AK Gençliğin Buluşma Noktası
Protesto Tüm protestolarımızı burada paylaşıyoruz. Küfür ve hakaret etmek yasaktır.



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 08-15-2009, 14:38   #1
Kullanıcı Adı
BlueMoon
Standart Türkan Saylanın İslamiyet Hakkında Görüşleri !
Saylan İslam'a hep karşıydı

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen Ergenekon Terör Örgütü (ETÖ), soruşturmasının 12. dalgasında evi ve başkanı olduğu Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD), şubeleri aranan Türkan Saylan'ın belli kesimler tarafından “iyilik meleği” olarak tanıtılmasına karşın hayatını İslamî değerlere saldırarak geçirdiği biliniyor. http://www.habervaktim.com/resim/resim67956_2.jpg
74 yaşında olan Türkan Saylan, hayatının her döneminde gerek destek verdiği eylemlerde, kendi derneği ÇYDD'nin düzenlediği programlarda, ikna odalarında görevli olduğu zamanlarda, programlarda yaptığı konuşmalarda ve çeşitli medya kuruluşlarına verdiği beyanatlarda sürekli olarak İslamî değerlere saldırıları ile gündeme gelmiş ve gelmeye devam ediyor.

Türkan Saylan'ın geçmişinde ve hala devam eden sözlerinde İslam'ın temel değerleri de olan “başörtüsü”ne, “namaz”a, “Peygamberimiz”e, “şeriat”a, “Kur'an-ı Kerim”e karşı iğrenç saldırıları bulunuyor.

SAYLAN'DAN “NAMAZ” DÜŞMANLIĞI
Saylan, İslami değerlere saldırma konusunda geçmişinde “namaz”a saldırmıştı. 2007 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Maçka Yerleşkesi'nde “Türkiye'mizin Çağdaşlaşma Sürecinde Laiklik” konulu toplantıda konuşan Saylan, “namaz” düşmanlığı sergilemişti. Saylan konuşmasında, çocukların namaz kılmasını değil, bale yapmasını istediklerini ifade etmişti. Saylan bunun bir alışkanlık haline geldiğini iddia ederek şunları söylemişti: "Türkiye'nin bölünmesine, ırkçılığa yönelmesine, binlerce yıl öncesinin Arap ve İran adetlerinin gelmesine karşıyız. Çocuklarımızın sıra üstünde namaz kılmasını değil bale yapmasını istiyoruz."

MUHAMMED İSMİNDEN DE RAHATSIZ
Türkan Saylan konuşmasında, dinin direği olan “namaz”a karşı iğrenç saldırılarından sonra daha da ileri giderek örnek insan Peygamber Efendimiz'in isminden duyduğu rahatsızlığı da utanmadan kaydetmişti. Saylan, Gençlik Korosu'nu yöneten müzisyenin isminin Muhammed olmasından yakınmış ve düşmanlığını şu sözleri belirtmişti; "Gençlik Orkestrası'nı yaratan ve yöneten arkadaşımızın ismi Muhammed. Düşünebiliyor musunuz buradaki ironiyi?"

SAYLAN: ŞERİATA KARŞIYIZ
“Başörtüsü”ne, “namaz”a, “Peygamber Efendimiz'in ismi”ne seviyesiz şekilde saldıran Türkan Saylan, 2007 yılında “Cumhuriyet İçin Çağlayan Mitingi” hakkında yaptığı konuşmada, din düşmanlığına karşı sözlerini sürdürüyordu. Saylan konuşmasında, “şeriata ve dinciliğe karşıyız” sözlerini sarf etmişti.

SAYLAN KUR'AN'DAN RAHATSIZ
Geçmişinde sürekli İslam'a ve Müslümanlara hakaretlerini devam ettiren Saylan, geçtiğimiz gün bu hakaretlerini sürdürmüştü. Nişantaşı'ndaki Özel Işık Lisesi'nde düzenlenen törende konuşan Saylan programda yaptığı konuşmada, Kur'an-ı Kerim'e hakaret ederek şu sözleri sarf etmişti; “Tanrı'nın yaptığı yasalara değil, insanların yaptığı değişken yasalara tabiyiz. Bütün bunları içselleştirmiş savcılara, avukatlara gerek duyuyoruz.”

SAYLAN: TÜRBANLI ÖĞRENCİ ÜNİVERSİTEDE OKUYAMAZ
Türkan Saylan, İslamî değeri olan başörtüsüne karşı düşmanlığını 2006 yılında Milliyet gazetesine verdiği röportajda utanmadan sergilemişti. Saylan, başörtülü öğrencilerin üniversitede okuyamayacağını iddia ederek şunları söylemişti; “Yasal olarak kapanmış durumda türban olayı, Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve AİHM kararları var. Türbanlı öğrenci üniversitede okuyamaz. Son derece demokrat bir insanım ama yasalara uyulması gerektiğine inanıyorum, o anlamda jakobenim. Hoşgörüyle bakamıyorum, türban bir simge ve cumhuriyet değerlerini korumak zorundayız. İslami bir topluma dönüşmek istemiyorsak, laiklikten ödün vermemeliyiz.”

Saylan, üniversitelerde başörtüsünün serbest bırakılmasına yönelik kanuni düzenlemelere de karşı çıkmış, “Bizim istemediğimiz bir şeyin Türkiye'de olması mümkün değil” demişti.

SAYLAN; İKNA ODASI GÖREVLİSİYDİ
Türkan Saylan, İstanbul Üniversitesi'nde kurulan faşizan “ikna odaları”nda da görevli olarak çalışıyordu. 1998 yılında İstanbul Üniversitesi'nde devam eden kayıtlarda Saylan, "özel görüşme odası"nda 2 öğrencinin sorgulamasını yaparak zorla başlarını açtırmıştı. Saylan bununla da yetinmeyerek başları zorla açtırılan öğrencilere, "tarak ve ayna verelim de saçlarınız yakışıklı olsun" diye küstah bir şekilde alay da etmişti.

Hüseyin Kulaoğlu-VAKİT

Türkan Saylan'a 'ajan misyoner' diyenler kendi dostları
http://medya.zaman.com.tr/2009/04/19/turkan.jpg ÇYDD Başkanı Türkan Saylan, kendisine 'ajan, misyoner, PKK'lı' yakıştırması yapanlardan şikâyetçi. Ancak Saylan'ı kızdıran bu iddiaları, bir zamanlar birlikte çalıştığı dostları dile getirdi.

