05-28-2011, 12:44 | #1 |
ALİ BABACAN SKY TÜRK TELEVİZYONU “GÜNDEM ÖZEL”
Arkadaşlar baş kısmı sıkıcı gelebilir ama devamını nutlaka okuyun DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI SN. ALİ BABACAN’IN SKY TÜRK TELEVİZYONU “GÜNDEM ÖZEL” PROGRAMINDA SN. KERİMCAN KAMAL, HABERTÜRK GAZETESİ KÖŞE YAZARI YAVUZ SEMERCİ VE MİLLİYET GAZETESİ EKONOMİ MÜDÜRÜ MURAT SABUNCU’YA VERDİĞİ RÖPORTAJ 19.05.2011 KERİMCAN KAMAL- İyi akşamlar efendim, Gündem Özel Programının üçüncüsüyle evlerinize misafir oluyoruz. Bu akşam Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Ali Babacan’ı ağırlayacağız. Fatih Üniversitesi’nin Hadımköy kampüsündeyiz. Sayın Bakan, hoş geldiniz. ALİ BABACAN- Hoş bulduk, teşekkürler. KERİMCAN KAMAL- Bildiğiniz gibi programı Milliyet Gazetesi Ekonomi Müdürü sevgili Murat Sabuncu ve Habertürk Gazetesi ve Gazeteport.com yazarı sevgili Yavuz Semerci ile beraber hazırlıyoruz. İki ekonomi gazetecisi ve Ekonomiden Sorumlu Sayın Bakan olunca programın gündemi doğal olarak ekonomi olacak gibi. Siz de henüz Brüksel’den geldiniz yanılmıyorsam. ALİ BABACAN- Evet, Helsinki ve Brüksel’deydim. KERİMCAN KAMAL- Yunanistan konuşuldu, Avrupa Birliği’nin durumu konuşuldu herhalde ekonomik konular. Neler konuşuldu? ALİ BABACAN- Biliyorsunuz dünya ekonomisi oldukça sıkıntılı dönemlerden geçiyor aslında. Bir yandan sadece büyüme rakamlarına baktığımızda, işte 2009’un o olumsuz tablosundan biraz daha ümit veren bir tabloya dönmüş gibi görünüyor işler hem Amerika’da, hem Avrupa’da. Ama çok yüksek borç stoğu, çok yüksek kamu açıkları ve Merkez Bankalarının piyasaya sürmüş olduğu olağanüstü miktarda likidite ve pek çok Merkez Bankasında bunu karşılıksız para basarak yapmış olması da ileriye doğru büyük tehditler, riskler oluşturuyor. Bu Avrupa Birliği Ekonomi Bakanları toplantısının önemli gündem maddeleri Portekiz ve Yunanistan’dı. Portekiz’le ilgili 78 milyar euroluk yardım paketi onaylandı. Ancak Yunanistan’ın 110 milyarlık yardım paketinin çoğaltılmasıyla ilgili, ki yaklaşık 30 ila 50 milyarlık bir rakamın büyütülmesi şu anda tartışılıyor, onunla ilgili bir karar verilebilmiş değil. Bir teknik çalışma gerekecek ve Yunanistan’dan ilave talepler olacak, atması gereken adımlar belirlenecek. Özellikle özelleştirmeyle ilgili talepler Avrupa’dan gelecek. Bir yandan tamam kaynak kullandırıyoruz, destek veriyoruz ama, bir yandan da Yunanistan’ın kendi kaynaklarını harekete geçirebilmesiyle ilgili talepler var. Bütün bunlar önümüzdeki haftalarda netleşip bir sonuca ulaşır diye ümit ediyoruz. Çünkü, herhangi bir Avrupa ülkesinin borcunu ödeyemez duruma düşmesinin sonuçları Allah korusun çok çok tehlikeli olur. Dolayısıyla, bizim bütün Avrupa ülkelerine tavsiyemiz, hiçbir ülkeyi default durumuna, yani borcunu ödeyememe noktasına kesinlikle getirmeyin, ne gerekiyorsa yapın, bir default olduğunda, bir temerrüt durumu oluştuğunda bunun maliyetinin nereye gideceğinin ölçülmesi çok çok zor. Ve o yardım eden, yardım edecek ülkelerin kendi bankalarının riske girmesi burada söz konusu. Çünkü, Yunanistan kağıtlarına bakıyoruz, yarısını Fransız ve Alman bankaları tutuyor, hatta Fransız bankaları daha çok. Bu borcunu ödeyemiyorum dediği anda, Avrupa’da 8-10 tane bankanın hemen ertesi sabah sıkıntıya girmesi söz konusu. Bu sefer o bankaları kurtarmak için yeni operasyonlar gerekecek ve bir domino etkisiyle sadece Avrupa’da değil dünyanın dört bir köşesinde etkisini hissettirecek tehlikeler var. Dolayısıyla, bizim herkese tavsiyemiz, aman diyoruz hiçbir ülkeyi bu dönemde iflas ettirmeyin, buna izin vermeyin, hiç olmazsa ölçülebilir kaynaklarla, ucu sonu belli politikalarla destek neyse verin. YAVUZ SEMERCİ- Sayın Başbakan Yardımcım, Yunanistan bedel ödemek istemiyor galiba. Çünkü, baktığınız zaman Türkiye 2000’de çok ciddi bedel ödedi. Ama Yunanistan’a baktığımız zaman bu bedeli ödemekten özellikle kaçındığını görüyoruz hem muhalefetin çok güçlü olması nedeniyle. Siz gerçekten umutlu musunuz bir 30-40 milyar euroluk yardım paketinin açılacağını ve Yunanistan’ın bu bedeli ödemeye hazır, yani kamu kuruluşlarının satışı ve özelleştirmeleri yapacağından umutlu musunuz gerçekten? ALİ BABACAN- Papandreu Hükümeti aslında bayağı zor kararlar aldı. Yani, bayağı ciddi tedbirler gerçekleştirdi, ama maliye politikalarında da biraz artık sınırları zorlamaya başladılar. Yani, biliyorsunuz maaşları düşürdüler, kamu harcamalarında çok ciddi kısıtlamaya gittiler, vergileri artırdılar, yani hemen hemen her hafta Yunanistan’da sürekli gösteri oluyor, gösteriler olmaya devam ediyor. Halk sokağa dökülüyor, alınan her bir tedbir bir kesimin canını yakıyor. Burada tabii özelleştirme önemli olacak. Buna siyasi karar noktasında ne kadar sıcak bakacaklar bunu önümüzdeki haftalarda göreceğiz. Ama şunu da düşünmek lazım ki, özelleştirilecek kuruluşların değeri genel ekonomik istikrarla çok alakalı. Biz de dünya kadar özelleştirme yaptık. Yani, eğer ülkede istikrar varsa, bir güven ortamı varsa, satacağınız varlıklar daha çok para ediyor, piyasada daha çok karşılığını buluyor. Ama bir güven ortamı yoksa da, o zaman o varlıkların değeri de pek o kadar yüksek olmayabiliyor. Dolayısıyla, bu kararı verebilecekler mi, ne yapacaklar, önümüzdeki haftalarda göreceğiz. Yalnız şu önemli: Bütün bu desteklerin 27 ülkenin de parlamentosundan geçmesi gerekiyor. Dolayısıyla, 27 ülkeden herhangi bir tanesinde fire verilirse, yani destek paketi geçmezse, o zaman çok büyük problemler oluşabilir. Yani, önümüzdeki dönemde azınlık hükümeti olan, yani geçiş hükümeti; asıl hükümet kurulamamış da bir geçiş hükümeti işe bakıyor, o tür ülkeler var. Şimdi o tür ülkeler bu yardım paketlerini kendi parlamentolarından geçirebilirler mi, geçiremezler mi, onunla ilgili bazı riskler var. Ben evvelsi gün sabah da Helsinki’deydim, Cumhurbaşkanları Sayın Halonen’le görüşmemiz oldu. Örneğin orada hükümet kurulmasıyla ilgili bayağı ciddi sıkıntılar var. Belki 5 partili bir koalisyon, belki bir azınlık hükümeti olacak. Kendisiyle yaptığımız görüşmede aman dedim, yani ne yapın edin öyle bir kişiye başbakanlık görevini verin ki o hükümet kurulduğunda bu yardım paketleri Parlamentonuzdan geçsin, aksi halde bir sıkıntı olabilir yani. YAVUZ SEMERCİ- Almanya’dan da rahat geçer mi, Merkel çünkü çok itiraz ediyordu bir dönem. Hatta ünlü lafı vardır, biz burada tasarruf ediyoruz, siz orada harcıyorsunuz. ALİ BABACAN- Evet, hatta çok tatil yapan ülkelerle az tatil yapan ülkelerin aynı para bölgesinde olması pek adil bir şey değil de dedi. Bu aslında doğru bir tespit. Ben bunu defalarca söyledim, bu Brüksel’deki toplantıda da tekrar dile getirdim. Yani, tek bir para birimi kullanan ülkelerin böyle birbirinden çok farklı maliye politikaları uygulaması, birinde yüzde 10 açık varken öbüründe yüzde 1-2 açık olması, problem çıktığında da aynı Merkez Bankasının para basarak problemin yaşandığı ülkenin hazine kağıtlarını piyasadan toplaması da bu adil bir tablo değil. Yani, fedakarlık yapan, belki kendi refahından ödün veren, istikrar adına doğru politikalar uygulayan ülkelerin sırtından yanlış politikalar uygulayan ülkeler bir bakıma geçiniyor. Suni bir refahın devamı o ülkelerde sağlanıyor. Ve ben o Brüksel’deki toplantıda şunu açıkça dile getirdim. Mutlaka dedim, Avro Bölgesinde tek bir güçlü ortak maliye politikası çerçevesine ihtiyaç var, bu sürdürülemez bir durum. Yani, yarın her ülke kendi iç kamuoyuna bunu anlatamamaya başlayacak. Dolayısıyla, Merkel örneğini verdiniz, şimdi bu tamamen Yunanistan’ın uymak zorunda olacağı yeni şartlarla ilgili bir konu. Eğer Yunanistan’a çok ciddi şartlar ileri sürülürse ve Yunanistan da bunları yapacağım derse, işte Merkel dönüp kendi kamuoyuna tamam bakın yardım ediyoruz, onlar da söz verdiler, işte şu kadarlık varlık satışı yapacaklar. Dolayısıyla, biz oradan yine tahsilatımızı yapacağız, problem yok gibi kendi kamuoyuna ve Meclisine anlatabilir hiç olmazsa. Dolayısıyla, biraz bu hani şartların, tedbirlerin, ülkelerden talep edilenlerin, yardım eden ülkelerin kendi iç kamuoyu açısından rahatlatıcı boyutu var. İşte diyor ki mesela, bakın orada gösteriler oluyor, maaşları düşürdüler ne yapalım diyor. Hiç olmazsa biz de yardım edelim ki onların da fedakarlığı karşılığını bulsun gibi daha kolay anlatabilir kendi ülkelerine. MURAT SABUNCU- Sayın Bakan, uyarı alan ülkeden uyarı veren ülkeye mi geçtik? Yani, siz şimdi bu gittiğiniz en son toplantıda oranın mali politikasıyla ilgili Avro Merkez Bankasının bu para basıp ikinci el tahvil toplamasıyla ilgili sanıyorum bir uyarı da içeren bir konuşma yaptınız değil mi? ALİ BABACAN- Tabii tabii. MURAT SABUNCU- O noktaya Türkiye geldi yani. ALİ BABACAN- Benim konuşmamın aşağı yukarı üçte biri Avrupa’ya uyarıydı. Çünkü, bütün o 27 ülke orada oturduğu için, yani ortam iyi bir ortam, onlara uyarı. Üçte ikisi de kendi yaptıklarımızı anlattım. Ama Ekonomik İşlerden Sorumlu Komiser Rehn’in açılış konuşması vardı. Bu açılış konuşmasında çok açık bir ifadesi oldu. Bütün şu masa etrafındaki ülkeler arasında parlayan tek bir nokta var, parlayan bir bölge var, o da Türkiye dedi. Yüzde 9’luk büyüme, 8,9 ya, o da yuvarlayarak söyledi. Biz bu kadar problem konuşurken, Türkiye de yüzde 9 bir büyüme oranına ulaştı dedi. Dolayısıyla, bir bakıma kendi içimizdeki başarımız bize dışarıda yapılması gerekenlerle ilgili de daha rahat konuşmamız konusunda güç veriyor. Zaten kendi içimizde güçlü olmazsak yani derler ki adama, sen önce bir kendi evini düzelt, ondan sonra gel buraya akıl ver derler yani. Dolayısıyla, kendi içimizdeki kuvvetli pozisyonumuz bizi rahatça onlara uyarı biçiminde konuşmamıza izin veriyor. MURAT SABUNCU- Bu toplantıda IMF Başkanının durumuyla ilgili konumu, neden soruyorum bunu; Yunanistan’ın paketi için IMF’in bir daha bakması gerekiyor. ALİ BABACAN- Tabii, doğru. MURAT SABUNCU- Buna bağlı olarak da Kemal Derviş’in adı çok konuşuldu uluslar arası gazetelerde, Türkiye’de. Böyle bir durumda Türkiye Cumhuriyeti’nin Hükümeti de Sayın Derviş’in IMF Başkanı olması noktasında bir desteği, bir diplomatik çabayı gösterecek mi onu merak ediyorum. ALİ BABACAN- Sayın Strauss Kahn’ın bu Brüksel’deki toplantılara katılamaması bu toplantılardaki verimi biraz düşürmüş bana söylediler. Çünkü, son dakikalarda biliyorsunuz bu toplantıya katılmak üzere uçağa bindiğinde ya da binmek üzereyken bu gözaltı daha sonra tutuklama meydana geldi ve IMF pek üst düzeyde temsil edilemedi bu Avrupa Birliği toplantılarında. Ama IMF’de çok iyi bir yönetim kademelendirmesi var, şu var bu var, yani kişilere fazla bağımlı değil. Bu toplantı olmazsa iki gün sonra bir başka ortamda gereken neyse yapılır, kararlar alınır. Kaldı ki şu anda birinci Başkan Yardımcısı Sayın Lipsky aynı zamanda Başkanvekili olarak fiilen görevde, işinin başında. Tabii Strauss Kahn’ın normalde görev süresinin gelecek sene tamamlanması beklenirken bu son gelişmelerle beraber bu sefer yeni bir IMF Başkanı arayışı da ister istemez hızlandı. Şimdi bunun kağıt üzerinde yazan yöntemine bakacak olursak şöyle bir yöntem var orada: 24 icra direktörünün aday gösterme yetkisi var, yani 24 icra direktörü de aday ortaya koyabiliyor. Daha sonraki uygulamalarda da bu ortaya konan adaylarla ilgili önce bir gayri resmi bir müzakere yapılıyor, tartışma yapılıyor, bazen gayri resmi bir oylama bile yapılıyor. Ama sonunda kimin adı ön plana çıktıysa o ön plana çıkan isim etrafında konsensüsle karar veriliyor. Yani, önden yapılan oylama biraz gayri resmi seviyede kalıyor ki hani başkan seçildiği zaman herkesin desteğini alan bir başkan olsun diye. Biz bugün itibariyle henüz Hükümetimiz bir aday gösterecek mi, göstermeyecek mi, bir aday göstereceksek bu kim olur bir karar vermiş değiliz. Ama, gerek Sayın Derviş olsun, gerek başka adı geçen arkadaşlarımız olsun hepsi tek tek IMF Başkanlığını rahatlıkla yürütebilecek bilgiye, beceriye, donanıma sahipler. Türkiye’den bir baksak etrafa en az 10 tane IMF Başkanlığını rahatça yapacak isim çıkarabiliriz. Ama henüz Hükümetimizin… YAVUZ SEMERCİ- Önyargı yok Sayın Babacan, anladığım kadarıyla. Kemal Derviş’in ismi ön plana çıkarsa diğer ülkelerde de bir alerjik bir durum takınılmayacak. Yani, onu da yapabilecek insanlar arasında sayıyorsunuz anladığım kadarıyla, yanlış mı anladım? ALİ BABACAN- Teknik beceri, donanım, yani daha önce yaptığı, uğraştığı işlere şöyle bir bakacak olursak, dediğim gibi en az 10 tane isim Türkiye rahatlıkla çıkarabilir. Ama bu en sonunda ülkeler arasında bir siyasi al-ver, siyasi pazarlık ortamına dönüyor. Ve şimdiye kadarki usul hep şöyleydi: İşte Dünya Bankası Amerika’dan olsun, IMF Başkanı Avrupa’dan olsun şeklinde gayri resmi bir centilmenlik anlaşması gibi bir durum vardı. Fakat gelişmekte olan ülkelerin dünya ekonomisindeki ağırlığının artması, IMF Başkanlığıyla alakalı da başka ülkelerin de aslında hani başkan önerebileceği, Başkanın illa Avrupa’dan değil başka gelişmekte olan ülkelerden de olabileceği konusunda bir kanaatin yaygınlaşmasını beraberinde getirdi. Bu sefer illa kural böyledir, illa Avrupa’dan olacak diye fazla bir baskı, fazla bir dayatma olmayabilir. Ama sonunda oy kullananlara baktığımızda, karar verenlere baktığımızda, ki gayri resmi bir oylama mutlaka olacak, işte Amerika tek başına yüzde 17’ye yakın bir hissesi var. Sadece üç tane Avrupa ülkesi bir Amerika kadar hisse ediyor ve hisse nispetinde, hisse ağırlığında oluyor bu oylamalar. Dolayısıyla, şöyle dört başın rızası olmadan kolay kolay başkan seçmek de pek mümkün değil. Önümüzdeki bir iki hafta da herhalde bu iş öyle ya da böyle şekillenir diye tahmin ediyoruz. KERİMCAN KAMAL- Efendim, şimdi bir kısa reklam arası vereceğiz, daha sonra devam edeceğiz. Bu arada sayın seyircilerimize hemen hatırlatalım; Sayın Bakana sizler de sorularınızı iletmek istiyorsanız bir mail adresimiz var, [email protected] adresine siz de lütfen sorularınızı gönderin, biz de Sayın Bakana buradan iletelim, sizin sorularınızı paylaşalım. Bu arada bugün 19 Mayıs, herkesin bayramını kutlamış olalım. Böyle özel bir günde Sayın Babacan’ı ağırlıyoruz. Bir reklam arasında sonra tekrar birlikte olacağız efendim. (Reklam Arası) KERİMCAN KAMAL- Efendim, tekrar birlikteyiz. CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, HAS Parti Genel Başkanı Numan Kurtulmuş’un ardından bu akşam da Başbakan Yardımcısı ve Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Sayın Ali Babacan’ı ağırlamaya devam ediyoruz. MURAT SABUNCU- Efendim, seçimlerden sonra ekonomi müsteşarlığı kurulacağı yolunda kimi haberler oldu. Özerk kurumların da içinde barındırılabileceği genel bir koordinasyon noktası, ki yıllardır söylenir, düşünülür. Bu çalışma hangi aşamada, bunu hayata geçirecek misiniz seçimlerden sonra? ALİ BABACAN- Biliyorsunuz önümüzdeki dönemde devlet bakanlıklarının kalkıp artık tüm bakanlıkların icra bakanlıkları olmasıyla ilgili yeni bir yapılanmaya gidiyoruz. Biliyorsunuz devlet bakanlıkları niye vardı? Başbakanlığa direkt bağlı olan aşağı yukarı 50 tane kuruluş var ve her hükümet kurulduğunda bu 50 kadar kuruluş devlet bakanlarına