![]() |
#1 |
![]() YENİ DEVLET TAKVİMİ
1.Mart.l333 (1917) Beylerbeyi Sarayı Sonradan Batı takvimi benimsenmemiş olsaydı, bugün yeni bir yılımız başlardı. (1) Bizim iki tarihimiz var : biri, DİN'in ki, Muharrem'Ie, öteki DEVLETİN ki, Mart ile girer. (1) Osmanlı Devletinde Tanzimattan beri kullanılmakta olan Rûmî takvimde yılbaşı, l Mart'dır. Julien takviminin, müslümanla-rın kullandığı Hicri takvime uygulanmasıyla yapılan Rûmî takvim, bugün kullanmakta olduğumuz Gregorien takvimden 13 gün geridir. 1917 yılında Hükümet bu farkı kaldırmak istemiş ve Rûmî tarihle 8 Şubat 1332 de, 5 maddelik bir kanun çıkarılmıştır. Kanunun 1. ci maddesi şöyledir:«1332 senesi Şubatının 16. cı günü, 1333 senesi Martının birinci günü sayılacaktır.» Bundan sonra yılbaşımız «Kânunsâni» olacak. Bilmem, ilgili Daireler, Bakanlar Kurulu, Milletvekilleri, Senato ve muh terem biraderim hazretleri» (2) «Kânunsâni» deyimiyle yeni Bir yıla girmenin, biraz manâsız, biraz gülünç olacağını dü-şündüler mi?... Bir yıl, Kânunun (birinci) sinde bitiyor, ardından ge-çen yıl da (ikincisi) adile besmele çekip buyuruyor. Batı tak-viminin benimsenmesine karşı olduğum sanılmasın; tersine, uygun bulduğum içindir 'ki şu birkaç satırı yazdım. Bir yenik eksik olursa, yararı da eksik olur. Umulur ki, zaman bunu da düzeltsin. Şehzadelik Günleri 2.Mart.1333 (1917) Dün yaptığım bu yorum, bugün beni biraz düşündürdü, Şimdiye kadar sigara dumanlan arasında düşünceyle geçen günlerimin bazı hatıralarını yazmaktaki ihmalime nerdeyse pişman oldum ve üzüldüm. Uzun bir hayat ve uzun bir hü-kümdarlık çağı geçirdim. Hatıralarım, yalnız benim değil, biraz tarihin ve özellikle tarihindir.Ben Saltanatta iken, düzgün bir tahsile ve okumaya vakit bulamıyordum. Şehzadeliğim de büyük kardeşim gibi, hiçbir şeye aldırış etmezlik içinde geçmişti.Büyük kardeşim hazretlerinin çevresini alan edebiyatçılar ile, sonra beni yeren yazılar yazanlar, Sultan Murad'ı bilgin, şair, yurtsever sağlam bir kişi olarak halka tanıtmak ve sevdirmek isterlerdi. Oysa Rahmetli'nin bilginliği, olgunluğu şöyle dursun, yazısı ve imlâsı bile zayıftı. Sadrazam Fuat Paşa (3) tedavi için Nis'e giderken, gelini Nimet hanıma yazdığı bir tezkereyi o zaman görmüş ve bir suretini çıkarmıştım. Rahmetli kardeşim Fuat Paşadan pek çok korkardı. Buna o vakit «bey» olan Ziya Paşa'nın, «Veraset-i Seniyye» (4) mevzuunda broşür olarak yayınladığı mektupları sebep olmuştu. Ziya Bey'in Fuat Paşa'ya hıncı vardı. Güya, rahmetli Amcama (5) Fuat Paşayı Sadrazam yapmasını o salık vermiş de, Paşa Sadrazam olunca onun isteklerini yerine getirmemiş! Yılbaşı da l Kânunsâni (l Ocak) olarak benimsenmiş, ancak bütçe yılının başlangıç tarihi, eskisi gibi l Mart olarak bırakıl -mıştı. Abdülhamidin sözünü ettiği ve biraz da mizaha aldığı deği-şiklik işte bu değişikliktir. Çünkü