Sadece dostları değil, devletin istihbarat kurumları da kendisiyle ilgili raporları hazırladı. Saylan'ın misyonerliği ile ilgili MİT belgelerini ilk kez Doğu Perinçek'in Aydınlık dergisi yayınlamıştı. Saylan'ın terör örgütü PKK bağlantısını dile getiren kişi ise ÇYDD'den eski çalışma arkadaşı Ergenekon sanığı Ayşe Asuman Özdemir. Özdemir, ÇYDD'nin, terör örgütü PKK'nın siyasallaşmasına katkı sağladığını savunuyor. STK Platformu Başkan Yardımcısı Yetkin Aröz de Saylan'ı 'Atatürk'ü yok saymakla' suçluyor.
Özdemir, ÇYDD'nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu'dan 'Kardelenler Projesi' adı altında İstanbul'a kız öğrenciler getirdiğini, bu gençlerin Demokratik Toplum Partisi'nin (DTP) kadro açığını karşıladığını savunuyor. Özdemir'e göre yıllarca samimi duygularla çalıştığı ÇYDD, terör örgütü PKK'nın siyasallaşmasına katkı sağlıyor. Ulusalcı bir anlayışta yayın yapan Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Dergisi'nde de Saylan aleyhine birçok yazı yayınlandı. Derginin sahibi Çetin Yetkin eski bir Hürriyet gazetesi çalışanı. Söz konusu derginin yazarı Sivil Toplum Kuruluşları Platformu Başkan Yardımcısı Yetkin Aröz, bakın ne diyor Saylan hakkında: "Bir izleyiniz, artık demeçlerinde 'Atatürk' yoktur Sayın Saylan'ın! Etkinliklerinde Atatürk yoktur. Konuşmalarında Atatürk yoktur. Şimdi bütün sorun Atatürk'e yürekten bağlı gerçekten Atatürkçü olan üyeleridir."
Başörtülülere 'militan' dedi: Burs vermeyiz

Ergenekon kapsamında evi aranan Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı Türkan Saylan, son olarak Hürriyet'ten Ayşe Arman'a konuştu. Derneğin burs kriterlerinde öğrencinin 'başörtülü olup-olmamasının' önemli olduğunu söyledi. Saylan, "Başörtülü kızlara burs vermiyoruz. O çocukların bir kısmı militan olarak kullanılıyor. Casus gibi aramızda onları istemiyoruz." dedi. İmam Hatipli öğrencilere de burs vermediklerini anlatıt. Arman'ın 'başörtüsü meselesinden dolayı üniversiteye gidemeyen kızlar için üzüldünüz mü?' yönündeki sorusunu ise şöyle cevapladı: "Asla. O kızları militan yapıyorlar. Ben çok netim bu meselede. Gerçi, o örtü sayesinde erken koca buluyorlar o ayrı." İstanbul, Zaman

 

BlueMoon isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Alt 08-15-2009, 14:42   #2
Kullanıcı Adı
Eşref
Standart
Eski bir haber. Saylan, ilahi adaletin önünde hesabını verirken, bizim protesto edecek birşeyimizin kalmadığını düşünüyorum.
Eşref isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 08-15-2009, 14:45   #3
Kullanıcı Adı
BlueMoon
Standart
Alıntı:
KaraEsref Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Eski bir haber. Saylan, ilahi adaletin önünde hesabını verirken, bizim protesto edecek birşeyimizin kalmadığını düşünüyorum.
hala onu savunan bazı insanlara mesaj olması mahiyetinde yazmıştım. tabi ölen bir insan arkasından konuşmak bize yakışmaz...
BlueMoon isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 08-17-2009, 20:24   #4
Kullanıcı Adı
unnamed
Standart
Alıntı:
olcayatay Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
hala onu savunan bazı insanlara mesaj olması mahiyetinde yazmıştım. tabi ölen bir insan arkasından konuşmak bize yakışmaz...
Bölüm Sorumlusu arkadaş doğru söylemiş amma ölen insanın arkasından konuşulmayacak diye bir kaide yoktur....İyi işler yapılsa hayırla yâd edilirdi...
  Alıntı ile Cevapla
Alt 08-17-2009, 20:42   #5
Kullanıcı Adı
redyellow
Standart


bu fotoğrafdaki (beyaz giysili) bayan kim? bir umre ziyaretinde çekilmiş.

Öğrenmek isteyen linke tıklayabilir:

http://www.haber7.com/haber.php?haber_id=240354
redyellow isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 08-17-2009, 21:13   #6
Kullanıcı Adı
DEPREM
Exclamation Din ile Özgürleşme: Türkiye Tecrübesi*
Din ile Özgürleşme: Türkiye Tecrübesi*





