ne Anlama Gelir?
Murat Üçer - Cari açık ne anlama gelir?
Kriz sonrasının aksine, artık iç talep ağırlıklı değil, arz tarafından (yani üretkenlik artışları yoluyla) büyümek gerektiğini kabul etmeliyiz. Bir ülkenin bir müddet cari açık vermesi ve bunu finanse etmesi doğal. Bu bir bireyin veya şirketin banka finansmanı veya birikimini kullanmasından çok farklı değil. Mesele, açığın seviyesi ve niteliği. Ülkelerin cari dengesini; demografi, ticaret hadleri, enerji bağımlılığı, döviz birikimi gibi bazı değişkenler belirliyor. Bu değişkenler çerçevesinde ülkelerin ‘normal’ denebilecek cari denge seviyesini veya basit formüllerle ‘sürdürülebilir’ açık seviyesini hesaplamak mümkün. Türkiye için bu düzeyin en fazla -GSYH’ye oranla- % 4,5-% 5,0’ler civarında olması gerektiği aşağı yukarı kabul görüyor. Nitekim OVP ve benzer platformlarda bu civar rakamlar kullanılıyor. Bilindiği gibi şu anda açık % 8 civarında ve yılı büyük olasılıkla % 9’un üstünde kapatacağız. Yani olması gereken düzeyden ciddi bir sapma söz konusu. Seviye yanında nitelik konusu da önemli: Her cari açık aynı değil. Nasıl ki kredimizi tüketime mi yoksa yatırıma mı kullandığımız önemliyse, cari açığı da ne amaçla verdiğimiz önemli. Benzer şekilde –her cari açığın finanse edilmesi gerektiğine göre– finansman kalitesi önemli. Finansman uzun vadeli ve kalıcı mı, yoksa kısa vadeli mi? Yine mikrodan örnekle, kendimizi kredi kartıyla mı, yoksa mesela yatırımcıları şirketimize ortak ederek mi finanse ediyoruz? ‘Cari açığımız var ama...’ Seviyenin yüksek olmasının yanında, açığın kalitesi de Türkiye’de rahat bir durum olmadığını gösteriyor. Doğrudur, açıktaki artış ağırlıklı olarak yatırımdan kaynaklanıyor. Ancak son 10 yıla baktığımızda enerji-dışı ara malı ithalatı/sanayi üretimi oranının, yani sanayinin ithalat yoğunluğunun arttığını görüyoruz. 10 yıl kısa bir süre değil; ‘bugün ithalat ve yatırım, yarın döviz getirisi’ teziyle tam uygun olmayan bir durum var gibi. Finansman tarafında konu daha da açık: Bilindiği gibi uzun vadeli kredilerin ve doğrudan yatırımın toplamda rolü azaldı, kısa vadeli kredi ve portföy girişlerinin ağırlığı arttı. Sonuçta cari açık etrafında bir miktar “cari açığımız var ama...” tarzı mantık yürütmek mümkün. Ama açık aşırı olmamalı ve sağlam kaynaklardan finanse edilmeli; şu anda Türkiye’de durum pek de böyle değil. Kaldı ki, her koşulda cari açık, dış finansmana bağımlılık demek. Herhangi bir sebepten dolayı finansman bulamadığınızda ekonomide sert bir daralma kaçınılmaz oluyor. Cari açık vereceksek, bir defa her an sert daralmalara hazır olmak gerekiyor. Ekonomiye ince ayar Peki, bütün bunlardan ne anlam çıkarmalı? Bizce iki anlam çıkarmalı. Birincisi, kısa vadede ekonomiye ciddi bir ‘ayar’ gerektiği ve bunun biraz sancılı olabileceği. Kısaca, 70-75 milyar dolar civarına doğru giden bir cari açığı, daha makul bir düzeye, mesela 40-45 milyar seviyesine çekmek gerekiyor. Hatırlatalım: Eğer ihracat ve ithalat aynı oranda artarsa cari açık da o oranda artıyor. Demek ki rakam nominal olarak daralacaksa, uzunca bir süre ithalatın ihracattan çok daha yavaş artması gerekiyor. Bu da -kur bir miktar değer kaybetse dahi- büyümeden ciddi feragat etmeden pek mümkün değil. Kısaca, geldiğimiz noktada meselenin ‘aritmetiği’ bizden yana değil; normal şartlarda nominal dolar cinsi artan bir açıkla karşı karşıyayız. İkincisi, bu tarz bir cari açık, ekonomide yapısal olarak bir şeylerin doğru gitmediği anlamına geliyor. Aşırı cari açık demek, ülke olarak global mal ve servis yelpazesinde yeterli varlığı gösteremiyoruz, bu yelpazeden yeterli payı alamıyoruz demek. Bunun da temel sebebi, yabancı para cinsinden ortalama gelir düzeyimiz ile ortalama üretkenlik/beceri düzeyimiz arasında bir uyumsuzluk olması. Buradan ise iki sonuç çıkarmak mümkün. Birincisi konjonktürel. Gelir