|
![]() |
#1 |
![]() TÜRKİYE'DEKİ KADIN HAREKETLERİNİ YAKINDAN TAKİP EDEN PROF. ÖMER ÇAHA Prof. Çaha: Bugün deniyor ki, bu başörtüsü de nerden geldi? Halbuki bunu yapan devletin kendisidir. 1950'de kampanyalar düzenleyerek çarşaflı kadınlara pardesü ve eşarp verip çarşaflarını topladı. Bugün türban denilen kıyafetin temeli budur. Dünya Ekonomik Forumu'nun siyasi temsil, eğitim, istihdam, fırsat eşitliği gibi alanlarda dünya ülkelerindeki kadın erkek eşitliğini ölçen yıllık raporu açıklandı. 134 ülke arasında Türkiye, 126. sırada! Kadınlarla bu kadar çok “uğraşmış”, modernleşme projesini kadınlar üzerine kurmuş bir ülke için bu sonuç; resmi söylemin iflası, eyleme geçmeyen söylem balonunun zavallıca patlayışı, büyük bir hezimet, utanç verici! Ne olduğunu, resmi buyruğun aksine reel durumun çıplak gerçekliğini kadın açısından konuşmak için Prof. Ömer Çaha ile buluştuk. Fatih Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Çaha Türkiye'deki kadın hareketlerini en iyi bilen isimlerden biri. Sivil Kadın adlı titiz doktora çalışmasında kadın hareketini 1980'den 1996'ya kadar getirmişti, güncellenen yeni baskıda süreci 96'dan bugüne tamamladı. Türkiye'deki feminist hareket nasıl bir hareket, söylemleri eylemleri itibariyle? Ve kendini taleplerini kabul ettirmek bakımından başarılı mı? Kadın sorunlarını, kadın-erkek eşitliğini, kadın bakış açısını Türkiye'nin gündemine sokması bakımından son derece başarılı. Ama bir kimlik kaynağı oluşturma konusunda çok başarılı değil. İnsanlarda feminist söylemi savunmasına rağmen feminist olarak nitelendirilme korkusu yaygın. Bunda sanıyorum feministlerin de katkısı oldu, dar elit bir zümrede geliştiği, geniş kitlelere ulaşmakta geciktiği için. Türkiye'de kadın hakları, özgürlüğü konusu başka pek çok şeyle birlikte hayatımıza ilk kez Cumhuriyetle girmiş gibidir, resmi söylem böyle buyurur. Fakat biz biliyoruz ki Osmanlı'nın son döneminde çok güçlü bir kadın hareketi vardır.. Doğru. Cumhuriyet dönemi kendisini biraz kadın konusuyla özdeşleştirdi, biraz da her devrimin dayanmak zorunda olduğu, devamlılığını onun üzerinden sağladığı bir sosyal taban ihtiyacı vardı. Türkiye'de bunu üstlenebilecek sosyal taban yoktu. Devrimi yapan sınırlı sayıdaki bir bürokratik zümreydi. Bu bakımdan Cumhuriyeti kuran elitler sosyal taban olarak kadını uygun buldular. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında sınırlı sayıda olmakla birlikte, çok aktif bir kadın kitlesi vardı. İyi eğitim almış, kamusal alana girmiş, siyasi talepleri olan, örgütlü bir kadın kitlesiydi bu. Cumhuriyet kendini tam da bunun üzerine bina etmek istedi. Çok da başarılı oldu. Geliştirdiği resmi söylemle Osmanlı modernleşmesi içinde kadına verilen yeri unutturdu. DEVLET FEMİNİZMİ Yeni rejim de kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanıdı, medeni kanunu kadınlar lehine düzenledi ama. Kadınlara verilen bu haklar dünyanın diğer ülkelerinde verilen haklardan çok da farklı değildi. Ama bunu öylesine bir propaganda malzemesi haline getirdi ki, kadınları bu söylem üzerinden rejime borçlu hale getirdi. Cumhuriyetin kurucuları öyle bir söylem geliştirdiler ki, sanki kadınlar Osmanlı döneminde kafeslere kapatılmış, karanlıklar içindeydi, Cumhuriyet geldi ve onları kurtardı. Bu söylem uzun zaman modern eğitim almış tüm kadınları ikna etti. Hatta ilk kuşak feministler bile bu söylemin etkisinde kaldılar. Bu söylemin etkisi altında güya Türkiye’de “devlet feminizmi” denen bir şey gelişmiş. Yani devlet aynı zamanda feministlik yapmış. Bununla ilgili Türkçe’de ve yabancı dilde yazılar yazıldı. Hem de feministler yazdılar. Fakat feminist kadınlar zamanla kadının tarihine eğildikçe, kadın tarihine kadın gözüyle baktıkça bu düşüncenin ne kadar yanlış olduğunu anlamaya başladılar. CUMHURİYET FEMİNİSTLERİ DIŞLADI Cumhuriyetin bu söylemine ilk dönem feministler nasıl ikna olabilir ki? Sonuçta onlar Osmanlı'da yaşayan, eğitim alan, kamusal alana çıkan, tartışan kadınlardı, neyin ne olduğunu, kafesler karanlıklar içinde yaşamadıklarını en iyi onlar biliyordu? Esas feminist kuşak onlar tabi ama ben 1980'lerde ortaya çıkan ilk kuşağı kast ettim. Devlet feminizmi söylemine onlar kapıldılar. Osmanlı'da güçlü bir kadın hareketi kurup geliştiren feminist kadınlar, Cumhuriyetin ilk döneminde rejim tarafından inanılmaz bir baskıya maruz kaldılar ve dışlandılar. Mesela feminist hareketin öncülerinden Nezihe Muhittin akıl hastanesinde öldü, son derece nitelikliydi, iyi yetişmiş bir kadın entelektüeldi. Türkiye’deki kadın tarihi açısından sembol bir isimdir. Feministler onu hala hakkıyla Türk toplumuna takdim edemediler diye düşünüyorum. Kemalistler ilk kuşak feminist hareketini öylesine bastırdılar ki feminist hareket bir daha da 1980’lere kadar yeniden ortaya çıkamadı. 