Prof.Dr. Ali BARDAKOĞLU




Diyanet İşleri Başkanı






İnsan Hakları ve Din Özgürlüğü
Giriş
İnsan hakları evrenseldir ve bireyler, herhangi bir ayrım gözetilmeksizin, sadece insan olmaları bakımından bu haklara sahiptir. Din özgürlüğü de insan haklarının bir parçasını oluşturur ve diğer insan haklarıyla mukayese edildiğinde baş sıralarda yer alır. Ancak temel insan hakları arasında belki de en çok tartışılanı, teorik itiraza ve pratik ihlallere maruz kalanı din özgürlüğüdür.
Aslında bu durum biraz da dinin mahiyetinden ve çok geniş bir alanda doğrudan ve dolaylı biçimde etkinlik iddiası taşımasından kaynaklanmaktadır. Biraz da bu sebeple olacak, hukuk metinlerinde dinin ve din özgürlüğünün tam ve kapsamlı bir tanımını yapmak hep sorunlu olmuştur.
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 18. maddesi din özgürlüğünü şöyle tarif etmektedir: “Herkesin düşünce, vicdan ve din özgürlüğü vardır; Bu hak, din ya da inancını değiştirme özgürlüğünü ve tek başına ya da cemaat halinde, toplum içinde ya da özel olarak öğretme, uygulama, ibadet etme ve riayet etme yoluyla dinini ya da inancını açığa vurma hakkını içerir.” Din özgürlüğü kavramının İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde vicdan ve düşünce özgürlüğü ile birlikte zikredilmesi bu kavramlar arasında zımnen yakın bir ilişki olduğunu ima etse de, gerek vicdan gerekse düşünce özgürlüğünün kapsamı din özgürlünün kapsamından daha geniştir.
Bu madde daha sonra din özgürlüğü alanında oluşturulan hukuk metinlerine bir başlangıç teşkil etmiş, ancak bu özgürlüğün kapsamı zaman içinde bir hayli gelişmiştir. Mesela bu maddede belirtilmeyen “etnik azınlıkların dinlerini koruma hakkı”, “ailelerin çocuklarına kendi inançlarına uygun olarak dini ve ahlaki eğitim verme hakkı” gibi bazı hakların daha sonra oluşturulan metinlerde belirtilmesi, din özgürlüğü alanındaki gelişmelerin de zaman ve zemine dayalı bazı farklılıklar arz edebileceğini göstermektedir. Günümüzde insan hakları çerçevesinde değerlendirilmeyen bazı dini uygulamalar ileride bu çerçeveye dahil olabilir; veya tersinden, günümüzde bu çerçevede değerlendirilen bazı uygulamalar, belirli sınırlamalara tabi tutulabilir.
Din özgürlüğünü geliştirmeye çalışırken, evrensel noktalarda buluşmak kadar, dinlerin ve medeniyetlerin kendilerine has bazı teolojik, tarihsel ve kültürel yönlerini dikkate almak da önemlidir.
İnsan hakları ile din özgürlüğü arasındaki ilişkide karşılaşılan diğer bir zorluk, zaman zaman haklar arasında ortaya çıkan gerilimli ilişkidir. Bazen din özgürlüğü alanındaki bir hak, genel anlamda insan hakları içinde yer alan diğer bir hak ile çelişebilmektedir. Mesela bazı yazarlar kadınların insan haklarının, din özgürlüğü adına Amerika Birleşik Devletleri’nde, İsrail’de, Hindistan’da, Pakistan’da ve diğer yerlerde ihlal edildiğini savunmaktadır. Bu sebeple “evrensel insan haklarının dünyadaki dini, ahlaki ve kültürel farklılıklarla ciddi bir gerilim içinde olduğuna yönelik” yaygın bir kanaatten bile bahsedilmektedir.
Din özgürlüğünün gerek kavramsal çerçevesinin belirlenmesi, gerek uygulamada insan haklarının sağlanması ile kamu düzeninin korunması arasındaki dengenin biri lehine bozulmaması için, ilgili birçok kavramın içinin doldurulması ve bu konularda teorik ve pratik birçok çözümlemelere gidilmesi gerekir. Bunların başında da hoşgörüyü din özgürlüğü alanında nasıl anladığımız ve uyguladığımız hususu gelir. Bir erdemli davranış şekli olarak hoşgörü (tolerance) ile hukuki bir norm olarak müsamaha (toleration) da din özgürlüğü alanında karşılaştığımız temel kavramlardan biridir. Hoşgörüye dayalı davranışın ve müsamahaya dayalı normların temelinde “karşılıklılık ilkesi” bulunmaktadır.
Demokrasi ve çoğulculuk kavramları da din özgürlüğü ile yakından ilgilidir. İnsan haklarının temelinde din özgürlüğünün yattığını savunanlar kadar demokrasi ve din özgürlüğünün birbiriyle bağlantılı kavramlar olduğunu, dini hoşgörünün tesisine yönelik çabaların demokratik toplumların ortaya çıkmasında itici güç rolü oynadığını ileri sürenleri de burada zikretmek gerekir. (Öktem 2002: 46; Habermas 2004: 15)
Bunlardan da öte, İslam dininin metinleri ve İslam dünyasının 14 asırlık tecrübesi açısından din özgürlüğünün nasıl anlaşıldığının ve uygulandığının irdelenmesi, teori ve pratik arasındaki farklılıkların sebebine inilmesi ve bu alandaki sorunların açık yüreklilikle tartışılması, insan haklarının vazgeçilmez unsurları ve değerleri hakkında ya da insanlığın ortak barışını tehdit eden eğilim ve sapmalar konusunda İslami bir bakış açısının, hatta ortak söylemin ve tavrın oluşturulması da din özgürlüğünü nasıl anlayabileceğimize ışık tutan açılımlardır.
Bu nedenle aşağıda bütün bu hususlara sırasıyla alt başlıklar halinde değinmek, daha sonra da Türkiye özeline inerek din özgürlüğü bağlamında Diyanet İşleri Başkanlığı’nın konumunu ana hatlarıyla belirtmek istiyorum. Gerçekten de, Türkiye’nin bu alandaki tarihsel tecrübesi ve özgün konumu, bunun bir parçası olarak Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yapı ve misyonunun laiklik ve din özgürlüğü açısından değerlendirilmesi de çağdaş dünyanın bu alanda karşı karşıya kaldığı sorunlar ve elde ettiği kazanımlar açısından fevkalade önem taşımaktadır.
a. İslam ve Hoşgörü
İslam’da din özgürlüğünü teminat altına alan bazı ahlaki ilkeler mevcuttur. Bu ilkelerin başında dine inanmanın hür bir seçime ve iradeye dayalı olması ilkesi gelir. İslam’da imanın olmazsa olmazlarından biri hür iradedir. Dış ve iç iradenin uyuşması ihlas ve samimiyet adını alır. Sık tekrarlanılan meşhur bir hadise göre “Ameller niyetlere göredir”, dolayısıyla niyeti halis olmayan, inancında samimi olmayan kimsenin imanı makbul değildir. Şüphesiz samimi bir inanç, insanın hür iradesine dayanan bir inançtır. İman ile insan iradesi arasındaki bu sıkı bağ sebebiyledir ki Kuran-ı Kerimde “Dinde zorlamanın olmadığı” (Bakara 2/256) açıkça belirtilir. Ayeti kerimede İslam yerine din kelimesinin kullanılması bu hükmün kapsamının genişliğini ifade etmesi açısından da önemlidir. Diğer bir ifadeyle kimse İslamiyet’e girmeye zorlanamayacağı gibi, kimse Hıristiyanlığa veya Museviliğe girmeye de zorlanamaz. Yani genel anlamda, herhangi bir dine inanmada bir zorlama olamaz. Zorlamanın yasaklanmasına gerekçe olarak da Kuran-ı Kerim, doğru ile yanlışın, hak ile batılın birbirinden açık bir şekilde ayırt edilebilecek derecede ortada olduklarını belirterek, insana düşen görevin akli ve kalbi melekelerini kullanarak önündeki alternatifler arasında bir tercih yapması gerektiğine işaret etmektedir. Sadece tek bir seçeneğin bulunduğu durumlarda (ki bu durumda ‘seçenek’ tabirini kullanmak bile sorunlu olabilir, çünkü ortada zorunlu olarak inanmanın dışında seçilecek herhangi bir şey yoktur) insanların inançlarının samimiyeti şüpheye düşmüş olur. Bu durum insan iradesini dışta bırakır ve dine inanmanın temel esprisi olan iradi karar ortadan kalkmış olur. Söz konusu ayette geçen “ikrah” kelimesi “zorlama” anlamına gelebildiği gibi, insanın hoşuna gitmeyecek, onun çirkin göreceği, onun zoruna gidecek söz ve davranışlar olarak da anlaşılabilir. Ayetin kapsamına, fiziki bir zorlamanın yanı sıra, rahatsız edici söz ve fiiller, tavırlar ve tutumlar da girer. İnsan iradesini ön plana çıkaran diğer bir ayette Hz. Peygambere Allah şöyle hitap etmektedir: “Gerçek Rabbinizdendir. O halde, dileyen inansın, dileyen de inkar etsin!” (Kehf 18:29)