artışımız son yıllarda üretkenliğimize oranla fazla hızlı gittiği için bir müddet daha düşük bir gelir artışına katlanmamız gerekiyor. Böyle bakınca, bu günlerde oldukça gündemimizde olan ‘aşırı ısınma’ tartışmaları da semantik oluyor. Sonuçta ‘aşırı’ bir cari açık varsa ekonominin soğutulması, elimizdeki tüm politika araçlarının –mali, parasal ve denetsel (macro-prudential)– bu amaca yöneltilmesi gerekiyor. İkinci nokta yapısal. Konuyu yukarıdaki gibi bir ‘gelir düzeyi-üretkenlik düzeyi uyumsuzluğu’ olarak koyduğumuzda, cari açığın aslında bir ülkenin ‘vasıf ve kurumsallaşma açığı’ anlamına geldiğini söylemek mümkün. Dolayısıyla mesele ithalatı vergilendirmek-ihracatı teşvik etmek, kuru yukarı itelemek, KOBİ’lere ucuz kredi sağlamak, Tobin vergisini uygulamak gibi önlemler boyutunu aşıyor; hatta bu tarz yaklaşımlar yapısal sorunları görmezden gelerek çözümü geciktirme riski bile taşıyor. Bunların aksine, ‘uzun vadeli stratejiler geliştirmek’, ‘ortalama KOBİ’mizin verimsizliği’, ‘ortalama insanımızın vasıf eksiklikleri’ gibi zor konulara odaklanılması gerekiyor. Daha insanca bir sistem Peki, ne yapmalıyız? Her şeyden önce sorunun ciddiyetinde anlaşmalı, kısa vadecilikten kaçınmalıyız. İki: Global kriz sonrası dönemin aksine artık iç talep ağırlıklı değil arz tarafından –yani üretkenlik artışları yoluyla– büyümek gerektiğini kabul etmeliyiz. Üç: Devletin kurumlarını uzun vadeli politika üretmeye istekli hale getirmeliyiz. Dört: Ankara’dan, parça çözümlerden kaçınan, bütünlüğü olan bir ‘strateji’ dokümanı oluşturmasını beklemeli, konuyu günlük finans kanallarında demeçlerle ve gazete köşelerinde değil, entelektüel düzeyi daha yüksek platformlarda tartışmalıyız. Türkiye’de son 10 yılda çok olumlu değişimler yaşandı; 1990’ların asalak yapısı değişti, ekonomik yapı kuvvetlendi; yoksul, vatandaş oldu, vatandaşın temel servislere erişimi sağlandı. Kısaca, sistem daha verimli ve daha insanca çalışmaya başladı. Ama artık bunun yetmediğini, hatta ulaşılan nispeten yüksek ortalama gelir düzeyimizin rekabet açısından bazı sorunlar bile doğurmaya başladığını kabul etmek gerekiyor. Bundan 10 yıl önce nasıl ‘kamu borç dinamikleri’ ekonomi gündemimizi belirlediyse, bugün de cari açık bu yoğunlukta gündemimizi belirlemeli, bu doğrultuda gerekenlerin yapılması için seferber olunmalı, mesele global likiditenin akışına bırakılmamalı. Kaynak: http://www.radikal.com.tr/Radikal.as...CategoryID=132 Radikal 09.07.2011 |
|
07-13-2011, 17:38 | #6 |
Seyfettin Gürsel - Cari İşlemler Açığını Azaltmanın Bedeli
Seyfettin Gürsel
Cari işlemler açığını azaltmanın bedeli % 5'in üzerinde büyümeyi kontrol edilebilir açıkla bağdaştırmanın yolu ihracatın ithalattan hızlı artması ile mümkün. Mayıs ayı ödemeler bilançosu rakamları sürpriz yaratmadı. Cari açık beklendiği gibi 7.5 milyar dolar çıktı. İlk 5 ayda cari açık 37 milyar dolar. Bu rakamlar cari açığın milli gelire oranının % 9’a doğru gittiğini gösteriyor. Oysa ekonomi bir yandan soğuyor. Düşen büyümenin haziran ayından itibaren ithalat üzerinde etkisini göstermesini bekliyorum. Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) haziran ayı ihracat rakamları, ihracatın haziran ayında toparlandığını söylüyor. Bu bilgiler ışığında önümüzdeki aylarda cari açıkta düşüş beklemeliyiz. Yılın sonuna doğru da düşen büyümeye bağlı olarak cari açık oranının % 8-9 düzeyinden aşağılara indiğini göreceğiz. Sürdürülebilir cari açık Ama ne pahasına? Soruyu şöyle netleştirelim: TL’nin reel değeri aşağı yukarı bugünkü değerini koruduğu koşullarda büyüme yüzde kaça düşerse cari açık da sürdürülebilir bir düzeye geriler? Tabii ‘sürdürülebilir cari açık’ kavramını rakamla tanımlamak gerekiyor. Murat Üçer, 9 Temmuz tarihli Radikal’de yayımlanan ‘Cari açık ne anlama gelir’ başlıklı makalesinde Türkiye’nin kriz yaratmadan