görevlendirmeyle dağıtılır, Başbakan tarafından denilir şu kurumlara bu bakanımız baksın, bu kurumlara bu bakanımız baksın diye. Bir bakıma Başbakanlığı bundan sonra bir koordinasyon makamı haline getirip eğer varsa birimler, hele hele bunlar icra uygulama birimleriyse, bunların normal icra bakanlıkları haline çevrilmesiyle ilgili bir çalışma bu. Bu çerçevede baktığımızda da özellikle ekonomiyle ilgili birimlerin Ekonomi ve Kalkınma Bakanlığı adı altında biraya getirecek taslak çalışma şu anda var. Ama bu henüz nihai kararları verilmiş, Sayın Başbakanımızın onayından geçmiş bir çalışma değil. Birkaç kere Sayın Başbakanımızla bir araya geldik, neler yapılabilir, ne olabilir, bir çalışma grubu var bu işle alakalı, onun görüşleri de alındı, Başbakanımızın yaklaşımı da önemli ölçüde taslağa yansıtıldı ama, henüz taslağın son şekli Başbakanımızın onayından geçmedi, öyle diyeyim. Şu andaki taslağa bakacak olursak, Başbakanlığın bünyesindeki ekonomik birimler bir bakıma derlenip toparlanıyor bir bakanlık, o da ekonomi ve kalkınma, şu anda adı, eğer değişmezse son anda şu andaki ismi bu. Dolayısıyla, burada ekonomiyle ilgili pek çok tabii bağımsız kurumumuz var, kurullar var. Şimdi bazıları bağlı kurum diye geçer bunlar, yani direkt bakana bağlıdır, bakanın talimatıyla çalışır, bazıları ilgili diye geçer, bazıları ilişkili diye geçer. Genelde ilişkili olanlar en bağımsızdır, ilgili olanlar işte biraz daha müdahale çoktur ama, bağlı olanlar da tamamen bağlıdır. Şimdi biz bunlarda herhangi bir değişikliğe gitmiyoruz. Yani, özerk kurumlar yine ilgili ya da ilişkili kurum olmaya devam ediyor. Ama Başbakanlığın değil de ekonomi ve kalkınma bakanlığının ilgili ya da ilişkili kurumu, yani bağımsızlıkla ilgili herhangi bir farklı bakış burada yok. Ancak şu var: Ben daha önce de ifade etmiştim, bu kurumlarımızın yetkilerinin ne kadarı bağımsız kurum içerisinde kalsın, ne kadarı bakanlık yetkisi haline getirilsin, bununla ilgili de bir fikir egzersizi var ama, bu şu andaki çalışmanın içinde değil, bir sonraki aşamada bunlar gözden geçirilecek. Çünkü, bu kurumların ilk kuruluşuna bakacak olursak 1990’lı yılların sonu, 2000-2001 falan, genelde işte bu dönemler siyaset kurumunun Türkiye’de adeta çöktüğü, yani ortalama hükümetlerin 1 yıl ömrünün olduğu ve siyaset kurumuna güvenin kalmadığı bir dönem bu. Bu dönemde uluslar arası kuruluşların da biraz yönlendirmesiyle, hani bu işler kritik işlerse eğer hükümet fazla bakmasın, orada işte teknik geçmişi olan insanlar olsun, teknisyenler olsun, o teknisyenler 5 yıllığına ya da 6 yıllığına atansın ve onlara da kimse dokunamasın. Çünkü, 1 yılda bir hükümet değiştiği için ortalama, her gelen hükümet yeni yeni adamlar atayarak politikalar durmadan değişmesin oralarda. Enerji EPDK konusu, bankacılık BDDK gibi, dolayısıyla o dönemlerde kurulan kurumlar bunlar ve biraz sanki kantarın topuzu öbür tarafa fazla kaçmış gibi bir durum var. Yani, hani vur deyince öldürülmüş gibi bir tablo var bağımsız kurumlarımızla alakalı. Özellikle problem çıktığında, sorun olduğunda fatura hükümete kesiliyorsa, yani bir siyasi karar gerektiren ve sorumluluğu da siyasetçilerin üzerinde olan konularsa, o konuların bağımsız kurumlardan alınıp bakanlığa bir bakıma yetki devri yapılmasının da faydalı olacağını düşünüyoruz. Ama temel görevleri çok önemli bu kurumların. BDDK, mesela buradaki bağımsızlık nedir? BDDK’nın asıl önemli fonksiyonu, banka ayrımı yapmaksızın, bankanın patronu kim olursa olsun, ister kamu olsun, ister özel olsun, ister büyük olsun, ister küçük olsun kuralları harfiyen uygulamaktır ve uymayanın da cezasını kesmektir, BDDK’nın görevi budur. Yani, kural koymak, uymayanı da bir bakıma cezasını vermek. Şimdi bunun bağımsızca, tarafsızca yapılması çok önemli. Hiçbir etki altına girmeden hangi banka olursa olsun kuralların uygulanıyor olması son derece önemli. Ama öte yandan mesela bizim bir finansal istikrarla ilgili konularımız var, yani resmin bütünüyle ilgili konular var. Mesela, BDDK’yı ilgilendiren, TMSF’yi ilgilendiren, SPK’yı, Merkez Bankasını, bugünkü Hazine’yi ilgilendiren ortak pek çok konu var. Şimdi bu kurumlarımızın aynı zamanda hani hem finansal istikrarla ilgili önleyici tedbirler almasında, hem de Allah korusun bir sıkıntı çıktığında o sıkıntıyı çözmekle ilgili atacağı adımlarda da bir koordinasyon içerisinde çalışabilmeleri lazım. İşte bununla ilgili yine yeni yapılanmaya biz finansal istikrar komitesi diye bir komite yerleştirdik. Bu komite, bu bahsettiğim kurumların başkanlarından oluşuyor. Başkanlar bir araya geliyorlar konuşuyorlar, ortak kanaat, görüş orada oluşuyor. Ondan sonra o ortak kanaat, görüş neyse onun görev dağılımıyla beraber bu kurumlar gidiyorlar, o konularla ilgili adımlarını atıyorlar. Mesela bu da yapılanmadaki yeni bir unsur. Şu anda bizim G-20 çerçevesinde de her ülkede bu tür yapılanmalar olsun diye tavsiye ettiğimiz bir şey. Yani, Türkiye tek başına yapmıyor bunu, G-20’de de konuşulmuş edilmiş ve her ülke buna benzer yapılanmalar kursun diye de tavsiye edilmiş bir konu. Onu da biz bu yeniden yapılanma çerçevesinde gerçekleştirmiş oluyoruz. MURAT SABUNCU- Efendim, bu komitenin içerisinde Merkez Bankası var mı? ALİ BABACAN- Başkanı var, tabii tabi. MURAT SABUNCU- Ama bu, mesela BDDK’nın ve EPDK’nın bir kısım yetki ve sorumlulukları Bakanlığın da içinde olabilir diyorsunuz ama… ALİ BABACAN- Bu ayrı bir konu. MURAT SABUNCU- Merkez Bankası, şu andaki mevcut durumu gibi tam özerkliği devam edecek değil mi efendim, orada bir sorun yok. ALİ BABACAN- Tabii tabii, herhangi bir şey yok orada. YAVUZ SEMERCİ- Bir de bir örnek alabilir miyiz, yani yetkileri devredilmesi gereken, sizi en rahatsız eden konu, bu konuyu düşünsel anlamda masaya yatırmanıza neden olan hangi bağımsız kurulun hangi yetkisinden bahsediyoruz birtakım yetkilerin daraltılmasından bahsederken, var mı? Hatta EPDK’yla ilgili bir iki örnek verilmişti ama, siz mi verdiniz, başka biri mi verdi hatırlamıyorum akaryakıt fiyatlarıyla ilgili denilmişti. Bir örnek var mı şu anda bizimle paylaşabileceğiniz? ALİ BABACAN- Şimdiye kadar çok somut bir örnek vermedim, ama sadece genel hatlarıyla bir EPDK örneğini verdim, bir Tütün Kurulu örneğini verdim. Diğerlerinde de var, yani bazı öyle konular var ki arkadaşlarımız ister istemez arayıp sormak zorunda kalıyorlar, çünkü siyasi karar gerektiriyor. Kurulun yetkisinde öyle de olabilir, böyle de olabilir, önü açık bir konu. Ama buradaki siyasi iradenin yönü o kararda önemli olabiliyor, genel düzenlemelerde, nokta atış konular değil. Diyelim ki, işte Tütün Kurulunun sigara üreticileriyle ilgili meselesi var. YAVUZ SEMERCİ- Ya da alkolle ilgili birtakım düzenlemeleri var siyasi fatura edilen… ALİ BABACAN- Burada mesela sigarayla ilgili düzenleme olduğu zaman sigara üreticilerinin o düzenlemeye uyup uymadığı ya da uymayanlara kesilecek cezalarla ilgili tamamen konunun bağımsız kurulda olması lazım. Çünkü, bir bakıma onlar bir mahkeme fonksiyonunu yerine getiriyorlar orada, nasıl yargı bağımsız, mahkemeler bağımsız, o bağımsız fonksiyonu orada mutlaka durması gerekiyor. Ama öyle konular var ki, yani spesifik örnek vermekten biraz çekiniyorum, bugün için çekiniyorum. İnşallah belki bundan 5-6 ay sonra daha rahat bunları konuşuruz ederiz. Zaten soruyor arkadaşlar ister istemez, yani şunu nasıl yapalım diyorlar bunu nasıl, çünkü orada atacakları bir adım üç dört tane bakanlığın görev sahasını da ilgilendiriyor. Ya da SPK’nın yapacağı bir konu BDDK’nın atacağı başka adımlarla ilişkili olabilir. Merkez Bankası bir karar veriyor, ama onu vereceği zaman BDDK bu işe nasıl bakacak ve BDDK, burada işte bir koordinasyon ihtiyacı var. Yani, iki unsur var aslında. Bir; tamamen yetkilerin bir kısmının ilgili bakanlıklara verilmesi bir konu. Bir de; kurumlar arası koordinasyon ihtiyacı da ikinci konu. Ve çözümleri de tabii ayrı ayrı gerekiyor bunun, yani ikisine de ayrı ayrı çözüm üretmek gerekiyor. YAVUZ SEMERCİ- Peki efendim, biraz yavaş yavaş seçime doğru ısınalım biraz. MURAT SABUNCU- Çok kısa bir şey daha soracağım; o koordinasyon kurulunun başında bakan mı olacak, yoksa müsteşarlık seviyesinde oluşturulup yeni bir bürokrat mı o koordinasyonun başında olacak? ALİ BABACAN- Şu andaki taslakta ilgili bakan o komitenin başkanlığını yapıyor, ama şöyle: Konu bazında sürekli olarak ya da geçici olarak başkanlığı da o kurul üyelerinden istediğine verebiliyor. O da, konunun tabiatına bağlı olarak yönetilmesi gereken bir konu. Özellikle önleyici tedbirlerde pek bakanın orada olmasına gerek yok. Ama hani bir sıkıntılı tablo meydana geldiği anda hızlı çözüm için zaten siyasi irade mutlaka orada gerekiyor. Bir örnek, Allah korusun şimdi İmar Bankası vakasını biz yaşadık. İmar Bankasını tespit eder etmez hemen Merkez Bankası, BDDK, hepsi geldi bana, Sayın Bakanım şimdi ne yapacağız. İşin tabiatı öyle, çünkü bunlar… YAVUZ SEMERCİ- Tabii kimse beklemiyordu, herkes 1 milyar dolar mevduat beklerken bir anda 20 milyar dolarlık mevduat çıktı. ALİ BABACAN- İşte onun belki biraz yasal düzenlemesi gerekiyor, bir karar gerektiriyor, yani kolay değil. Bağımsız kurullar ne de olsa bürokrasi, belli bir noktaya kadar tamam, ama onun ötesinde bir karar alıcı, bir siyasi irade, bir yön verici bir şey de işin tabiatı gereği şart yani. Dolayısıyla, o dengeyi biz bugüne kadar fiili olarak uyguladık. Biz bu son işte 2 yıllık, 2,5 yıllık dönemde finansal istikrar komitesinde kim varsa zaten o arkadaşları bir araya getiriyoruz, fiilen o koordinasyonu zaten sağlıyoruz. Ama bunu kurumsal bir yapı içerisinde ve sürdürülebilir bir şekilde bir çerçeveye oturtmak, ileride daha sıhhatli olacak diye düşünüyoruz. YAVUZ SEMERCİ- Şimdi efendim, seçime çok az bir zaman kaldı. Bizi izleyen milyonlar içerisinde size sempatiyle bakan, ama sizi eleştiren pek çok seyircimiz var elbette, onların istedikleri sorular da zaten maillerden geliyor, geldikçe Kerimcan Bey onları size aktaracak ama. Ben bir sloganı açmanızı istiyorum AK Parti’nin kullandığı; “İstikrar sürsün, Türkiye büyüsün” sloganı. Bu bende şöyle bir çağrışım yapıyor: Eğer biz iktidara gelmez isek, istikrar sürmez diye hafif bana böyle bir sopa gösterme gibi geliyor, bu benim kendi şahsi düşüncem. Neden böyle söylüyorsunuz? Yani, demokrasilerde sizin yerinize başka bir parti gelirse neden istikrarı bozsun, onu sizden öğrenebilir miyiz? Çünkü, istikrar sürsün derken bu ülkenin en temel problemi ekonomi problemleri ve orada da en önemli koltukta siz oturuyorsunuz. ALİ BABACAN- Biliyorsunuz ülke ekonomisinin başarısı, o ülkedeki siyasi istikrarın olup olmamasıyla çok yakından ilgili. Ve bizim aslında ta şöyle bir 1950’den bugüne kadar bakacak olursanız, Türkiye’de ekonominin hamle yaptığı, böyle arka arkaya yüksek büyüme oranlarını yakaladığımız dönemler genelde tek parti hükümetlerinin ve siyasi istikrarın olduğu dönemler. Siyaset kurumunun itibarını yitirdiği, koalisyonların birbiriyle zıt, uzlaşmaz partilerin bir arada durmaya çalıştığı koalisyonların olduğu dönemlerde de Türkiye hep kaybetmişti. Bizim o sloganın arkasındaki asıl felsefe şu: Tek parti hükümeti bir istikrar unsurudur. Bunu rahmetli Menderes ve rahmetli Özal döneminde Türkiye yaşadı, üçüncü dönem olarak da belki AK Parti iktidarı döneminde yaşadı. Bu tek parti ve istikrar ortamı Türkiye’de sürsün ki ekonomik büyümemiz, Türkiye’deki refahın artması devam etsin, özü bu. Yani, orada bir koalisyonlarla ilgili bir aslında uyarı var. Koalisyonlar Türkiye’ye faydalı olmadı, siyasi istikrarın ancak ekonomik büyümeye ve refaha katkıda bulunabilecek bir ortamı oluşturduğuyla ilgili bir uyarı var. Aslında sloganın içinde az-çok belli ne demek istediğimiz ama, ben bu şekilde biraz açabilirim. YAVUZ SEMERCİ- Yani, ben şunu merak ediyorum: Bir başka parti, koalisyon da gelse siyasi istikrarsızlık elbette ekonomide birtakım dengeleri bozabilir, kabul ediyorum ama, son 8 yılda AK Parti hep ekonomideki dengeleri ne kadar yerli yerine oturttuğuna ilişkin bir tez ileri sürüyor. Ve gerçekten baktığımız zaman bunu kim söylerse söylesin, Türkiye’nin gerek borçlanması, gerek gayri safi milli hasılaya olan açıklara vesaireye baktığımız zaman borçlanmasını Avrupa ülkelerinin bile çok daha iyi seviyesine getirdiğini görüyoruz, rakamlar-oranlar bunu gösteriyor. Ama bir başka hükümet olduğu zaman ekonomide neyi bozabilir mesela endişeniz, siyasi istikrarsızlığı kabul ediyorum, çünkü sonuç olarak tek başına başka iktidar gelebilir. Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı olarak, bunca yıldır çünkü hep oraya damganızı vurdunuz, arada bir çeşitli bakanlıklarda bir şeyiniz oldu ama, en büyük korkunuz nedir mesela, neyi bozabilirler? ALİ BABACAN- Şimdi bizim şöyle bir dünyadaki tabloya bakacak olursanız; Amerika’da, ki dünyanın en büyük ekonomisi hala, en önemli problem güçlü bir siyasi iradenin şu anda olmaması. Demokrat bir Başkan var, yönetim var, Cumhuriyetçi bir Kongre var. Ve 2012 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin hangi politikaları uygulayacağıyla ilgili en ufak bir ip ucu ve yönsüz bir gidiş var. Kimin söylediğinin önemi var diye baktığınızda, açıkçası sorumlu kişi bile göremiyorsunuz. Bugün Hazine Bakanının bir şey söylemesi hiçbir şey ifade etmiyor, çünkü söylediğinin Mecliste karşılığı yok. Sayın Obama bir şey söylüyor, bakıyorsunuz Temsilciler Meclisi Başkanının söylediği daha ön planda olabiliyor, çünkü Obama diyor ama, bakalım onlar geçirebilecek mi söylediklerini diyor. Dönüyoruz Avrupa’ya pek çok ülkede bu var. Bugün Sarkozy diyelim ki Başkan, ama bugün seçim olsa yani anketler öyle gösteriyor ki tekrar seçilmesi bugün itibariyle pek mümkün görünmüyor, dolayısıyla zayıflamış bir pozisyonu var. Attığı her adımda bir sonraki seçimde kaybetme psikolojisi yaşıyor. Bakıyorsunuz Merkel yerel seçimlerde son dönemlerde ciddi yenilgiye uğramış durumda, zaten bir koalisyon içerisinde şu anda. Ki bunlar nispeten durumu iyi olan ülkeler. Bir de diğer durumu zayıf olan ülkelere baktığımızda, iyice artık geçici hükümetler, azınlık hükümetleri, şunlar bunlar. Dolayısıyla, o örneklere baktığımızda güçlü bir siyasi iradenin ve tek parti hükümetinin ekonomi yönetiminde ne kadar önemli olduğu aslında Avrupa örneklerinde de biz görüyoruz. Şimdi bugünlerde şöyle bir baktığımızda Türk siyaset yelpazesine, bir ana muhalefet partisi var CHP ve ondan sonra gelen üçüncü parti durumunda da MHP var. Bu partiler dönem dönem Türkiye’de iktidar olmuşlar ya tek başına ya da koalisyon ortağı olarak. Fakat o dönemlerle ilgili yaptıkları, ortaya koydukları, ben şunu başardım diyebilecekleri pek de bir tablo maalesef yok. Dikkat ederseniz seçim kampanyasında da bu partiler hiç kendi dönemlerinden bahsetmiyorlar, yani kendi iktidarda oldukları dönemden hiç bahsetmiyorlar. Yani biz iktidardayken bakın şöyle güzel bir şey yapmıştık diye hani özgeçmişlerine yazabilecekleri pek bir şey yok. Bugün işte liseyi bitiren, üniversiteyi bitiren ve bir görev talip olan bir genci düşünün, önce bir özgeçmiş hazırlar. Niyedir? Ben şunları şunları yaptım, bu başarılarım var, onu bir bakıma güvence olarak gösterir ki yeni görev talip olsun. Şimdi şu andaki muhalefet partilerinde maalesef bunu göremiyoruz, adeta hiç bahsetmiyorlar, unutturmak istiyorlar o dönemleri. Yani, 8 yıllık Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğü yapan Sayın Kılıçdaroğlu, bugüne kadar ben Sosyal Sigortalar Genel Müdürüyken şunu yaptım, şunu başardım, vatandaşlara şöyle bir kolaylık sağladım ya da ekonomik performansında kurumun şöyle bir iyileşme sağladım diye tek bir örnek göstermiyor, vermiyor, anlatmıyor ya da anlatacak bir şeyi yok belki de. Öbür tarafta Milliyetçi Hareket Partisine bakıyoruz, bizden önceki koalisyon hükümetinde ortak, ki MHP var içinde, DSP var, ANAP var. Kendi 3,5 yıllık dönemlerinde bak birkaç tane veri söyleyeceğim sadece. Merkezi Hükümetin borcu 28 katrilyondan 236 katrilyona çıkmış, 8 misli büyümüş merkezi Hükümetin borcu Türk Lirası olarak sadece 3,5 yılda 8 kat artmış. Bakıyoruz dolar kuru 395 binden 1 milyon 646 bine çıkmış. Yani, dolar karşısında Türk Lirasının değeri dörtte birine düşmüş. Enflasyona bakıyoruz, bu 3,5 yılın, yani toplam yaklaşık 42 aylık sürenin kümülatif enflasyonu yüzde 303. Yani 100 liralık fiyatlar olmuş 403 lira. Dolayısıyla, o dönemlerden bahsedecekleri bir şey yok, bir veri yok. Ben şunu bakın başardım diye güvence gösterip, teminat gösterip de şunları yapmak istiyorum ya da hedeflerim budur diyecek durumları yok diğer siyasi partilerin, tabii bu da bizi kaygılandırıyor. Yani, keşke bizim gibi geçmiş dönemlerde başarılı olan, başarılı performans ortaya koyan muhalefet partileri olsa da, onlar da anlatsalar da hem geçmişte yaptıklarımızla, hem de gelecek perspektifimizle yarışabilsek. Şu anda geçmişte yaptıklarından bahsedebilen bir tek biz varız. Yani, 8,5 yıldır bunları yaptık diyoruz, bunları güvence olarak gösteriyoruz, bunları teminat olarak gösteriyoruz ve 2023’e ta hedef koyuyoruz. 