b. Çoğulculuk İlkesi
İslam’da din özgürlüğünün teminatı olan diğer bir ilke, İlahi iradenin tüm insanları tek bir din üzere toplamayı murat etmemiş olmasıdır. “Eğer Rabbin dileseydi yeryüzündeki insanların hepsi hakkı benimseyip iman ederdi. Yoksa sen inanmaları için insanlara zor mu kullanacaksın?” (Yunus 10/99) İlahi iradenin insan tercihine önem vermesi diğer bir ayette şöyle ifade edilmektedir: “İsteyen iman etsin, isteyen küfrü tercih etsin” (Kehf 18/29). Bu bir onay değil insan iradesine önem vermenin ve insanı din gibi hayati bir tercih konusunda bile özgür bırakmanın ifadesidir. İnsanlığın tarih boyunca daima farklı dini inanış ve tercihler içinde olduğuna ve bundan sonra da bu çeşitliliğin devam edeceğine işaret eden bu ayetler, İslam’ın kendini hak din olarak görmesi ve böyle bir iddia taşıması ile çelişmez. Aksine bu, İslam’ın hem farklı dinlerin zaten tabii olarak sahip olduğu özgürlük alanını tanıtması ve müslümanları bu tabii çoğulcu görünüme alıştırması, hem de kendine duyduğu özgüveni ve bunu inananlarına aşılama stratejisini ifade eder.
c. Karşılıklılık İlkesi
İslam dininin en temel ahlaki ve hukuki ilkelerinden biri olan karşılıklılık (tekabuliyet) ilkesi pek çok alanda değişik şekiller de karşımıza çıkar. İnanç alanında iyiliklerin karşılığını bulması, ekonomik alanda sözleşmelere titizlikle uyma, beşeri ilişkilerde temel bir ahlaki prensip olarak “kişinin başkalarına kendine davranılmasını istediği şekilde davranması” gibi hususlar hep bu temel ilkenin farklı tezahürleridir. Hatta bazı noktalarda ilk bakışta tek taraflı gibi görülebilecek emirler bile, özde bu ilkeye dayalıdır. Mesela “komşuya iyilik” tüm komşular için gerekli olması sebebiyle karşılıklılığı zorunlu olarak gerektirir. Din özgürlüğü açısından da bu ilkenin Kur’an-ı Kerim’de çeşitli örnekleriyle karşılaşmaktayız. Hz. Peygamber Mekke döneminde maruz kaldığı zorluklar ve gördüğü eziyetler karşısında, Mekkelilere “Sizin dininiz size, benim dinim bana” (Kafirun 109:6) ayeti ile cevap vererek inanç düzeyindeki farklılıkların varlığına ve tabiiliğine işaret etmekteydi.
Karşılıklılık ilkesine dayalı olarak din özgürlüğünü teminat altına alan diğer bir örnek başka dinlerin tanrılarına sövmenin yasaklanması ile ilgilidir. Kur’an-ı Kerim’de Allah Müslümanlardan başka dinlerin tanrılarına kötü sözler sarf etmemelerini ister: “Onların Allah’ın dışında çağırdıklarına sövmeyin ki, onlar da [size olan] düşmanlıklarından dolayı bilmeden Allah’a sövmesinler; çünkü Biz, her topluma yaptıkları işleri güzel göstermişizdir. Ancak, daha sonra onların dönüşleri Rablerine olacaktır, O zaman Rableri, onlara yaptıklarını bildirecektir.” (En’am 6:108)
d. Önyargılar ve Sorunlar
Yukarıda belirtilen, insan hakları ve din özgürlüğünün temellerini oluşturan bu ilkelere rağmen, günümüz İslam dünyasında bazı katı zihniyetlere ve zararlı akımlara rastlanmaktadır. Bilhassa 11 Eylül hadisesi ve sonrasındaki gelişmelerle gündeme gelen bu zihniyet ve akımlar, zaman zaman mücadelelerinde şiddet ve teröre müracaat etmekte ve maalesef bunu İslam adına yaptıklarını iddia etmektedir. İslam’ın temel ilkeleriyle taban tabana zıt bu akım ve görüşlere paralel, Batıda da İslam’ı hoşgörüden uzak şiddet ve terörle özdeş gören kimseler ve eğilimler de mevcuttur. Dolayısıyla İslam dünyasında çoğunluğu teşkil eden, Kur’an’ın tabiriyle aşırılığa kaçmayarak “orta yolda” dinlerini yaşayan Müslümanların aynı anda ikili bir mücadele yürütmeleri gerekmektedir: Bir yandan kendi içindeki aşırılıklara karşı çıkmak ve bu aşırılıkların dinde yerlerinin olmadığını göstermek, diğer yandan özellikle kasıtlı oluşturulan negatif İslam imajının düzeltilmesine çalışmak. Bu konuda hem İslam dünyasında hem de Batıda sağ duyu sahibi kimselerin diyalog ve işbirliğine her zamankinden daha büyük ihtiyaç vardır. İçinde bulunduğumuz karşılıklı güvensizliğin karşılıklı güvene dönüşebilmesi için her iki tarafa düşen görevlerin olduğu muhakkaktır. Sağlıklı bir anlama süreci ve diyalog için karşılıklı önyargıların bertaraf edilmesi gerekmektedir. Bunun ilk adımı, her iki tarafın birbirini tanımlama ve isimlendirme sürecinde dikkatli olunmasıdır.
Bu noktada Batılı bazı çevrelerde ve özellikle medyada İslam’ın nasıl tanımlandığına bakıldığında maalesef önyargılarla dolu bir manzarayla karşılaşıyoruz. İslam kelimesinin önüne yerli yersiz pek çok sıfatlar eklenmekte, dinin temel kaynakları, tarihi tecrübesi ve günümüzdeki konumuyla bağdaşmayan “ılımlı İslam,” “radikal İslam,” “fundamantalist İslam,” “İslami terör” gibi nitelemelerde bulunulmaktadır. Burada öncelikle, dinin kendisi ile dindarların tutumları arasındaki farka vurgu yapmak gerekir. Örneğin “ılımlı İslam” nitelemesini ele alalım. Bu kavramın öncelikle neyin karşılığı veya neyin karşıtı olduğunu göz önüne almak gerekir. Ortada biri ılımlı diğer aşırı İslam yoktur. Biz bütün Semavi dinlerin ılımlı olduğuna, bütün dinlerin gerilimin değil, huzurun kaynağı olduğuna inanıyoruz. Bununla birlikte her dinde aşırılık da, ılımlılık da olabilir. Diğer yerlerde olduğu gibi İslam dünyasında da dinin aşırı akımlara ve eğilimlere alet edilmediğini söyleyemeyiz. Maalesef İslam dünyasında dinin de kullanıldığı bir “ekstremizm” bir aşırılık vardır. Şu halde sadece kişilerin davranışları ile bir dini tanımlamak hiçbir bilimsel kriteri göz önünde bulundurmamak demektir. Bilimsel ve ahlaki tutum, o dinin kendisini nasıl tanımladığına öncelik vermeyi gerektirir. Dini vasıflamaya başladığınızda bunun önünü alamayabilirsiniz. O halde dinin kendisini nasıl tanımladığına dikkat etmek daha doğru bir yaklaşım olacaktır. İslam kendisini aşırılıklardan uzak bir din olarak nitelendirmektedir. Kur’an-ı Kerim, pek çok yerde orta yolu (ifrat ve tefritten arındırılmış) bir yöntem olarak öngörmektedir. Buna göre Müslümanlar aşırılıklara itibar etmeyen veya etmemesi gereken bir ümmettir.