böylece bir yıl, «Birinci Kanunla bitiyor, ikinci yıl «ikinci Kânun» la başlıyor. Sonradan Birinci Kânun, ikinci Kânun» deyimleri kaldırılarak bu aylar, «Aralık ve Ocak» olarak adlandırıldıktan, yeni kuşakların bu ince mizahın zevkine varmaları güçleşmiştir. (2) Sultan Mehmet Reşat. Veliahd Murat Efendî'nin Mektubu Ben, Ziya Bey'i o zaman da sevmezdim, «Ziya Paşa» olduktan sonra da... Çünkü zekâsını iyilikten çok hıncı olan kimselere karşı kullanır, hırslı ve intikam peşinden koşan bir adamdı, İşte bu (Paşayı hoş tutma) hevesile Veliaht Mu-rad Efendi'nin Fuat Paşa ailesine yazdığı mektup olduğu gibi şudur : «İffetlû Hanımefendi, Peder-i vâlâları Paşa Hazretlerinin nâmizaç oldukları ve tebdil-i ab-u hava zımnında gelecek hafta zarfında Avrupa'ya azimet buyuracakları reside-i câ-mia-i teessüfümüz oldu. Cenab-ı hak ve feyyaz-ı mutlak, ka-riben kesb-i afiyet ihsan (6) buyursun. Doğrusu şu hâle, aşırı derecede mağmum ve mükedder olduk. Ve şafi-i (7) hakikî olan cenab-ı perverdigârdan şifa-yı acil ihsan buyurması da'vatını an hulusulbâl yad-ü tezkâr eyledik. Her halde hıfz-ı hüdâda bulunmaları mütemenna-yı hulusveriyedir. (8) Merhum, bu tezkereyi yazarken ben yanındaydım, önce uzun, uzun müsveddesini yaptı. Sonra dikkatle ve ağır, ağır temize çekti. (9)Ben Selânik'e gittikten ve bu değişikliğin getirdiği bezginlik iki üç ay içinde silindikten sonra, düzenli olarak okumaya başladım. Edebiyat ile Tarih en sevdiğim bilgi dalları idi. Ben saltanatdan uzak kaldığım bu günlerde yalnız dinlenmeyi değil, şan ve şerefimin de büyük bir bölümünü kazandım. İşte bugün, Allah'a şükür, fikrimi oldukça düzgün bir üslup içinde ifade edebiliyorum. Fransızca'dan, kulak dolgunluğu ile birçok kelime bilirdim. Selânik'in uzun günlerinde bu dili, düzenli olarak öğrenmeğe çalıştım. Şimdi okuduğum gazete ve kitapları, lügat yardımı ile, fakat kolaylıkla anlıyorum. -Tanzimat döneminin ünlü sadrâzamlarından Keçecizâde Mehmet Fuat Paşa. (1815 - 1869)Ziya Paşanın Âli Paşayı Mısır'da saltanat şeklini değiştirmesi yüzünden eleştiren düzyazı eseri: «Veraset-i Saltanat-ı Seniyye.» (1868)Sultan Abdülâziz.Abdülhamid tarafından metinde yanlışlıkları belirtilmek için altlan çizilen sözcük ve deyimler siyah dizilmiştir. Eski harflerle imlâsı yanlış yazılmıştır.Metinde bu kelimenin altında 2 çizgi vardır.Mektup, bu hâlile de anlaşılacağı gibi, Fuat Paşa'nın hastalığı yüzünden Avrupa'ya gitmesi üzerine, Sultan Murad tara fından kaleme alınmış bir hatır mektubudur. Mektupta, Paşa'nın hastalığı yüzünden Avrupa'ya gideceğini üzüntü ile haber aldı ğını yazıyor, o günün diliyle Paşaya Allah'dan sağlıklar diliyor. Bu birkaç satırlık mektupta Abdûlhamid bazı sözcüklerin yanlış yazılmasını, bazılarının da yanlış kullanılmasını ele almakta ve Sultan Murad'ın da pek öyle bilgili, şair, edebiyatçı