AK Gençliğin Buluşma Noktası
Yakın Tarih Cumhuriyet tarihimiz ile ilgili paylaşımlar.


Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 08-15-2014, 17:12   #1
Kullanıcı Adı
zülcenaheyn
Lightbulb Tarih bilimi ve Nutuk metni
Tarihteki olayları bilmek ve tarihi şahsiyetleri tanımak için ulaşılan ilk kaynaklar bilmek istediğimiz zaman ve mekanda mevcut bulunan kişilerin tuttukları hatıra defterleridir.

Bir kişi kendi siyasi çizgisine göre ya da işine geldiği gibi şahit olduğu olayları ve şahsiyetleri yorumlayabilir. Bizim yapmamız gereken tek bir kaynağı mutlak gerçek olarak ele almamaktır. Farklı kaynakları yan yana koyarak tarihin en saf haline mantık yoluyla ulaşmaktır.

Bugün 1927'de CHP kongresinde M.Kemal tarafından okunmuş olan Nutuk metninin objektif bir tarihi kaynak olmadığını sadece o devirde yazılmış tamamen taraflı ve siyasi bir metin olduğunu algılayabilecek duruma geldik çok şükür.

Milli Mücadele günlerinde hükumet olan şahısların hatıra defterleri var, Anadolu'da M.Kemal dışında savaşan komutanların hatıra defterleri var. Savaş sonrası kurulan cumhuriyet rejiminde M.Kemal'den farklı görüşlere sahip olanların hatıra defterleri var. Fakat hiçbirisi o devirde yayınlanmadığı gibi Kazım Karabekir Paşa'nın İstiklal Harbimiz kitabı gibi yakıldı da. Ve sonuç itibariyle tek tarihi gerçek olarak Nutuk ele alındı.

M.Kemal Milli Mücadele'de birlikte yola çıktığı isimlerin hepsini tasfiye edip yanına yeni isimleri almıştı. İstanbul'u zaten iftiraları ile vatan haini ilan etmişti. Yanındakileri ise "uygulamak istediğim modernizasyon projesine karşı oldukları için" bahanesi ile tasfiye etmişti. Halbuki bu isimlerin hepsi tam tersini söyler, modernizasyonda hem fikir olduklarını, sadece uygulama yöntemlerinde farklı düşündüklerini fakat M.Kemal'in tek adam olmak istediğini, kendilerinin ise otoriter modernizasyondan değil demokratik modernizasyondan yana olduklarını ifade ederler.

Nitekim Birinci Meclis cumhuriyet tarihinin en demokrat, renkli, çeşitli meclisidir. O meclisi herkes över. Fakat meclis kapatılır ve diktatörlüğe gidilir. Halide Edip bile iki oğlunu Amerika'ya yollayıp içini rahatlattıktan sonra Anadolu'ya mücadeleye geldiği vakit M.Kemal'in herkese emir veren tek adam olma istediğini görür ve "biz millete hizmet etmeye geldik, bir kişiye hizmet etmeye gelmedik" der. Halide Edip bu anlamda hayal kırıklığına uğramıştır.

Nitekim daha sonra dikta rejimi sağlamlaştırıldıktan sonra yabancı düşmanlığının başlamasıyla popüler olan onu bunu mandacı ilan etme hedeflerine Halide Edip de maruz kalmıştır. Halbuki bu akımdan evvel mandacılık ayıplanan bir şey olmadığı gibi sanıldığı gibi vatanı satmak anlamına da gelmiyordu. Tam tersine mandacılık ülkenin bağımsızlığını savunan fakat bir büyük devlet tarafından da gelişme sürecinde destek görme ülküsünü savunuyordu. Hatta Anadolu'daki kongrelerde mandacılık tartışılırken M.Kemal sert bir itirazda bulunmadığı gibi, Samsun'a çıkmadan evvel Pera Palas'ta M.Kemal "eğer İngilizler Anadolu'da sorumluluk sahibi olursa Türk valileriyle anlaşmaları gerekir. Ben de hizmet etmek isterim." diyerek direk kendisi bile İngilizlerden görev istemiştir. Aksi halde Kemalistlerin iddia ettiği gibi İngilizler onu yakalamak istese İstanbul'dan bile çıkamazdı ve Anadolu'ya bile gidemezdi çünkü çıktığı Samsun İngilizlerin kontrol ettiği tek liman olduğu gibi, Samsun'a gitmek için bile İngilizlerin kendilerinden vize almıştı.