80 sonrasında yeniden gelişen feminist hareketse başlangıçta Kemalist şablon içinde gelişti. Kendi perspektifi, kendi okumasıyla bir bakış geliştirmedi. Uzum zaman tek tipleştirici Kemalist modernleşme anlayışının etkisi altında kaldı. OSMANLI FRANSA'DAN ÖNCE KADINLARA EĞİTİM HAKKI VERDİ Osmanlı'da devlet nasıl yaklaşıyordu kadın konusuna? Bu çok önemli bir soru. Aslında Osmanlı modernleşmesi büyük ölçüde kadın üzerinden gelişmiştir. Kadını kamusal alana kazandırmak Osmanlı modernleşmesinin en önemli adımı olarak kabul edilmiştir. Cumhuriyet modernleşmesi de bu anlayış üzerinden gelişti. Osmanlı'da kadına yapılan yatırım zamanla bir kadın hareketinin ortaya çıkmasına zemin hazırladı. Bir bakıma kadınlar modernleşmenin en önemli aktörü olmuştur diyebiliriz. Bunu kadın hareketiyle geliştirdiler. Bunun tarihi, birçok Avrupa ülkesinden daha öncedir. Bu pek bilinmez Türkiye'de, ama öyledir. Mesela bizde kadınların kamusal alanda eğitim alma hakkına kavuşması başta Fransa olmak üzere birçok Avrupa ülkesinden daha öncedir. Eşitlik ve özgürlük fikrinin anavatanı Fransa'dan bile önce mi yani! Evet öyle. Bizde 1842, Fransa'da 1857'dir. Modern siyaset düşüncesinin temelini atan Avrupalı düşünürler on dokuzuncu yüzyılın ortalarına kadar kadının kamusal alana girişine karşıdır. Aynı şekilde kilise kadınların örgün eğitim kurumlarında eğitim almasına şiddete karşı çıkmıştır. Kadının kamusal alanda eğitim alması sürecinde Avrupa’da kıyametler kopmuştur. Oysa Osmanlı’da buna hiçbir tepki gelmemiştir. Ne ulemadan, ne de başka herhangi bir kesimden. OSMANLI KADINLA MODERNLEŞTİ Osmanlı'da nasıl işledi eğitim ve kamusal alana çıkış; doğal bir süreç mi, kadının talebi ve baskısıyla mı, devletin bahşetmesiyle mi, nasıl? Bunun iki ayağı var. Birincisi, Osmanlı yöneticileri ve aydınları modernleşmeyi kadın üzerinden okudular. Modernleşeceksek bunu kadın üzerinden yapacağız. Batı medeniyetine dahil oluşumuzun kapısı kadından geçer, böyle düşündüler. Çünkü Avrupa'da siyaset düşünürlerine ve kiliseye rağmen kadını kamusal alana çekerek burada erkekle eşit kılan burjuvaziydi. Avrupa modernleşmesi de kadın üzerinden geliştir. Kadını edebiyatın, sanatın, medyanın, kültürün, üretimin ve tüketimin konusu yapan burjuvaziydi. Avrupa’da burjuvazi kadını kilisenin tekelinden ve geleneksel toplumun barikatlarından alıp kamusal alana çekti ve orada erkekle eşit kıldı. Bunu Osmanlı yöneticileri ve aydınları iyi okudular ve örnek aldılar. İkincisi de, Avrupa’da kadının özgürleşmesinde rol oynayan burjuvazi aynı rolü bizde de oynadı. On dokuzuncu yüzyılın ilk yarısından itibaren Osmanlı sanayisi gelişir ve bu sanayi kadın emeğine ihtiyaç hisseder. Bu bakımdan geleneksel kadın-erkek alanlarının kalıplarını zorlayarak kadınları kamusal alana çeker. Kadınlar ilk önce sağlık alanında eğitim hakkına kavuştu, ardından da sanayi alanında. 1940’lardan itibaren sanayi mekteplerinde kadınlara eğitim verilerek emekleri sanayiye kanalize edildi. Bu süreç 1914’e geldiğimizde üniversite eğitimiyle sonuçlandı. FEMİNİZMİ ABDÜLHAMİT YEŞERTTİ Abdülhamit'in tavrı neydi, o dönemki feminist hareketin neresindeydi? Bu süreçte Abdülhamit'in önemli bir rolü var. Kadın eğitiminin başını o çeker. Bunu çok yönlü olarak teşvik eder. İstanbul'da inşa ettiği Dar-ül Muallimatlarlar ile kadın öğretmenler yetiştiriyor ve taşraya göndererek kadınları okullaştırmaya çalışıyordu. Abdülhamit kadın eğitimi konusunda son derece modern bir insandır. Osmanlı kadın hareketini geliştiren kadınlar onun açtığı mekteplerde eğitim alan kadınlardı. YERLİ KADIN HAREKETİ Osmanlı kadın hareketi nasıldı tam olarak, sınırları söylemleri itibariyle? Osmanlı kadın hareketine ben "yerli kadın hareketi" diyorum. Tam anlamıyla kadınların yerel sorunlarına odaklanan bir hareketti bu. Mesela 80 sonrası gelişen kadın hareketi, Türk kadının yaşadığı reel sorunlardan çok, küresel düzeyde gelişmiş olan feminist söylemleri dillendirdi. Üniversitelerde kadın araştırmaları bölümleri kuruluncaya kadar bu toplumda yaşayan kadınlarla ve onların reel sorunlarıyla buluşamadılar. Onların kafasındaki kadın soyut bir kadındı. Başörtüsünden, eğitimsizliğinden, yoksulluğundan, Türkçe konuşamayışından dolayı ezilen, horlanan, dışlanan, aşağılanan kadını uzun zaman es geçtiler. Ama Osmanlı kadın hareketi doğrudan doğruya o günkü kadının yaşadığı sorunlara odaklandı. Neydi bu sorunlar? Boşanma hakkı, çok evliliğin sınırlandırılması, çalışma hakkı, seçme seçilme hakkı. Cumhuriyetten önce Osmanlı'da üç seçim yapıldı, bu seçimlerin tümünde oy kullanmak için mücadele etti mesela. Kadınlar o gün bu sorunları yaşıyordu, kadın hareketi de bu sorunlarla