olmadığını anlatmaya çalışmaktadır. Çünkü başka annelerden doğan bu iki kardeş, oldum olası birbirleriyle geçinememiş, birbirlerini kıskanmaşlardır. Ben Edebiyatçıların Değil, Edepsizlerin Düşmanıyım Ah... Beni edebiyata düşman sanır ve böyle gösterirlerdi. Hayır!.. Ben edebiyatın değil, edebsizliğin, edebiyatçıların değil, edebsizlerin düşmanı idim. Ziya Bey'i Vezirlik ve Valilikle İstanbul'dan uzaklaştırmaya beni iten kuvvet, efkâr-ı umumiye değil, onun bilgisine ve olgunluğuna olan saygımdı. Mithat Paşa, bilgisi ve olgunluğu ile halka daha müessir olduğu halde, onu Avrupa'ya sürdüğüm zaman, kaç adam sesini çıkardı?... Ben edebiyata düşman olsaydım. Kemal Bey'e (Namık Kemal) öldüğü güne kadar kesemden aylık vermez ve oğlunu saray hizmetine almazdım. (10) Ben edebiyata düşman olsaydım, Ekrem ve Ebüzziya beylerin nazlarını çekmezdim. Ben edebiyata düşman olsaydım, Abdülhak Hamit Bey'i dolgun aylıklarla rahat yaşatmaktan başka, ara sıra borçlarını da vermek gibi hayırhaklıklarda bulunmazdım. Ben edebiyata ve tarih bilimine düşman olsaydım, bir ara tacımla, tahtımla uğraşmak istemiş olan Murad Bey'in (Mizancı Murad) her münasebetsizliğine katlanarak, istifa ettiği halde etmemiş kabul ederek devlet hizmetinde kalmasına razı olmazdım! Hayır, tekrar ederim ki ben, edebiyatçıların gerçek ve şefkatli bir dostu idim. Eğer onlara düşman olsaydım, benim de sokak ortalarında edebiyatçı ve muharrir öldürecek adamlarım yok değildi!... (10) Ali Ekrem Bolayır (1867 - 1937) babası sürgüne gönderildikten sonra Mabeyn Kâtibi olarak saraya alınmıştır. (1888) «Ben Yangın Bırakmışım!» 3.Mart.l333 (1917) Beylerbeyi Sarayı Bu sabah, Musahibim söyledi : Kadıköy vapurunun yan şamatalarından birinde dört-beş efendi, heyecanlı bir sohbete koyulmuşlar : İçlerinden biri, günün bütün yoksulluğunu ve hayat güçlüğünü eleştiriyor ve bundan da Hükümeti sorumlu tutuyormuş. Ama sarı bıyıklı birisi bu tenkitleri yapana kaşlarını çatarak, kaba bir tutum ve dil ile : — Bu yangını Abdülhamid bıraktı. Mithat Paşa'yı attıktan ve öldürdükten sonra, tuttuğu yolun buraya çıkması zorunluydu demiş ve bu sözü söyleyen de Selânikli Doktor Nazım Bey'miş... Bunu musahibim merak ettiği için soruşturarak öğrenmiş... Doktor Nazım Bey'in adım yirmi yıldanberi sık sık işitir-dim. Öncüleri, Ahmet Rıza Bey'le birlikte aleyhimde çalıştı. «İttihat ve Terakki» nin koyu taraftarlarından olduğunu, kimseyi beğenmez, kimseyle hoş geçinmez bir adem diye tanındığını söylerlerdi. Bana karşı olanların hayatlarım ve hareketlerini köşemden arasıra izlerdim. Doktor Nazım Bey'in, mesleği olan doktorlukla uğraşacağı yerde politika ile, ama karmakarışık bir politika ile uğraşıp didindiğini bilirdim. Yalnız övülecek bir yanım söylüyorlar; kendi adına hırsı olmamakla, hiçbir memuriyet kabul etmemekle, arkadaşları arasında