Yıl 1927'ye geldiği vakit artık M.Kemal'in tek adam olduğu, en güçlerini geçirdiği vakittir. Ve Nutuk'ta da M.Kemal önceki birkaç senenin hesabını verir ve kendisini korur. Kendisine çok geniş yetkiler verip Milli Mücadele için görevlendiren devlete karşı çıkarak Ankara'da Paralel Devlet kurar yani kısaca savaş sonrasında darbesini gerçekleştirir ve gerek mevcut devletin başkanını ve hükumetini iftiralarla vatan haini ilan eder ve gerekse de Milli Mücadele'de kendisiyle savaşmış olan tüm komutanların tasfiyesini yine çirkin iftira ve hakaretlerle meşrulaştırmaya çalışır. Anadolu kongrelerindeki manda tartışmalarını gölgeler ve Nutuk metninden bu belgeyi çıkarır. Herkes vatan haini iken bir tek kendisini vatanı kurtarmak için bir Mesih gibi gösterir ve Anadolu'ya en son çıkan komutan olmasına rağmen bunu gölgeleyerek mücadeleyi başlatan kişi olduğunu iddia eder.

Ve bu iftiralar ve yalanlar ortaya çıkmasın diye de tüm muhalefeti ve medyayı susturur. Sayısız insan öldürülür. Yaşayanlardan Kazım Karabekir Paşa bile evinden sokağa çıkamaz, sürekli polis gözetiminde yaşar. Hatıraları yakılır. Çünkü farklı sesler hep farklı şeyleri söyler.

5 sene boyunca İngiliz işgali altında olan İstanbul hükumeti İngiliz süngüsü altında bazı fetvalar ve idam kararları çıkarmıştır. Fakat buna rağmen direk devlet başkanı Milli Mücadeleyi başlatıp komutanları Anadolu'ya gönderdiği gibi, el altından da hükumeti silah yardımında bulunmuştur.

Demokratik Birinci Meclis üyelerinin ve komutanların gerici, mandacı, vesaire gibi olduğu iftiralar ise külliyen yalandır. Onlar da modernizasyonu desteklemiştir, onlar reform yanlısıdır çünkü neredeyse hepsi Abdülhamid devrine karşı idi ve M.Kemal'den en büyük farkları bu reformları diktatör sistemi ile değil demokratik sistem ile yapmak.

M.Kemal bu seslere rağmen Birinci Meclis'de kamplaşmaya, bölücülüğe gitmiş ve kendisinden yana olanları belirtmek için Birinci Grubu kurmuştur. Kendisinden yana olmayanlar ise kendiliklerinden İkinci Grubu kurmuş değillerdir. Kendileri dışlandıkları için "bize İkinci Grup dediler biz de öyle olduk" demişlerdir. Nitekim meclis kapatılınca bu İkinci'lerin hepsi tasfiye edilir.

İkinci Meclis'e ise M.Kemal söz verdiği gibi seçimle milletvekili seçtirmez, tam tersine kendi eliyle bu isimleri seçer. Fakat kendisinin seçmesine rağmen yine muhalif sesler duyunca bu meclisi de kapatır ve yeni meclis kurar.

M.Kemal'i desteklemeyen Birinci Meclis üyeleri Milli Mücadele'yi, reformları ve demokrasiyi destekliyorlardı. Fakat M.Kemal tarafından kötü görülmeleri iki sebepledir: 1. Tek adam diktatörlüğü istememek, 2. Lozan Antlaşması'nın imzalanmasına karşı çıkmak.

Bazıları diyecek ki onlar meşrutiyet yanlısı idi. İyi güzel de cumhuriyet ile demokrasiye geçemedik ki tam aksine monarşiden daha katı bir diktatörlüğe geçtik. Ama mesela bugün 'demokrasinin beşiği' olan İngiltere'de meşrutiyet vardır. O yüzden bu bir bahane olamaz.

Birinci sebep olan diktatörlüğü geçelim ve ikinci sebebe gelelim. Lozan Antlaşması.

M.Kemal'e mecliste muhalif olanların hemen hemen hepsi Lozan'a karşıydılar. Savaş ile kazanılan vatanın masa başında haince düşmanlara satılması olarak görüyorlardı çünkü.