2023’e hedef koymak bugünün dünyasında kolay bir iş değil. Komşumuza bakın, bir ay sonranın hedefini koyamıyor, pek çok Avrupa ülkesi 6 ay sonrasını, Amerika bile 1 sene sonrasının hedefini bugün koyamıyor, böyle bir dünyadayız şu anda. MURAT SABUNCU- CHP de yeni bir hedef koyuyor, ki o da hani kamuoyunda konuşulan kısmen heyecan yaratan bir aile sigortası hedefini koyuyor. Eskiden seçim dönemlerinde daha çok eleştirirken, şimdi mesela aile sigortası diye bir projeyi ortaya koyuyor. Proje koyan bir muhalefet partisi, ana muhalefet partisi olmasını bir avantaj olarak görüyor musunuz? ALİ BABACAN- Şimdi bu bir ilerlemedir, yani Baykal döneminde yaptıkları sadece siyaha beyaz, beyaza siyah demekti ve birkaç ideolojik meseleyi ön planda tutup özellikle pek demokratik bir bakış açısıyla da bağdaştırılmayacak bir tutum vardı. Yani daha bir, yani adeta adını koymasalar da neredeyse darbe yanlısı diyebileceğimiz, neredeyse işte hani bu AK Parti gitsin de memlekette ihtilal olsun, darbe olsun önemli değil gibi, yani bunu açıkça söylemeyen, ama çizgi olarak böyle bir tutum vardı. Baktılar ki bu pek işe yaramadı, pek sonuç vermedi. Bu sefer projeler üretmeye başladılar. Fakat bu projelere bakıyoruz, bu projelerin içerisinde hiç kaynak projesi yok. Halbuki bu çalışmalar yapılırken projelerin yanında yani 10 tane projeniz varsa, bir de bu 10 projenin ne kadar finansmana ihtiyacı varsa bununla ilgili bir de kaynak projesi oluşturursunuz ki toplam maliyeti budur, bunu da biz şuradan şöyle sağlayacağız diye. Böyle bir proje henüz biz CHP’den duymadık. Yani, kaynak projesi yok. Bu ne demek? Ne diyor, biz bu paraları şöyle ya da böyle bir yerlerden bulacağız diyor. Ve projelerde de maalesef iç tutarlılık yok. Bakın hani siz örnek verdiğiniz için, konu da belki açılır diye yanımda getirdim, kendi web sitelerinden aldığım birkaç tane doküman. Şimdi şu seçim bildirgeleri kendi web sitelerinde. İki gün önce kendi web sitelerinden aldım bunu. Seçim bildirgelerinde diyorlar ki 55. sayfada bu aile sigortası, ayda 600 liranın altında olmayacak bu ödeme diyorlar, ayda 600 liranın altında olmayacak diyorlar. Bir de aile sigortası diye bir başka doküman koymuşlar kendi web sitelerine, biraz daha teknik detaylarını anlatıyor projenin ve bu dokümanın 27. sayfasında şöyle diyor: Ailenin sosyal desteklerine erişimine ve gelirine göre ayda 125 ila 1250 lira arasında değişen düzeylerde bir aile sigortası ödemesi yapılacaktır diyor. Şimdi teknisyenlerin konuşmalarına bakıyorsunuz, diyorlar ki biz ailenin gelirini 600 liraya tamamlayacağız diyorlar. Fakat Sayın Kılıçdaroğlu en az 600 lira vereceğim diyor. Hani sizler ekonominin içinde insanlarsınız, en az 600 lira vereceğim demekle gelirini 600 liraya tamamlayacağım demek arasında çok büyük fark var ve kaynak açısından da 3-4 misli farklar var. Şimdi siz seçim bildirgesinde en az 600 vereceğim diyorsunuz, siyasi söyleminizi böyle oluşturuyorsunuz, gazete reklamlarını, afişlerini böyle basıyorsunuz. Kaynak diye soranlara da başka bir doküman gösteriyorsunuz, orada da 125 liradan ödemeler başlayacak diyorsunuz. Şimdi bu projenin biz neresine nasıl güveneceğiz, nasıl bunu baz alıp da üzerinde konuşacağız? Kaldı ki bakın bütçemizde bizim geçen sene sosyal yardımlarla ve sosyal desteklerle alakalı tam 14 milyar 600 milyonluk kaynak var. Bizim bütçemizde sadece 4 milyarlık bir kaynak olduğundan bahsediyor Sayın Kılıçdaroğlu, yani 4 milyar ayırıyorlar bu işlere diyor. Biz 14 milyar 600 milyon zaten ödemişiz geçen sene. Yani, hiçbir tutarlılığı yok. Ama nedir? Hitap ettiği kitleyi düşündüğünüzde, yani toplum gerçekten çok muhtaç, yoksul ve belki de eğitim seviyesi düşük bir kitleye en az 600 lira dağıtacağım diye dediğinizde bu belki birilerini inandırabiliyor, birilerini kandırabiliyor. Ama 600 lirayla çarpıp bölüp de kaynak hesabı yaptığınızda çıkan rakam var. Onu soranlara da, yok diyor işte şu dokümanı al incele, dokümanı incelediğinizde 125 lira diyor. Şimdi 125 ayrı, 600 ayrı. Dolayısıyla, bunların hepsinin iç tutarlılığı olması lazım. Projelerin ayağı yere basan, kaynakları iyi hesap edilmiş ve uygulanabilir projeler olması lazım. Dolayısıyla, biz bunları tabii inceliyoruz, bakıyoruz, ama uygulanabilirliğiyle ilgili ciddi sıkıntılar var. Öncelikle şu kendi hesapları, kitapları iç tutarlılığı bu projelerin olması lazım ki biz üzerinde konuşabilelim, açıklama yapabilelim. Yoksa bizim şu anda sosyal destek programlarımız, pek çok program var, pek çok kurum bunu sağlıyor. Belki bir ulaşamama ya da farkında olmama, bilememe sorunu var. Ya biz vatandaşımıza ulaşamıyoruz, ya onlar bu programların farkında değiller. Bunun için de biz yeni bir yapılanma öngörüyoruz. Aile sosyal destek uzmanı diye aynı aile hekimi gibi arkadaşlarımızı görevlendireceğiz. Yaklaşık 7 ila 9 bin kişilik bir ekip bunu karşılayabiliyor. Her ailenin icabında kapısını çalıp hani eve girip şöyle bir ailenin durumu nedir, ihtiyacı nedir, hangi kurumlarımız o aileye neler sağlayabilir, yani bunun bir tespitini yapacak ve o aileyi bu konuda aydınlatacak, bu kurumlarımızla buluşturabilecek bir görevlendirme düşünüyoruz. Nasıl aile hekimlerimiz Türkiye’de şu anda her bir ailenin aile hekimi olacak şekilde yapılandı, yani cep telefonunu herkes biliyor aile hekiminin, sorun olduğunda hemen bir kişiyi arıyor, Ahmet, Mehmet, ismi belli olan bir doktoru arıyor. Sosyal destek konusunda da bir problem olduğunda, bir aile bir sıkıntıyla karşı karşıya kaldığında arayacağı bir isim, bir cep telefonu olacak. Dolayısıyla, bizim kurumlarımızın sağladığı imkanlarla ihtiyacı olan aileleri bu şekilde buluşturma imkanına sahip olacağız. Yoksa bütçe kaynaklarımız bu konuyla ilgili var, daha da bunları artırmamız mümkün. Ama farkında olmak, ulaşabilmek, erişebilmek ve o destek programlarıyla aileleri buluşturabilmek şu andaki en önemli konumuz önümüzdeki dönemde. YAVUZ SEMERCİ- Sayın Bakanım, galiba reklam arası var. Ben CHP’nin programını burada savunmayacağım ama, o söylediği şeyde bildiğim kadarıyla birey başına 125 diyor ve içinde engelli varsa bu sayı 1000 liraya kadar çıkar diyor. Dolayısıyla aile içerisinde 2 ya da 3 kişilik birey açısından vurduğunuz zaman hesapta birazcık… ALİ BABACAN- Değil değil… YAVUZ SEMERCİ- Çünkü, o basın toplantısında yer aldım, en azından bunu söyleme ihtiyacı hissettim, yine reklamlardan sonra isterseniz o detayı… ALİ BABACAN- Ama bir aileye diyor en az 600 lira vereceğim diyor. YAVUZ SEMERCİ- 600 liranın altına düşürmeyeceğiz diyor. ALİ BABACAN- Bakın, 600’ün altına düşürmeyeceğiz demek çok farklı, 600 lira vereceğim demek çok farklı. Çünkü, ailenin zaten diyelim ki ortalama 300-400 lira zaten şuradan buradan bir şey geliyorsa ortalamada, o zaman verdiğiniz 600 olmuyor ki, verdiğiniz 100 oluyor, 200 oluyor, 300 oluyor. YAVUZ SEMERCİ- Tamam, burada yüzde 100 haklısınız. ALİ BABACAN- Bunun kaynak hesabı da bambaşka çıkıyor yani. YAVUZ SEMERCİ- Özetle diyor ki, zaten devlet 300-400 lira veriyor ya da neyse, ben üzerini de tamamlayacağım en az 600’ün altına düşmeyeceğe getiriyor. ALİ BABACAN- Yok, değil. YAVUZ SEMERCİ- Galiba siyasi söylemlerde 600 diye bir şey çıktı ve tuttuğu için de kimse… ALİ BABACAN- 600’ün altına düşürmeyeceğim dese benim hiçbir itirazım olmaz. YAVUZ SEMERCİ- Ben öyle anladım… ALİ BABACAN- Ama seçim bildirgelerinden okuyorum. Bir de afişlerine bakın, Sayın Kılıçdaroğlu’nun söylemlerine bakın, gazetelere verdikleri reklamlara bakın, bu ödeme diyor, ödeme diyor ayda 600 liranın altında olmayacak diyor. YAVUZ SEMERCİ- Sorduğunuz zaman 200-300’ünü AK Parti Hükümeti verdi-veriyor, biz bir de onun üzerine vererek… ALİ BABACAN- Hayır hayır, öyle değil. Zaten bir yerlerden bir geliri var. Mesela diyelim ki küçük bir tarlası var oradan bir geliri var ya da diyelim ki eşi ölmüş de oradan küçük bir maaş bağlanmış gibi. Yani, dolayısıyla dediğim gibi… YAVUZ SEMERCİ- O biraz siyasi söylemlere kurban da gidiyor galiba böyle tartışırken… ALİ BABACAN- Siz yumuşatıyorsunuz da, ben burada açıkçası yani halkı biraz aldatma, yanlış yönlendirme görüyorum yani burada şu anda. YAVUZ SEMERCİ- Yumuşatmıyorum, genelde yaklaşımlarını, yani o toplantıyı izlediğim için özellikle vurguladım. ALİ BABACAN- O toplantılarda işte sizler hani bildiğiniz ve bilinçli olarak yaklaştığınız için sizlere böyle anlatıyorlar. Bunun siyasi söylemini de paralel şekilde kurmak zorundalar. Çünkü, bu o zaman konuya biraz uzak olan ve gerçekten muhtaç olan ve yardıma ihtiyacı olan, üstelik eğitim seviyesi de düşük halkın bir bakıma kandırılması olarak ben bunu görüyorum. Bunu örtüştürmek lazım, yani burada dürüstçe uygulamaları anlatmak ve ne yapılıp ne yapılamayacağını, şimdi sorun vatandaşlara bundan ne anladın diye. En az bana 600 lira verecek diyor, benim cebimde ne para olursa olsun ben eğer yoksulsam 600 lira daha para girecek cebime diyor, halk böyle anlıyor. Niye böyle anlıyor? Böyle anlatıyorlar çünkü. Dolayısıyla, iki ayrı kitleye, iki ayrı hedef kitleye iki ayrı söylem ve birbiriyle tutarsız bir yaklaşım var burada. Türkiye’de bunların artık aşılması lazım. Türkiye, kim ne veriyorsa ben 5 fazlasını veririm ya da iki anahtar, yani bu tür şeyleri çoktan aşmış olmamız gerekiyor. YAVUZ SEMERCİ- Onların da tutmadığı… ALİ BABACAN- Tutmadı, bunlar da tutmayacak, inşallah göreceksiniz bunlar da tutmayacak yani. KERİMCAN KAMAL- Peki efendim, kısa bir reklam arası vereceğiz. İzleyicilerimizden de sorular gelmeye devam ediyor. Cari açıktan doların yukarı doğru hafif kıpırdanmasından ve vergi denetiminin tek çatı altına alınmasına kadar çok farklı sorular var size. Kısa bir aradan sonra Sayın Ali Babacan’la sohbetimize devam edeceğiz efendim. (Reklam Arası) KERİMCAN KAMAL- Gündem Özel’den tekrar merhaba efendim. Başbakan Yardımcısı ve Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Sayın Ali Babacan’la sohbetimiz devam ediyor. Sorular var efendim özellikle cari açık konusunda. Bir de, siz yanıt vermiyorsunuz ama dolar daha da artacak mı diye… Ben hemen söylemiş olayım. MURAT SABUNCU- O noktaya geçmeden, o soruya geçmeden ben deminki konuyla ilgili efendim bir noktayı daha söylemek istiyorum, sormak istiyorum size. Şimdi AK Parti Hükümeti bu sosyal yardımları çok göstererek, muhalefetin deyimiyle sadaka kültürü mantığıyla dağıttığı yönünde bir eleştiriye muhatap ya da reorganize olduğu bu paranın ve sosyal yardımın noktasında. Bu eleştiriyi nasıl yorumluyorsunuz? ALİ BABACAN- Şimdi bu işin ruhu şu, bizim kültürümüzde böyle: İşin özü nedir, sağ elin verdiğini sol el bilmeyecek, o kadar, yani sağ el veriyorsa bundan sol elin bile haberi olmayacak. Bizim kültürümüz aslında bunu gerektiriyor. Programların dizaynında da aslında bu var. Fakat uygulamada, sahada tabii milyonlarca aileden bahsediyorsunuz, işin içinde 14 tane kurumumuz var ve her ilde, her ilçede bu destekleri sağlayan kurumların şubeleri var. Uygulamada bazen gerçekten problemler oluyor. Arkadaşlarımız bazen çok böyle göze batırarak iş yapıyorlar. Ama fark edildiği anda da bunlar uyarılıyor, gerekli yaptırım neyse de o yaptırım da açıkçası uygulanıyor. Ama, programlar dizayn edilirken, programlar ilk tasarlanırken, kesinlikle bu işin hak bazlı yapılmasına dikkat ediliyor. Neye göre hak? O ailenin yaşam şartları nedir, gerçek durumu nedir, işi var mıdır yok mudur, ailede ne kadar geliri vardır, çocuğu kaç tanedir, bu çocuklar okula gitmekte midir, gitmemekte midir? Bütün bu kriterleri dikkate alarak ve kriterleri tutturan herkesin de doğal hakkı olan bir şekilde biz bu yardımları dizayn ediyoruz. İşin özü bu. Ama uygulamada dediğim gibi o kadar geniş kitlelerden ve o kadar çok sayıdan bahsediyoruz ki bazen oluyor. Ve o göze batıracak şekilde yapan bir belediyemiz bazen çıkıyor yapıyor bu işi, bazen diyelim ki bir vakıf yapabiliyor. O da hele hele bir de böyle basın gözü önünde olduğu zaman münferit bir olay bakıyorsunuz bütün Türkiye’de sanki her tarafta böyle yapılıyormuş gibi algılanabiliyor. Orada hatalar bazen oluyor, ama bunlar münferit hatalar, uygulama hataları, programların dizaynıyla ilgili kesinlikle böyle bir niyet, böyle bir yaklaşım yok. YAVUZ SEMERCİ- Peki efendim, hazır yoksulluktan açılmışken, yardımlardan açılmışken, Sayın Kılıçdaroğlu da meydanlarda şunu söylüyor: İşte yoksul sayısının arttığını Sayın Başbakan itiraf etti diyor. Biz aile sigortasını gündeme getirdiğimizde bir sayı vermiştik, o sayıdan daha fazla olduğunu, hesap kitap bilmediğimizi söylüyor, bir başbakan ilk defa yoksul sayısının arttığını itiraf etti diyor. Dolayısıyla, bu noktadan hareketle Türkiye’de yoksul sayısı olarak ne durumdayız, sizin iktidara geldiğinizden bugüne baktığımız zaman yoksul sayısı arttı mı, azaldı mı, net rakam verebilir misiniz? ALİ BABACAN- Şimdi bakın yoksulluğun bütün dünyada farklı farklı tanımları var. Uluslararası kuruluşlar bir mutlak yoksulluktan bahseder, bir de göreli yoksulluktan bahseder. Göreli yoksulluk ne demektir? Göreli yoksulluk o ülkedeki genel refah seviyesine göre ya da genel gelir seviyesine göre bakıp o ortalamaya göre nerelerdesiniz onu ölçer. Bizdeki şu anda bahsetmiş olduğumuz 12 milyon 751 bin yoksul insan, aslında göreli yoksul vatandaşımız. Yani, Türkiye’nin şu anda yakalamış olduğu bu 10 bin doların da üzerindeki refah seviyesine göre, ortalamaya göre yoksul diye sınıflandırabileceğimiz kitle. Bir de mutlak yoksulluk var, yani memleketin ortalama gelir seviyesi ne olursa olsun geliriyle ne kadarlık geçinebiliyor, sadece karın mı doyurabiliyor, yoksa karın doyurmaktan öte bazı harcamalarına da geliri yetebiliyor mu, ya da daha onun ötesinde bir rahat yaşam tarzı var mı, yok mu? Şimdi göreli yoksulluğa dahi baksak bu yoksul vatandaşlarımızın sayısı 2002’den bu yana ciddi oranda düştü. Yani, şu anda rakamlara baktığımızda, rakam yanımda yok ama, 17-18 milyon iken -kabaca söylüyorum- 12 milyon 751 bine düştü; en son bu 2009 araştırması bizim yayınladığımız. Bir de şu var, şunu hiç unutmayalım ki, bu araştırmaları, bu rakamları ilk defa AK Parti Hükümeti yayınladı. Bizden önceki hükümetler döneminde hiçbir hükümet cesaret edip de bir yoksulluk araştırması yapmadı, yapamadı bu ülkede. Ne kadar yoksulumuz vardır sorusunun cevabını Türkiye’de hiç kimse öğrenmek istemedi uzun bir süre. YAVUZ SEMERCİ- Bizim bir envanterimiz var diyorsunuz. ALİ BABACAN- Biz ilk defa 2002 yılında bu çalışmayı başlattık ve elimizdeki veriler de 2002’den başlayan veriler. Daha önceki dönemlerde yok böyle bir çalışma. Niye? Çünkü biz bilelim ki dedik ne kadar yoksulumuz var, halkımızı daha iyi anlayalım ki durumunu ki ona göre bir politika üretelim. Buradaki en önemli fark bu. Göreli yoksul sayımızda bir sefer kesinlikle düşüş var 2002’den bugüne kadar baktığımızda. Ama, mutlak yoksul sayımızdaki düşüş çok daha keskin. Bakın birkaç rakam söyleyeceğim size. Mutlak yoksulluk nasıl ölçülüyor dünyada? Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler, bunların hep istatistikleri yayınlanıyor. Mesela dünyada deniyor ki 1 milyarın üzerinde açlık sınırının altında yaşayan insan var değil mi? Bu açlık sınırı nedir? Kişi başına düşen harcanabilir geliri 1 kişi günde 1 doların altındaki nüfus demektir. Yani, 1 kişi günde 1 doların altında bir harcanabilir geliri varsa ona biz açlık sınırının altında diyoruz. Dünyada şu anda tam 1 milyar kişi bu sınırın altında bir gelirle yaşamaya çalışıyor. Halbuki Türkiye’de böyle bir şey yok. Yani, açlık sınırının altındaki nüfusumuz sıfır. Bunun iki katı olan, yaklaşık 2 katı olan 2,15 dolarlık bir ölçü vardır dünyada. Ona baktığımızda da bizim 2002’de nüfusumuzun yüzde 3’ü 2,15’in altındaymış, şu anda binde 2’ye düşmüş durumda. Peki, dünyada bu rakamlar nasıl diye baktığımızda; örneğin sosyal politikalarıyla ünlü Brezilya, Lula’nın 8 yıl bir sendika liderinin Devlet Başkanı olduğu ülke ve sosyal politikalar deyince akla dünyada ilk Brezilya geliyor. Fakat Brezilya’da nüfusun şu anda tam yüzde 12’si 2 doların altında bir gelirle geçinmeye çalışıyor, yüzde 12. Bizde binde 2, onlarda yüzde 12. Yani, orantılarsak aşağı yukarı 60 misli fark var arada, bizde çok daha az yani. MURAT SABUNCU- Bizdeki rakamlar TÜİK rakamları mı? ALİ BABACAN- Bizdeki rakamlar TÜİK, ama bu TÜİK’in rakamları aynı zamanda Birleşmiş Milletler ve Dünya Bankası tarafından kontrol edilmiş ve uluslararası istatistiklerde yayınlanan rakamlar. Yani, Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletler’in rakamlarına baktığınız zaman da dünya listelerini gördüğünüz zaman bunları görüyorsunuz, farklı bir şey görmüyorsunuz. Bunlar dediğim gibi mutlak yoksulluk rakamları, göreli yoksulluk rakamları değil. Mesela, Çin’e bakıyoruz 2 dolar sınırında. Çin nüfusunun yüzde 36’sı 2 doların altında. Hindistan nüfusunun yüzde 75’i. Hindistan da, Çin de ekonomi başarı örneği değil mi büyüme hızıyla? Bakıyorsunuz işte Şanghay’a, Pekin’e gökdelenler yükseliyor, en modern mağazalar, alışveriş merkezleri, korkunç bir tüketim. Ama aynı Çin’in batısına doğru gidin, bu nüfusu görüyorsunuz, yüzde 36’sı 2 doların altı, bizde sadece binde 2. Hindistan’da yüzde 75, yani Hindistan nüfusunun yüzde 75’i 2 doların altında bir parayla geçinmeye çalışıyor. Ve bu satın alma gücü paritesine göre endekslenmiş 2 dolar. Hindistan’da hayat çok ucuz mucuz, ama ucuz olduğu halde çok düşük gelirleri yani. Dolayısıyla, bizim, yani 2002’nin Türkiye’siyle bugünün Türkiye’sini mukayese ettiğinizde tablo çok çok değişti. Hatta biz bunun da 2 mislini yayınlıyoruz. Burada Birleşmiş Milletler ve Dünya Bankasında dünya istatistikleri yayınlanmıyor, 4,3 dolara da bakıyoruz, yani açlık sınırın 4 misli bir gelire bakıyoruz. Bizim 2002’de nüfusumuzun tam yüzde 30’u 4,3 doların altında imiş, bugün bu oran inmiş yüzde 4’e, yüzde 30’dan yüzde 4’e. YAVUZ SEMERCİ- Krizin sapması mı var, yoksa 2000’de de mi böyle? ALİ BABACAN- Şimdi bu satın alma gücü paritesine göre endekslenmiş bir dolar olduğu için krizde bunun şeyi yok, dolar kuruyla alakası yok, dolar inmiş-çıkmış bunu etkilemiyor. YAVUZ SEMERCİ- Satın alma gücü paritesi üzerinden yaptığımız için. ALİ BABACAN- Tabi tabii, satın alma gücü paritesinden gidiyoruz, dolayısıyla genel fiyat seviyeleriyle de alakalı. Yani… YAVUZ SEMERCİ- Biz krize geldiğimizde bu halkın yüzde 30’u 2,5 doların altında bir gelir… ALİ BABACAN- 4,3. YAVUZ SEMERCİ- 4,3’ün altında bir geliri mi varmış? ALİ BABACAN- Yüzde 30,3 2002 rakamı. En son 2009’da yayınladık, yüzde 4, sadece yüzde 4’ü bugün için 4 doların altında. Yani, mutlak yoksul sayımızda, mutlak yoksulluk rakamlarımızda çok çok hızlı bir iyileşme var. Göreli yoksulluktaki iyileşme daha yavaş yavaş yavaş oluyor. Çünkü refah arttıkça hep ne yapıyorsunuz göreli yoksullukta? Ortalama refaha göre yoksul diye tanımlıyorsunuz. Refah yükseldikçe göreli yoksul tanımı da değişiyor. Örnek veriyorum, çok basit bir örnek belki ama; şimdi herkesin cep telefonu varsa, cep telefonu olan bir kişiye de yoksul diyebiliyorsunuz mesela, çünkü herkesin var, onun da olabilir. Cep telefonu olması yoksulluğun önünde bir engel değil diye tanımlayabiliyorsunuz. Bakıyorsunuz, mesela buzdolabı, evinde buzdolabı olup-olmaması mesela. Eğer genel refah arttıysa evinde buzdolabı olan ama yoksul diye tanımlayacağınız bir nüfusunuz olabiliyor. Ya da çamaşır makinesi, bulaşık makinesi. Eskiden hani bulaşık makinesi gerçekten çok lükstü yani. Benim bile evlendiğim dönemde, işte yıl 1995, hani herkesin evinde öyle yeni evlenenler bulaşık makinesi kolay kolay alamıyordu. Ama bugün gidiyorsunuz 500 lira bir bulaşık makinesi. 500 liraya bir bulaşık makinesi alıyorsunuz, 500 liraya bir fırın alıyorsunuz, 600-700 liraya buzdolabı alıyorsunuz, bir de çamaşır makinesi alıyorsunuz, böyle 2000-2500 liraya evdeki bütün beyaz eşyanızı karşılıyorsunuz. Aslında bunun şöyle bir satın alma gücü açısından bir başka perspektiften baktığınızda, mesela biz 2002’den beri her ay şunu takip ediyoruz: Mesela bir asgari ücretle ne alabiliyordunuz, bugün ne alabiliyorsunuz? Mesela, asgari ücretle 2002’nin Aralığında 183 kilo ekmek alabiliyormuşsunuz, bugün 294 kilo ekmek alabiliyorsunuz. Kilo, çünkü gramaj falan değişiyor ya, şehirden şehre değişiyor, dönemden döneme, kilo olunca sabit. 183 kilo ekmek alırken asgari ücret, şu anda 294 kilo ekmek alıyor. Ya da süte bakıyoruz, 147 litre süt alırken bugün 318 litre süt alıyor, iki misli artmış satın alma gücü. Ayçiçeği yağı 64 litre iken 135 litreye çıkmış bir aylık asgari ücretin alabileceği ayçiçeği yağı miktarı. Otomobile bakıyorsunuz, tam 129 aylık asgari ücret bir otomobil alabilirken, yani 10 yıl 9 ay, bu süre inmiş şimdi 52,5 aya. Yani, 4 yıl 4 aylık asgari ücreti topladığınızda bir araba parası ediyor. Memurlara bakıyoruz mesela, en düşük memur maaşına, 318 kilo ekmek alırken, şu anda 637 kilo ekmek alabiliyor en düşük memur maaşı. Otomobile geçelim, 72 maaş bir otomobil alabiliyormuş, yani 6 yıllık memur maaşı bir otomobil parası ediyormuş. Bugün 24 aylık memur maaşı bir otomobil parası ediyor. Yani, en düşük maaşlı bir memurun 24 aylık, 2 yıllık maaşını toplayın eşittir bir araba parası ediyor. Yani, en düşük geliri olan kesim bunlar. İşi olan, çalışan işte memur ya da işçi değil mi bugün. En düşük işçinin satın alma gücüne bakıyorsunuz, en düşük maaş alan memurun satın alma gücüne bakıyorsunuz çok ciddi artış var. Yani, böyle bir tabloda Türkiye’de mutlak anlamda baktığınızda yoksulluğun azaldığı çok açık. Ama göreli yoksulluk, o gelir dağılımıyla ilgili, yani gelirin ne kadar adil dağıldığıyla ilgili bir konu. Göreli yoksulluğun azalması için, gelirin daha da adil dağılması için vergi politikasından tutun da Türkiye’deki rekabetin çalışmasına kadar, yolsuzlukların önlenmesine kadar orada pek çok tabii ayrı konu gündeme geliyor. KERİMCAN KAMAL- Yine bir reklam arası vermek durumundayız. İzleyicilerimizden bu cari açık konusunda ısrarla sorular gelmeye devam ediyor, dolar konusunda da. Bir kriz beklentisi var mı, yok mu gibi sorular da var. Sayın Bakana kısa bir aradan sonra hepsini soracağız bu sefer inşallah efendim. (Reklam Arası)
Konu EZEL tarafından (05-28-2011 Saat 12:59 ) değiştirilmiştir.. |
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
05-28-2011, 12:45 | #2 |
KERİMCAN KAMAL- Efendim, tekrar merhaba. Başbakan Yardımcısı ve Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Sayın Ali Babacan’la birlikteliğimiz devam ediyor.
Reklamdan önce izleyicilerimize söz vermiştik, bu cari açık konusunda sorular üst üste geldi. Bir kere cari açığı herkes biliyor mu, anlıyor mu-anlamıyor mu bilmiyorum ama, sizin anladığınıza eminim, Sayın Bakan da mutlaka anlıyor ama. Arada konuştuk, Ayşe Teyzenin anlayacağı dilden nedir efendim bu? YAVUZ SEMERCİ- İsterseniz orada soruyu ben de bir şey yapayım; Cumhuriyet tarihinin en yüksek cari açığıyla karşı karşıya Türkiye. Son 12 aya baktığımız zaman 60 milyar dolarlık bir cari açıktan bahsediliyor ve bu cari açık gayri safi milli hasılanın yüzde 6-7’sine ulaştığı, dolayısıyla bu noktada sıcak para girişinin durabileceği ve dövizin de hızla yükseleceği, TL’nin değer kaybedeceğine ilişkin endişeler var. KERİMCAN KAMAL- Ayşe Teyze… YAVUZ SEMERCİ- Ben ifade edeyim, Sayın Bakana bırakayım o tercümeyi. ALİ BABACAN- Şimdi cari açığın gerçekten yüksek seyrettiğini, ama aynı zamanda Türkiye’nin toplam gayri safi yurt içi hasılasının da Cumhuriyet tarihinin en yüksek seviyelerinde seyrettiğini, petrol fiyatlarının yine gelmiş geçmiş tarihin en yüksek seviyelerde seyrettiğini ve Türkiye’deki yatırım harcamalarının da yine tarihimizin en yüksek seviyelerde seyrettiğini beraber tabii ele alıp belli bir denge içerisinde değerlendirmemiz gerekiyor. Şimdi öncelikle cari açık nedir? Şimdi bir bütçe açığı vardır devletin, yani bir bütçe dengesi vardır, devletin geliri ve gideri. Bir aile bütçesinden de çok farklı değildir. İşte nerede ne kadar geliriniz var, nereye ne kadar harcadınız. Cari açık daha farklı bir şey, cari açık sadece devletin değil de tüm ülkenin döviz dengesiyle ilgili bir konu. Yani, ülkeye ne kadar döviz giriyor, ülkeden ne kadar döviz çıkıyor. Malum biz Türkiye’de Türk Lirası kullanıyoruz, milli para birimimiz Türk Lirası. Ancak dışarıyla olan ticari münasebetlerimiz ve yatırım münasebetlerimiz sebebiyle Türkiye’ye döviz giriyor, Türkiye’den döviz çıkıyor. Cari açık dediğimiz, sadece cari hareketlere bakarak, ki bunun en önemlisi 3 kalemdir; ihracat, ithalat ve turizm. Kar transferi, şunlar bunlar vardır ama asıl üç konu belirleyicidir. İhracat ne kadar yaptınız, ihracattan ne kadar döviz girdi. Ne kadar turist geldi Türkiye’ye, ne kadar döviz bıraktı, yani giren döviz. Bir de ithalat için ne kadar döviz çıktı Türkiye’den. Bu giren çıkanı çıkarttığımız zaman, çıkan daha fazla olduğu zaman adına açık diyoruz ve geçen seneki açığımız bizim 48 milyar dolardı 2010 yılının tümünde. Ama ülkenin döviz dengesi sadece cari hareketlerden oluşmuyor, yani sadece ihracat, ithalat ve turizm değil. Bir de finansman hareketleri var. Yani, Türkiye’ye sermaye giriyor, sermaye çıkıyor. Türkiye’ye doğrudan yatırımlar giriyor ya da Türkiye’den doğrudan yatırımlar başka ülkelere yapılıyor. Şimdi bizim 8,5 yıllık iktidar dönemimizde, yani 2002’den alın ta bugüne kadar, bu yılın ilk dört ayına da bakın, sürekli olarak aynı tablo karşımızda. Biz cari hareketlerde açık veriyoruz, ama finansman hareketlerinde de fazlamız var. Yani, finansman hareketine baktığımızda da giren döviz çıkandan çok fazla. Hatta bu tümünü ele aldığımızda, toplam Türkiye’ye giren döviz çıkandan daha fazla, ki sürekli bizim her yıl rezervlerimiz arttı, döviz rezervimiz arttı. YAVUZ SEMERCİ- Sermaye hareketleri de sıcak para olarak tabir edilen, çünkü kısa vadeli giriyor değil mi Sayın Bakanım, oradaki… ALİ BABACAN- Şimdi sermaye hareketlerinin kompozisyonu 8,5 yıldır dönem dönem değişti. Kimi dönem mesela doğrudan sermaye hareketleri 2007-2008’e kadar çok yoğun. Ama küresel krizden sonra doğrudan sermayede düşüş oldu. Yani ta 22 milyara kadar bulmuşken, işte şimdi 7-8 milyar mertebelerinde dolaşıyor. Ama öte yandan portföy yatırımları ya da finansmanın tamamını biz sıcak para diye değerlendiremeyiz. Yani, sıcak para dediğimiz, böyle Türkiye’ye girip de gecelik piyasada duran, her an her yere kayabilecek ve hemen yarın çıkabilecek cinsten paraya biz sıcak para diyoruz. Mesela, hisse senedi piyasasına ya da Hazine bonosuna giren finansmana bile biz sıcak para demiyoruz. Çünkü niye? Çıkabilmek için öncelikle elindeki bir varlığı satması lazım. Eğer hisse senedi piyasasındaysa, öncelikle o hisse senedini satacak, ondan sonra çıkacak. Sattığı anda sattığı malın değeri düşüyor, çünkü satıyor. Çıkarken bu sefer Türk Lirasını dövize çevirmek istiyor, bu sefer kur artıyor, dolayısıyla kolay kolay böyle hızlı hareketlerde hızlı çıkabilecek bir para olarak çok onu görmemek lazım. Hazine bonolarında yine durum aynı, çünkü sattıkça değeri düşüyor. Hadi 50 milyon, 100 milyon, 200 milyon sattı, hadi hep beraber satmaya başladı, öyle bir noktaya geliyor ki artık satacak… YAVUZ SEMERCİ- Faizler yükseliyor. ALİ BABACAN- Faizler yükseliyor, fiyat yükseliyor, bu sefer satıp da çıkayım dediği para iyice yok olmaya başlıyor. Dolayısıyla, duruyorlar bakıyorlar, bu sefer tekrar piyasa derleniyor toparlanıyor. Döviz tarafında da durum aynı. Dolayısıyla, biz bu son Kasım ayından beri uyguladığımız politikayla, yani ağırlıklı olarak Merkez Bankasının, ama BDDK’nın ve diğer kurumlarımızın da verdiği destekle uygulanan politikanın özünde ne vardı? Bu asıl bizim korktuğumuz, yani her an çıkabilecek ve böyle gecelik piyasada dönüp dolaşan para. Yani, bir şeyi satıp çıkmak zorunda değil, direkt TL olarak duruyor, döviz alıp çıkıyor, o tür para. Şimdi bu tür sermaye içeride çok çok azaldı. Yani, ciddi bir çıkış yaşadık o konuda. Ama öte yandan da bizim daha çok arzu ettiğimiz türden sermayede de giriş yaşadık. Yani, son 7 aya bakın, son 7 ayda Türkiye’ye net anlamda giriş vardır yine. Yani, bütün bu gürültüye rağmen, bütün cari açık, işte Merkez Bankası yaptı-yapmadı, oldu-olmadı, bütün buna rağmen yine net bazda sermaye girişi vardır. Hatta son açıklanan yine rakamlara bakın, cari açık var, ama cari açıktan daha fazla bir finansman var, rezervler yine de Türkiye’de artmaya