uğraştı. KEMALİST ORYANTALİST FEMİNİST Hakiki bir hareket o halde, ithal söylemler yerine kendi sorunlarına odaklandığı için... Evet, dışarıdan bir bakışla, oryantalist bir yaklaşımla dönüp bakmadı buradaki kadına. Kendisi buradaki kadının içinden çıktı ve onu sahiplendi. Bu biraz da Osmanlı modernleşmesinin bir ürünüydü. Osmanlı modernleşmesi yerel değerlerle batılı değerleri sentezleyen bir modernleşmeydi. O bakımdan batıdan dönüp burayı tümüyle reddetmiyordu. Mesela Nezihe Muhittin bir yandan kadının özgürlüğünü savunur, ama öte yandan da ailenin önemini. Bir yandan modern değerleri sahiplenir, bir yandan da geleneksel manevi değerlerin önemini işler. Oysa daha sonra gelişen kadın hareketi Kemalist modernleşmenin etkisi altında kaldı. Buradaki kadına beyaz batılı kadının gözüyle baktı ve aşağılama yoluna gitti. Kendisini onunla özdeşleştirmedi. Ona Kemalistlerin yaptığı gibi cahil, gerici, yobaz, aşağılık muamelesi yaptı. Cumhuriyet kuşağı feministler bu handikaptan hala kurtulabilmiş değiller. REJİM, KADINLARI KENİDİNE BORÇLANDIRDI Kitapta diyorsunuz ki, medeni kanun ve seçme seçilme hakkı verilerek Türk kadını rejime borçlandırıldı. Ne demek istiyorsunuz, kadın rejime nasıl ve neden borçlandırıldı? Dünyaya baktığımızda modernleşmenin doğal bir süreci olarak verildi oy hakkı. Erkeklere de başta oy hakkı verilmemişti, demokrasinin gelişmesiyle birlikte, yöneticilerin elindeki egemenlik hakkı zamanla halkla paylaşıldı. Önce erkeklere verilmiştir sonra da kadınlara. Oy hakkından dolayı hiç bir ülkede kadınları devlete, yöneticilere borçlu kılan bir söylem geliştirilmemiştir. Bu süreç zaten son derece doğaldır; İran'da da olmuştur, Irak'ta da Suriye'de de, hatta bazı İslam ülkelerinde bizden çok daha erken adım atılmıştır. Ama Türkiye’de rejim kendini bir sosyal tabana dayandırma ihtiyacı hissettiği için, kadınlar üzerinde böyle bir propaganda geliştirmiştir: "Aman ha, sizler karanlıktaydınız biz sizleri kurtardık, Cumhuriyet sizin rejiminizdir ona sahip çıkın!" gibi bir söylem geliştirdi. 'KAFESTEN AYDINLIĞA ÇIKIŞ' BİR İLÜZYONDUR Rejimin, 'laikliğin' gönüllü bekçisi olun, denmiş, kuruluş dönemi kadınları da bu rolü, görevi seve seve benimsemiştir... Bu görevi kabul etmişlerdir, daha doğrusu etmek zorunda kalmışlardır; çünkü başka seçenekleri yoktu. Modern eğitim kurumlarında eğitim alacaksa, modern bir meslek edinecekse rejimin de hizmetine girmek zorunda kalmıştır kadın. Bu 80’lere kadar devam etmiştir. 80 sonrasında roller değişmeye, kadınlar kadın kimliği diye bir şeyin farkına varmaya başladılar. Kemalistlerin öyle söylendiği gibi kadınları kurtarmadığını, bu söylemin tarihsel olarak doğru olmadığını gördüler. Kuşkusuz Kemalistlerin kadınlara getirdiği haklar var, ama bu kadını kafeslerin ardından çıkarıp aydınlığa getirecek kadar değildir. Aksine kadını rejimin hizmetine sokarak, onu rejimin bekçisi haline getirerek, başka kadınlara, hemcinslerine karşı düşman kılarak kendi kafesine aldı bu kez. BİÇİLEN ELBİSEYE İLK İTİRAZ Cumhuriyet, modernleşme projesini kadın üzerine kurdu. Bir kadın modeli, prototip oluşturdu. Eteğinin boyundan döpiyesinin rengine, saç kesiminden ev ve toplumsal rollerine kadar. Bu kadın kamusal alanda bulunan ama kadın kimliği, kadınlığı, dişiliği hatta belki bu itibarla kişiliği pek de öne çıkmayan bir kadın bu. Osmanlı döneminde sorgulayan, itiraz eden, talep eden, ısrar eden kadınlar, Cumhuriyetle birlikte üzerlerine giydirilen bu iki elbiseyi itirazsız kabul etti mi, bu prototip oturdu mu üzerlerine? Oturdu, en azından 1970'lere, 80’lere kadar. 70'lerin ortalarına kadar kadınlar, genel olarak rejimle bütünleşerek ona hizmet ettiler. 1970’lere geldiğimizde kopuşlar yaşandı. Hem solda, hem de muhafazakar kesimlerde. Bu iki kesim kendi bakış açısıyla kadın konusuna bakmaya başladı. Sol hareket içinde aktivist bir kadın kuşağı yetişti. Bu kuşak 1980'lerde soldan da ayrılarak feminizmi geliştirdi. Bu kadınlar kendilerini Kemalizm’den ve rejimden ayrıştıran bir dil geliştirdi. O dil “kadın kimliği” söylemi üzerine bina edilen bir dildi. Artık rejimin bekçisi olan kadın değil, kendi haklarının, kimliğinin, sorunlarının peşinde olan bir kadın. “Bedenimiz bizimdir oradan elinizi çekin!” diyen bir kadın. Bu, nereden bakılırsa bakılsın çok ciddi ve köklü bir ayrışmaydı. Aynı şey İslami cephede de oldu. Burada da kadın kendi inançları, değerleri, sembolleri üzerinden bir kadın kimliği geliştirdi. İSLAMİ KESİMDE KADIN UYANIŞI 1980'ler hem özgürlüklerin kimliklerin baskılandığı bir dönem, hem de sivil toplumun kimliklerin uyandığı, talep ettiği var ve görünür olmaya çalıştığı yıllar. Özellikle bu dönemde herhalde en fazla İslami feminist hareketi çok sayıda alanda mücadele etti. Hem kendilerini kamusal alandan hatta eğitim kurumlarından dışlayan Kemalistlerle, elitlerle, devletle, hem geleneksel İslami bilgi ve alışkanlıkla hareket eden, içinden çıktıkları çevre hem de onları görmezden gelen diğer feministlerle. Bu doğru. Türkiye'deki demokrasinin gelişimiyle, 1950'den sonra dini grupların kamusal alanda yer almaya karşı ilgisi uyanmıştır. Bunu da eğitim üzerinden yaptılar. Cemaatler bunda çok önemli rol oynadılar. Bunun bir uzantısı olarak kadının eğitim alması bilinci uyanmıştır İslami çevrelerde. 