e. Cihad ve Din
İslam dininde Cihad bazı batılı yazarlar tarafından din ve vicdan hürriyetine karşı bir kurum olarak algılanmakta ve yorumlanmaktadır. “Cihad” terimi etimolojik açıdan “harb” veya “kital” terimlerinden farklıdır. Cihadın ilk anlamı “gayret etmek”, “çaba sarf etmektir.” Birincil anlamı üzerinden içinde bu terim geçen ayetlere baktığımızda “Allah yolunda cihad”, Onun uğruna Müminin malı ve canı ile çalışıp çabalaması ve gayret sarf etmesi anlamına gelir. Hadislerde geçen insanın kendi nefsiyle olan mücadelesine “büyük cihad” denmesinin sebebi de budur. Her şeyden önce İslam “kutsal savaş” (holy war) terimine yabancıdır. İslam kültüründe savaş (kital veya harb) hiçbir şekilde kutsal olarak nitelendirilmemiştir. Savaş vardır ya da yoktur; o belirli sebeplerden dolayı meşru görülebilir veya yine belirli sebeplerden dolayı görülemez. Kur’an hiçbir zaman sürekli ve sınırları olmayan bir savaş durumunu meşru görmemiştir. Kur’an’da müslümanların karşılıklılık ilkesine dayalı olarak “kendilerine savaş açanlara karşı savaşması”ndan söz edilir (Bakara 2: 191). Fakat bu durumda dahi Kur’an onlardan “haddi aşmamalarını” ister (Bakara 2:190; Maide 5:2). Duygularına hakim olmaları, galeyana kapılıp savaş açmamaları istenir: Kur’an bunu “Mescidi Harama [girmenizi] engellemelerinden dolayı bir halka duymuş olduğunuz kin ve nefret, [onlara] saldırmanıza yol açmasın! O halde erdemli davranma ve Allah bilincini içinizde canlı tutma [takva] konusunda birbirinizle yarışın; ama günah işleme ve düşmanlık etme konusunda birbirinizle yardımlaşmayın!” (Maide 5: 2) ayetiyle ifade eder.
Temelde Allah Müslümanlardan gerek kendi aralarında gerekse inanmayanlarla olan ilişkilerinde adaletli olmalarını ister. (Mümtehine 60: 8) Hatta Müslümanlar “kendi aleyhlerine” dahi olsa adaletten ayrılmamakla memurdur. Tüm bu ayetler Müslümanların da diğer insanlar gibi zaman zaman hislerine kapılabileceği, tarafgir davranabileceği ve hatta haddi aşabileceği gerçeğini göz önüne alarak, her durumda ahlaki bir tutum sergilemelerini ister.
Yine Kur’an’da barış yapma imkanı bulunduğu sürece barış emredilir. “Bununla birlikte, eğer onlar barışa meyil edecek olursa, sen de ona meyil et ve Allah’a güven; çünkü O, en iyi işiten, en iyi bilendir.” (Enfal 8: 61) “Eğer sizden uzak dururlar, sizinle savaşmazlar ve size barışı önerirlerse, Allah onlara saldırmanıza izin vermez.” (Nisa 4: 90) Tüm bu ayetler İslam’ın barış dini olduğu, barışı tercih ettiği ve gerekmedikçe savaşa karşı olduğunu göstermektedir.
Tarih boyunca İslam dünyasında görülen iç savaşları ve komşu ülkelerle yapılan savaşları dini zeminden doğmuş, İslamın bir emrinin gereği olarak yapılmış savaşlar olarak görmek yanlış olur. Bunlar aynı dönemde diğer bölge ve toplumlardaki savaşlardan farklı değildir. Kendi şartları içinde oluşan savaşların toplumun bütün üst ve kutsal değerleriyle desteklenip insanların motive edilmesi dikkatli bir değerlendirme yapmayanlar için yanıltıcı olabilmektedir.
f. Terör
İslam coğrafyası söz konusu olduğunda, son dönemlerde, cihatla birlikte sık olarak ilintilendirilen diğer bir kavram terördür. Kuran’da terör ve şiddet onaylanmadığı gibi yeryüzünde bozgunculuk çıkarma olarak nitelendirilip açıkça kınanır. Kan dökme, bencillik, haksızlık ve tedhiş insanın doğasında gizlenmiş bir eğilim olup bu duygu ve yöneliş sanat ve eğitimle, din ve ahlakla, toplumsal düzeni sağlayan kural ve yaptırımlarla, yani insanlık medeniyetini oluşturan öğelerin elbirliği ile kontrol altında tutulur. Şiddet ve terör dinden kaynaklanmaz. İslam dünyası da Batı'da kendini mevcut şiddetin nedenleri hakkında sorgulamalıdır. Az gelişmiş ülkeler ile gelişmiş ülkeler arasında bugünkü kadar uçurum olmalı mıdır? Küreselleşme ve modernleşmeyle birlikte şiddet ve terörde tırmanma nedenleri nelerdir? Kimliğini kaybetmiş, gelecek umudu olmayan işsiz güçsüz insanlar, bir de sığ bir dini bilgiye sahipseler, çok kolay teröre ve şiddete bulaştırılabilmekteler.
Sahih ve sağlıklı dini bilginin denetiminde olmayan dini eğilimler dün olduğu kadar bugün de sorun oluşturmaya devam etmektedir. Bu tür bilginin ve anlayışın üretilmediği durumlarda patolojik dindarlık tarzları ortaya çıkar. Duygu akla galip gelir, bireysel arzular ve bölgesel farklılıklar dindarlık adı altında güç kazanır; insanların barış ve huzurunu tehdit eden unsurlar kutsal kisvesine bürünür. Rasyonel düşünce ve sağlıklı bilgi yerine duygunun ve kişilere bağlılığın egemen olduğu, ekonomik gelir dağılımının derin eşitsizlikler yarattığı, işsizliğin arttığı, gelecek endişesinin bulunduğu toplumlarda din, ırk, etnik kimlik ve bölgesel aidiyet duygularının şiddete kanalize edilmesinin kolaylaşmakta olduğu açıktır. Böyle olunca terörü önlemede polisiye tedbirlerin yanı sıra teröre kaynaklık eden ortamın analizi ve ona göre önlemlerin alınması gerekir. Bu nedenledir ki ideolojik ve radikal dini eğilimlerin çaresi dini hiç öğretmemek ve insanların dini öğrenme ve din hizmeti alma ihtiyacını görmezlikten gelmek değil, tarihsel tecrübenin, rasyonel düşüncenin ve modern çağın şartlarının ışığında dini anlayış ve yorumlarımızı geliştirmek, bu çizgide bir din hizmetini ve din eğitimini desteklemek olmalıdır.
g. Din Özgürlüğü Bağlamında Osmanlı Mirası
Diğer İslam ülkeleriyle karşılaştırıldığında Türkiye’de gerek din özgürlüğü açısından gerekse dini anlayış ve yaşantı açısından daha olumlu bir havanın olduğunu gözlemlemekteyiz. Bunun sebeplerine gelince, her şeyden önce Türkiye’deki dini anlayış ve yaşantı İslami gelenek ve tarihi tecrübe içinde yoğrulmuştur. İslami geleneğimiz içinde, din özgürlüğünün düşünce mimarları ve önderleri sayılan, bütün insanlığa sevgi ve barış atmosferi sunan Mevlâna, Yunus Emre ve Hacı Bektaş Velî gibi örnekler vardır. Bu zatlar Anadolu’da oluşan hoşgörü kültüründe yetişmiş ve bu kültüre katkılarda bulunmuş ve zenginleştirmiş şahsiyetlerdir.
Osmanlı İmparatorluğu XIII. yüzyılın sonlarında başlayan ve XX. yüzyılın başlarına kadar süren, Balkanlardan Kafkasya’ya, oradan Orta Doğuya ve Kuzey Afrika’ya kadar uzanan üç kıta üzerinde hakimiyet sürmüş bir devletti. Hakim olduğu bu coğrafyada yirminin üzerinde etnik topluluk yaşamakta ve bir o kadar sayıda da dil konuşulmaktaydı. İslamiyetten sonra, İmparatorluk içinde Hıristiyanlık ve Musevilik en yaygın din idi. Osmanlı toplumunun sadece gayrı Müslimlerden oluşan “dini mozaiğine” baktığımızda şunu görmekteyiz: Latinler, Ermeniler, Gürcüler, Rumlar, Süryaniler, Kildaniler, Maruniler, Kıptiler, Gregoryenler, Nasturiler, Yakubi-Süryaniler, Melkitiler ve Mendeiler. Ayrıca Museviler Rabbaniler, Karailer ve Samiriler’den oluşan üç mezhebe ayrılmışlardı. (Yazıcı 2000: 523)