devam etmiş. Şimdi burada önemli olan ne? Önemli olan şu: Türkiye’de güven ortamı olduktan sonra ve Türkiye’de makul oranda getiriler olduktan sonra Türkiye’ye sermaye girişi devam edecektir. Dünyada şu anda likidite bol. Diyeceksiniz ki bu likiditenin bol olmadığı dönemler de gelebilir, bu likiditenin geri çekilmeye başladığı dönemler de olabilir. O dönemlerin de ayrı tedbirleri vardır. Bizim cari açığımızın temel bir numaralı sebebi, öncelikle enerji fiyatları, petrol fiyatları. Geçen sene bakın 48 milyar dolar cari açığımız var. Petrol, petrol ürünleri, gaz ve kömür ithalatımız 37 milyar dolar. Ki bu sene fiyatlar geçen senenin de üstünde seyrediyor. Dolayısıyla, enerjide dışarı bağımlılığımız, fosil bazlı yakıtlara bağımlılığımız, bizim cari açığımızın yüksek seyretmesinin en önemli sebebi. Ama bunun yanında Türkiye yatırım yapan bir ülke ve makine teçhizat ithal eden bir ülke. Dikkat ederseniz son 1 yıllık, 1,5 yıllık dönemde ithalatın en hızlı olduğu kalemlerden birisi de o yatırım ürünleri ithalatı. Ve yatırım ürünlerinden biz çok korkmuyoruz, çünkü bugün 1 milyon euroluk makineyi ithal ediyorsunuz, ama o makine muhtemelen her yıl size 1 milyon euroluk ihracat yapacaktır muhtemelen. Çünkü, o yatırımı bir kere yaptığınız zaman bizim ihracat ağırlıklı bir yapımız var yani, bu yatırımların bir kısmı da ihracat için yapılan yatırımlar. Dolayısıyla, ilk yıl sanki cari açık oluşturuyor gibi görünüyor, ama ondan sonra her yıl her yıl oradan bizim ilave inşallah ihracatımız olacak demektir. Dolayısıyla, ondan da çok çekinmiyoruz. Fakat burada önemli olan tüketim malları. Şimdi tüketim malı ithalatı tüketiyorsunuz ve bitiyor, o ithalat çok önemli. Zaten bizim yine şu son karşılıklarla ilgili düzenlemeler, yani munzam karşılıkların mevduatın belli bir yüzdesinin Merkez Bankasında tutulma zorunluluğu, o rakamın da gittikçe artıyor olmasının en önemli esprisi o. Bankaların elinde kredi olarak kullandırılabilecek rakamın üzerine mümkün olduğu kadar bir sınırlama getirebilmek. Bankaların elindeki mevduatın bir kısmın alıp Merkez Bankasına hapsetmek. Bu niye, çünkü geçen sene mesela bizim sadece tüketici kredileri 43 milyar lira arttı, 43 katrilyon. Yani, halkımız eski borcun üzerine bir 43 milyar daha banka borcu ekledi. Bu şu demek: Geliri olmadığı halde 43 milyarı borç çekti, kredi çekti ve bunu harcadı. Şimdi bunun böyle ilelebet ve kontrolsüz bir şekilde büyümesi risk getiriyor. Bu riskleri de bizim mutlaka kontrol altında tutmamız lazım ve ekonominin temellerinden kopuk bir kredi büyümesi ve ekonominin temellerinden kopuk bir büyüme oranı, genel büyüme oranı problem getirebilir. Biz geçen sene yüzde 8,9 büyüdük, hadi bu sene de yine aynı büyüme oranını elde edelim ne olacak, gelecek seneyi sonra düşünürüz diyemeyiz. Bizim aslında uygulamalarımız, Türkiye’nin büyüme oranını kontrol altında tutan, gideceği yerden daha geride bırakan uygulamalar ve bunu seçime giderken yapıyoruz dikkat ederseniz. MURAT SABUNCU- Yılın ilk üç ayındaki rakamlar, hani o bankalardaki kredilerin çok fazla engellenemediğini gösterdi. Yani, hala tüketim noktasında verilen krediler noktasında… ALİ BABACAN- Yüzde 23. MURAT SABUNCU- Evet, büyüme var yüzde 23’ler civarında. Bu noktada da çok tartışılan zaten bankacılar tarafından meşhur polisiye tedbirler lafı da edildi ve bunun üzerine bayağı bir konuşma oldu. İki aşamalı soru. Birincisi; bu tedbirlerin ne kadarı dönüşü oldu? Bir de; polisiye tedbirler çok konuşuldu ama, o laf konusundaki bir fikrinizi almak istiyorum. YAVUZ SEMERCİ- Ya da yeni önlem almayı düşünüyor musunuz? ALİ BABACAN- Şimdi para politikası tedbirleri bazen 3 ay, bazen 6 ay, bazen daha uzun bir süre sonra tepki veriyor. Yani, asıl sonucunu belli bir zaman gecikmesiyle alıyorsunuz. Yani, zorunlu karşılıklarla alakalı kararlar da aslında karar alıyorsunuz, belki 1 ay, 1,5 ay sonra fiilen o parayı Merkez Bankasına çekiyorsunuz. Nihai büyüme ve toplam cari açık üzerindeki etkisini belki daha sonra görmeye başlıyorsunuz. Şimdi bizim beklentimiz; bu yılın aşağı yukarı son çeyreğinden itibaren bunun cari açık üzerindeki etkisini yavaş yavaş görmeye başlayacağımız yönünde. MURAT SABUNCU- Ekim ayından itibaren. ALİ BABACAN- Ekim, Kasım, Aralık, o son çeyreğinde, şu andaki beklentimiz bu. Yani, uygulama Kasım’da başladı ama, bütün o işte bu uygulamanın, alınan tedbirlerin farklı kanallardan etkisi var. Asıl cari açık üzerindeki etkisinin o aylarda daha yoğun bir şekilde hissedileceği, bizim beklentimiz bu. Şimdi tabii cari açık diyoruz ama, şuna çok dikkat etmemiz lazım: Türkiye tasarruf oranı düşük olan bir ülke ve tasarruf oranını hemen akşamdan sabaha yükseltmek mümkün değil. MURAT SABUNCU- Yüzde 14 değil mi şu anda efendim? ALİ BABACAN- 14-15 civarında. Mesela, Çin’de yüzde 50. Bunun bir önemli sebebi var, belki biliyorsunuzdur ama, ben tekrar söyleyeyim; Çin’de emeklilik diye bir sistem yok. Yani, insanların emekli maaşı yok Çin’de, öyle bir kavram yok. Ne yapıyorlar? Herkes çalışırken ne kadar düşük olursa olsun geliri, ki işte ben gösterdim yüzde 36’sı 2 doların altında, onun bile bir kısmını kenara koyuyor, harcamıyor, tasarruf ediyor. Çünkü, yaşlandığı zaman başka bir yerden geliri yok. Yani, gençken ne kadar kenara koyarsa yaşlandığında o kenara koyduğunu tüketiyor ve o da yeterse yetiyor, yetmezse de iyice sefil oluyor, perişan oluyor insanlar. Dolayısıyla, o gelecek korkusu insanları tasarrufa yönlendiriyor. Ama Türkiye’de çok şükür devletin sağladığı imkanlar, emeklilik sistemi, bir de herkes geleceğe güvenle bakınca, bu sefer tasarruf eğilimi azalıyor. Şimdi bakıyoruz CHP’nin programına, büyüme oranlarını falan filan tutmuşlar tasarruf oranlarının çok ciddi oranda artacağını söylüyorlar. Nasıl artıracaksın sorusuna cevabı yok. Aynı deminki o aile sigortasındaki gibi. Bir kademe altını sorduğunuzda cevabı yok. Şimdi tasarruf oranı bizim düşük olduğu için en önemli konu, bizim yurt dışındaki tasarrufların Türkiye’ye gelmesini sağlamak. Yani, eğer hızlı büyümek istiyorsak, Türkiye’deki refahı artırmak istiyorsak sadece kendi tasarruflarımızı değil, dünyanın tasarrufunu da Türkiye’de kullanmamız lazım. Zaten bizim mevcut ekonomik yapımızla cari açık vermemiz doğal. Biz kısa ve orta vadede cari açık vereceğiz ve bu cari açığın finansmanı için de yurt dışındaki tasarrufları Türkiye’ye getirmek için de çaba göstermeye devam edeceğiz, Türkiye’yi cazip halde tutmaya da devam edeceğiz eğer ekonomik büyüme istiyorsak, refah istiyorsak. Ama uzun vadede ne yapmamız gerekiyor? Uzun vadede en önemlisi; şu yenilenebilir enerjiyle nükleer enerjiyi daha yoğun bir şekilde devreye sokmak ki dışa bağımlılığı enerjide azaltabilelim. İki; ar-ge, inovasyon gibi Türkiye’nin daha yüksek katma değer üretmesine yardımcı olacak alanlara daha çok eğilmek ve o alanlarda üretimi oluşturmak, daha yüksek katma değerli ürün satabilmek. Bakın biz şimdi bir konteynır, bir tır dolusu tekstil ürününü ihraç ediyoruz, üründen ürüne değişir ama, ortalama 50 bin dolar. Şu önünüzdeki aletten 50 tanesini üst üste koyun, şöyle bir koli eder. Bunu ithal ediyoruz, yine 50 bin dolar veriyoruz. Biri bir tır, biri bir koli. Şimdi bunun malzemesini, içindeki demirini, bakırını toplayın toplayın, 10 dolarlık maliyeti yok bunun. Ama adam 1000 dolara satıyor. İşte yüksek katma değerli ürün dediğimiz bu. Ve bunu becerebilen ülkeler cari fazla veriyor. YAVUZ SEMERCİ- O becerebilen ülkelerin hükümetleri birtakım stratejiler açıklıyor, işte teknolojiyle ilgili bir yol yapıyor, Hindistan gibi vesair. Türkiye bu anlamda yol kat etti mi sizce? ALİ BABACAN- Bakın Türkiye’de ar-ge harcamaları geçen sene milli gelirimizin binde 8,5’una ulaştı, şu anda Avrupa ortalaması yüzde 2, bizde binde 8,5. Yani, Avrupa ortalamasının neredeyse yarısına yaklaşmış durumdayız. YAVUZ SEMERCİ- İyi bir gelişme var diyorsunuz. ALİ BABACAN- Ama 2023 hedefimiz yüzde 3. Bu 3 puanın 2 puanını özel sektör, 1 puanı da devlet harcayacak şekilde 2023’te bunu yüzde 3’e çıkartmak istiyoruz, zaten Avrupa Birliği’nin de hedefi 3. Onlar 2’den 3’e çıkmak istiyor, biz yüzde işte 1’e yakın bir rakamdan, binde 8,5’tan yüzde 3’e çıkmak istiyoruz. Ancak üçüncü alan var ki, asıl kritik belirleyici, o da eğitim. İnsanlarımızın tek tek yüksek katma değer üreten insandan oluşuyor. O da eğitimli bir nüfusla oluyor. Bakın bugün bizim 25 yaş üstü nüfusumuzun okulda geçirdiği yıl sayısı 6,5 yıl. Yani, Türkiye nüfusunu düşünün, 25 yaş üstü nüfusa bakın, yani artık okulla alakası kalmamış ve insanlara tek tek sorun, sen kaç yıl okudun diye. Burada eski tabirle ilkokulu 5’e kadar okuyanlar 5 sene diyor. Ortaokulu da bitirenler diyelim ki 8 sene, liseyi bitirenler 12 sene diyor, üniversiteyi bitirenler 15-16 sene diyor, ortalaması 6,5. Yani, 25 yaş üstü nüfusumuzun ortalama eğitimi orta 2’den terk ya da ilkokul 7. sınıftan terk. Şimdi eğitim seviyesi oldukça düşük bir toplumdan ne kadar yüksek katma değer bekleyeceksiniz? OECD’ye bakıyorsunuz, OECD sıralamalarında biz sondayız bu konuda. Dolayısıyla, bundan sonraki dönemde gençlerimizin daha iyi yetişmesi, daha iyi eğitilmesi, tek tek birey birey daha yüksek katma değer üretmesi de bizim asıl cari açık sorunumuzun çözümündeki asıl konu. YAVUZ SEMERCİ- Efendim, meslek lisesi oranına baktığımız zaman, Avrupa’da yüzde 70, düz lise 30’dur. Bizde tam tersi düz lise yüzde 70, meslek lisesi yüzde 30, böyle bir şey var mı? Dolayısıyla, nasıl katma değer, yani bu tabloyu değiştirmeden mümkün mü? ALİ BABACAN- Son zamanlarda yükseliyor. Bir dönem biliyorsunuz meslek liselerinin önü kesildi. Meslek liselerinin üniversite yolu kapanınca bu sefer çocuklar düz liseleri tercih etmeye başladılar. Daha yeni yeni, işte şu son YÖK Başkanının hani biraz daha bizimle konuşabilir birisi olması sebebiyle falan bunlar konuşuldu edildi de, katsayılar şunlar bunlar, biraz önü açıldı da çocuklar biraz daha tekrar meslek lisesini tercih etmeye başladılar. Yıllardır bu uygulanan arka arkaya yanlış eğitim politikaları maalesef bizim hem ortalama eğitim seviyemizi düşürmüş durumda, hem de cari açığımızın köküne indiğinde aslında işte bunları görüyorsunuz. YAVUZ SEMERCİ- Hem de diplomalı işsizlerin sayısının artmasına yol açmış vaziyette. ALİ BABACAN- Kesinlikle. YAVUZ SEMERCİ- Galiba reklam arası yine vereceğiz ama, ben şimdiden sorayım; Sayın Başbakanın söylediği bir şey vardı, yüksek reel faiz veriyoruz, hala yüksek reel faiz veriyoruz. Dolayısıyla, belki reklamlardan sonra da Türkiye sizin döneminizde ne kadar reel faiz transferi yapmıştır, önceki dönemlerle karşılaştırmasını yapar mısınız diyeceğim. MURAT SABUNCU- Çok konuşulan bir nokta Sayın Başbakanın ve orada da sıfır faizi hedeflemek gerektiğini söyledi. Ben de Yavuz’un sorduğuna ek olarak; bunun mümkün olup olmadığını da sizinle konuşmak istiyorum. YAVUZ SEMERCİ- Dolayısıyla, transfer o paraların gelmesinin önünde bir engel mi teşkil eder bu açıklama, yoksa yavaşlatır mı; onu da reklamlardan sonra… Senin yerine biz anons ettik ama… Reklamlar efendim. KERİMCAN KAMAL- 3 dakika sonra tekrar birlikteyiz efendim, kısa bir ara. (Reklam Arası) KERİMCAN KAMAL- Efendim, tekrar birlikteyiz, Sayın Ali Babacan’la sohbetimiz devam ediyor. Reklamlardan önce Yavuz senin bir sorun vardı. YAVUZ SEMERCİ- Özellikle Sayın Başbakanın son günlerde tartışılan bir açıklaması vardı. Bu açıklamada Sayın Başbakan demişti ki, reel faizler çok yüksek, bunu biraz daha dünya seviyesinin altına çekmemiz lazım. Hatta geçen hafta da yaptığımız özel bir görüşmede bana aynen, rekabet edebilmemiz için bu faizlerin daha da aşağılara da inmesi lazım dedi. Bu faizlerin aşağı inmesi, reel faizlerin aşağıya inmesi cari açık konusunda bir sıkıntı yaratmayacak mı? Çünkü, en nihayetinde tahvile vesaireye gelenler bir faiz cazibesi nedeniyle geliyorlar. İkincisi; gerçekten biz cazip faizler mi aktarıyoruz dünyaya? Üçüncüsü de; şu ana kadar sizin döneminizde ne kadar bir transfer oldu bu anlamda. Sıcak para tahvil için gelenler açısından özellikle soruyorum bu soruyu efendim. ALİ BABACAN- Benim Hazineden Sorumlu Bakan olarak göreve başladığım ilk 58. Hükümetimizi kurduğumuz gün Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi yüzde 66 faizle borçlanıyordu. 2002 yılının enflasyonuna bakıyorsunuz, yüzde 29 küsur. Yani, diyelim ki yüzde 30. Şimdi o yüzde 66 faizle yüzde 30 enflasyon arasındaki farka biz reel faiz diyoruz. Yani, enflasyonun üzerinde ne ödüyorsanız, o enflasyondan sonraki kısmına reel faiz diyoruz. Şimdi devraldığımızdaki tablo buydu. Daha sonra bir yandan enflasyonun düşmesi, bir yandan Türkiye ile ilgili risklerin düşmesi, Türkiye’deki reel faizlerin hızla aşağıya inmesini beraberinde getirdi ve bugün itibariyle baktığımızda farklı vadelerde Hazinenin ödediği reel faiz işte yüzde 0 ila 2-2,5 arası bir aralıkta, yani vadeden vadeye bu değişiyor. Ve şu anda Cumhuriyet tarihinin, yani ileriye doğru baktığımızda beklenen enflasyon ne, ne faiz ödüyoruz? En düşük seviyelerinde seyrediyor. Şimdi bu Hazinenin faizi. Biliyorsunuz Hazinenin faizini piyasa belirler. İlk piyasada, birincil piyasada zaten ihaleyle Hazine kağıtları satılır, ihalede oluşur, daha sonra da ikinci elde her gün el değişirken o piyasada oluşur. Piyasa oyuncuları, ileriye doğru herkesin bir enflasyon hesabı vardır, bir de reel getiri beklentisi vardır. Bu ikisini birleştirirler ve bir reel faiz biçerler, dolayısıyla piyasada oluşur. Hazine faizleri ne olursa olsun piyasada oluşmaya devam edecek ve piyasanın biçtiği faiz neyse o olacak. Gelelim Merkez Bankasının politika faizlerine: Merkez Bankasının politika faizleri gecelik faiz, hazine faizleri üzerindeki belirleyiciliği bir noktaya kadar, yani yüzde 100 birbirine bağlı değil biliyorsunuz. Hatta yanlış zamanlarda yanlış adımlar atarsa Merkez Bankası, olmadık zamanda olmadık derecede faizi düşürürse enflasyon beklentisi artacağı için bakarsınız Merkez Bankası faizi düşerken Hazine faizi fırlayıp gitmiş. Dolayısıyla bu çok da dikkatli yürütülmesi gereken bir konu. Şimdi Sayın Başbakanımızın 0 reel faiz hedefi bir ideal. Yani, nasıl biz diyoruz ki komşularla sıfır problem, dış politikada öyle bir idealimiz var. Yani, reel faizlerde de yüzde 0 reel faiz bir ideal. Şimdi Merkez Bankasının gecelik faizleri açısından baktığımızda bugün dünyada bırakın 0 reel faizi, eksi reel faizde olan bir sürü ülke var. Merkez Bankasının gecelik faizine bakıyorsunuz, enflasyon ne, eksi görüyorsunuz. Çünkü, ekonomileri o kadar zor durumda, o kadar batak durumda ki canlandırma adına işte merkez bankasının karşılıksız piyasaya para sürmesi, olmadık miktarda likidite sürmesinin aslında tezahürü o tarafta eksi reel faiz. Bırakın yüzde 2’yi, 3’ü, bırakın 0’ı, eksiye düşmüş durumda pek çok ülkede. Dolayısıyla, bunu bu çerçevede değerlendirmek lazım. Tabii reel faizi ne kadar düşerse Türkiye’de bu istikrar göstergesidir, bu Türkiye’ye güvenin bir göstergesidir. Özellikle biz Hazine faizleri açısından reel faize bakmamız lazım. Çünkü, Merkez Bankasının bir politika aracı. Enflasyonu düşürmeye, fiyat istikrarını sağlamaya yönelik bir politika aracı. Ama asıl Türkiye’nin ödediği bedel Hazine’nin borçlanma faizi. Oradan da baktığımızda, dediğim gibi şu anda zaten tarihi düşük seviyelerde bu oran seyrediyor. Bunun kuşkusuz yatırıma önemli bir desteği var. İnsanların tüketimini bir bakıma teşvik eden, kredi almayı teşvik eden bir unsur var. Tabii bunlara da dikkat etmek gerekiyor. Fakat dışarıdan bakanlar, dışarıyı sordunuz ya, dışarıdan bakanlar için bizim içerideki enflasyonun çok bir önemi yok. Dışarıdan bakanlar neye bakıyor? Türk Lirası bazında ben ne faiz alırım diyor nominal, reele bakmıyor onlar. Bir de, ileride Türk Lirasının değeri ne olur diye bakıyor. Çünkü, dolar olarak getirisini hesap etmeye çalışıyor, onların hesabı biraz daha zor. Çünkü, bizim hiçbir şekilde garanti vermediğimiz, tamamen piyasada belirlenen bir kurumuz var. Hani arada sordunuz doların kuru ne olacak diye. Ben 8,5 yıldır özellikle hiçbir söylemedim, söylemem de. Çünkü, piyasanın belirlediği ve o günkü piyasa… YAVUZ SEMERCİ- Zaten cahilliğinden... ALİ BABACAN- Yok ama bunu kişisel tahmin yürütenler var… YAVUZ SEMERCİ- Estağfurullah. Bu genelde bütün vatandaşların sorduğu bir soru. Çünkü, son günlerde kur arttığı için devam edecek mi, etmeyecek mi sorusu gerçekten… ALİ BABACAN- Çünkü, vatandaşlarımızdan bir kısmının diyelim ki döviz borcu olabilir, bir kısmının birikimi vardır Türk Lirasında mı tutayım, dövizde mi tutayım diye karar veriyordur, ama nereden bakarsak bakalım Türk ekonomisinde dolarize olma durumu çok çok düşmüş durumda. Ben şimdi bu esnaf ziyaretleri yapıyorum, işinden en çok şikayet eden esnaf döviz bürosu. 