Divan-ı Hümâyun'da hazırlanan belgelerde sıkça görülen tuğra , Oğuz Han'ın yazılı nişanından doğmuş olup Osmanlı sultanlarının simgesi, bir tür imzasıdır. Kelime itibarıyla Oğuz Türkçesi'nde “hakanın imzası ve buyrultusu” anlamındaki “tuğrağ” sözcüğünden gelir.
Osmanlılar tuğrayı Anadolu Selçukluları'ndan aldılar ve ilk defa Orhan Bey döneminde (1326-1361) kullandılar. Önceleri ferman, berat, vakfiye gibi yazılı evrakın baş kısmına konan tuğranın kullanım alanı zamanla yaygınlaşmış; mühürler, paralar, pullar ve kitabeler üzerinde de kullanılmaya başlanmıştır.
Tuğralarda devrin padişahının adından başka babasının adı da bulunurdu. Orhan bin Osman ,
Murad bin Orhan gibi. Tuğraların içeriği zamanla değişikliklere uğradı. Çelebi Mehmet devrinde tuğraya
“ han ” ünvanı, II. Murat'tan sonra
“ muzaffer daima ” deyimi eklendi. II. Mahmut, tuğrasına adaletli anlamına gelen
“ adlî ” sıfatını koydurdu.
1643 yılına kadar sefere çıkan vezirlerin de tuğra çekme (kullanma) yetkisi vardı. Bu yetki, Kemankeş Mustafa Paşa'nın sadrazamlığı sırasında kaldırıldı.
Türk el sanatları içinde önemli bir yere sahip olan ve kâğıdın yanısıra ipek ve deri üzerindeki uygulamalarıyla da güzel örnekler sunan tuğrayı şimdi daha yakından inceleyelim.
