05-04-2009, 07:20 | #1 |
Topraktan silâh mı, şüheda mı fışkırıyor?
Genelkurmay Başkanı, Mehmet Ali Birand’ın aksine, “topraktan silah fışkırmadığına” inanıyor: “Topraktan silah fışkırmıyor” diyor sert bir üslupla, geçenlerde yaptığı basın toplantısında...
Aynı tavırla, dönemin Genelkurmay Başkanı, Mehmed Âkif’e, “İstiklâl Marşı’nın bir mısraında ‘Şüheda fışkırıyor’ diyorsun, hani nereden fışkırıyor? Her kazma sallayışta şehit mi çıkıyor yani topraktan?” diye hesap sormamış iyi ki! ¥ “Akredite” olmadığım, yani Genelkurmay tarafından “makbul gazeteci” sayılmadığım için basın toplantısını ancak televizyondan izleyebildim... Ama bunu kendime hiçbir zaman dert edinmedim... “Akredite” olup olmamak umurumda değil, anlayacağınız. Zaten “akredite” olan, yani Genelkurmay nezdinde “makbul” sayılan gazetecilere bakınca, “akredite” olmanın değil, olmamanın bir imtiyaz teşkil edebileceğini düşünüyorum. Kendi kendime de şunu soruyorum: “Akredite konuma gelmek için, ille de ‘eski komünist’, hattâ ‘eski terörist’ olmak mı gerekiyor?” Neden mi bunu sorma gereği duyuyorum?.. Şundan ki, Genelkurmay Başkanı’nın önünde mektep talebeleri gibi sıralanmış meslekdaşlarımın geçmişinde “solculuk ötesi” bir şeyler var. Hafızanızı lütfen bir miktar geri sarın da benimle 980 öncesine gelin. Şimdi bu “görkemli gazeteci” taifesine bir daha bakın... Göreceksiniz ki, 980 öncesi Türkiye’sini darmadağın eden ne kadar sosyalist, komünist, düzen düşmanı, hattâ “terörist” varsa burada! Hepsi çoktan medyanın köşebaşlarında, vazgeçilmez birer “köşetaşı” olmuşlar ve bu sayede “makbul” konuma gelmişler... Hatırlayın lütfen: Bunların çoğu, 12 Eylül 1980 darbesiyle iktidarı ele geçirmiş olan Genelkurmay eski Başkanı Orgeneral Kenan Evren’in nazarında “vatan haini” sayılıyordu. Bazı arkadaşları ve gönüldaşları bu yüzden asıldı! Baktılar ki pabuç pahalı, bu yolun idama kadar yolu var, sert bir dümen kırmayla kapitalizme yanaştılar. O gün bugündür Türkiye’mizin en büyük medya kuruluşunda vatan kurtarıyorlar! Dünkü Genelkurmay Başkanı’nın “Asmayalım da besleyelim mi” dediği tipler, bugünkü Genelkurmay Başkanı’nın nazarında “makbul gazeteci” oldu. Kendileri “makbul” sayılsalar da, bazı soruları hâlâ “makul” sayılmıyor. “Makul” sayılmayan soruları yüzünden fırçalanıyorlar. “Topraktan silah fışkırıyor...” diye sözüne başlayan meşhur televizyoncu ve gazetecilerimizden Mehmet Ali Birand’ın sözü, “balla” değil, “baltayla” kesiliyor: “Fışkırmaz!” Genelkurmay Başkanı’mıza göre toprak silah fışkırtmıyor. Fışkırtsaydı her kazma vuruşta silah çıkması lâzımdı. (Silahlanma sorunumuz ucuzundan nasıl da hallolurdu değil mi sevgili dostlar?). Gazetecinin bu hışımlı çıkış karşısında donup kalmasına ve “sözümü geri alıyorum” diye kekelemesine, meslekten biri olarak hem çok üzüldüm, hem de çok içerledim. Birand’a göre topraktan “silah fışkırıyor” ama Genelkurmay Başkanı’mıza göre fışkırmıyordu... Birand mübalâğa ediyordu... Ve Birand sözünü geri alıyordu: “Tamam fışkırmıyor.” Ortada ölüm tehdidi yoktu, ama Birand meslekdaşımız Galile Galileo politikası izliyordu: “Tamam, dünya dönmüyor!” Galile bunu söyleyerek hayatını kurtarmıştı. Yoksa çıkarıldığı Engizisyon Mahkemesi, onu baldıran zehiri içerek ölmeye mahkûm edecekti. “Dünya dönmüyor” dediği için canını kurtardı. Bunu örnek alıp almadığı bilinmez, ama Birand da “Topraktan silah fışkırmıyor” demek suretiyle paçasını kurtardı. Oysa Birand haklıydı. “Fışkırma” ifadesi çokluk ifadesi olarak kullanılabilirdi. Hatta Âkif de aynı tabiri aynı anlamda İstiklâl Marşı’na koymuştu: “Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda!” Genelkurmay Başkanı’mızın dediği gibi, “kazma vurulan her yerden” şehit fışkırmıyordu elbette... Silah da fışkırmıyor doğal olarak. Ama birden fazla kazıda silaha ulaşılınca, çokluktan kinaye olarak “silah fışkırıyor” denilebilir. Bu, azarlanmayı hakkettirecek bir hata değil. Kaldı ki, gazeteci tümüyle yanlış soru sorsa bile azarlanmayı hakketmez. Çünkü o gerçeğin (öyle olması gerekiyor) peşindeki insandır. Amacı sıkıştırmak, terletmek, çuvallatmak değil, en yalın gerçeği bulup okuyucularına sunmaktır. Bunu yapmak için para (iyi para) alıyor. Azarlandığında gazetecinin sus-pus olmaması lâzım! Ama oluyorlar. Çünkü çok para kazanıyorlar. Eskilerimizin dediği gibi, “Para gazeteciyi bozar!” Çok para kazanan gazetecide “gazetecilik”ten eser kalmaz. Çünkü kazandıklarını huzur içinde yemek ister. Bu yüzden huzurunu bozacak her şeyden uzak durmaya çalışır. Anlayacağınız, mesleğini de itibarını da kurban eder! Yavuz Bahadıroğlu - vakit
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|