1960'larda İslam’ın kadına verdiği hakları ve değeri anlatan kitaplar çıkmıştır. Kadının ilim tahsil etmesi gerektiğine ilişkin düşünceler gelişmiştir aynı zamanda bu kitaplarda. Bu anlayışla beraber kadınlar oluk oluk İmam Hatiplere, Kuran Kurslarına akmıştır. İmam Hatipler İslami kesimdeki kadınların okullaşmasında çok büyük bir rol oynadı. DİNDAR DÖNÜŞÜM İNANILMAZ O dönem için oğullarımız okuyor, evlenebilmeleri için kızların da okuması gerekir, gibi bir gerekçeden de bahsediliyor. Siz rastladınız mı böyle bir bulguya? O da olabilir ama onunla bağlantılı olduğunu düşünmüyorum. Okullu oğullara okullu kız yetiştirme düşüncesi olduğunu sanmıyorum doğrusu. Modernleşme bir öğrenme sürecidir. Muhafazakar kesim bu sürece demokrasiyle birlikte dahil oldu. Kendisine İmam Hatipler aracılığıyla şans verilince o bu süreci benimsedi. Kız çocuklarının okullaşmasıyla birlikte İslami kesimde muazzam bir değişim ve dönüşüm yaşandı aslında. Kızını bir zamanlar dört duvar arasında saklı, gizli tutan baba, zamanla erkek çocuklarıyla aynı okullarda, aynı sınıflarda okutma mücadelesi verir hale geldi. Muhafazakar babaların kafasındaki mahrem sınırları inanılmaz biçimde değişim geçirdi. Kemalistler bu değişimin, dönüşümün ne kadar köklü olduğunun farkında değiller. KEMALİSTLER KOMİK DURUMA DÜŞTÜ İmam Hatiplerden sonra ne oldu? İmam Hatiplerle başlayan süreç liseyle, oradan da üniversitelerle devam etti. 80’lere geldiğimizde dindar kadını artık üniversitede görüyoruz. Modern eğitim talep eder hale geldi. Batılı eğitim sürecinin bir parçası olma mücadelesi verdi. Zamanla bu kesimler içinden, geleneksel İslami rolleri sorgulayan bir kadın kuşağı çıktı. Erkeklerle her alanda eşitlik hakkı talep eden ve geleneksel rolleri bunun üzerinden sorgulayan bir kuşak. Bu kadınları üniversitelerden, kamusal alandan atmaya çalışan Kemalistler neyle mücadele ettiklerinin farkında değiller. Hangi değişim ve dönüşümün karşısında yer aldıklarını anlamıyorlar. Onlar basit ve de fasit ilerici-gerici, laik-anti laik ayrışması içinde aslında Türkiye’nin iki yüz yıllık modernleşmesinin, iki yüz yıllık değişiminin, dönüşümünün karşısında durduklarının farkında değiller. İleriye doğru akıp giden, modernleşmeye doğru hızla seyreden bir değişim dalgasının karşısında didinip duruyorlar. Yüz yıl öncesinin penceresinden bugünlere dönüp bakarsanız Kemalistlerin çok komik durumda kaldığını görürsünüz. Müthiş bir anakronizm bu. Bir zamanlar kadınları modernleştiren Kemalizm, bugün bununla mücadele ediyor! Kemalist tarih, Kemalist bilinç artık geriye doğru akıyor. KÜRT KADIN HAREKETİ Kürt feminizmi de İslami kadın hareketi gibi çok sayıda cephede mücadele verdi değil mi? Türk kimliği, rejim, ataerkil toplum yapısı, töreler, kadınları özgürleştirme iddiasındaki Öcalan’ın, PKK'nın tazyiki ve borçlandırması... İslami kadın hareketi, feminist kadın hareketinden bağımsız olarak gelişti ve öncesine uzanan bir geçmişi var. Oysa Kürt kadın hareketi büyük ölçüde feminist kadın hareketi içinde gelişti. 1990'ların ortalarında kendisinin bu hareket içinde yeterince temsil edilmediğini düşünerek oradan ayrıldı ve kendi kadın hareketini başlattı. Buna "Kürt kadın hareketi" dediler. Bunu yapanlar iki şeyle mücadele ettiler: Bir yandan patriarkal Kürt kültürüyle, bir yandan da onlara tekil bir kimlik ve kurtuluş dayatan Türk feminizmiyle. 'SADECE KADIN DEĞİLİZ, KÜRT KADINIZ' Türk feminizmiyle mücadele etnik kimlik kaynaklı mıydı? Evet, "biz sadece kadın değiliz, etnik kadınız" dediler. Sadece kadın olarak ezilmiyoruz, aynı zamanda etnik olarak, yani Kürt olarak ikinci bir kez daha eziliyoruz dediler. Kendilerini beyaz batılı kadının bakış açısından ayrıştırdılar. Beyaz batılı kadın iki ana ve yalın kimlik kabul eder: erkek ve kadın. Erkeğin her yerde kadını aynı biçimde ezdiğine inanır. Oysa Batıda son yıllarda ortaya çıkan Üçüncü Dalga Kadın Hareketi bunu reddeder. Kadınların sadece kadın olmadıklarını, değişik bağlamlar içinde kimlik kazandıklarını, dolayısıyla değişik bağlamlar içinde ezildiklerini ileri sürer. O halde kadınların tek bir kurtuluş reçetesi, tek bir varoluş biçimi de yoktur. Farklı varoluş biçimleri ve farklı kimlikleri