10’da 1’ine düştü işimiz Sayın Bakanım diyor, artık döviz alan yok, satan yok, herkes Türk Lirası kullanıyor diyor. Türk Lirası bırakın Türkiye içinde işte komşu ülkelerde kullanılıyor, ta Suudi Arabistan’da kullanılıyor. Hacılarımız gidiyor oraya ya da umre yapmak için gidenler, yani Türklerin çok gittiği hangi ülke varsa orada Türk Lirası alış verişi de geçiyor artık, dolayısıyla itibar kazanmış bir paramız var. Tabii bu kendiliğinden olmuyor, bu para politikalarına çok dikkat etmekle oluyor, paranın itibarını korumakla ilgili uygulanan pek çok politikanın neticesi. Ama biz hiçbir zaman artacak-düşecek, Türk Lirası şu anda değerlidir-değersizdir; biz hiçbir zaman bu tartışmaya girmedik. Çünkü, piyasa mekanizmaları orada varsa, günlük ortalama belki 1 milyarın üzerinde bir alış veriş varsa, bu kadar yatırımcı varsa, şimdi bu kadar alanı-satanı varsa bu işin, siz Türk Lirası değerli dediğinizde bugün Türk Lirası alanlar acaba kafası çalışmadığı için mi alıyor diye sormak lazım. Değersiz dediğinizde, o zaman satanların kafası mı çalışmıyor yani. Bir yorum yapanlar, rapor tutanlar var, yazanlar var, bir de fiilen parasını yatıranlar var. Şimdi fiilen parasını yatıran adamlar, yani asıl bu işin artısından-eksisinden, karından-zararından etkilenecek kişiler piyasada alışverişini yapıyor, o yoğun alışverişte de bir piyasa fiyatı oluşuyor. Dolayısıyla piyasada oluşan fiyata değerli-değersiz tartışmasına onun için ben özellikle hiç girmiyorum, söylemiyorum. Çünkü, yani yatırım yapanlara sizin bu işe aklınız ermiyor, siz bu işi bilmiyorsunuz, yanlış işler yapıyorsunuz demeye geliyor ki ben o cesareti kendimde bulmam. Çünkü, parası olan az-çok hesabını kitabını yapar yani. MURAT SABUNCU- Bu noktada efendim, sokaktan bir şey sormak istiyorum; geçen gün İngiltere’nin enflasyonu açıklandı, 4,50. ALİ BABACAN- Bizden yüksek. MURAT SABUNCU- Bizden yüksek, Türkiye’nin 4,25. Şimdi vatandaş bize söylüyor, ekonomi gazetecilerine hep şunu soruyor: İyi de, benim bir ay evvel aldığım benzinin fiyatı, benim en yoğun kullandığım etin fiyatı, benim işte meyvenin fiyatı, onlar artıyor, sokağın enflasyonuyla açıklanan enflasyon. Biz teknik olarak biliyoruz ama, bir de sizin ağzınızdan. Yani, sokakta çok kullanılan maddelerle, insanların çok tükettiği maddelerle işte açıklanan enflasyon oranları arasında halk bir türlü o tam bağlantıyı oturtamıyor. Bu farkı bir de siz bir kısaca söyler misiniz? ALİ BABACAN- Bizim enflasyon dediğimiz, aslında bir üretici fiyatlarının artışı, bir de tüketici fiyatlarının artışı olmak üzere ikiye ayrılıyor. Ama daha çok asıl hedef olarak ilan ettiğimiz, daha çok konuştuğumuz enflasyon tüketici fiyatları. Yani, tüketici fiyat endeksi dediğimiz TÜFE’nin 1 yılda ne kadar artmış. Şimdi, tüketici fiyatları endeksi neye göre belirleniyor? Bu endeksin içerisinde pek çok ürün var. Bu ürünler eskiden TÜİK’in sabitlediği, fikslediği bir ürün listesi vardı, bu ürün listesi her yıl aynı devam ederdi ve ona göre enflasyon ölçülürdü. Halbuki şimdi işler çok değişiyor, halkımızın tüketim eğilimleri değişiyor. Yani, artık insanlar daha çok evine bilgisayar alıyor, artık herkesin cep telefonu var. Eskiden belki alışverişi yapılan ürünler artık geçerliliğini kaybediyor. Örneğin, eskiden yemeklik tereyağ endeksin içindeydi. Artık yemekte tereyağ kullanan pek kalmadı, ancak kahvaltıda kullanıyor. Dolayısıyla, yemeklik tereyağ şimdi endeksten düşmüş durumda, çünkü ayçiçeği yağı, ya zeytinyağ, ya işte sıvı yağlar şunlar bunlar artık geçerli Türkiye’de. Dolayısıyla, artık hareketli bir sepet var. O sepetin kompozisyonu da tamamen halkımızın ortalama bir ailenin aylık harcama kompozisyonuyla oluşturuluyor. Yani, sokağın enflasyonu ayrı, TÜİK’in enflasyonu ayrı diye bir şey pratikte mümkün değil. Çünkü TÜİK, yılda aşağı yukarı 80 bin haneyle yaptığı bire bir görüşme ve anketlerle bu harcama kalıbını tespit ediyor ve onu dönem dönem de yeniliyor. YAVUZ SEMERCİ- 12 bin mi, 80 bin mi Sayın Bakanım? ALİ BABACAN- Yıllık toplama baktığınızda 80 bin, çünkü her ay her ay gidiliyor ya yıllık toplamda. YAVUZ SEMERCİ- Aynı eve gidilmiyor yani, yıllık toplamda 80 çıkıyor ama, her ay değiştiriliyor galiba, öyle mi oluyor? ALİ BABACAN- Tabii tabii, çünkü rasgele örnekle gitmek zorundasınız ki şeyi yakalayabilesiniz. Çünkü, tek aileye gittiğinizde de o da iki üç yıl içerisinde sizi yanıltabiliyor, farklı yerlere götürebiliyor yani. Şimdi bu kadar geniş bir örneklemde ortalama bir Türk ailesinin harcama kalıbına bakarak ve harcama kompozisyonuna bakarak bu ortaya çıkıyor, bunun içerisinde benzin de var, elektrik de var, doğalgaz da var, kömür de var, gıda da var, giyim de var, kira da var, her şey var. Ama en çok ağırlıklı kalem nedir, gıdadır, 1 numara. Çünkü, halk ne olursa olsun ortalama en fazla parayı gıdaya harcar. Ondan sonra kira önemli bir kalemdir içerisinde, giyimin önemli bir ağırlığı vardır. Ama bunun yanında işte benzinde şuydu buydu. Şimdi diyeceksiniz ki benzin fiyatları bu kadar arttı, niye enflasyon düşük? Çünkü, benzin fiyatı artıyor ama, fiyatı artmayan bir sürü kalem var Türkiye’de. Mesela giyimin fiyatı aşağı yukarı son 3-4 yıldır hemen hemen hiç değişmiyor ortalama giyim fiyatları, hatta düşüşler var. MURAT SABUNCU- Tabii en yoğun hani 4,20’ler seviyesinde hani benzin tabii hayatın, yakıt hayatın her alanında yansıdığı için insanlar ona tabi çok ciddi bakıyorlar Sayın Bakan. ALİ BABACAN- Dünya piyasaları çok hareketli olduğu için ve petrol fiyatları özellikle bölgemizdeki Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki gelişmeler sebebiyle hareketli ve yüksek seyrettiği için, yani zam zam ya da fiyat artışı diye tek bahsedilen konu hemen hemen benzin, motorin falan, diğer konularda fazla bir şey yok. KERİMCAN KAMAL- Verginin yüksekliği de bir şikayet konusu akaryakıtta. ALİ BABACAN- Vergi yüksek, ama vergi değişmiyor, çünkü oransal bir vergi yok akaryakıtta. Akaryakıttaki ÖTV sabit bir vergi. Yani, litre başına kuruş olarak fikse edilmiş bir vergi. Fiyatlar inse de, çıksa da vergi kısmı sabit duruyor, hiç değişmiyor ÖTV açısından baktığımızda. YAVUZ SEMERCİ- Ama sonuç olarak dünyanın en pahalı benzinini kullandığımız gerçeği değişmiyor. ALİ BABACAN- En pahalı değil de, en pahalılarından diyelim yani. YAVUZ SEMERCİ- Ya da ikisinden biri, üçünden biri. ALİ BABACAN- Fakat şöyle bir durum var: Diğer ülkelere baktığınızda da o ülkelerin doğrudan vergi tahsilatları çok yüksek. Yani, o ülkelerde gelir üzerinden çok vergi alınıyor, yani insanlar kazanırken çok ödüyor. Şu anda Türkiye hem kişilerin gelir vergisinde, hem de kurumların gelir vergisinde dünyada bayağı en düşük ülkelerden birisi şu anda. YAVUZ SEMERCİ- Yüzde 30-70 arası. ALİ BABACAN- Çünkü bizim vergi yapımızda kazanırkenden öte, harcarken vergi daha çok anılıyor. Kazanırken de kaçağımız daha çok, kayıt dışımız daha çok. Örneğin bir rakam vereyim size, gelir vergisi, kişilerin gelir vergisi ve beyana tabi. Türkiye’deki bütün iş adamları, doktorlar, mühendisler, eczacılar, avukatlar, hepsi hepsi, bütün yani serbest çalışan herkes iş adamları dahil bugün Türkiye’de ödedikleri gelir vergisinin toplamı 2,5 milyar lira civarında. Sadece sigaranın ÖTV’sinden tahsilat 15 milyar lira, sadece sigaradan. YAVUZ SEMERCİ- Bunu düzeltmek ama sizin göreviniz değil mi Sayın Bakanım? ALİ BABACAN- Şimdi bu kayıt dışılıkla mücadele bizim zaten en önemli alanlarımızdan birisi. Açıkça söyleyeyim; biz 8,5 yılda pek çok alanda ilerleme kaydettik, fakat kayıt dışıyla mücadeledeki ilerlememiz çok zayıf kaldı. Yani, kayıt dışı Türkiye’de hala çok yüksek maalesef. Bunu yani vergi mevzuatından tutun da, denetime kadar, yaptırımlara kadar uzanan bir boyutu var. Biz vergi oranlarını düşürdük ve iddiamız şuydu: Biz sürümden kazanacağız diyorduk, fakat olmadı. Yani, vergi oranlarını düşürdük, ama kayıt içilik çoğalıp da o tekrar hani insanların daha çok vergi ödemesini sağlayacak bir tablo maalesef oluşmadı Türkiye’de. Dolayısıyla, bundan sonraki dönemde… YAVUZ SEMERCİ- Yani 8 yıl içerisinde başaramadığımız şeylerin birisi bu diyebiliyorsunuz. ALİ BABACAN- Başarılı olamadığımız alanlardan birisi kayıt dışılıkla mücadele, tabii bunu açıkça söylemek lazım. MURAT SABUNCU- Bir de tabii işsizlik konusu var, o hani 2008’in son çeyreğindeki dünyadaki krizi de katmak lazım. Ama son tahlilde işte yüzde 11,5 civarında bir Türkiye’nin işsizliği var. Tabii bu da çok yakıcı bir şey, hani işsizlik Türkiye’nin en büyük sorunlarından bir tanesi. Bu noktada da tabii yeni bir açılım yapmak herhalde gerekecek, çünkü ciddi bir rakam 11,5. ALİ BABACAN- Şimdi işsizlik şu anda aslında halkımıza sorduğumuzda ya da bizim değerlendirmemizde Türkiye’nin bir numaralı sosyal ve ekonomik problem. Yani, işsizlik hem sosyal problem, hem bir ekonomik problem ve bir numaralı problem şu anda. Şimdi biz şöyle bir baktığımızda kriz döneminde 2009 yılının ortalamasında işsizliğimiz yüzde 14’e çıkmıştı. 2010 ortalamamız yüzde 11,9, yani 2,1 puanlık bir düşüş oldu. Ama bu 2010’un ortalaması. Halbuki yıla bakacak olursak, trend düşüş trendi devam ediyor 2010’da ve 2011’in ilk çeyreğinde de bu devam ediyor. 2011’in ilk çeyreğindeki rakamlara bakacak olursak da, sadece o aya kendi içerisinde baktığımız zaman yüzde 11,5. Ama mesela geçen seneni aynı döneminde de 14,4’müş. Yani, 3 puana yakın bir düşüş var geçen senenin aynı dönemiyle. Bir de, biz artık mevsimsellikten arındırıp rakamları açıklıyoruz biliyorsunuz… MURAT SABUNCU- 10,8 galiba değil mi? ALİ BABACAN- 10,1. Bu açıklanan rakam Şubat ayının işsizliği. Ocak-Şubat-Mart’ın ortalaması, Şubat diyoruz biz ona ve kışın bir bakıma işsizliğin en yüksek olması gereken bir dönemde 11,5. Dolayısıyla, bu mevsimsel etkiden arındırdığımızda rakam 10,1. Bu mevsimsel arındırılmış rakam 2009’un ilk çeyreğinde yüzde 16’ya kadar çıkmıştı. Ve biz şu anda dünyada işsizliği düşürmede en başarılı birkaç ülkeden bir tanesiyiz. Bunu ILO da söylüyor, yani Uluslararası Çalışma Örgütünün raporlarına bakın, ki geçen Genel Sekreterle Başbakanımızın bir görüşmesi oldu, ben de oradaydım. Adam geldi tebrik ediyoruz dedi, şu anda bizim bütün üyelerimiz içerisinde işsizliği en hızlı düşüren, en yüksek istihdam sağlayan sizsiniz dedi. Tek bir rakam söyleyeceğim ve kapatacağım; geçen senenin ilk çeyreğinden bu senenin ilk çeyreğinde Türkiye’de çalışan insan sayısı 1 milyon 535 bin kişi arttı, 1 milyon 535 bin kişi. Ben bunu iki gün önce Brüksel’de AB Ekonomi Bakanları Toplantısında masada söylediğimde herkes şöyle elindeki kağıdı bıraktı ve bana baktı, yani şaka mı bu rakam diye. YAVUZ SEMERCİ- Peki, onlara şunu da söylediniz mi Sayın Bakanım: Türkiye’de her yetişkin 100 kişinin 49’u istihdama katılıyor. Ama Avrupa’da yüzde 75-80’i istihdama katılıyor ve katılanlar arasındaki işsizlik oranı orada şey. Dolayısıyla, Türkiye’deki yapı biraz buradan kaynaklanıyor. ALİ BABACAN- Tabii, bizim iş gücüne katılım oranımız yüzde 48,5. Ama geçen senenin aynı döneminde 47,5’tu. Yani, iş gücüne katılım oranı arttığı halde işsizlik oranımız düşüyor. YAVUZ SEMERCİ- İşini kaybedenlerin oranı da yüksek galiba Türkiye’de, o rakamlar açıklanmıyor ama, orada da… ALİ BABACAN- Türkiye’de şöyle, o rakamların asıl şeyi şu: Erkeklerle kadınlar arasında fark var. Bizim erkeklerdeki iş gücüne katılım oranı aynı Avrupa gibi. Fakat bizde ev kadını olma, ev hanımlığı çok yaygın, yani kadınlar arasında iş gücüne katılım oranımız çok çok düşük. İş gücüne katılım oranı düşük, çünkü o insanlarımız iş de aramıyorlar. Sorduğunuz zaman hani işsiz misin, iş arıyor musun dediğiniz zaman, yok diyorlar hemen, iş falan aramıyorum. Çünkü, şu andaki durumum neyse o diyorlar. Dolayısıyla, ortalamayı düşüren faktör Türkiye’deki kadınların daha az oranda çalışıyor olması, asıl işin özü orada. Yoksa erkeklere baktığımızda dediğim gibi burada bir… YAVUZ SEMERCİ- Efendim, ben çıraklık döneminizle ilgili bir soru sormak istiyorum, bu siyasi konularda tartışma… ALİ BABACAN- Çıraklık, 2002-2007 yani. YAVUZ SEMERCİ- Evet, 2002-2007, öyle tarif ettiğiniz için ben de onu söyledim. O dönem sorsaydım usta olduğunuzu söyleyebilirdiniz ama, şimdi söylüyorsunuz, o dönem meğer çıraklık dönemiymiş. Şimdi siz iktidara geldiğinizde bir koalisyon hükümeti vardı ve koalisyon hükümeti ülkeyi gerçekten uçurumun kenarına getirmiş ya da geçmişte gelenlerle beraber yönetememişti, uçurum kenarına gelmiş ve müthiş bir kriz patlak verdi. Sonra Kemal Derviş ithal edildi ve bir ekonomik program uyguladı. Siz, sizin o çıraklık dönemi dediğinizde Kemal Derviş’in uygulamalarını değiştirdiniz mi o dönemde alınan ekonomik politikaları, yoksa onun üzerine belirgin hangi eklemeyi yaparak farklılığınızı gösterdiniz; siyasi şeylerde bu tartışıldığı için özellikle soruyorum. Kısaca cevap verirseniz herhalde vaktimiz de kalmadı. ALİ BABACAN- Kağıt üzerinde mükemmel bir ekonomik program yapabilirsiniz, yani iç tutarlılığı olan her şeyiyle böyle mükemmel görünen bir ekonomik program yapabilirsiniz. Ve pek çok ülkede de aslında doğrular az-çok bellidir, yani yapılması gerekenler zaten bellidir. İşte o ülkede rekabet iyi işlemiyorsa rekabeti çalıştırmanız gerekir, işsizlik yüksekse, ki biraz önce yarım kaldı, yani aktif iş gücü politikalarından tutun da esnekliği artırıcı, eğitim politikalarıyla iş gücü piyasası arasında daha iyi bir uyum sağlamaya yönelik pek çok alan var ki bizim bunun arkasında o da vardır. Yani, bu kadar hızlı işsizlik