taşıyabileceği cari açık oranını% 4-5 olarak tahmin ettiğini belirtiyordu. Bu tahmine katılıyorum. Ama esas kritik sorunun yanıtını bilmiyoruz: Cari açık oranını bu düzeye çekmek için büyüme oranı kaça düşmeli? Önümüzdeki dönemde cari açıkla büyüme arasındaki ödünleşmeyi, diğer ifadeyle cari açığı azaltmanın büyüme cinsinden bedelinin ne olacağını çok tartışacağız. Bu konuda iyimser değilim. Son yıllarda cari açığın yapısal zafiyetinin arttığı kanaatindeyim. Türkiye sanayi rekabet gücünde bir atılım yapamadı. Enerjinin nispi fiyatı da giderek arttı, artmaya da devam edecek. TL’nin değerini dalgalı kur-enflasyon hedeflemesi çerçevesinde, sıcak paranın kaçtığı şok durumu hariç, düşüremezsiniz. Kaldı ki bu tür şoklardan sonra yükselen faizler ve düşen cari açık, sıcak parayı yeniden çekiyor ve TL eski değerine dönüyor. Sonuç olarak kur şoku riskini en aza indiren bir cari açık oranının oldukça düşük bir büyüme oranı gerektirdiğini düşünüyorum. Ama ne kadar? Doğrusu tam kestiremesem de % 4 civarı olabileceğini düşünüyorum. Zor işler Böyle bir denge işsizlikle mücadeleyi baltalar. Büyüme % 4 civarına düştüğü takdirde işsizlik de artmaya başlayacaktır. Böyle bir gelişmeye hükümet seyirci kalamaz. İyi de ne yapabilir? % 5’in biraz üzerinde bir büyümeyi kontrol edilebilir cari açıkla bağdaştırmanın yolu ihracatın ithalattan daha hızlı artmaya başlaması ile mümkün. Burada anahtar kısa dönemde daha düşük maliyetli yerli üretim ile hem ihracatı arttırmak hem de yabancı malları olabildiğince yerli mallarla ikame etmektir. Esas çözüm ise orta uzun vadede ileri teknoloji içeren mallardan daha çok üretmektir. Kendimizi aldatmayalım, bunlar söylemesi kolay yapması zor işlerdir. Kısa dönemde maliyet düşürmek iş gücü ve enerji piyasalarında can sıkıcı reformlar gerektiriyor. Yeni hükümetin programına iş gücü piyasası reformunu alması umut verici. Seçim öncesi hazırlanan ‘Ulusal İstihdam Stratejisi’nin bakalım ne kadarına cesaret edilecek. Elektriği ucuzlatacak bir reform ise gündemde değil. Hükümet uzun vadede çözümü getirecek yaygın ve kaliteli eğitimin öneminin nihayet farkına varmış gözüküyor. Ama zaman hızla geçiyor. En kısa zamanda kapsamlı ve radikal bir eğitim reformunun tartışma gündemimize girmesi gerekiyor. Kaynak: http://www.radikal.com.tr/Default.as...CategoryID=101 Radikal 12.07.2011 |
|
12-01-2012, 02:19 | #7 |
Süleyman hocam yazılarınız çok güzelde derslerinizde hep uyurdumaffedin ya
|
|
05-28-2013, 12:19 | #8 |
maliye bakanı Mehmet Şimşek, gelir vergisi - kurumlar vergisi gibi vergiler yeterli oranda toplanamadığı için, akaryakıta - içkiye - sigaraya (ötv) yüklenildiğini itiraf etmek zorunda kalmıştı.
ben bu konuya başka bir açıdan yaklaşıldığını gördüm. (bir tartışma sitesindeki denetçiden duydum. site adını reklam olmasın diye vermek istemiyorum) . vergilerle cari açığın frenlendiği söyleniyordu. alıntı: ülkemizdeki cari açığın büyük bölümü enerjide dışa bağımlılık yüzünden. bu yüzden enerjiden tasarruf etmemiz gerekiyor. -akaryakıttan alınan yüksek vergiler, akaryakıt tüketimini frenleyerek cari açığı azaltıyor. -nükleer santral, ithal doğalgaza olan bağımlılığımızı düşürerek cari açığı azaltıyor. (elektriğimizin yarısı doğalgazdan) ithal mallar da cari açığı arttırır. -araçlardan %40, 84, 130 oranlarında alınan vergiler (ötv), çoğu ithal olan veya ithal malzemelerle üretilen arabaların satışını frenleyerek, cari açığı azaltıyor. -neredeyse tamamı yurt dışından gelen cep telefonlarına da acilen %100 vergi getirilmeli. işsizim diyen adam elinde iphone ile dolaşıyor. ....... Başbakanımız bir zamanlar ''Porsche kullanacağına Fiat kullan n'olacak'' diyordu. bu mantıkla cari açığı çözebilir miyiz acaba? ekonomiye ilgi duyan arkadaşlar varsa bu konuyu ele alıp tartışalım |
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|