vardır. Müslüman kadının varoluş biçimi, Kürt kadınının varoluş biçimi beyaz batılı kadının varoluş biçiminden haliyle farklı olacaktır. Bu kadınların kimlikleri de doğal olarak farklı olacaktır. Kürt kadın hareketi, feminizm içinde gelişen bu yeni anlayışı çok benimsedi. Kendisini bunun üzerinden meşrulaştırmaya çalıştı. Bu kadın hareketi çok yönlü mücadele içinde buldu kendisini. Dediğiniz gibi Türk kadını, Kemalist rejim, beyaz batılı kadın gibi davranan feminist kadınlar, kendilerine başka türlü yaşama hakkı tanımayan PKK vs. ATATÜRK: KADININ TEMEL VAZİFESİ ANALIKTIR Borçlandırma konusunda Kemalizm’le benzerlik var: "özgürlüğünü ben verdim sana". Tabi tabi. Tüm kurtuluş hareketlerinde kadına aynı rol verilmiştir. Ulusu doğuran analık rolü ile onu eğiten öğretmenlik rolü. Kemalistler analığı ve öğretmenliği bunun için çok yücelttiler. Medeni Kanun kadına esas görev olarak analığı verdi. Doğum evlerinin duvarlarına Atatürk’ün, “kadının temel vazifesi analıktır” sözleri asılmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında kadın öğretmen tanrıça muamelesi görmüştür. Tanrıça derecesine çıkarılarak yüceltilmiştir. Çünkü onun bir misyonu vardır. Ulusu eğitme ve aydınlatma misyonu. Tüm kurtuluş hareketleri kadına aynı misyonu yüklerler. Kürt hareketi de aynı biçimde. Kürt hareketinde kadın doğurgan bir tanrıçadır. O ezilen, yok olmaya yüz tutan bir halkı doğurarak çoğaltan bir tanrıçadır. Bu misyonun dışına çıktığı anda kadını dışlar ve ezmeye çalışır. Bunu Kemalistler, feminist ve dindar kadına yaptılar. Kürt hareketi de Kürt feministlere yaptı. Nezihe Muhittin akıl hapishanesinde vefat etmiştir; Kürt feminizminin sembol ismi Fatma Kayhan da Almanya’da sürgün hayatına mahkum edilmiştir. DİNDAR KADIN İKİ CEPHEDE MÜCADELE VERDİ İslamcı kadın hareketi bu anlamda ikisinden de ayrılıyor o halde? İslami kadın hareketi çok yelpazeli bir olgu. İslami kesim de böyle. Ana hatlarıyla iki damar var: Birincisi kadının geleneksel rollerini, ana vazifesi ve doğal görevleri olarak gören anlayış. Kadın annedir, ev kadınıdır, eştir, temel görevi budur. Ancak zorunlu hallerde çalışabilir ya da sosyal hayata karışabilir. İkinci anlayışta ise kadın erkekle eşittir. Allah bizi insanlık onuru ve haklar açısından eşit yaratmıştır. Bizim farklı rollere sahip oluşumuz tarihsel, toplumsal ve kültürel nedenlerden kaynaklanır. Bunlar kaçınılmaz değildir. İslami feminist kadınlar hem çemberin içinden hem dışından bir baskıya maruz kaldılar aslında. Onların çıkışı içerden hoş karşılanmadı, çok sert karşılık gördüler. Medyada İslamcı aydınlarla, Müslüman feminist olarak lanse edilen kadınlar arasında çok sert tartışmalar geçti. Dışarıdan da Kemalistlerle, tek tipleştirici Kemalist modernleşme anlayışıyla mücadele ettiler. Ama işin vahim tarafı şu: Bu kadınları ezenler Kemalist cephedeki kadınlar. Bu tüm feminist argümanları yerle bir eden bir durumdur. Az önce dediğim gibi Üçüncü Dalganın dışındaki tüm feminist yaklaşımlarda kadın ve erkek vardı. Erkek kadını ezerdi. Oysa burada kadınlar kadınlar tarafından ezildiler, halen de eziliyorlar. DİNDAR BİREY KADIN KORKUSU Başladıkları noktadan bugüne, nereye vardılar? İslami kadın hareketi kendine güvenen, ayakları üzerinde durmaya çalışan, kendini gerçekleştirmeye çalışan bir kadın kimliğinin oluşmasını sağladı. Erkeğinin arkasında yürüyen, ona itaat etmeyi ilahi bir vazife gibi gören kadından, birey kadına dönüştüler; kendini, hakkını savunabilen bir kadın noktasına geldiler. Bu kadınlar kamusal alana tam anlamıyla girememiş, başörtüsü mücadelesinde yenilgi almış olsalar bile kendilerini gerçekleştirme anlamında önemli bir kazanım elde ettiler. Bunun önemli bir dönüşüm olduğunu düşünüyorum. Ergun Babahan "Bu kadınlardan korkun, ama korkması gerekenler ne Nur Sertel ne Necla Arat. Korkması gerekenler İslami çevrenin erkekleri" diye yazdı geçenlerde. Çok doğru. Tabi şu da var: Kadının kendi konumunu değiştirmesi yeterli değil, erkeğin de bu anlamda değişmesi gerekir. Laik Kemalist erkek ne kadar değişti bilemem, ama İslami kesimde erkeğin değişmesi daha zor bir süreç gibi geliyor bana. Burada dini değerlerle meşrulaştırılan bir patriarkal kültür var çünkü. ERKEK KADINSILAŞTI, KADIN ERKEKSİLEŞTİ Feminizmin "özel olan siyasaldır" mottosu ile kamusal alan da, özel alan da değişime uğradı ve kadın hareketleri her yerde olduğu gibi burada da toplumsal rolleri sarstı, bir şekilde değiştirdi. Bu sürecin kadınları erkeksileştiren erkekleri de kadınsılaştıran bir noktaya vardığı tespiti ya da eleştirisi yapılıyor. Katılıyor musunuz buna? Bunu cinsiyet üzerinden değil de roller üzerinden okumak lazım. Roller üzerinden okuduğumuz zaman katılıyorum. Kadınla özdeşleşen işler artık