düştüyse hem hızlı büyüme, hem de doğru iş gücü politikaları sebebiyle bu olmuştur. Şimdi yani diyeceğim, bütün bu politikaları kağıt üzerinde mükemmel bir şekilde yapabilirsiniz. Ama işin püf noktası uygulamadır ve güven oluşturabilmektir. Şimdi 2001 krizinden sonra Sayın Derviş hani Türkiye’ye geldiğinde ve o zamanki koalisyon Hükümetinde göreve başladığında, önceki dönemlerde Dünya Bankası ve IMF’le çalışılmış olan zaten bir sürü doküman vardı, bir sürü yapısal reform konusu vardı. Türkiye için bütçe hedefleri yaklaşık ne olmalıdır, Merkez Bankası ne yapmalıdır, bunlarla ilgili zaten bir sürü reçete ortada hazır vardı. Bunlar tekrar bir derlenip toparlandı ve yeni bir isimle bir program olarak açıklandı. Ama bunun uygulaması maalesef başarılı olamadı. Zaten Türkiye’de ilk erken seçimi telaffuz eden o dönemde şöyle bir hafızalarınızı zorlarsanız Sayın Derviş’in kendisidir. İlk defa erken seçim gerekiyor diye o söylemiştir. Çünkü, baktı ki ya tamam programı yapıyorsunuz, hatta uluslararası kuruluşları da ikna ediyorsunuz, fakat yapacağım dediğiniz şeyleri yapamıyorsunuz. Hükümet şöyle bir araya gelip de karar alamıyor, uygulama yok. Ne oldu? Ondan sonra, bir süre sonra baktılar ki olmuyor. Erken seçim zaten aynı şey gibidir, diş macunun tüpten çıkması gibi bir şeydir, bir çıkarınca geri içine sokmanız falan mümkün değil. O dönem zaten hemen işler hızla bozuldu ve Türkiye bir erken seçim ortamına gitti. O erken seçimde zaten biz iktidara geldik biliyorsunuz. YAVUZ SEMERCİ- Dolayısıyla, uygulama ve istikrar anlamında siz önemli bir… ALİ BABACAN- Tabii, güven oluşturulamadı o dönemde. Çünkü, bir kişinin şahsi çabalarıyla bu iş olacak mesele değil. Yani, bu mutlaka ve mutlaka güçlü bir siyasi irade lazım, uygulama için siyasi irade lazım. Siz ne kadar kağıt üzerinde hazırlayın, açıklayın bir şeyler, ama uygulama siyasi iradeyle oluyor. Biz ne yaptık? Önceki programları aldık, mahsurlarını giderdik, tekrar oturduk IMF’le konuştuk, uzun bir pazarlık sürecimiz oldu hatırlayacak olursanız. Biz Kasım’da Hükümeti kurduk, IMF’le ta Mart’ta anlaşabildik, arada 5 ay geçti. Ve o dönemde, yani Sayın Derviş döneminde çıkarılan bütün yasaların hepsini gidip Meclisten değiştirmek zorunda kaldık. Hatırlayacak olursanız 15 günde 15 yasa çıktı o zaman. Dünya Bankası, IMF sıkıştırıyor, bu yasaları çıkartmazsan para yok diyor, aynı şimdi Yunanistan’a yaptıkları gibi, o dönemde Türkiye’ye de öyle yaptılar. Ya 15 yasayı çıkarırsın ya da kredileri serbest bırakmıyoruz dediler, o günleri siz iyi hatırlarsınız. Şimdi ne yaptılar? 15 günde 15 yasa. Biz baktık ki uygulanabilirliği yok o yasaların. Kamu alımları yasaları çıkartmışlar, kamu alım yasasını çıkarıyor, uygulama tarihini iki sene sonraya atıyor, biliyor uygulayamayacağını yani. Yasa çıkıyor Meclisten, uygulama iki sene sonra. Bizden sonra gelen hükümet ne yaparsa yapsın, baksın. Biz tek tek o 15 günde 15 yasanın hepsini değiştirdik. Açın bakın Meclisin tarihine, 15 yasanın 15’ini de değiştirmek zorunda kaldı. Çünkü, uygulanabilirliği yok, Türkiye’nin şartlarına uymuyor, olmuyor. Ve tekrar uluslararası kuruluşlarla bunların pazarlığını yaptık, yeniden uygulanabilir hale getirdik. Ama ne yaptık biz? Hızlı bir şekilde güven ortamını oluşturduk, yapamayacağımız bir şeyin sözünü asla vermedik. Ama söz verdiğimiz ne varsa da yaptık, yani halkımıza ne söz verdiysek yaptık, ne hedef koyduysak tutturduk. Ve ortaya koyduğumuz programlar böylece güven oluşturdu. İşte biz 2008’in Mayısından bu yana IMF’le çalışmıyoruz. Ama 2009’da, tam krizin en derin noktasında Orta Vadeli bir Program açıkladık, 3 yıllık program. Programı açıkladığımızın ertesi günü iki tane kredi derecelendirme kuruluşu Türkiye’nin notunu artırdı. Daha ortada bir şey yok, sadece yaptığımız bir söz, bir açıklama. Güveniyor söze ki, açıklamaya güveniyor ki kredi notunu artırıyor Türkiye’nin. 16 Eylül’dü yanılmıyorsam, 16 Eylül 2009’da Orta Vadeli Programı açıkladık, Ekimden itibaren bankalar başladılar kredi pompalamaya piyasaya. Kredi hacmi sabit giderken Türkiye’de, bakın Ekim, Kasım, Aralık derken kredi hacmi artmaya başladı, niye? Bu verdiğimiz söze güven var çünkü. Bir istikrar var ve bu Hükümet neye söz veriyorsa bunu yerine getiriyor, öyle bir güven var. Ve çok şükür biz bakın ilk Orta Vadeli Programımızda 2009 için bütçe açığımıza 6,5 demiştik, 5,5’ta bitirdik. Ertesi sene için yüzde 4 dedik, yani 2010 için, yüzde 3,6’yla bitirdik. Yani bırakın sözü, hedefin de altında bütçe açığıyla bitirdik. Bu yıl için işte bütçe açığımız yüzde 3’ün altında inşallah. Dolayısıyla, bu işte güven unsuru çok önemli, siyasi irade, siyasi güç önemli ve söz verdi mi yapabilmek önemli. Yani, kağıt üzerinde iş bitmiyor, uygulama asıl burada önemli. MURAT SABUNCU- Sayın Bakan, süre bitti ama, çok kısa iki şey sormak istiyorum. Bir tanesi; not kuruluşlarının Türkiye’nin notuyla ilgili beklentisi, ki seçimlerden sonra olabilir demişlerdi ama, sanki Standard and Poors’s falan biraz daha seçimlerden sonra bir süre daha beklemeyi öngörüyor. Bir bunu sormak istiyorum. Bir de; birtakım raporlara artık Türkiye’nin Kürt sorunu, siyasi sorunu da girmeye başladı. Tabii bu öncelikle bizim sorunumuz ama, bu konuda çok konuşulmaya, raporlarda yer verilmeye başlandı. Bu iki konudaki görüşünüzü almak istiyorum. ALİ BABACAN- Şimdi kredi notu konusu, kredi derecelendirme kuruluşlarının kendi hesabı kitabı, kanaati. Maalesef şu son krizde kredi derecelendirme kuruluşlarının kendi kredibilitelerinde önemli ölçüde aşınma oldu. Hatta biz şimdi G-20’de yatırımcıların kredi derecelendirme kuruluşlarının notuna daha az bağımlı hale gelmesiyle ilgili yeni mekanizmalar çalışıyor ki bu mekanizmalar kurulsun, bu işte S&P imiş, Fitch’miş, Moody’s’miş, bunların notunu artık fazla bir bağımlılık kalmasın diye. Bu kuruluşlar eskiden önden giderdi, yani yatırımcıya yol gösterirdi, yön verirdi. Yani, not vererek bunun ilerideki durumu böyle olacak, bu ülkenin kredisi daha yüksek, borcunu ödeme gücü daha yüksek, bununki daha düşük derlerdi. Bu krizden sonra olup biteni izah etmeye çalışan duruma düştüler. Yani, iş olup bittikten sonra anlatmaya çalışıyorlar, tanımlamaya çalışıyorlar ve ülke batıyor ondan sonra bunlar 6 ay sonra kredi notunu düşürüyor. Ya yatırımcı senin verdiğin nota güveniyor para bağlıyor. İşte Yunanistan’a 2009’un sonunda, hatta 2010’un Ocağında, Şubatında notu A iken para bağlayan bir yatırımcıyı düşünün, o günlerde hala A idi, bugün düştü B eksiye. O gün durumu belli değil miydi Yunanistan’ın, o gün borcu yüksek değil miydi? Sen niye o gün A diyordun da, bugün o yatırımcı zarar ettikten sonra pardon bu B eksiymiş diyorsun? Yani, ciddi bir yıpranma oldu bu kredi derecelendirme kuruluşlarında. Dolayısıyla, biz bunların verdiği nota tamam bakıyoruz ama, eskisi kadar da çok önemsemiyoruz açıkçası. Aslında bizim risk primimiz, dış borçlanmadaki risk primimiz, iç borçlanmadaki reel faizimiz en güzel kredi notu. CDS spread’i mesela bugünlerde en çok bakılan konu. Bir ülkenin borcunu sigorta ettirmek istediğinizde ödediğiniz prim. Şimdi Türkiye’nin şu anda yüzde 1,5 civarında. 11 tane Avrupa Birliği üyesinden daha düşük. Bakıyorsunuz 2 yıllık bizim borçlanmamıza, euro borçlanmasına, İtalya’dan daha az faiz ödüyoruz biz bugün, 2 yıl eurobondlarda euro bazlı. Yani, biz euro olarak borçlanıyoruz, İtalya kendi parasıyla borçlanıyor, biz ondan daha az faiz ödüyoruz. Halbuki adamlar sıkışınca icabında o parayı basıyor, bizim o parayı basma imkanımız yok, cari açığımız var. Yani, Türkiye’nin cari açığı var. İtalya’nın kendi parası, ama biz iki yıl borçlanmada İtalya’dan daha az faiz ödüyoruz. Dolayısıyla, zaten yatırımcılar notunu veriyor artık, kredi notu diyoruz ya, yatırımcının verdiği not asıl not şu anda. Bizim için önemli olan o. Ama arzu ederiz ki tabii bizim öbür tarafta da notlarımız artsın, onlar da daha çok gerçeği görsün. Ama bakacaklar, izleyecekler, gerektiği zaman gerekli adımı atacaklar. Şimdi Güneydoğu meselesine gelince, bizim Milli Birlik ve Kardeşlik Projemiz, temel hak ve özgürlükler konusunda attığımız adımlar, Türkiye’deki demokrasinin daha iyi işlemesiyle ilgili yaptığımız önemli reformlar, bunların hepsi aslında Türkiye’de terör sorununun köküne inip terör sorununun kökünden çözmeye yönelik çok önemli adımlar. Terörü tamamen bitireceğiz, tamamen yok edeceğiz; bu konuda dünyada böyle çok iddialı konuşabilen ve bunu açıkça ortaya koyabilen ülke hemen hemen yok. Bakıyorsunuz işte İngiltere’nin başında bir IRA problemi var. Hani o kadar gelişmiş ülke, kişi başına düşen milli gelir yüksek şudur budur. Hani IRA terörünü İngiltere şu anda yüzde 100 çözdüm diyebiliyor mu? İspanya, BASK problemini, ETA’yı yüzde 100 çözdüm diyebiliyor mu bugün için? Diyemiyor. Dolayısıyla, burada ancak ne kadar azaltabiliyorsunuz, ne kadar kontrol altına alabiliyorsunuz, buradaki önemli olan o. Ve bizim attığımız adımlar terör örgütünün istismar zeminini önemli ölçüde zayıflattı. Bu örgüt biliyorsunuz ilk önce bir Marksist-Leninist örgüt olarak ortaya çıktı. Sonra Sovyetler Birliği çökünce, artık Marksizm, Leninizm dünyada karşılık bulmayınca döndüler bu sefer etnik unsurları istismar etmeye başladılar. Ve gerçekten de bizim dönem dönem, yani vatandaşlarımızın sırf etnik kökeni sebebiyle ya da sırf mensup olduğu din sebebiyle ayrımcılık yapmışız, Türkiye’nin yakın tarihinde bunun çok acı örnekleri var. Biz dönem dönem mesela Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının mal varlıklarını sırf Müslüman olmadıkları için el koymuşuz, olmadık fiyatlara almışız, olmadık fiyatlara tekrar başka şahıslara satmışız; bunu yapmışız, 1970’lerde yapmışız, daha sonraki dönemlerde olmuş bunlar. Adamın suçu sadece ve sadece Müslüman olmamak. Ama Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşı. 300 sene, 500 sene bu topraklarda yaşayan insanlar. Bunu da devlet dönem dönem yapmış. Kürt kökenli vatandaşlarımızın haklarıyla ilgili de çok ciddi ihlaller olmuş bu memlekette. Köyler yakılmış yıkılmış, yani ana dilleri yasaklanmış insanların. Yani, evinde konuştuğu, annesinden öğrendiği dili dışarıda konuştuğu anda bu suç unsuru teşkil etmiş, bunu da maalesef yapmışız biz. İşte hem o hatalardan dönmek, hem doğruları bulmak, hem de zaman içerisinde bölgeyle ilgili özel politikalarımız inşallah bölgenin refahını artıracak, bölgenin kalkınmasını hızlandıracak. Yani, bölgede bayağı bir ekonomik hareketlilik var. Hele hele Suriye, Irak, yani buralarla yaptığımız ticaret falan filan, bütün buralara baktığınızda, yani ekonomik kriz döneminde dahi 2009’da mesela biz yüzde 4,8 küçüldük, ama Güneydoğu, Doğu ekonomimiz büyüdü komşularla ilişkiler sebebiyle büyüdü. Şimdi bakıyoruz oralarda çok güzel, hem özel sektör yeni projeler geliştiriyor, yeni yatırım sahaları açıyor. Yani, trent gayet olumlu. Ama akşamdan sabaha her şeyin değişmesini de tabii beklememek lazım. Bizim o bölgelere uyguladığımız politikalar, Türkiye’deki istikrarı aslında güçlendirecek politikalar ve ekonomik büyümemiz için de daha sağlam zemin oluşturacak politikalar. Yeter ki korkmadan doğruları yapmaya devam edelim, yeter ki o işin de popülizmine kaymayalım. Maalesef Türkiye’de tamamen o bölge üzerinden siyaset yapan siyasi partiler de maalesef diyorum var. Türkiye’yi bölmek istiyorsunuz diyenlere baktığınızda, Türkiye’nin sadece belli bir bölümünde siyaset yapıp öbür tarafında siyaset yapamayanlar aslında Türkiye’yi fiilen bir bakıma bölünmüş bir hale sokarken, bizi işte böleceksiniz şöyle böyle falan filan diye eleştiriyorlar, ama biz bunların hiçbirine katılmıyoruz. Doğruları yaptık, inşallah doğruları yapmaya da devam edeceğiz. Bu, ülkenin kalkınmasına, istikrarına sadece artılar getirecektir. YAVUZ SEMERCİ- Efendim, seçim tahmininizle kapatalım isterseniz. ALİ BABACAN- Vallaha ben şöyle diyeyim: Çok anket var, bunların bazıları kamuoyunu ölçmeye değil yönlendirmeye yönelik sonuçlar olarak karşımıza çıkıyor. Bunların istihbarat raporlarını falan da alıyoruz, kurum içerisindeki çalışma başka, bakıyoruz gazetenin manşetine… YAVUZ SEMERCİ- Hep orada AK Parti’yi çok yüksek gösteriyorlar, onu mu kastediyorsunuz? ALİ BABACAN- Yok, tam tersine, tam tersine yani. YAVUZ SEMERCİ- Öyle bir rapor ben bilmiyorum, hani CHP’yi önde gösteren var mı? Siz nerelerden bakıyorsunuz, biz göremiyoruz. ALİ BABACAN- Şimdi şöyle: Bizim kendi yaptırdığımız, güvendiğimiz kuruluşların anketlerine baktığımızda işte böyle yüzde ağırlık 47-51 arasında, bir iki tane 45 falan var ama, ağırlığı yüzde 47-yüzde 51 arasında yoğunlaşıyor ama, kararsızlar hala çok, yani yüzde 15 mertebesinde. Kararsızları anket firmaları böyle aşağı yukarı orantılı şekilde partilere dağıtıyorlar, çünkü bilemiyorlar. Ama kararsızım diyenlerin neden kararsızım dediği çok önemli. Bazıları gizlemek istiyor, söylemiyor, utanıyor ya da eski tabirle mahalle baskısı var, şu var, bu var. Mesela biz referandumda yaşadık bunu, hiçbir anket yüzde 58 göstermiyordu. Şu ortaya çıktı: Ben kararsızım diyenlerin önemli bir kısmı aslında evet diyecekmiş meğer ki. Fakat, bu sosyal baskıydı, şuydu buydu ya da aslında bir başka partiden gönlü yana, fakat o parti hayır deyin diye propaganda yapıyor. Bir yandan o parti taraftarı, ama evet diyecek, onu işte açıktan söyleyemiyor, o ortaya çıktı. Yüzde 58 gibi yüksek bir oranda evet çıktı mesela. Şimdi bu anketler tabii ne kadar doğruyu gösteriyor, sonuç gerçekten ne olur, ne çıkar, bilmek çok zor. Biz son güne kadar yaptıklarımızı anlatacağız, Türkiye için hedeflerimizi, hayallerimizi, 2023 vizyonumuzu anlatacağız. Türkiye’nin ilk 10 ekonomiden birisi olacağını, onu hedeflediğimizi anlatacağız. 2 trilyon dolarlık toplam ekonomik büyüklük, 25 bin dolarlık kişi başına düşen milli geliri anlatacağız. 500 milyarlık inşallah ihracat hedefimizi ortaya koyacağız, büyük projelerimizi anlatacağız. En sonunda seçim günü halkımız kararını verecek. Ve halkımızın iradesi ne yönde, nasıl oluşursa da biz ona tabii ki saygı duyacağız. Çünkü karar milletin, son söz milletin olacak. KERİMCAN KAMAL- Süremizi epeyce de açtık, arkadaşlarımın da, izleyicilerimizin de daha çok soruları var tahmin edersiniz ki, ama yaklaşık 2 saat, hatta 2 saati biraz daha geçtik. Çok çok teşekkür ederiz bu akşam konuğumuz oldunuz. ALİ BABACAN- Ben teşekkür ediyorum, sağ olun. KERİMCAN KAMAL- Umarız seçimde de inşallah her şey istediğiniz gibi gider. Efendim, bu akşam Başbakan Yardımcısı ve Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan’ı ağırladık. Cumartesi akşamı Egemen Bağış, bir başka İktidar Partisinden Devlet Bakanımızı ağırlayacağız, Başmüzakereci Egemen Bağış’ı ağırlayacağız. Tekrar görüşmek dileğiyle. Kaynak : http://www.hazine.gov.tr/irj/portal/anonymous Kaynak : http://www.hazine.gov.tr/irj/go/km/d...L_19052011.doc Konu EZEL tarafından (05-28-2011 Saat 12:55 ) değiştirilmiştir.. |
|
05-29-2011, 19:09 | #3 |
MURAT SABUNCU- Tabii en yoğun hani 4,20’ler seviyesinde hani benzin tabii hayatın, yakıt hayatın her alanında yansıdığı için insanlar ona tabi çok ciddi bakıyorlar Sayın Bakan.