Hakikaten M.Kemal'in bu antlaşma için Türkiye'yi temsilen gönderdiği heyetin bu görüşmelerde diğer devlet liderlerince nasıl aşağılandıkları ortadadır. Bir tek İ.İnönü'nün ensesine tokat atmadıkları kalmıştır bu görüşmelerde. İ.İnönü de "ne istedilerse verdik" diyerek ülkeye geri dönmüştür.

Burada bir gariplik yok mudur? Bir savaş yaşanıyor ve bitiyor. Bunun sonucunda antlaşma imzalanırken toplantıda zafer kazanan tarafın üstün, söz sahibi ve saygı gören taraf olması gerekmez mi?

Ama tam tersi oluyor ve biz bugün T.C. devletinin sınıflarının çevresinin çok daha geniş olması gerekirken (çünkü savaşı kazandığımızda vatan sınırları bellidir, savaşın galibiyeti sonrasında kazandığımız toprakların tamamı bugünkü T.C. sınırları değildir, çok daha geniştir) biz o toprakların hepsini masa başında veriyoruz. Toprak dışında hilafet de İngilizlerin isteği üzerine veriliyor. M.Kemal'in başta hilafeti kaldırmak gibi bir derdi yoktu oysa ki.

Toparlarsak M.Kemal diktatörlüğe ve Lozan'a karşı çıkan meclisin kendisine engel olacağını düşünerek bu meclisi kapatıyor ve diktatörlüğe de gidiyor, Lozan'ı da imzalıyor. Lozan'ın imzası karşılığında da Kemalist rejim kurulmuş oluyor. Zaten dert vatanı kurtarmak değil, rejim büyük devletlerce tanınsın, diktatörlük kurulsun da ötesi kolay.

Zaten ondan sonra güç tek elde toplanınca tüm olaylar çarpıtılıyor, herkes hain ilan ediliyor, mandacı ilan ediliyor ve kendisinin görev istemesi örtülüyor, başından sonuna kadar M.Kemal'in tek başına mücadele edip, Kurtuluş Savaşı'nı başlattığı ve vatanı kurtardığı yalanı yaratılıyor.

Muhalif sesler susturulup diktatörlük sağlamlaşınca yalan tarih algısı da güçlü bir propaganda ile zihinlere nakşediliyor. Aksi ses çıkaranın kellesi gidiyor. Bunu nitekim en başında dillendirdiğini ifade ediyor M.Kemal Nutuk'ta: "...fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir!"

 

zülcenaheyn isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Alt 01-08-2015, 19:42   #2
Kullanıcı Adı
zülcenaheyn
Standart
Bir yerde M.Kemal Paşa'nın İngiliz himayesini kabul etmeyene karşı verdiğim cevap:


Mustafa Kemal Paşa'nın manda hakkındaki görüşleri iktidarını sağlamlaştırdıktan sonraki manda hakkındaki görüşleri ile zıttır.

Pera Palas'taki İngiliz mandası görüşmeleri olayından (M.Kemal'in harfi harfine söylediklerini yukarıya yazdım, yazdıklarım söylediklerinden -kitaptakinden- farklı değildir) sonra Samsun'a çıkar. Anadolu'da Erzurum, Sivas, vs. gibi gerçekleştirdiği kongrelerde İngiliz ya da Amerikan mandası tartışmaları olur. Hangisi daha iyidir diye.

Mesela M.Kemal 1927'de Nutuk'ta bu kısımları makaslamıştır. 7-8 sene önceki olanlarına unutmasına imkan yok herhalde, bilerek makaslamıştır. Ve senelerce de ilk okullarımızda masa başında uydurularak yazılmış kongre maddeleri bizlere öğretilmiştir. Okul yıllarını hatırlayan herkes bu tarih derslerini de hatırlayacaktır.

Yani ulusun bağımsızlığı ve bölünmez bütünlüğü gibi söylemler o kongrelerde geçmemektedir ve sonradan maddeler halinde uydurularak ilk okullarda öğretilmiştir.

O kongrelerde manda konuşulmuştur. İngiliz vizesi ve kontrolünde yola çıkan M.Kemal yine Karadeniz'de tek İngiliz kontrolünde olan Samsun şehrine çıkmıştır. Kongrelerde de o mu daha iyi bu mu diye görüşülmüştür.

