02-19-2012, 07:12 | #1 |
Türkiye’deki Ekonomik Krizin Sebepleri
http://ihkupcu.com/makale/ekonomik%2...0sebepleri.pdf Türkiye’deki Ekonomik Krizin Sebepleri Yazımızın birinci bölümünde Dünyadaki ekonomik buhranı inceledik. Bu yazımızda Türkiye’yi inceleyecegiz. Türkiye’nin 1980 yılların basında iç borcu yoktu. Dıs borçlar 17,5 Milyar dolardı. Onu da yapılandırmıstık. Bu dönemde iki komsumuz ran ve Irak savasıyordu. Bu sayede bizim hracatımız patlama yapmıstı. Ama yine de en az satısı biz yapmıstık. Ayrıca petrol fiyatları varili 36 dolardan 8 dolara gerilemisti. Yani dıs sartlar bizim hiçbir katkımız olmadan lehimizeydi. 1983’de Turgut Özal iktidara geldiginde enflasyon %28 idi. Özal’ın 1982’de hükümetten ayrılırken bıraktıgı banker vurgunu dısında toplumda kargasa yoktu. Özal, %28 enflasyonun yüksek oldugunu, bunun toplumun ahlâkını bozacagını anlatarak bize kalemle enflasyonu asagıya çekecegini gösterdi. Ama sonraki yıllarda enflasyonun aksine sürekli yüksek oldugunu yasadık. Çünkü 1983 sonrasında bütçe disiplinini asmak için, Sayıstay’ı denetim dısı bırakan neredeyse bütçe büyüklügünde fonlar olusturuldu. Yurt dısından borç bulunarak yogun bir harcama dönemine geçildi. Alınan borçların çogu, öncelikli alanların yerine ekonomik yapımız güçlendikçe yapılması gereken ihtiyari alanlara harcandı. Böylece ekonomimiz tamamen dısarıdan gelecek paralara bagımlı hale geldi. 1988’e kadar süren ran – Irak Savası ve petrol fiyatlarındaki düsme ile ülke içerisindeki huzur pek bir ise yaramadı. 1987 sonunda dolar kısa sürede 750 TL’den 1.400 TL’ye fırladı. Hâlbuki aynı dönemde dolar, dünyada deger kaybediyordu. ABD’de 1986 yılından itibaren sürekli düsen dolar, 18 Ekim 1987’de bir gecede %25 düsmüstü. Bizdeki yanlıs borçlanma ve yanlıs yatırımın sonucu bu duruma düsülmüstü. Ayrıca bankaların dövizde fazlalık tutmak için, reeskont kredilerini sonuna kadar bu is için kullanmalarının da etkisi oldu. Bankaların fazla döviz tutma istekleri, Hazine’nin dıs borçları öderken bilhassa 1986 – 88 arasına yıgılan döviz ihtiyacını karsılama hevesleriydi. Çünkü Hazine kâgıtları çok kârlı ve garantiydi. ste bu ortamda 4 Subat 1988 kararları alındı. Ekonomik bunalımı asmak için yeni tedbirler paketi açıklandı. Böylece yanlıs dügmelenen ilk dügmeden sonra hatalar devam etti. Türkiye o günden itibaren sadece para – kredi politikalarıyla ekonomiyi yönetmeye çalısmaktadır. 1991 – 2002 arası hükümetler ortaklıklardan olustu. Bu hükümetler içerisinde köklü tedbirlerin alınması zordur. Yine de Refah – Yol Hükümeti döneminde uygulanan Kamu hesaplarının bir havuzda toplanması faydalı oldu. Daha sonraki DSP – MHP – ANAP Hükümeti döneminde bankalar reformunun gerçeklestirilmesinin yararlarını günümüzde bile görüyoruz. 2002’den günümüze tek basına ezici çogunlukla AKP iktidarı vardır. Aynı dönemde dünyadaki ticaret hacminin yükselmesi, hiçbir ülkede ekonomik bunalımın olmaması, AKP hükümetlerinin önemli sanslarındandı. Ama maalesef AKP Hükümetleri, Türkiye’nin önüne çıkan bu sansı iyi kullanamadılar. Çünkü ekonomi yönetimi denilince para-kredi politikalarından baskasını düsünemediler. Sonunda gelismis ülkelerin uyguladıkları ekonomik tedbirlerin aynısına uydular. Hâlbuki Türkiye’nin ekonomisinin yapısıyla, gelismislerinki çok farklıydı. Nitekim 1999 Ocak ayında ABD Hazine Sekreteri, AB ve Japonya’ya söyle söylüyordu: ‘’Dünya zenginlesmedikçe, biz zenginlesemeyiz. Bizim nüfusumuz dünyanın %15’i ama gelirden %79 pay alıyoruz. Bu böyle gitmez. Diger ülkelerdeki istihdamı artırmalıyız. Sanayi üretimini diger ülkelere kaydırmalıyız. Biz sanayi ötesi topluma geçmeliyiz.’’ Aslında Gelismislerin bu söylediklerini yapabilmeleri çok zordur. Çünkü bunu basarmak için, çok yüksek bütçe açıklarına razı olmaları gerekir. Böyle bir riski de her hükümet alamaz. Gelismisler 2003 yılında Petrol fiyatlarının artmasını da fırsat bilerek, yeni ve kolay bir yöntem uyguladılar. Ortalıkta dolasan sıcak petrol paralarını tüketime yönlendirdiler. Böylece arz yanlı degil talep yanlı olarak ekonomiyi hareketlendirdiler. Tüketimin gayrimenkul agırlıklı olması sonradan sistemi tıkadı. Çünkü binalar insa edilirken ekonominin bir bölümünü canlandırır. Ama insaat bitince, bina içinde üretim olmazsa, istihdama katkısı belki de kalmaz. Tüketime dayalı büyüme AKP Hükümetlerinin de kolayına geldi. Eger tüketim; alınan kredi yani borçlarla degil de, halkın tasarruflarıyla yapılırsa büyümeye gerçekten faydası olur. AKP Hükümetleri halkın oyunu alabilmek için, konuları nalıncı keseri gibi kendilerine dogru yontmaya çalıstılar. Kimi zaman rakamlarla oynadılar, kiminde istatistiklerin temellerini degistirdiler. Halktan oy aldıkça da uyguladıkları politikaların dogru oldugunu zannettiler. Hükümet faizler düsüyor dedi. Hâlbuki düsen nominal faizlerdir. Ama gerçek (reel) faizler düsmemistir. Nitekim gariban memur, isçi ve emeklilerimiz yıllık %24 – 27 arası faizle borç alırken sevindiler. Eskiden %70 – 80’le alıyorduk dediler. Ancak maaslarına yapılan yıllık zam %7’leri geçmeyince, durumu fark etmeye basladılar. Yani gerçek faiz yine yüksekti. Esnaf da eskiden SSK ve vergi cezalarının faizleri yüksekti, simdi düstü diye düsündü. Ama enflasyon %8 iken, ödedigi faizler %30 civarında oldu. Hükümet ihracatımız artıyor dedi. Hâlbuki ihracatımızdaki katma deger, artmak bir yana düsüyordu. AKP iktidarları ihracatımız arttı diyebilmek için, Dâhilde sleme Rejimi (DR) kurallarını degistirdiler. Malların Türkiye’ye giristen itibaren, ülkemizde 3 yıl sonrasına kadar kalmasına izin verdiler. Böylece bu tip ithalatı ve ihracatı denetim de zorlastı. Sonuçta ihracatımızın motoru olan otomotiv ve tekstil sektöründe yaratılan katma deger %6 – 7’lere indi. Hükümet, enflasyon düsüyor, döviz düsüyor dedi. Hâlbuki enflasyon bir bizde degil, dünyada düsüyordu. Bunun birkaç sebebi vardı. Birincisi dünyada doların degerinin düsmesidir. Dolar 11 Eylül 2001 olayından bir süre sonra düsüse geçti. Bu ABD’nin uyguladıgı politikanın bir sonucuydu. 2002 yılında sanayimizde 100 birim katma deger üretmek için 75 birimlik ithal girdi gerekirken, AKP döneminde %92’lere ulastı. Bu durum enflasyonun düsmesine ekonometrik yöntemle ciddi etki yapar. Bu durum diger taraftan, dövizin düsük olmasına ragmen ihracatın artmasını da kısmen açıklar. Enflasyonun düsmesinin bir diger sebebi Çin’dir. Çin’den yapılan ithalâtlar 2002 yılına göre yaklasık 20 kat arttı. Yani Türkiye’ye çok ucuz mallar girdi. Diger taraftan AB üyelerinden ithal ettigimiz malların önemli bir bölümü, Avrupalıların Çin ve diger Uzak Dogu