mütemayiz bir vatansevermiş! Soyumdan getirerek taşıdığım unvandan (Sultan) bile adımı tecrit etmeğe kendisinde yetki gören Doktor Nazım Bey'in şahsıma değil, Kadıköy vapurunun yan kamarasından hakkımda bir kere daha savurduğu bu aşağılık hicviyeyi burada mevzubahs edeceğim. Abdülhamid bir yangın mı bıraktı acaba?.. Ve Abdülhamid'in devrine bağlanan üç yüz senelik kopuşmalar döneminden gelen kundaklar var mıydı, yok muydu?... Bunun münakaşa yeri burası değildir, tarihtir; Doktor Nazım Beyle, fikir yoldaşlarının da bir gün içine girecekleri Tarih!... Ben 1324 (1908) yılının Temmuzunda Hükümeti bu mücahitlere, 1325 (1909) Nisanında da saltanatı şevketlû biraderim hazretlerine teslim ettim. Benim zamanımda hududumuz, İşkodra'dan Basra Körfezi'ne, Karadeniz'den Afrika'nın kum çöllerine uzanırdı. «Almanac de Gotha»nın 1908 yılında yayınlananı ile bugün çıkanı karşılaştırılırsa, benden sonra gelenlere yangın değil, büyük bir ülke, otuz milyonu aşan nüfus ve bir ordu bırakmış olduğum anlaşılır. Ben Ödedim, Onlar Borçlandı. Şöyle böyle on yıl oldu. Yani, sürdüğüm padişahlığın üç-de biri... Eserlerimin üç'de değil on'da birini vücuda getirdiler mi?... Hükümdarlık makamına geldiğim zaman, üç yüz milyon liraya yaklaşan dış borçlarımızı iki büyük harbin ve birçok ayaklanmaların gerektirdiği masrafları karşıladıktan sonra otuz milyona indirmeyi başardım. (11) Yani, onda birine!. Nazmı Bey'le arkadaşları ise, benim bıraktığım otuz milyon borcu, bugüne kadar dört yüz milyona çıkardılar... Yâni, on üç katına... Demek benden sonrakiler, Saltanat makamının güç ve kuvvetini yürüten yalnız biraderim olmadığı için benden sonrakiler diyorum — yalnız dış borçlarımızı arttırmak konusunda büyük bir marifet ve muvaffakiyet göstermişlerdir. Ben, hangi şartlar içinde ve nasıl bir zamanda padişah oldum?... Bunu hatırlatmak isterim. Bosna-Hersek ayaklanmış, Karadağ ordumuzu sarmış ve yenmiş, Sırbistan düzenli ve tehlikeli bir kuvvetle ülkemize savaş açmıştı. Bu bâdire-lerden o müthiş Rus muharebesi doğdu. (12) Bu savaşı doğuran iç ve dış olaylar benim saltanat günlerimin işi değil.. Ben ki padişahın ardarda hâl'inden, 93 günlük bir hükümet buh-ranından ve bir saltanat boşluğundan sonra padişah olmuştum. Millet, rüştünü, erginliğini iddia ediyordu.Kamuoyunun güvenini elinde tutan Mithat Paşayı hemen Sadârete getirdim. Rusya'nın ileri sürdüğü istekleri veya Rusya ile savaşı göze alıp almamayı yine millete bırakmıştım. Bunu konuşup tartışmak için kurulan «Meclis-i Umu-mi»ye de milletin o kadar güvendiği Mithat Paşa başkanlık etti. (11) Bugünkü paramızla borcumuz 7 tirilyon 800 milyar Türk lirası veya takriben 26 milyar Amerikan dolan kadardır.
![]() Konu FarukARSLAN. tarafından (02-13-2009 Saat 00:09 ) değiştirilmiştir.. |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|