ALİ BABACAN- Dünya piyasaları çok hareketli olduğu için ve petrol fiyatları özellikle bölgemizdeki Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki gelişmeler sebebiyle hareketli ve yüksek seyrettiği için, yani zam zam ya da fiyat artışı diye tek bahsedilen konu hemen hemen benzin, motorin falan, diğer konularda fazla bir şey yok. KERİMCAN KAMAL- Verginin yüksekliği de bir şikayet konusu akaryakıtta. ALİ BABACAN- Vergi yüksek, ama vergi değişmiyor, çünkü oransal bir vergi yok akaryakıtta. Akaryakıttaki ÖTV sabit bir vergi. Yani, litre başına kuruş olarak fikse edilmiş bir vergi. Fiyatlar inse de, çıksa da vergi kısmı sabit duruyor, hiç değişmiyor ÖTV açısından baktığımızda. YAVUZ SEMERCİ- Ama sonuç olarak dünyanın en pahalı benzinini kullandığımız gerçeği değişmiyor. ALİ BABACAN- En pahalı değil de, en pahalılarından diyelim yani. YAVUZ SEMERCİ- Ya da ikisinden biri, üçünden biri. ALİ BABACAN- Fakat şöyle bir durum var: Diğer ülkelere baktığınızda da o ülkelerin doğrudan vergi tahsilatları çok yüksek. Yani, o ülkelerde gelir üzerinden çok vergi alınıyor, yani insanlar kazanırken çok ödüyor. Şu anda Türkiye hem kişilerin gelir vergisinde, hem de kurumların gelir vergisinde dünyada bayağı en düşük ülkelerden birisi şu anda. YAVUZ SEMERCİ- Yüzde 30-70 arası. ALİ BABACAN- Çünkü bizim vergi yapımızda kazanırkenden öte, harcarken vergi daha çok anılıyor. Kazanırken de kaçağımız daha çok, kayıt dışımız daha çok. Örneğin bir rakam vereyim size, gelir vergisi, kişilerin gelir vergisi ve beyana tabi. Türkiye’deki bütün iş adamları, doktorlar, mühendisler, eczacılar, avukatlar, hepsi hepsi, bütün yani serbest çalışan herkes iş adamları dahil bugün Türkiye’de ödedikleri gelir vergisinin toplamı 2,5 milyar lira civarında. Sadece sigaranın ÖTV’sinden tahsilat 15 milyar lira, sadece sigaradan. YAVUZ SEMERCİ- Bunu düzeltmek ama sizin göreviniz değil mi Sayın Bakanım? ALİ BABACAN- Şimdi bu kayıt dışılıkla mücadele bizim zaten en önemli alanlarımızdan birisi. Açıkça söyleyeyim; biz 8,5 yılda pek çok alanda ilerleme kaydettik, fakat kayıt dışıyla mücadeledeki ilerlememiz çok zayıf kaldı. Yani, kayıt dışı Türkiye’de hala çok yüksek maalesef. Bunu yani vergi mevzuatından tutun da, denetime kadar, yaptırımlara kadar uzanan bir boyutu var. Biz vergi oranlarını düşürdük ve iddiamız şuydu: Biz sürümden kazanacağız diyorduk, fakat olmadı. Yani, vergi oranlarını düşürdük, ama kayıt içilik çoğalıp da o tekrar hani insanların daha çok vergi ödemesini sağlayacak bir tablo maalesef oluşmadı Türkiye’de. Dolayısıyla, bundan sonraki dönemde… YAVUZ SEMERCİ- Yani 8 yıl içerisinde başaramadığımız şeylerin birisi bu diyebiliyorsunuz. ALİ BABACAN- Başarılı olamadığımız alanlardan birisi kayıt dışılıkla mücadele, tabii bunu açıkça söylemek lazım. Sevgili Bakanımız ne kadar itiraf etsede. Seçimlere doğru giderken tekrar zamın gelmesine anlam vermek güç. |
|
05-29-2011, 19:33 | #4 |
türkiyemiz rahmetlik ecevitin sabah öksürünce akşam hapşurunca A dan Z ye herşeyin fiatlarının değiştiği esnaflarımızın borçlulardan alacağını yüksek fiat değişikliği sebebiyle alacak defterine para olarak değil ürün isimleriyle yazdığı günlerden bu günlere geldi inşallah yeni dönemde türkiyemizi benzin fiatlarının en makul olduğu ülker arasında görmek nasip olur
|
|
05-29-2011, 19:40 | #5 | |
Alıntı:
İnsanalr değerlendirme yaparken nedense bunları göz ardı edebiliyor. Bakanın itirafı olan sosyal devletin gereği vergi toplama usulü yani kayıt dışı ile mcüadele deki başarısızlık bugün ki olumsuzlukların ana kaynağı. |
||
06-04-2011, 01:47 | #6 |
Güncelleme.
|
|
11-07-2014, 08:21 | #7 |
Türk Ekonomisi'nde Yapısal Dönüşüm Programı
Ekonomiye 9 maddelik yeni eylem plânı!
Başbakan Ahmet Davutoğlu, 25 alanda geniş kapsamlı dönüşüm öngören programın ilk 9 maddesini paylaştı. Başbakan Ahmet Davutoğlu yeni ekonomi paketinde yer alan öncelikli dönüşüm programlarını açıkladı. Eylem plânları ve sektörel dönüşüm programlarının bir temenni olmadığını öncelikle dile getiren Başbakan Davutoğlu, ''Bizim söz verip de yapmadığımız temenni düzeyinde bıraktığımız hiçbir taahhüdümüz olmamıştır" şeklinde konuştu. Davutoğlu, programla ilgili olarak, "Hedefimiz, bu sektörel dönüşüm programlarıyla 2018 sonuna kadar yani 4 yıl içinde GSYH'yi 1,3 trilyon dolara, cari açığı % 5,2'ye çekmek, işsizlik oranını da % 7 civarına indirmektir" dedi. Davutoğlu, yapısal dönüşümlerin beş ana başlık altında inceleneceğini ifade etti. 5 ana başlık şöyle ''Bunlardan birincisi, siyasal istikrarın sürdürülmesi ve buna bağlı olarak ekonomik öngörülebilirliğin sürdürülmesidir. Bu bizim için çok önemlidir. İkincisi, insan odaklı kalkınma, insan kaynağının geliştirilmesi. Üçüncüsü, üretim teknolojisindeki değişime intibak ve öncülük etmek. Bu da Ar-Ge ve inovasyon ile mümkün olur. Dördüncüsü, ekonomide bütüncül bir anlayış geliştirmek ve bu anlayışı kamuda ve ülke genelinde hakim kılmak. Bu anlayışı geliştirmeden yapısal reformları gerçekleştirmek mümkün değildir. Beşinci unsursa, ekonominin dünya ekonomisiyle tam entegrasyonla hareket etmesi olacak" Bugün ilan edilecek 9 sektör ve 417 eylem plânının reel sektöre ait olacağını söyleyen Davutoğlu, önümüzdeki dönemde 8 maddelik makroekonomik adımlar sonrasında 8 maddelik insan odaklı yapısal dönüşüm adımlarının da açıklanacağını ifade etti. Başbakan Davutoğlu tarafından açıklanan 9 öncelikli eylem plânı şöyle: 1- İthalata Olan Bağımlılığın Azaltılması:Madenciliği yurt içinde faaliyet alanı olmaktan çıkaracağız. 7 tedarik stratejisini güncelleyeceğiz. Sanayi stratejisini revize edeceğiz. Enerji üretim tesislerindeki techizatın yurt içinde üretilmesini destekleyeceğiz. Belli bölgelere yeni teşvik paketleri hazırlayacağız. Elektrikli araçları teşvik edeceğiz. Tohumculuk yetiştirme kapasitemizi arttıracağız. Serbest bölgelerin cazibesini arttıracağız. Üniversite-sanayi iş birliğini arttıracağız. Dış ticaret açığının GSYH’ya oranı % 9,9 seviyesine çekilecek. 2- Öncelikli Teknoloji Alanlarında Ticarileştirme: Prototip geliştirme süreçlerini destekleyeceğiz. Araştırma merkezlerini özel sektöre açacağız. Girişimcileri desteklemek için bir fon kuracağız. Yenilikçi girişimciler için kredi garanti merkezleri kuracağız. Enerji, sağlık, havacılık ve uzay başta olmak üzere kümelenme çalışmalarını destekleyeceğiz; bu yolla öncelikli sektörlerdeki markalarımızı arttıracağız. İmalat sanayii üretim ve ihracatında öncelikli sektörlerin payı arttırılacak. Nitelikli araştırmacı yetiştirilecek ve özel sektörde istihdam edilecek. Araştırma merkezi, kuluçka, hızlandırıcı, teknoloji ve yenilik merkezlerinin artırılıp yenilikçi girişimcilik geliştirilecek ve teknoloji transfer ara yüzlerinin artırılmasına imkân tanınacak. 3- Kamu Alımları Yoluyla Teknoloji Geliştirme ve Yerli Üretim: Kamu ihale kanununda değişiklik yapacağız. Yerli tedarik modelleri geliştireceğiz. Yerli firmaların, kamu ihalelerinden daha fazla pay almasını sağlayacağız. Yüksek teknoloji sektörlerinde uluslararası alanda markalaşma süreci desteklenecek. Kamu tedarik sistemi yoluyla Ar-Ge harcamalarının arttırılması sağlanacak. 4- Yerli Kaynaklara Dayalı Enerji Üretim: Arama ve Ar-Ge çalışmalarına ivme kazandıracağız. Güneş ve jeotermal gibi kaynaklarımızı geliştireceğiz. 2018'de enerjide yerli kaynak kullanımını % 30'a çıkarmayı plânlıyoruz. 5- Enerji Verimliliğinin Geliştirilmes: Enerji kullanımı konusunda bilincini arttıracağız. Enerji performansını yaygınlaştıracağız. Akıllı ulaşımı yaygınlaştıracağız. Bu konuda KOBİ'lere destek vereceğiz. Kamu binalarındaki enerji tüketimi % 10 düşürülecek. 6- Tarımda Su Kullanımının Etkinleştirilmesi: Mevcut sulama tesislerinin rehabilitasyonu gerçekleştirilecek. Arazi toplulaştırma çalışmalarına hızla devam edeceğiz. Kapasite genişletme çalışmalarını yürüteceğiz. Modern sulama sistemlerin geliştireceğiz. Modern sulama tesisi sayısını her yıl % 10 arttıracağız. DSİ tarafından geliştirilen sulama tesislerinde, su tasarrufu sağlayan tarla içi modern sulama yöntemlerinin payı % 20’den % 25’e yükseltilecek. DSİ sulamalarında % 62 olan sulama oranının % 68’e, % 42 olan sulama randımanının ise % 50’ye çıkarılması öngörülüyor. 7- Sağlık Endüstrilerinde Yapısal Dönüşüm: Türkiye sağlık enstitüsünü kuracağız. Yerli ilaç ve cihaza destek vereceğiz. Plazma ürünleri ve aşıların yurt içi üretimini geliştireceğiz. Üniversite-sanayi iş birliğini arttıracağız. Yurt içi tıbbi cihaz ve tıbbi malzeme ihtiyacının % 20’sinin, ilaç ihtiyacının ise değer olarak % 60’ının yerli üretimle karşılanması plânlanıyor. 8- Sağlık Turizminin Geliştirilmesi: Hedef ülke bazlı eylem plânları oluşturacağız. Bu alanda teşvik sistemlerini sadeleştireceğiz. Gerekli fiyat düzenlemesini yapacağız. Yurt dışı tanıtım çalışmalarının kapsamını geliştireceğiz. Termal turizmde 100.000 yatak kapasitesi, 1.5 milyon turist sayısı ve 3 milyar dolar gelir hedeflenirken, medikal turizmde ise dünyanın ilk 5 destinasyonu içerisinde olunması öngörülüyor. 9- Taşımacılıktan Lojistiğe Dönüşüm: Lojistik koordinasyon kurulu kuracağız. İlk defa lojistik master plânı hazırlayacağız. Lojistik veri tabanı oluşturacağız. Demiryolu bağlantısını güçlendireceğiz. Kent içi ulaşımı ulusal lojistik plânı ile uyumlaştıracağız. Gümrüklerde tek pencere sistemini tamamlayacağız. Liman kapsaitesini arttıracağız. Türkiye’nin lojistikteki uluslararası konumu güçlendirilecek. Nihai ürünlerin tüketim pazarlarına ulaşım süreleri kısaltılacak. Kaynak Haber 7 06.11.2014 Konu Cihannur tarafından (12-19-2014 Saat 02:20 ) değiştirilmiştir.. |
|
11-07-2014, 10:39 | #8 |
|
|
12-19-2014, 03:04 | #9 |
Davutoğlu, 7 maddelik 2. paketi açıkladı
Başbakan Ahmet Davutoğlu, yapısal dönüşüm programları kapsamında merakla beklenen 7 maddelik 2. paketi açıkladı. Yapısal Dönüşüm Programları toplantısında konuşan Başbakan Ahmet Davutoğlu, 7 maddelik 2. dönüşüm paketini açıkladı. 7 maddelik plânın 425 eylemi olduğunu belirten Davutoğlu, önümüzdeki hafta ise 3. paketi açıklayacaklarını söyledi. TÜRKİYE KRİZDEN ETKİLENMEDEN KRİZİ YÖNETİYOR 7 maddelik dönüşüm programını açıklamadan önce kısa bir konuşma yapan Davutoğlu, ekonomideki ilkeli tutumun şimdiye kadar olduğu gibi devam edeceğini belirterek,''2008'den beri tüm dünya ülkeleri kriz yönetimi ile ilgileniyor. Türkiye bir yandan krizlerle ilgili önlemini alıyor bir yandan da yapısal reformlarını hayata geçiriyor. O yüzden Türkiye ekonomik krizden etkilenmeden krizi yönetiyor.'' diye konuştu. BÜYÜMEMİZ TAKDİR GÖRÜYOR Tek parti yönetiminin de yaşanan istikrar açısından çok büyük fayda sağladığını da söyleyen Davutoğlu, ''Kamu-özel sektör ilişkisi her zamankinden çok daha etkin bir şekilde sürüyor. Büyüme verilerimiz beklentimizin altında ama dünya geneline bakıldığında takdir gören bir performans.'' dedi. PETROLDEKİ DÜŞÜŞ HEM OLUMLU HEM OLUMSUZ EKİLİYOR Petrol fiyatlarındaki düşüşün Türkiye'nin enerji maliyetlerini ve cari açığını düşürdüğünü de söyleyen Davutoğlu, bu düşüşün öte yandan da Rusya'daki olumsuzluktan kaynaklı Türkiye'yi olumsuz etkilediğini de söyledi. Bugün açıklanan yapısal dönüşüm programları içerisinde özel sektörün de bulunduğunu ifade eden Davutoğlu, 7 maddelik 2. paketi açıkladı. İşte Davutoğlu'nun açıkladığı 7 maddelik 2. paket: 1- Üretimde verimliliğin arttırılması programı: Verimliliğin arttırılmasına özel bir önem vereceğiz. Sanayide toplam katkıyı yüzde 20'ye çıkartacağız. Kobilerin kurumsallaşmasına özel önem vereceğiz. Sanayi bölgelerinin teknolojik donanımlarını güçlendireceğiz. Kaynak verimliliğini arttıracağız. Ürün çeşitliliği için destek vereceğiz. Türk Malı markalarının itibarını güçlendireceğiz. 2- Yurt içi tasarruflarının arttırılması ve israfın önlenmesi: İsrafın azaltılmasını amaçlıyoruz. Yurt içi tasarruf oranını yüzde 19'a çıkartacağız. Taşınmaz alımlarının finansmanında kullandırılan kredileri gözden geçireceğiz. İmalat sanayideki makina ekipmanları için istisnalar getireceğiz. Lüks tüketim mallarına yönelik caydırıcı vergilendirmeler yapacağız. Altın bankacılığını geliştireceğiz. BES'de kesinti oranlarını uluslararası seviyelere çıkartacağız. İsrafın fazla olduğu malları tespit edeceğiz. Genel bir tasarruf kampanyası yapacağız. 3- İstanbul Finans Merkezi programı: Reel sektörün ihtiyacını karşılayacak şeffaf bir piyasa oluşturulacak. İstanbul'un ilk aşamada ilk 25 ülke içinde yer almasını sağlayacağız. Haksız rekabete yol açan vergileri kaldıracağız. Finans alanında ihtisas mahkemeleri kuracağız. İstanbul finans merkezi bölgesinde ulaşım alt yapısını geliştireceğiz. Hem kamuda hem de özel sektörde uluslararası sertifikalara sahip kişi sayısını arttıracağız. Faizsiz finans alanında koordinasyonu sağlayacağız. 4- Kamu Harcamalarının Rasyonelleştirilmesi: Kamu faiz harcamalarını belli bir büyüklükte tutacağız. Sosyal yardımlarda suistimali engelleyeceğiz. Sosyal yardımlar için veri tabanı oluşturacağız. Tarımsal desteklerin çevresel etkilerini değerlendireceğiz. Saydamlığın arttırılması için bütün ihale sonuçlarının yayınlanması konusunu elden geçireceğiz. Hizmet alımlarında fayda maliyete bakacağız. Akıllı ilaç hizmetlerini yaygınlaştıracağız. 5- Kamu Gelirlerinin Kalitesinin Artırılması: Vergilemede hizmet sunumu kalitesi artırılacak ve kamu gelirlerinin sağlıklı ve sürekli kaynaklardan elde edilmesi sağlanacak. Kayıt dışının azaltılmasını ayrı bir reform paketi olarak ele alacağız. Vergi mevzuatını sadeleştireceğiz. Yerel yönetimlerin öz gelirlerini arttıracağız. Gayrimenkul rantlarından kamunun pay alması için çalışma yapacağız. Vergileme alanında teknolojiden daha fazla yararlanacağız. Vergi dairelerinin beşeri ve fiziki yapısını geliştireceğiz. 6- İş ve Yatırım Ortamının Geliştirilmesi: Özel sektör yatırımlarının GSYH’ya oranı 2018 yılı sonunda yüzde 19,3’e çıkartılacak ve gayrimenkul hariç kümülatif uluslararası doğrudan yatırım tutarının 93,9 milyar dolara ulaşması hedeflenecek. İş Yapma Kolaylığı Endeksi sıralamasında Türkiye’nin ilk 40 ülke arasına girmesi sağlanacak. Ülke ekonomisi için önem arz eden yatırımlar için bürokratik engeller kaldırılacak. İş yeri açma ruhsatlarında basitleştirme ve uygulama birliği sağlayacağız. Hukuki süreçleri kısaltacağız 7- İstatistiki Bilgi Altyapısını Geliştirme: Bilgi ve veri ihtiyaçlarını karşılayan istatistik portalı kurulacak. Uluslararası standartlarda üretilmiş istatistik sayıları arttırılacak. Ulusal ve uluslararası kullanıcılar dikkate alınarak uluslararası istatistik üreteceğiz. Tüm istatistikleri tek çatı altında toplayacağız. TÜİK'i kurumların kullanımına açacağız. Kurumlarda istatiksel veriler çıkartabilen birimler kuracağız. Kaynak Eko Trent 18.12.2014 |
|
12-19-2014, 03:06 | #10 |
|
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|