ülkelerinde ürettikleri mallardan olusmaktadır. Dolayısıyla aynı mal Avrupa’da üretilirken 10 Euro ödüyorsak, simdi fiyat artıslarıyla 12 Euro ödememiz gerekirken, aksine 3 – 4 Euro ödüyoruz. Yani AB ülkelerinden yaptıgımız ithalatın birim fiyatları da düstü. Enflasyonun düsmesinin bir diger nedeni, tarım ürünlerimizdeki düsüstür. Bu sebeple tarım sektörümüz uzun süre büyümedi, aksine daraldı. Çiftçimiz perisan oldu. Enflasyonun düsmesinin bir baska dıs sebebi, ülkeye gelen sıcak paradır. Sıcak para tamamen üretime ve tüketime gitseydi enflasyonist baskı yapardı. Ama daha çok sanal ekonomik ortamda ve gayrimenkul piyasasında kaldı. Nitekim hem sanal ekonomik ortamın en önemlisi olan borsada fiyatlar çok arttı. Hem de gayrimenkul fiyatları sürekli katladı. Bu iki artısın da enflasyona etkisi az oldu. Hükümet, büyüyoruz dedi. GSMH artıyor dedi. Hâlbuki büyüme, üretimde çok azdı. Tarım üretimi düsmüstü. Borsadaki sirketlerin degerleri borsa yükseldikçe, degerleri artmıs göründü. Bu durum GSMH’yı artıs yönünde etkiledi. Diger taraftan artan gayrimenkul fiyatları da GSMH’yi büyüttü. Hükümet, dıs ticaret hacmimiz artıyor dedi. Hâlbuki ihracatın, ithalâtı karsılama oranı artmıyor, aksine çogu yıl düsüyordu. Hükümetin büyüme rakamları bile maalesef güvenilir degil. Üretimimiz artıyor, demek ki büyüyoruz diyorlar. Hâlbuki üretimdeki artıslar büyümeyi tam yansıtmaz. Eger yaratılan katma deger de artarsa, o zaman gerçek büyümeden bahsedilebilir. Diger taraftan net büyüme, enflasyon düsüldükten sonra ki büyümedir. Büyümeyen bir Türkiye ekonomisi yüksek boyutta finansal yatırım çekemez. Tasarruflarımız da yok derecesinde oldugundan daralma sürer. Aslında bu durumda TL’nin deger kaybetmesi beklenir. Ama aynı ekonomik sartlar ABD’de de oldugundan, dolar deger kaybediyor. Bu sebeple TL’de devalüasyon olmuyor. Her iyi sonucu kendisi yapmıs, her kötü sonucu dünyanın bize etkisi olarak gösteren Hükümetimiz devalüasyon olmamasını kendi basarısı gibi gösteriyor. Aslında küresel ekonomik buhran olmasaydı, Türkiye’nin hali daha kötü olacaktı. Simdi bazı sanslarımız var. Gelismis ülke borsalarında çok kaybeden sıcak paranın bir bölümü Türkiye gibi birkaç ülkeye yöneldi. Türkiye’de henüz faizler dünya ortalamasından yüksektir. Ayrıca Türkler, borcuna sadık bir ülke olduklarını geçmiste ispatlamıslardır. Avrupalılar için, Macaristan’dan Japonya’ya kadar olan bölgede Türkiye gibi güvenli ve kârlı is yapabilecekleri, bilgili ve kabiliyetli baska pek ülke yoktur. Ayrıca Avrupa için, Çin’de üretim yaptırmak zordur. Çünkü hem kendilerinin gidip gelmeleri, hem malların nakliyesi, hem de Çinli bazı is adamlarının güvensizligi açısından maliyetleri artırıcı unsurlar var. Simdilerde Avrupalı bazı is adamları Türkiye’ye, ucuz is gücü ve üretim kabiliyeti açısından, Avrupa’nın Çin’i gözüyle bakıyorlar. Dolayısıyla yatırımlarını Türkiye’ye kaydırmaya çalısıyorlar. ABD ve Avrupa borsalarında zarar eden Arap sermayesinin de gözü Türkiye’de. Dolayısıyla küresel ekonomik buhran, Türkiye’deki ekonomik buhranın siddetini azalttı. Aksi takdirde buhran sadece bizde olsaydı, AKP hükümetlerinin sadece kendilerini ve özel destekçilerini düsünen tavrıyla ezilir kalırdık. smail Hakkı KÜPÇÜ
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|