Osmanlı İmparatorluğu tüm bu dini grupları “Millet Sistemi” adı verilen bir düzenle idare etmekteydi. Gayri Müslimler kamu düzenini ilgilendiren konularda İslam hukukuna; aile, miras, ticaret gibi konularda ise kendi inançlarına dayalı iç hukuklarına tabi idiler. “Her cemaat kendi içerisinde örf ve adetlerine göre bir düzen oluşturma imkanına kavuşmuştu. Din ve dahili işlerinde tamamıyla serbestlerdi.” Osmanlının uyguladığı devlet sistemi kendi dönemi ve sınırları içinde din, dil, ırk ve renk ayrımına dayanmayan adil bir yönetimi sağlayabilmişti. Osmanlı İmparatorluğunda Müslüman olmayan nüfusun Müslüman nüfusuna oranın 1500’lü yıllardan 1850’li yıllara kadar yaklaşık % 40 ile % 60 olduğu göz önüne tutulursa, “Osmanlı Barışı” adı verilen bu başarının önemi bir kat daha artar. Batılı bir yazarın ifadesiyle “Hıristiyan halklar Bizans ve Latin devletleri karşısında bulamadıkları, çok iyi yöneten bir idare karşısında bulunmaktaydılar. Asla sistemli bir zulüm görmemekteydiler. Tam aksine imparatorluk, işkence gören İspanyol Yahudilerine sığınak olmuştu. Hiçbir yerde zorla İslamlaştırma olmamıştı. (Yazıcı 2000: 526) Diğer bir araştırmacı, Arshi Khan “Osmanlı İmparatorluğu: Çok kültürlülüğün Doğulu Mimarı” adlı makalesinde bize şunları söylüyor: “Gayrimüslim cemaatlere karşı Osmanlının düşünceleri ve politikaları çok kültürlülük, çoğulculuk ve özerklik için araçsal olan hoşgörü ve hümanizmaya dayanıyordu.” (Yazıcı 2000: 527)
h. Türkiye Tecrübesi : Hukuk ve Din Özgürlüğü
Osmanlı İmparatorluğunda millet sisteminden anayasal devlet sistemine tedrici olarak geçilmesinin neticesinde din özgürlüğü alanında hukuki açıdan bazı yeni gelişmeler yaşanmıştır. Mesela 1876 Kanun-ı Esasisi’nde “Osmanlı Devleti’nin dininin İslam olduğu ifadesi yer almakta (md. 11) İslam dininin hamisi ve bütün Osmanlı tebaasının hükümdarı olan halife-padişahın vazifelerinden biri de “ahkam-ı şer’iyyeyi icra etme” olarak gösterilmekte (md. 4, 7), ülkede bilinen bütün din ve mezhep mensuplarına kendi dini inançlarına göre ibadet etme özgürlüğü tanımakta, devlete de bu özgürlükleri koruma görevi verilmekteydi (bk. md. 11).” İkinci anayasal düzenlemenin yapıldığı 1909 yılında bu maddeler aynen korunmuştur. Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte, halifeliğin ilgası, Şer’iyye ve Evkaf bakanlığının kaldırılması, Eğitim-Öğretimde birliğin sağlanması gibi laikliğe kapı açan bir dizi yenilikler getirilmiştir. 1924 tarihli Anayasanın 70. maddesinde vicdan (din) hürriyeti her Türk’ün en tabii hakkı olarak nitelendirilmiş, 75. maddesinde ise din hürriyetine, “Hiçbir kimse mensup olduğu din, mezhep, tarikat ve felsefi içtihadından dolayı muaheze edilemez. Asayiş, adab-ı muaşeret-i umumiye ve kavanine muğayir olmamak süretiyle her türlü ayinler serbesttir denilmiştir.”
Anayasada 1937 yılında yapılan değişiklikle laiklik Cumhuriyetin temel ilkeleri arasında yer almıştır. Din özgürlüğünü ifade eden 75. madde kısmen değiştirilerek “Hiç kimse mensup olduğu felsefi içtihat, din veya mezhepten dolayı muaheze edilemez. Asayiş ve umumi muaşeret adabına ve kanunlar hükümlerine aykırı bulunmamak üzere her türlü dini ayinlerin yapılması serbesttir” şeklinde ifade edilmiştir. Maalesef anayasanın bu maddeleri bilhassa tek partili dönemde din özgürlükleri açısından daha çok kısıtlayıcı ve yasaklayıcı bir şekilde anlaşılmış ve yorumlanmıştır.
1961 anayasasının 2. maddesi aralarında din ve vicdan hürriyetinin de bulunduğu insan haklarını kapsar. “Vicdan ve Din Hürriyeti” başlığını taşıyan 19. madde ise “Herkes vicdan ve dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. Kamu düzenine veya genel ahlaka veya bu amaçla çıkarılan kanunlara aykırı olmayan ibadetler, dini ayin ve törenler serbesttir. Kimse ibadete, dini ayin ve törenlere katılmaya, dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz. Kimse dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz.” ifadesi yer almaktadır. 1982 anayasası büyük oranda bu maddenin içeriğini korumuş ve ek olarak din kültürü derslerini zorunlu hale getirmiştir. Ayrıca Türkiye, İnsan Hakları ve Temel Özgürlükleri Korumaya Dair Sözleşme’yi 1954 yılında onaylayarak Sözleşmede din özgürlüğü ile ilgili geçen maddeleri kabul etmiştir.
Bütün bu gelişmelerden anlaşılacağı gibi, din özgürlüğü ve laiklik alanında Türkiye Cumhuriyeti diğer batılı ülkelerle paralel bir yapıya sahiptir. Hatta anayasasında İslam’a herhangi bir atıfta bulunmayan ve laikliği Cumhuriyetin temel ilkelerinden biri sayan Türkiye Cumhuriyetinin, anayasalarında Hıristiyanlığa atıfta bulunmayan veya bir ilke olarak laikliği anayasalarında açıkça zikretmeyen bazı Avrupa ülkelerine kıyasla daha laik olduğu bile söylenebilir.
Türkiye gibi 200 yıldır çağdaşlaşma mücadelesi veren bir ülkede, bu rotanın ve çizginin değişmesi, ilerlemeden vazgeçilmesi mümkün değildir. Çağdaşlık hedefi, Müslüman halkımızın içselleştirdiği bir çizgidir. 600-700 yıllık Osmanlı tecrübesinden de biliyoruz ki, din ve devlet ilişkilerini belli bir ayarda tutabilmiş ve birbirinden ayırabilmiş bir toplumuz.
İslâm ülkeleri arasında Türkiye’nin dindarlığı ve tecrübeleri çok özel bir öneme ve örnekliğe sahiptir. Gerek hareketliliği ve şeffaflığı gerekse siyasal yapısındaki esneklik ve lâiklik sebebiyle Türkiye dindarlığı ve Türkiye’nin dindarlık anlayışı aslında batı için gerçekten önemli bir fırsattır. Dinleri şiddetin, gerilimin, aramızdaki kavganın kaynağı ve sebebi olmaktan çıkarıp ortak bir barış zemini tesis etmek istiyorsak buna, Türkiye tecrübesinin büyük katkısının olacağı açıktır.
i. Diyanet İşleri Başkanlığı ve Din Özgürlüğü
Diyanet İşleri Başkanlığının Osmanlı Devletindeki Şeyhülislâmlık kurumu ile tarihsel bir bağlantısı olsa da onun aynen devamı sayılmaz. Çünkü bu iki kurum arasında işlev ve mahiyet farklılıkları vardır. Osmanlı toplumundaki din-siyaset ilişkisi ve din işlerinin organizasyonu devlet eliyle fakat özgür bırakılarak gerçekleştirilmiştir; Bu durum, Cumhuriyet döneminde büyük ölçüde korunmuş ve devam ettirilmiştir. Osmanlı Devletinde Şeyhülislâmlık kurumunun görev ve yetkileri yargıdan din eğitimine, oradan din hizmetlerine kadar geniş bir alana yayılmaktaydı. Cumhuriyet ile birlikte bu görev ve yetkilerin bir kısmı diğer kurumlara devredilmiş ve Diyanet İşleri Başkanlığı devletin laik yapısıyla uyumlu hale getirilerek, toplumda din işlerini yürüten, toplumu din konusunda aydınlatan ve ibadethanelerini yöneten bir kurum halini almıştır.