erkekler tarafından da yapılıyor. Mutfağa giren, çocuğunun altını temizleyen, evde temizlik yapan erkek tipiyle her geçen gün karşılaşıyoruz. Öte yandan erkek işi olarak kabul edilen çok sayıda işe kadınlar da el atıyor. Artık başarılı kadın yöneticiler, akademisyenler, gazeteciler, bürokratlar yetişiyor. Bu anlamda bir geçişkenlik söz konusu tabi. Bazı bilimsel açıklamalar yapılıyor, erkekliği belirleyen Y kromozomunun ölüm sürecine girdiği söyleniyor. Bu rol değişimi, cinsiyetlerin belirleyiciliğini, biyolojilerini değişitirebilir mi sizce, ne dersiniz? Ben böyle bir şey olduğunu bilmiyorum, söyleyemem de. Ama şu var: Bizde kamusal alan erkekle özdeşleşmiş sert bir alan. Kadın kamusal alana girmek, kendisini burada savunmak için güçlü olmak zorunda. Ama bunun dikkate değer bir biyolojik değişime neden olduğunu sanmıyorum. FEMİNİZM DÜNYAYI DEĞİŞTİRİYOR Feminist hareketlerin diğer sivil toplum hareketlerinden farkı ne? Modern dünyada gelişen her bir sosyal hareketin kendi alanında bir ağırlığı, bir etkinliği var kuşkusuz. Ama her biri uğraş verdiği alanda etkilidir. Ama kadın hareketi, toplumun tümünü, hatta dününü, bugününü ve yarınını ilgilendiren bir hareket. Toplumun tüm değer yargılarını, kurumlarını, inanç sistemini, geleneğini, örfünü, adetini, alışkanlıklarını ilgilendiren, bunları sarsan bir girişim kadın hareketi. Bu bakımdan diğer hareketlere göre çok daha sarsıcıdır. TÜRKİYE FEMİNİZMİ YENİ DALGAYA KAPALI Türkiye'deki feminist hareketi, dünyadaki örneklerinden ayırt eden yöne ne? Dediğim gibi küresel feminist harekette artık üçüncü dalgadan söz ediyoruz. Bu bizim sahillerimize henüz vurmadı. Türkiye’deki birçok feminist bunun farkında değil ya da bilinçli olarak bu dalgayla tanışmak istemiyor. Çünkü bizdeki feminist anlayış tek hakikatli, tek kurtuluşlu, tek varoluşçu Kemalist modernleşme anlayışından çok etkilendi. Onun sınırları içinde var oldu. Şimdi bir anda buradan kopması, ayrılması, bambaşka bir kulvara geçmesi o kadar kolay olmayacaktır. BAŞÖRTÜSÜ SORUNUNA KÖR, KENDİNİ İNKAR EDİYOR Belki de tam da bu yüzden sadece kadınların etkilendiği başörtüsü ayrımcılığı, eğitim hakkının gasp edilmesine karşı feministler ortak tavır alamıyor? Başörtüsü yasağı tam da feministlerin ilgilenmesi gereken bir konudur. Çünkü bir kadın sorunudur, kadının kendisini var etmek istediği bir araçtır, bir tercihtir başörtüsü. Ama beyaz batılı kadın bize diyor ki, "siz ancak modernleştiğinizde, yani bize benzediğinizde kadın olarak kurtulursunuz". Kemalist modernleşme de zaten bize bunu söylüyor: Ailenin baskısından kurtulacaksınız, gelip modern eğitim alacaksınız, başörtüsünü atacaksınız, bir de meslek sahibi olacaksınız, o zaman özgürleşir ve kurtulursunuz. Kadının kurtuluşunu bu çerçevede okuyan bir kadın hareketi, kendisini Kemalist modernleşme anlayışından ayırt edemiyor, edemez de. Oysa feminist hareketin bunun dışına çıkması gerekir. Feminist hareket ancak o zaman farklı varoluş biçimlerine hazır hale gelir, kadınların farklı tercihlerine sahip çıkar. KEMALİSTLERİN VAHİM ANAKRONİZMİ Orada da ikinci bir çelişki yok mu: Kadının modernleşmesini hem eğitim sürecinin sonucu olarak görüyor, hem de kadınların eğitim hakkını kullanmasını, eğitim alıp meslek sahibi olmasını şekilsel bir şarta bağlıyor? Kuşkusuz çok ciddi bir çelişki bu. Kemalistler gerçekten kadını kamusal alan aktörü haline getirmek istiyorlarsa, modernleşmeden bunu anlıyorlarsa o zaman kadının başındaki sembollerle ilgilenmez, onun nerede olduğuyla ilgilenirler. Kemalistlerin bu noktada verdiği reaksiyona baktığımızda bunların derdinin kadınları eğitmek, onların kamusal alanda yer almasını sağlamak olmadığını, kendilerine hizmet edecek itaatkar bir kadın kitlesi yaratmak olduğunu görüyorsunuz. CHP’lilerin Hayrünnisa Hanım’a karşı gösterdikleri tepkiyi nasıl yorumlayacağız? Seksen yıl önce onun yerinde Latife Hanım vardı. Siyah örtüler içinde bir kadın. Sadece CHP’nin kurucusu değil, Cumhuriyetin kurucusu Atatürk’ün eşi Latife Hanımdan söz ediyoruz. Bu Kemalistler için çok vahim bir anakronizme işaret ediyor. BAŞÖRTÜSÜ MÜCADELESİNİN DÜNYADA BENZERİ YOK Başörtülü kızlar cumhuriyet tarihinin en sivil ve en uzun hak mücadelesini verdiler, kuşaktan kuşağa aktarılan. Bu Türkiye'deki kadın hareketleri açısından ne söylüyor? Bu çok çok önemli bir mücadele. Bu mücadele sadece Cumhuriyet tarihinin değil, Osmanlı tarihinin de en uzun soluklu ve toplumsal düzeyde destek bulan, desteği her geçen gün artan başarılı bir hareketidir. "Başörtüsüne özgürlük için elele insan zinciri eylemi" için, 28 Şubat sürecinde, Türkiye'nin her yerinde aynı anda 3 milyon insan bir araya gelip elele verdi. Dünyada bildiğim kadarıyla böyle bir hareket örneği yok. Bu tamamen sivil toplum örgütleri tarafından spontane olarak gerçekleştirilen bir eylem. Sosyal mücadelelerin kazanımı bazen çok uzun zamanlar alabiliyor. Bazen yüzyıllara uzanabiliyor bu mücadele. Türkiye'de bu mücadele aşağı yukarı 30 yıllıktır. Bu hareket bugün için başarılı mı, başarısız mı? Bence çok büyük başarı elde etmiştir. Bu hareket her şeyden önce halkın vicdanında kendisine yer bulmuş ve düşmanlarını da o vicdana hapsetmiştir. CHP’nin sosyal tabanının her geçen gün biraz daha daralmasının en önemli nedenlerinden biri budur. Bugün toplumun yüzde 70'i bu sorunu sahiplenmiş durumda. Toplumu, toplumun desteğini yanına almak, toplumun vicdanında masumiyet kazanmak başlı başına bir başarıdır diye düşünüyorum. Başarıyı sadece yasal düzenlemelerde görmemek gerekir. Bir şeyi yasal düzeyde düzenlemek çok kolaydır. Ama bir şeyi toplumun vicdanına kolay kolay sokamazsınız ya da vicdanına yerleşmiş bir şeyi kolay kolay söküp alamazsınız. Bence başörtülü kadınlar bu toplumun vicdanını kazandılar. Bu, başlı başına büyük bir başarı. Bugün CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun başörtüsü sorununu çözmeye kalkışması, sözünü ettiğim vicdanın sınırlarının nerelere kadar uzandığı gösteriyor. KADININ ADI YOK Siyasi partilere bakınca ne dersiniz, kadın sorunlarına, feminist taleplere dikkat kesilmek konusunda? Bugün Türkiye’deki tüm siyasi partiler kadın konusuna karşı duyarlı hale gelmiştir. Bununla birlikte kadınlar siyasi partilerin omurgasını oluşturmaya başladılar. Bu süreç 1994 yılında İstanbul’da Refah Partisi ile başladı. Bugün tüm partiler artık kadın gücüne daha fazla yaslanıyor. Geçen yerel seçimlerde Üsküdar’da AK Partili kadın kolları 30 bin aileyi evinde ziyaret etti. Saadet Partili kadınlar daha fazla aileye gittiler. MHP de benzer bir çalışma yaptı son seçimlerde. CHP de şimdi bu konuya eğilmeye başladı. Dolayısıyla kadınlar ciddi şekilde partileri omuzlamış durumda. Ama siyasi temsilde yok kadar azlar. Ne yazık ki öyle. Cumhuriyet tarihinde ilk defa Meclis’te yüzde 9.1 oranında temsil ediliyorlar. 24 İslam ülkesinin ortalamasının gerisindeyiz. İçinde Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Suriye ve Irak gibi ülkelerin de yer aldığı 24 MENA ülkelerinin ortalaması yüzde 11 civarında. Yerel meclislerdeki kadın oranı bizde çok daha vahim durumda. Neden böyle sizce, anlayabildiniz mi? Milletvekili seçimlerinde aday gösterilmeleri liderlere bağlı. Cumhuriyetin başlarında da böyleydi, Atatürk 18 kadını listeye koymuş seçilmelerini sağlamıştı. Bugün de büyük ölçüde böyle. Vekil seçiminde daha sembolik bir tutum, durum var. Ama yerel seçimler öyle değil. Yerel seçimler çok sert ve haşin geçiyor. Yoğun rekabet var ve kadınlar bu ortamda maalesef erkeklerle yarışamıyorlar. Öte yandan buradaki sertlik kadınları bu alandan uzak tutuyor. Oysa Avrupa’da da ya da diğer İslam ülkelerinde kadınlar yerel meclislerde daha fazla temsil ediliyorlar. 'KADIN DEVRİMİ' İFLAS ETTİ Dünya Ekonomik Forumu'nun siyasi temsil, eğitim, istihdam, fırsat eşitliği gibi alanlarda ülkelerdeki kadın erkek eşitliğini ölçen yıllık raporunu açıklandı. 134 ülke arasında Türkiye, 126. sırada! Kadınlarla bu kadar uğraşmış, söylem düzeyinde de olsa yatırım yapmış bir ülkede bu sonuç resmi söylemin iflası, büyük hezimet, utanç verici! Bizden önde olan pek çok İslam ülkesi var demektir. Birçok Müslüman ülkede eğitim, istihdam, temsil gibi alanlarda kadınlar bizden daha iyi durumda. Kadınları kurtardık diyen Kemalist söylemin altının ne kadar boş olduğunu gösteriyor bu tablo. Kadınlara seçme seçilme hakkını getiren yasa Mecliste görüşülürken İsmet Paşa, “bizim devrimimiz aynı zamanda bir kadın devrimidir demişti”. Bunun ne kadar geçersiz bir söylem olduğunu görüyoruz bugün. Koskoca modernleşme sürecini, özgürleşmeyi, değişim ve dönüşümü getirip başörtüsü gibi bez parçası sayılır sembollere dayandırırsanız olacağı budur. Sadece Avrupa’nın, Batının yaşadığı çağın değil; giderek Müslüman dünyanın yaşadığı çağın da gerisine düşersiniz. TÜRBANI YAYGINLAŞTIRAN KEMALİST DEVLETTİR Kitapta, Kemalist kadınlar için diyorsunuz ki; “1950'lere kadar çarşaflı kadınlara pardesü başörtüsü dağıtıyorlardı”. Halbuki şimdi o dağıttıkları kıyafetler için "hepsi üniforma gibi aynı giyiniyor, bu bir siyasi simge" diyorlar! Bugün deniyor ki, bu başörtüsü de nerden geldi? Halbuki bunu yapan devletin kendisidir. 1923'te Cumhuriyet kurulur kurulmaz o zamanki feminist kadınlar bir parti kurdular. Kadınlar Halk Fırkası diye. Fakat Kemalistler onlara izin vermediler, bölücülük yapıyorsunuz, böyle şey olmaz dediler. Onlar da Türk Kadınlar Birliği adında bir dernek kurdular ve 1935'e kadar mücadele ettiler. Seçme seçilme hakkı kadınlara verilince devlet bu derneği dolaylı yollarla kapattı. 1950'de Demokrat Parti iktidarıyla birlikte Celal Bayar Cumhurbaşkanı olunca ilk yaptığı şey Türk Kadınlar Birliğini yeniden açmak oldu. Dernek bu defa çarşafla mücadele etti. Bunun için kampanyalar düzenleyerek elde ettiği parayla pardesü ve eşarp alıp gecekondu bölgelerinde kadınlara dağıtarak karşılığında kadınların çarşaflarını topladı. Bugün türban adı verilen başörtüsünün temelini bu kıyafet oluşturmuştur. Kemalist elitlerin eliyle yani. Sağ Kemalistler diyelim buna. Celal Bayar ve arkadaşları Kemalizm’in sağ yorumunu geliştirmiştir. Celal Bayar’ın kabrine gittiğinizde orada sergilenen çarşafları görürsünüz. Bayar’ın mücadele ettiği “karanlık şey” diye orada sergileniyor o çarşaflar. CUMHURİYET GAZETESİ: FEMİNİSTLER HAFİF MEŞREPTİR CHP'nin feministlerle ilişki nasıldı o günlerde? Feminist kadın kimliği CHP'nin istediği bir kimlik değildi. O tarihlerde feminist kadın hareketini bastırma yoluna gitmiştir. Kadınların seçimler öncesinde verdi mücadeleler o zamanın gazeteleri tarafından çok sert bir dille eleştirilir. Mesela 1927 seçimleri öncesinde Kadınlar oy hakkı elde etmek için Trabzon’da bir araya gelerek bir etkinlik düzenlerler. Cumhuriyet Gazetesi ertesi gün, "hafif meşrep kadınlar Trabzon'da ortaya çıktı!" şeklinde manşet atmıştır. Yarı resmi nitelikteki gazetelerin feministlere yaklaşımı bu şekilde olmuştur. Onlara yoldan çıkmış, sapkın, hafif meşrep kadın muamelesi yapıyor. CHP BAŞÖRTÜSÜ KONUSUNDA FENA SIKIŞTI Kılıçdaroğlu CHP türban sorununu biz çözeriz dedi, parti içinde çatlak sesler artsa da bu sözü bile bir yumuşamaya yol açtı, sorun fiili olarak buharlaştı gibi...? Anayasa reformundan sonra CHP çok sıkıştı. Bir bakıma bir yol ayrımına gelmiş bulunuyor. Ya katı Kemalist kimliğinden sıyrılarak halka açılacak ve bir kitle partisi olacak ya da giderek halktan koparak küçülecektir. CHP’nin halkla buluşmasının yolu başörtüsünden geçer. Yüzde 70’lik kitleye ulaşmanın yolu buradan geçiyor artık. Başörtüsü CHP açısından halka buluşma köprüsüdür. Kılıçdaroğlu bunun farkında. Ama karşısında çok sert bir direnç var. Partisini ikna etmeden yaptığı çıkış hem kendisini, hem de partisini zor duruma soktu. Sanıyorum önümüzdeki günlerde bu konudaki sıkışmışlığını daha fazla göreceğiz. Bu idrakin ifadesi midir, biz çözeriz denmesi... Kuşkusuz. Yüzde 70'in bir sorunu varsa ve siz kayıtsız kalıyorsanız merkez partisi değilsiniz demektir. CHP son yirmi yılda merkez sol parti kimliğinden hızla uzaklaştı. Gerçi sol hiç olmadı ama hiç olmazsa merkeze yakın bir yerdeydi. Son yirmi yılda merkezin çok uzağına düştü. Merkeze gelmesinin yolu yüzde 70'e ulaşmasına bağlıdır. Bunun da sembolik adımı başörtüsüdür. Şayet bu sorunu çözerse CHP için iktidar yolu rahatlıkla açılabilir diye düşünüyorum. Çünkü bu sadece başörtülülere ve onun arkasındaki kitleye el uzatmak anlamına gelmeyecek. Bu, CHP’nin aynı zamanda merkeze doğru hareket etmesi anlamına gelecektir. Fadime ÖZKAN
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
#2 |
![]() Türkiye'de kadın hakları, özgürlüğü konusu başka pek çok şeyle birlikte hayatımıza ilk kez Cumhuriyetle girmiş gibidir, resmi söylem böyle buyurur. Fakat biz biliyoruz ki Osmanlı'nın son döneminde çok güçlü bir kadın hareketi vardır..
Doğru. Cumhuriyet dönemi kendisini biraz kadın konusuyla özdeşleştirdi, biraz da her devrimin dayanmak zorunda olduğu, devamlılığını onun üzerinden sağladığı bir sosyal taban ihtiyacı vardı. Türkiye'de bunu üstlenebilecek sosyal taban yoktu. Devrimi yapan sınırlı sayıdaki bir bürokratik zümreydi. Bu bakımdan Cumhuriyeti kuran elitler sosyal taban olarak kadını uygun buldular. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında sınırlı sayıda olmakla birlikte, çok aktif bir kadın kitlesi vardı. İyi eğitim almış, kamusal alana girmiş, siyasi talepleri olan, örgütlü bir kadın kitlesiydi bu. Cumhuriyet kendini tam da bunun üzerine bina etmek istedi. Çok da başarılı oldu. Geliştirdiği resmi söylemle Osmanlı modernleşmesi içinde kadına verilen yeri unutturdu. Genel manada çok donanımlı paylaşım oldu teşekkürler sevgili Merve Daha geçen gün kadın sanki Cumhuriyet tarihi ile ortaya çıkmış gibi ucuz bir söylemin varlığını üst perdeden dillendiren bayan öğretim görevlisi vardı o yorumlara hoş cevap olmuş. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#3 |
![]() Henüz hepsini okumadım ama başlıklardan ve göz gezdirdiğim kadarıyla müthiş bir yazı. Özellikle Osmanlı'da kadın konusunda çok yerinde çok doğru tespitlerde bulunulmuş.
Konuyu paylaşan arkadaşıma teşekkür ediyorum. Konuyu okuduktan sonra düşüncelerimi ayrıca paylaşmak isterim. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|