Hatta kongreler esnasında bir Amerikan heyeti de ziyarete gelir. Çay içmeye gelmedi herhalde bunlar. Bunlar gelirken "Yaşasın Wilson İlkeleri!", "12. İlke!" pankartları ile karşılanırlar.

Meşhur bizimle ilgili olan Wilson İlkesi 1918'de oluşturulmuş ilkelerden biri idi: Türklerin çoğunluk olduğu yerde bağımsız bir Türk devletinin kurulması.

Mandanın anlamı aslında şudur, yine devletin bağımsız olmasıdır ama büyük bir devlete sırtını dayayarak kalkınmak, reform yapmak, gelişmektir. Yani bağımsızlığın ihlal edilmesi değildir. En azından o günlerde manda denince bu anlaşılıyordu. Kongrelerde de zaten Amerika mı İngiltere mi diye bu tartışılmıştır.

Mandacılığın bir suçlama, hain ilan etme, aşağılama haline gelmesi savaştan ve cumhuriyetin kurulmasından sonradır. Ne zaman bizde yabancı düşmanlığı başlar işte o zaman mandacı diye onu bunu aşağılama da başlar.

Mesela Halide Edip Adıvar, kadın başına Anadolu'ya gelmiş ve Milli Mücadele'ye katılmıştır. Entelektüel bir kadındır. Ülkesinin gelişmesini ister. Amerikan mandasını savunur. Anadolu'ya gelince ama hayalkırıklığına uğrar "biz millete hizmet etmeye geldik, tek bir kişiye değil" diyerek şikayet eder. Çünkü M.Kemal'in ortamdan ve elindeki geniş selahiyetten yararlanıp tek adam olma hevesini görür.

İşte o günlerin atmosferi böyledir. Manda bağımsızlığa engel olmayan büyük bir devletin kalkınma hamlelerine yardımcı olan bir görüş olarak görülür. Bu tartışmalar, İstanbul dahil Ankara, Anadolu'da da görüşülür, M.Kemal gittiği kongrelerde de bu görüşülür. Herkesin kafasında bu vardır çünkü.

Ama ne zaman Lozan imzalandı, cumhuriyet kuruldu ve tek adam rejimi sağlamlaştı. İşte ondan sonra biat etmeyenler mandacı ilan edildi. Bunlardan biri de Halide Edip Adıvar'dır.

Biat etmeyenler mandacı ilan edilip tasfiye edildiği gibi yöneticiler de sanki hiç mandacılıktan bahsetmemişler gibi, eskiden sanki karşıymışlar gibi ve ta en başından aslında Milli Mücadele'yi düşünmüşler gibi yansıtılmak için kongrelerde konuşulanlar makaslandı.

Bağımsız bir Türk devleti savunucusu gibi gösterdiler kendilerini. Halbuki zamanında onlar da manda yanlısı idi. Ayrıca ilk günlerde "Türk ve Kürt" diye bahsetmişlerdir Türkiye'den. Sonradan o Kürtlük çıkarılmıştır.

Ardından gelen hamleler zaten İngilizlerin istediği hamlelerdi. Bu hamleler hep İngiliz kontrolünde oldu zaten. İngilizler Osmanlı'nın parçalanmasını istiyordu, İslam birliğinin bitmesini istiyordu ve hilafetin yok edilmesini istiyordu çünkü halifeleri yok ettikçe arkasından yenileri geliyordu, bu yüzden direk hilafet yok edilmeliydi.

M.Kemal'in "Türk ve Kürt" olarak ortak düşündüğü Türkiye, mandacılık, İslamcılık gibi İzmir İktisat Kongresi'ne kadar da hilafetçi görüşü vardı.

Fakat savaş bitmiş ama İngiltere hala Lozan'ı geciktiriyor. Çünkü istedikleri var.

Şimdi düşünün, bir savaş kazanmışsınız ki bize öyle yansıtılıyor. Savaşı kazanan taraf antlaşma koltuğuna diğer taraflara üstün olarak oturur. Saygı görür, sözü geçer, onun istekleri ağır basar. Ama tam tersi olmuştur. İsmet Paşa'nın bir tek ensesine tokat atmadıkları kalmıştır. Lozan Antlaşması görüşmelerini okuyup da gözünden yaş gelmeyecek bu toprağın çocuğu yoktur.

Siz kimin vatanının toprağını masa başında satıyorsunuz? Siz kim oluyorsunuz da Müslümanların İslam birliğini yıkıyorsunuz? Kim oluyorsunuz da hilafetçi iken İngiliz istedi diye hilafeti kaldırıyorsunuz? Hani zafer kazanmıştık? Hani o Yunan zaferi dediğiniz büyük bir zaferdi? Ondan yüzlerce bayram çıkardınız sırf kendi rejiminizi propaganda ile güçlendirmek adına. Yunan harbi ile 9000 bin insan ölürken Çanakkale'de bu sayı yüz binleri geçmiştir! Ama bayramlarınızı Yunan harbi üzerinden kuruyorsunuz. Yunan lideri Venizelos bile görüşmelerde İsmet Paşa'ya dedi, İngiliz bizi çarpıştırdı, bizi kandırdı, meyvesini kendi yiyor, diye, yani petrol. İngiliz önce Yunan'ı destekledi, Anadolu'ya kadar girdiler, sonra Yunan'dan desteğini çekti, M.Kemal'i destekledi.

İzmir İktisat Kongresi'ne gelirsek. Haim Naum'u herkes bilir herhalde. Hahambaşı. Gazi Paşa İzmir Yollarında kitabını da herkes bilir herhalde. Bu konuları araştıranlardan bahsediyorum. Yoksa alakasız insanların haberi bile olmaz. İşte M.Kemal o güne kadar hilafetçi, İslamcı, şeriatçı konuşurken bir anda İngilizden haber getiren Haim Naum ile görüşünce söylemlerini değiştirir.

Oradan buradan bulunan M.Kemal'in o İslamcı konuşmaları hep o görüşme tarihinden önceki konuşmalarıdır. Ama oradan sonra artık gerçek düşüncelerini ortaya sunar "Arap oğlunun yaveleri" "İkra bismirabbike safsatası" vesaire gibi.

İşte oradan sonra hilafet kaldırılır.

5 sene İngiliz işgali altında kalan İstanbul'a henüz müdahale edilmez Yunan İzmir'i terk ettikten sonra dahi.

İngiltere koskoca İstanbul şehrini 5 sene işgal edecek sonra tek kurşun atmadan İstanbul'u terk edecek!!! Neden

Çünkü kendi istediklerini yerine getirecek olanlar var ise, ne gerek var ki işgal ile İngiltere ekonomisinin, askerinin enerjisini harcamaya?

Diplomatik zafer varken ne gerek var?

Türkiye Büyük Millet Meclisi milletvekilleri Lozan'a karşı idi çünkü bunun bir vatana ihanet, vatanı satmak olduğunu biliyorlardı ama M.Kemal ne yaptı? Elindeki geniş selahiyet (diktatörlük) kullanarak meclisi fesih etti.

Herkesi susturdu.

Ardından vatana ihanet antlaşması olan Lozan imzalandı. Savaşarak kazanılan topraklar masa başında verildi. Hilafet verildi. İsmet Paşa görüşmelerden çıkarken gazetecilere "ne istedilerse verdik" dedi.

Lozan aslında kiraya verme işlemidir. Ama kontrotın sonuna gelinmektedir.

Topraklar verilip, hilafet de İngiltere'nin isteği üzere kalkınca ve M.Kemal'den yapacaklarına dair gerekli sözler alınınca da İstanbul'dan İngiltere tek kurşun atmadan çekilir ve Kemal Paşa günler sonra İstanbul'a gelir. Yani öyle denize dökme olayı falan yalandır, efsanedir. Yunan da denize dökülmüş değildir, rahatça gitmiştir Yunan, şehri bile yakmışlardır. Vakit bol ne de olsa.

Ardından gelen Atatürk ilke ve inkılapları uygulamaları ise zaten herkesin malumu... Verilen sözlerin uygulaması...

Yani tarihte herhalde bu bir ilktir, sen bir zafer (sözde) kazanmışsın ama yendiğin düşmanının kültürüne geçiyorsun.

Mezarı bile Yunanistan Akropolis'inin aynısı. Kimi kandırıyorsunuz acaba?
zülcenaheyn isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.




çarşamba çilingir webmaster blog çarşamba pasta

çarşamba koltuk yıkama çarşamba webtasarım