Klâsik dinî literatürde diyanet, genellikle kazânın yani yargının zıttı olarak kullanılır. “Kazâ”, yargılamayı ve insanlar arası hukukî, siyasî, idarî ilişkilerin kamu kurumlarında maddî yaptırımlara bağlanan sürecini ifade ederken, “diyanet” daha üst bir bakış olarak ilâve bir değeri; işin ruhanî, derunî ve ahlâkî yönünü, insanın kendi iç dünyasındaki tutarlılığı ifade eder. Bu bakımdan Cumhuriyet döneminde din işleri başkanlığı değil de Diyanet İşleri Başkanlığı denmesinin sebebi belki de ahlâk ekseninde bir dindarlığın plânlanması şeklinde yorumlanabilir.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın varlık sebebi, halkın din konusundaki talepleri ve dini hizmetlerin ifasını istemeleridir. Demokratik devlet de uygun bir çözüm olarak Diyanet İşleri Başkanlığını kurmuştur. Her şeyden önce Diyanet İşleri Başkanlığı Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasal bir kuruluşudur ve tüm faaliyetlerini anayasanın tanıdığı yetkilere dayanarak ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde gerçekleştirmektedir. Diyanet bir gurup, bir cemaat değildir ve cemaatlerin alternatifi de değildir. Diyanet bir üst kuruluş olarak tüm insanlara hizmet götüren bir kurumdur. Diyanetin kamu kuruluşu olması, siyasetin içinde olduğu anlamına değil, hizmetlerini kamu hukuku ve kamu düzeni anlayışıyla yürüttüğü anlamına gelir. Diyanetin temel görevi insanlara İslam’ın ortak paydasında hizmet sunmaktır. Bunun üzerine insanlar kendi bireysel eğilimlerini ve tercihlerini, farklı dindarlık tarzlarını ilave edebilirler. Bu safhada Diyanet’in görevi, bu tür farklılıkları azaltmak ve eşitlemek değil, bu konuda insanlara sağlıklı dini bilgi sunmaktır. Bu nedenle, Diyaneti Sünni bir kuruluş olarak tanımlamak da doğru değildir. Diyanet kendini Müslüman olarak niteleyen herkesi kucaklayan bir yapıya sahiptir ve camiye gelen gelmeyen, dini ibadetlerini yapan yapmayan herkesi aydınlatan, bilgilendiren bir kurumdur. Bu anlamda Diyanet, ibadet merkezli bir dindarlık değil, ahlak merkezli, etkili ve anlamlı bir dindarlık üzerinde durmaktadır.
Bir kamu kuruluşu olarak Diyanet’in üç temel özelliğinden bahsedebiliriz. Diyanetin ilk özelliği, devletin bütün kanunlarıyla, Anayasayla, Cumhuriyetle, laiklikle hiçbir sorunu olmadan hizmet üretmesi ve hareket etmesidir. Diyanetin ikinci özelliği özgür bir kuruluş olması, dini bilginin özgürce üretilmesine ve sunulmasına özel önem vermesidir. Diyanetin üçüncü özelliği ise sivil bir kuruluş olmasıdır. Yani, halkın yaşayan dindarlığını ve dini taleplerini göz önünde bulundurarak, onu önemseyerek, ona uygun hizmet üretmek sivil bir kuruluş olarak diyanetin görevleri arasındadır. Kısaca değindiğim Diyanet İşleri Başkanlığının kamusallık, özgürlük ve sivillik özelliklerini biraz daha açmak istiyorum.
aa. Kamusallık. Diyanet İşleri Başkanlığı yapısı itibarıyla kamusaldır ve devlet organizasyonu içinde yer almaktadır. Bunun devletin lâik yapısıyla çelişip çelişmediği öteden beri hukukçular ve bilim adamları arasında tartışma konusu olmuştur. Kanaatimce bu tartışmanın sebebi, lâiklik anlayışı ile yakından alâkalıdır. Bu hususta T.C. Anayasa Mahkemesinin, laiklikle Diyanet İşleri Başkanlığının niçin çelişmediği konusundaki özet mütalaasını aktarmak istiyorum.
Anayasa Mahkemesi, yapılan görüşmeler ve müzakereler sonucunda Diyanet İşleri Başkanlığının yapısının devletin kamusal organizasyonu içinde yer almış olmasının lâiklikle çelişmediği kanaatine varmıştır. Lâiklik devletin din işlerine saygılı olması, din işlerinin de devlet işlerine karıştırılmamasıdır. Lâiklik, iki tarafın birbirinden tamamen bağımsızlığı ve ayrı alanlarda birbirinden kopuk faaliyet göstermesi değil—ki Osmanlı örneği bunu bir şekilde doğruluyor—karşılıklı saygı ve denge esasına dayalı bir ilişkidir. Yani tahakkümü önleyen, ama birbirinin yaptığından da haberi olan, birbirini destekleyen ve toplumun kalkınması, geliştirilmesi yönünde birbiriyle işbirliğini öngören bir anlayıştır. Netice itibarıyla Anayasa Mahkemesi, lâiklikle Diyanet İşleri Başkanlığının yapısının kamusal yönden çelişmediği kanaatine varırken şu gerekçelere dayanmıştır:
1.Dinin devlet işlerinde egemen ve etkili olmaması esası.
2.Aralarında herhangi bir ayrım gözetmeksizin bireylerin manevî hayatına ilişkin sınırsız bir hürriyet tanımak, böylece dini anayasa güvencesi altına almak.
3.Dinin, bireyin manevî hayatını aşarak toplumsal hayatı etkileyen eylem ve davranışlara ilişkin bölümlerinde kamu düzenini ve çıkarlarını korumak amacıyla sınırlamalar kabul etmek ve dinin kötüye kullanılmasını ve sömürülmesini yasaklamak.
4. Devlete, kamu düzeninin ve haklarının koruyucusu sıfatıyla dinî hak ve hürriyetler üzerinde denetim yetkisi tanımak. bb. Bilimsel Özgürlük. Diyanet İşleri Başkanlığının ikinci yönü, bilim ve din anlatımı konusunda özgür olmasıdır. Gerçekten de dışarıdan nasıl farklı algılanırsa algılansın, ben kendi dönemim ve kendi inisiyatif alanım için rahatlıkla söyleyebilirim ki, Diyanet İşleri Başkanlığı din hizmeti sunarken, din işlerini yürütürken, halkın dinî sorularına cevap verirken veya halkı din konusunda aydınlatırken tamamen kendi inisiyatifiyle, kendi bilimsel donanımıyla, bilimsel birikimiyle ve Türkiye’nin bilimsel imkânlarıyla hareket etmekte ve bunun içinden en doğru, en sağlıklı ve toplum için en aydınlık olan tercihleri ve yorumları seçerek bu konuda özgür ve özgün olmaya özen göstermektedir. Zaten laiklik ilkesinin yorumu da böyle bir özgürlüğü gerektirir. Çünkü laiklik devletin din yorumu yapması, devletin din anlatımı konusunda bir tercihte bulunması değil, bu konuda bireyleri ve bireylerin ortak, yani kamusal alana taşmış organizasyonlarını özgür bırakması demektir. Çünkü devletin dini tanımlaması ve dini konularda yorum yapması, bir yorumun lehinde veya aleyhinde tavır takınması lâiklikle ciddî bir çelişki olur. Diyanet İşleri Başkanlığının din hizmeti sunarken dayandığı bilgi, halkı din konusunda aydınlatırken geliştirdiği, tercih ettiği, ürettiği dinî yorumlar Türkiye’nin imkânlarıyla, bunu yapan şahısların kişisel ve kurumsal donanımlarıyla Türkiye’nin, hatta İslâm dünyasının bilgi birikimleriyle de bağla
DEPREM isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 08-18-2009, 09:39   #7
Kullanıcı Adı
rikopasa
Standart
Alıntı:
redyellow Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster


bu fotoğrafdaki (beyaz giysili) bayan kim? bir umre ziyaretinde çekilmiş.

Öğrenmek isteyen linke tıklayabilir:

http://www.haber7.com/haber.php?haber_id=240354
Türkan Saylan dinimize sizlerden daha saygılıydı bence.
Yollara çıkın bakın bakalım ağzı burnu makyaj içinde, sadece başı kapalı ama gerisini koyvermiş yüzlerce kız görürsünüz.
Allah bilir kimin ne yaptığını, ölmüş birinin arkasından konuşmaya gerek yok.
rikopasa isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 08-18-2009, 16:20   #8
Kullanıcı Adı
Saltuk Buğra Han
Standart
Alıntı:
olcayatay Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
hala onu savunan bazı insanlara mesaj olması mahiyetinde yazmıştım. tabi ölen bir insan arkasından konuşmak bize yakışmaz...
Ölen bir insanın arkasından konuşulmayacağını biliyorsunda,ölmüş gitmiş ve de islam hakkında görüşlerini asıl öteki alemde vermeye çalışan bir insanı buraya taşıyıp neden şamar oğlanına çevirttirip de milleti günaha sokuyorsun o zaman.

Konu Saltuk Buğra Han tarafından (08-18-2009 Saat 16:28 ) değiştirilmiştir..
Saltuk Buğra Han isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 08-18-2009, 11:08   #9
Kullanıcı Adı
BlueMoon
Standart
şimdi türkan saylanın müslüman olup olmadığını tartışmıyoruz. onun yaşam tarzını ahlaki değerlerini karakterini ve dini duygularını bütün türk halkı biliyor ! birileri kalkıp hala nası onu övebiliyorlar

tabii zaten onu övenler onun gibi din duyguları "olmayan" insanlardır. namaza hakaret eden bir kişinin müslüman olmasından söz bile edilemez
BlueMoon isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 08-18-2009, 16:25   #10
Kullanıcı Adı
ishakyilmaz
Standart
Rahmetli Türkan Hanım,emperyalist güçlerin Türkiye'yi bölüp,parçalamak için kulandıkları piyonların başında geliyordu!!!
ishakyilmaz isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi